17 Kas 2011

Barışın çocuğu Selman...


Din denilince ne anlıyorsun arkadaş? Gökte asılı duran Ay’ı bir işaretiyle ikiye bölen bir peygamber mi? Denizleri yaran, ölüleri dirilten ve sadece bunları yaptığı için insanların peşinden koşturduğu elçilerin sözleri mi?
Değil arkadaş.
Dinin en önemli koşulu; “ahirete/yarınlara imandır”.
Yarınlardan emin olmaktır.
Peki bu nasıl olur?
İdeolojinizden emin olursanız, yarınları değiştireceğinden emin olabilirsiniz.
Bırak kerameti kenara, hakikate bak arkadaş...
İşte Selman Farisi bu hakikatin derin sularında yüzmüştür.
Medine’ye gittiğinde, kendisine sorarlar:
“Soyun sopun kim, ırkın ne?”
Selman der ki: “Ben Selman ibn İslam’ım arkadaş!”
Yani “barışın çocuğu Selman”...
Sizin toplayıp arttırdıklarınız, yeryüzünün en hayırsızlarıdır...
Medine sokaklarında içine düştüğü aşkın koridorlarında gezinen Selman, “tek bir kelime dahi Arapça bilmez”.
Ne okunan Kur’an’ı anlar, ne Peygamber’in sohbetlerini anlar...
Selman, Arapça’yı anlamaya başlayana kadar, bildiği gibi yaşar. İçinden geldiği gibi.
İşte o Selman, kendisine İslam diyor...
Selman, adalet diyordu. Yani EŞİTLİK...
Üzerindeki elbisenin hesabını ver ya Ömer!!!
Hz. Ömer bir gün hutbe okurken “Ey insanlar! Beni dinliyor musunuz?” diye sormuş, Selman “Dinlemiyoruz!” deyince Hz. Ömer “Niçin dinlemiyorsun, Ey Eba Abdillah!” dediğinde, Selman “Parça parça dağıttığın kumaştan senin üzerinde elbise var, fakat biz elbise yapamadık” demiştir.
Hz. Ömer, “Şaşırma ey Eba Abdillah!” demiş ve oğlu Abullah’ı da şahit tutarak, elbiseyi oğlunun parçasıyla birleştirerek yaptığını anlatmıştır.
Selman,“Şimdi konuş ey Ömer! Dinliyoruz!” diyerek hakkını aramak gerektiğini ve halife de olsa hesap sorabileceğini göstermiştir.
Allah Resulü’nün can dostlarından Hz. Ömer, Selman’ı çok severdi. Çünkü Selman, devrim demekti. Devrimi hatırlatan bir sesti...
İlim deryası
Hz. Ali, Selman-ı Farisi hakkında şöyle demiştir: “O, bizden bir kişidir, bize Ehl-i Beyt denilir. Selman, sizin için Lokman Hekim gibidir. Selman, önceki ve sonrakilerin ilmini bilir. Önceki ve sonrakilerin kitaplarını okumuştur. O, suyu tükenmeyen bir denizdir”
Sepet ören vali!
Hz. Ömer’in kendisini Medain’e vali olarak tayin ettiğini bildiren bir mektup alan Selman-ı Farisi, bu duruma şaşırmıştır. Doğduğu toprakların başkentine vali olarak atanmak, onun beklediği bir makam değildir.
Valiliği döneminde maaşını alıp dağıtmış, sepet örerek nafakasını temin etmiştir. Bunu haber alan Hz. Ömer, bir mektupla Selman’ı maaşını nafakası için harcaması konusunda uyarmıştır.
Selman-ı Farisi ise cevaben yazdığı mektupta “Ben senin bağladığın maaşı, muhtaç olacağım (sevabından yararlanacağım) bir gün için yoksullara dağıtıyorum. Ben, mütevazı bir şekilde yaşayarak, kendimi Medain halkına bir vali olarak değil, onlardan biri olarak tanıtıyorum. Böylece onlar, beni üzerimden geçilecek bir köprü olarak kullanıyorlar. Ben de onların üzerime koydukları ağırlıkları taşıyorum. Bunu Allah Resulü’nden öğrendim. O, insanlarla yakınlaşarak onlarla kaynaşır, onlar da ona yaklaşırlardı. O, bir insan olarak, onların yediğini yer, giydiklerini giyer, onlardan farklı davranmazdı. Ayrıca Rasulullah’tan ‘Kim benden sonra Müslümanların başına idareci olur da sonra onlara karşı adil davranmazsa, o kimse Allah’ın gazabına uğramış olarak Allah’a kavuşur’ sözünü işittim” diye karşılık vermiştir.
Ve devam eder...
“Bir dirhem veriyor, hurma yaprağı alıyor; sepet yapıyorum. Yaptığım sepeti üç dirheme satıyorum. Üç dirhemin birini yaprak almak için ayırıyorum, bir dirhemini çocuklarımın nafakasına harcıyorum, ötekini de sadaka veriyorum. Eğer Ömer b. Hattab, beni bu işten men etse onu dinlemem.” Bir vali olarak Selman, bu iş üzre yaşamıştır. Hayatı boyunca kamu malından zimmetine geçirmemiştir. Kendi alın terini yemiştir.
Evet. Selman, Selman’dır...
Peki ya bugün Selman’ı kurucu kabul ettikleri tarikatların mensubu olan Başbakan ve bakanlarımız?
Onlar ne yapıyorlar?
Devam edecek.
(Not : Selman, bir kitap olarak karşınıza çıkacak. Kısmetse 1 ay içinde okuyabileceksiniz...)

Hiç yorum yok: