25 Nis 2011

FÜZE KALKANI



Kısaca anımsatmak gerekirse, Füze Kalkanı, Amerikan Başkanı Ronald Reagan döneminde başlatılan  ‘Yıldız Savaşları’ projesinin devamıdır. Projenin genel amacı, dünyanın her bölgesinde,  Amerika Birleşik Devletleri’ne yönelik füze saldırılarının hedefine ulaşmadan tespit ve imhası için küresel bir füze savunma kalkanı kurulması ve geliştirilmesi olarak tanımlanabilir. Eski Amerikan başkanlarından George Bush da, özellikle 2001 yılı başlarında küresel Füze Savunma projesi konusunda tüm müttefiklerle ayrı ayrı konuşarak, onlardan destek almaya çalışmıştır. Amerikan savunma uzmanları, projenin, Amerikan yönetiminin ‘haydut devletler’ olarak tanımladığı Kuzey Kore ve İran’dan kaynaklanabilecek füze tehlikelerine karşı ortaya atıldığını söylemektedir. Özellikle ABD, Füze Kalkanı’na, 206 ve 2007 yıllarından itibaren hız vermiştir. Buna neden olarak ise 2 önemli gelişme gösterilmektedir. Bunlar, Kuzey Kore’nin nükleer alanda ve füze teknolojisi konularında kaydettiği ilerlemeler ile İran’ın nükleer faaliyetlerinin artarak sürmesidir. Rusya, Kuzey Kore ve İran’ın dışında Füze Kalkanından en çok rahatsız olan ülkelerden biridir. Rusya, sistemin Polonya ve Çek Cumhuriyeti’ne kurulmasına da karşı çıkmıştır. Amerikan yetkilileri ise her fırsatta projenin Ruslara karşı olmadığı garantisini vermeye çalışmış, son Lizbon Zirvesi’nde de Rusya’ya Füze Kalkanı’na katılmaya davet etmişlerdir. Amerikan yetkililerin tehdidin, İran ve Kuzey Kore’den geleceğine dikkat çekmelerine rağmen, her iki ülkenin elindeki füzelerin menzillerinin en fazla 2500 km olması, tehdit algılaması konusunda şüphe uyandırmaktadır. İran’ın elindeki 2500 km menzilli şahap 3 füzelerinin, bırakın Amerikan topraklarını, Avrupa’da Bulgaristan ve Romanya dışında herhangi bir ülkeye ulaşması mümkün değildir. İran’ın hedefinde Türkiye de olmadığına göre bu füzelerin hangi ülkeyi vuracağı konusunda yapılan tartışmalar da dikkatleri İsrail’e çevrilmektedir.


Lizbon’daki zirve öncesinde Türkiye’nin füze kalkanı sisteminde yer alması için yoğun baskı yapılmış, NATO üyeliğinin gereği olarak müttefiklerle dayanışma zorunluluğu anımsatılmıştır. Projeye katılmaması durumunda Türkiye’nin NATO üyeliğinin tehlikeye gireceği de ayrıca dile getirilmiştir. Türk hükümetine bu konuda daha önce Amerikan yetkililerince baskı yapıldığı ve Türkiye’nin de projeye olumlu baktığı yeni yeni ortaya çıkmaktadır. Lizbon Zirvesi öncesi Türk yetkililerin, ‘Koşullarımız kabul edilmeli, İran’ın adı belgelerde tehdit olarak geçmemeli’ türünden açıklamaları, kamuoyuna Türkiye NATO’ya isteklerini kabul ettirdi şeklinde aktarılmıştır. Bu konuyu daha sonraki bölümde ayrıntılarıyla yazacağım. Bu nedenle Füze Kalkanı Projesi ve sistemin nasıl işlediğini anlatarak devam edelim. Füze Kalkanı sistemi nasıl işliyor?             
  1. Düşman füzeler atıldıktan 45 saniye sonra casus uydular yerini belirliyor.
  2. Savaş uçakları havalanıp lazer ışınlarıyla füzelerin yüzeylerini ısıtıyor.
  3.  Denizdeki radarlar yüzeyi ısınan gerçek radarları sahtelerinden ayırıyor.
  4.  Erken uyarı sistemi füzelerin rotasını belirliyor.
  5. Yerden fırlatılan savunma roketleri saatte 25 bin kilometre hızla, yerden 10 kilometre yükseklikte düşman füzelerini vuruyor.


İlk savunma hattını geçmeyi başaran Füzeler, saatte 3200 kilometre hızla hedeflerini vurmaya 1 dakika kala vuruluyor. Özetlemek gerekirse, sistemde iki ana unsur var. Bunlardan birincisi, füzeleri tespit eden erken uyarı sistemi olarak da adlandırabileceğimiz radarlardır. İkincisi ise düşman füzelerini vuracak olan, hareket halindeki savaş gemilerinde ya da karadaki üslerinde bulunan füzelerdir. Füze Kalkanı projesinin 2011’de tamamlanması öngörülen ilk bölümü, Akdeniz’de dolaşacak firkateynler ve üzerindeki Cruise füzelerinden oluşacak. Bu füzeleri, Türkiye’ye yerleştirilmek istenen güçlü radarlar yönlendirecek. Daha sonraki aşamada, 2015’te Romanya’ya, 2018’de de Polonya’ya karaya konuşlandırılmış önleyici füzeler yerleştirilecek. Sistemin Türkiye’ye ilk planda yerleştirilmek istenen bölümü radarlardır demiştik. Ama uzmanlar işin bununla sınırlı kalmayacağına ve ikinci aşamada Türkiye’ye füze rampaları kurulmasının planlandığını söylüyorlar. Radarlar için İzmir çevresi, rampalar için de Güneydoğu bölgesi düşünülmektedir. Burada akla gelen sorular şunlardır, ‘İran’ın elindeki şahap 3 Füzelerinin menzili 2500 km olduğuna ve bunlar Avrupa’ya ulaşamayacağına göre hedefte ne var?’ ‘Füzelerin menzilinin İsrail’e kadar ulaşması yüzünden rampalar Güneydoğu’ya kuruluyor?’ Daha açık sormak gerekirse, ‘Türkiye, Füze Kalkanı Projesine NATO üyesi bile olmayan İsrail’i korumak için mi katılmak zorunda bırakıldı?’ Şimdi tekrar NATO’nun Lizbon Zirvesi öncesine dönelim. Anımsayınız, Başbakan Erdoğan, Füze Kalkanı için, ‘Komuta bizde olacak. Butona biz basarız’ demişti. Bu işin hiç de böyle olmayacağını anlayan Cumhurbaşkanı Abdullah Gül, durumu düzeltmek için ‘Başbakanımızın komuta bizde olacak, butona biz basarız sözleri NATO içinde Türkiye’nin de bu konuda söz sahibi olmasını ifade ediyor. Bir başka deyişle bizden habersiz kullanım olmayacak’ demek istedi türünden bir açıklamada bulunarak, NATO ya da ABD’den gelebilecek karşı yanıtların da önünü kesmek istedi. Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu da bir yandan Başbakan Erdoğan’a destek olurken bir yandan da dik durduklarını şu sözlerle dile getirmişti: ‘Türkiye bir NATO üyesi olarak Füze Kalkanı Projesinde alınacak kararları belirleme hakkına sahiptir. Türkiye’ye yönelik herhangi bir dayatma yoktur. Boyun eğmiyoruz mutabakata varıyoruz. ’NATO’nun Lizbon Zirvesi’nde ardından Türk medyasının bir kısmında ‘Türkiye istediğini aldı’, ‘Türkiye zirveye damgasını vurdu’, ‘Türkiye için zafer’, ‘Türkiye’nin dediği oldu, belgelerde İran’ın adı geçmiyor’ türünden başlıklar kullanıldı. Acaba bu başlıklar gerçekleri yansıtıyor muydu? Bunu anlamak için yabancı basında konuyla ilgili çıkan haberleri aktarmakta yarar var. Çünkü aşağıdaki haber örnekleri, Türkiye’ye Füze Kalkanı projesinde biçilen rolün anlaşılması bakımından büyük önem taşımaktadır. Bakın İngiliz Daily Telegraph gazetesi Türkiye ile olan pazarlığı nasıl özetliyor: “Amerikan Dışişleri Bakanı Hillary Clinton ve Savunma Bakanı Robert Gates, kapalı kapılar ardında Türk yetkilileri, ‘Füze kalkanına katılmazsanız, ilişkiler zarar görür' diye tehdit etti.”



 Amerikan The Wall Street Journal gazetesi ise gerçekleri daha net bir dille ortaya koyuyor. “Türkiye’nin toplantıdan önceki haftalarda ortaya attığı taleplerinin çoğu ya bir kenara itildi ya da kontrol merkezinin Türkiye’de olmasına ilişkin olanı gibileri de daha sonra görüşülmek üzere ertelendi. Zirveye katılanlar, Cumhurbaşkanı Abdullah Gül’ün bu konularda bastırmadığını söylediler. . ”Tehdidin kim olabileceği konusunda NATO Genel Sekreteri Rasmussen’in, ‘Dünyada 30 ülke balistik füze teknolojisi için çalışıyor. Bizim için bunlardan herhangi biri tehdit olabilir’ diyerek İran’dan bahsetmemesi ise bir kısım medyayı sevindirmişti.
Ama hemen ardından Fransa Cumhurbaşkanı Nicolas Sarkozy’nin, ‘Belgelerde isim yer almıyor, ama biz kediye kedi deriz. Bugünün füze tehdidi İran’dır demesi ise bir kısım medyayı kızdırdı. İngiliz düşünce kuruluşu Chatham House Cumhurbaşkanı Gül’e ödül vermesiyle bilinir. Bu kuruluflun Türkiye uzmanı Fadi Hakura da gerçekleri şöyle dile getirmişti: ‘Türkiye'nin, sistemin İran'ı hedef almaması isteği kabul edildi, ancak bunun uygulamada hiçbir etkisi olmayacak. Füze sistemi İran'ı, bir ölçüde de Suriye'yi hedef alıyor.’NATO belgelerinde İran’ın adı geçmedi, Türkiye zafer kazandı diyerek bayram havası estirenlere şu soruları yöneltmek lazım: ‘Tahran, Kıbrıs konusunda neden yanımızda yer almadı? KKTC’yi neden tanımadı? Ermeni iddialarına karşı Türkiye’nin tezlerine neden destek vermiyor? Sözü uzatmadan İran soru listesini Devrim Muhafızları Komutanı General Amir Ali Hacizade’ye verelim. Ne diyor Hacizade, ‘Topraklarını bize karşı füze fırlatma rampası olarak kullandıracak her ülke düşman ülke muamelesi görecektir.’ 



Bu sözleri açıklamaya gerek var mı? İran Dışişleri Bakanlığı sözcüsü Ramin Mehmanparast ise daha açık konuşmayı tercih ediyor.‘Füze kalkanı İsrail’i korumayı hedefliyor. Türkiye’ye bu sistemin yerleştirilmesini doğru bulmuyoruz.’Arapların da Füze Kalkanı konusunda Türkiye ile ilgili değerlendirmelerinden bir örnek vermek gerekiyor. Birleşik Arap Emirlikleri'nde yayımlanan el Halic gazetesinin yazarı Muhammed Nureddin tam bir doğrucu Davut. Nuriddin, ‘İran, Suriye ve herhangi bir Arap ülkesinin adının zikredilmemesi, füze kalkanı sisteminin ve radarlarının bu ülkelere yönelik olduğu gerçeğini değiştirmez’ sözleriyle kendi dünyasındakileri uyandırma görevini gayet iyi yapıyor. Başbakan Erdoğan, ‘Lizbon Zirvesi'nde İran'ın adı Türkiye sayesinde zikredilmedi’ demişti. Öyleyse bir gerçeğin altını çizelim. NATO zirvelerinin ardından yayınlanan belgelerde, ülke ismi verilerek tehdit buradan gelecek denilmez. Bu durum, Soğuk Savaş dönemindeki NATO belgeleri içinde geçerlidir. Söz konusu döneme ait belgelere göz attığınız da, tehdit algılaması başlığı altında ‘SSCB’ yani ABD baş düşmanı olarak bilinen Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği’nin adını göremezsiniz. Füze Kalkanı projesi önümüzdeki süreçte Türkiye’nin başını çok ağrıtacak. Bu nedenle 2011’in Mart ve Haziran ayları büyük önem taşıyor. Sistemin komuta kontrol uygulamalarıyla ilgili müzakereler Mart2011’deki NATO Savunma Bakanları Toplantısı öncesinde tamamlanacak. Sistemin mimarisine dair yol haritası ise savunma bakanlarının Haziran2011’deki toplantısına sunulacak. Son olarak, Füze Kalkan› projesinin maliyetini de NATO üyelerinin karşılayacağını anımsatalım. Maliyet konusundaki karar Haziran 2011’deki zirvede verilecek. Böylelikle her üyenin 10 yıl içinde füze kalkanı projesi için kaç milyon Avro ödeyeceği ortaya çıkacak.

Hiç yorum yok: