Tehdit, baskı ve biz!
Hadi birlikte görelim;
AMERİKA'DAN MUSA SESLERİ
Yazı dizisine minik bir ara vererek soluk almak ve birilerine verilmesi gereken bir mesaj iletmek için bugün konuyu değiştirdim.
Evet, tarafıma gelen yüzlerce tehdit..
“Eren Erdem akıllı olsun!”
Bunu söyleyen, malum cemaatin yakın kuruluşlarından birinin sahibi. Akıllı olacakmışım...
Sizin zorbalığınızdan
korkmuyorum!
İman ettiğim Kur’an (Sizin nefret duyduğunuz o muhteşem kitap) ne diyor bakalım:
(Bakara Suresi 17. Ayet): “Onların durumu şu kişinin durumuna benzer: Bir ateş tutuşturmak istedi. Ateş, çevresindekileri aydınlattığında, Allah onların ışığını giderdi ve onları karanlıklar içinde bıraktı; artık görmezler.”
Hakikatleri anlattığımızda, hiçbir delil, belge, kaynak getirmeksizin; bizi yaftalayarak susturmaya çalışanların hali, bu ayetteki vaziyet gibidir. Ve bir de şu ayet var:
(Bakara Suresi 81. Ayet): “İş onların sandığı gibi değil. Kötülük ve çirkinlik kazanan, suçu kendisini kuşatmış olan kişiler, ateşin dostudurlar. Sürekli kalacaklardır orada.”
Amerikan uşaklığının ebedi olduğunu mu sanırlar? Karınlarını ateş ile dolduranlar, Allah’a hesap vermekten korkmazlar mı? Evet onlar, Allah’a ve ahirete inanmazlar.
(Bakara Suresi 145. Ayet): “Ehlikitapa sen her türlü mucizeyi getirsen de onlar senin kıblene uymazlar; sen de onların kıblesine uymayacaksın. Onlar birbirlerinin kıblesine de uymazlar. Eğer sen, ilimden nasibin sana geldikten sonra onların boş ve iğreti arzularına uyarsan, işte o zaman kesinlikle zalimlerden olursun.”
Onların tefsirlerinde bu ayet, Yahudi ve Hıristiyanlara yönelikmiş gibi anlatılır. Efendim, kendisine Kur’an verildikten sonra sapıtıp altına, gümüşe ve dolara tapanlar da bu ayetin muhatabıdır...
Bakınız ne diyor: “Onların kıblesine/ amaçlarına/hedeflerine uymayacaksın.”
Yani Beyaz Saray’a secde etmeyeceksin! Yalnızca, Allah’a iman edeceksin...
(Bakara Suresi 272. Ayet): “Onların iyiyi ve güzeli bulmaları, senin üzerine bir borç değildir. Tam aksine, dilediğini/dileyeni iyiye ve güzele kılavuzlayan Allah’tır. Nimet ve imkandan başkalarına bağışladığınız, esasında sizin öz benlikleriniz lehinedir. Allah’ın yüzünü arzulama dışında bir şey için infak etmiyorsunuz. İnfak ettiğiniz her nimet size tam bir biçimde geri verilir. Ve siz, asla zulme uğratılmazsınız.”
Ayet iyiyi ve güzeli bulma ile başlıyor. Bakınız “Allah insanı iyiye ve güzele kılavuzlar” diyerek devam ediyor. Peki, bu iyilik ve güzellik nedir? Ayetin devamındaki “nimet ve imkandan başkalarına bağışlama” vurgusudur. Allah yolu, halk yoludur. Ne yani Allah’a isyan ederek servet ve mülk yığmışlardan mı korkalım? Haşa, haşa ve kella!
(Ali İmran Suresi 24. Ayet): “Bunun sebebi onların, ‘Ateş bize sayılı birkaç gün dışında asla dokunmayacaktır’ demeleridir. Uydurmuş oldukları yalanlar, dinlerinde kendilerini aldatmaktadır.”
Onlar demiyor mu: “Biz cehenneme girip bir süre kalacak ve cennete sevk olunacağız” diye? Aynen böyle geçmiyor mu kitaplarında, dergilerinde?
Malum, her şey ortada!
(Naziat Suresi 9. Ayet): “Onların gözleri yerlere eğilecektir.”
(Tekvik Suresi 15. Ayet): “Hayır, iş onların sandığı gibi değil! Yemin olsun o sinip gizlenenlere.”
(Mutaffifin Suresi 14. Ayet): “İşin esası o değil! Onların kazanmakta oldukları, kalplerinin üstünde pas oluşturmuştur.”
Efendim kimdir bu “onlar”, hemen söyleyelim:
(Zümer Suresi 38. Ayet): “Onlara, ‘Gökleri ve yeri kim yarattı?’ diye sorsan, yemin olsun ‘Allah!’ diyecekler. De onlara: Peki Allah dışındaki yakardıklarınız hakkında ne diyorsunuz? Allah bana bir zarar vermek istese, O’nun vereceği zararı uzaklaştırabilirler mi? Yahut bana bir rahmet dilese, O’nun rahmetini tutabilirler mi? De ki: Bana Allah yeter! Tevekkül edenler O’na dayanıp güvenirler.”
Demek ki onlar da “Allah” diyorlar ama Allah dışında yakardıkları tanrıları var. ABD gibi, para tanrısı Mammon gibi, Allah’ın dışında bağlandıkları rabbleri var. Ne yani bu aciz zavallılardan mı korkacağız?
(Müddesir Süresi 49-50-51. ayetler: “Neden Kur’an’dan yüz çeviriyorlar? (Bu açık gerçekleri reddediyorlar) Arslandan ürkmüş yaban eşeği gibi sağa sola kaçışıyorlar!!!”
Allah’ın kitabından kelam ettiğinizde, arslandan ürkmüş yaban eşekleri gibi kaçışanlar...
Allah’ın kitabından kelam ettiğinizde, arslandan ürkmüş yaban eşekleri gibi kaçışanlar...
Onlardan mı korkacağız? Korkarsak, yuh olsun bize...
(Ali İmran Suresi 139. Ayet): “Gevşemeyin, tasalanmayın. Eğer davanıza inanıyorsanız galip gelecek olan sizsiniz.”
Efendim, tehditler, baskılar bizi asla yıldıramaz. Çünkü biz “hacılığa” soyunduk. İhramı/kefeni giyinip kalemi kuşandık...
Ve şuna inandık:
“İki rekat namaz da Allah’a götürmeye kafidir, yeter ki abdesdi kişinin kendi kanıyla alınsın...” (Hallac’ı Mansur)
ŞEYTAN EVLİYALARI İLE SAVAŞIN
ŞEYTAN EVLİYALARI İLE SAVAŞIN
Perşembe, 01 Aralık 2011 03:32
Kur’an’ın mızrak ucuna takılıp, saltanat ve hilafet aracına dönüştürüldüğü günden beri birçok ayeti hayattan söküp alınmıştır. Bu ayetlerden birisi de; “Şeytan Evliyaları ile savaşın” ayetidir.
(NİSA suresi 76. ayet) İman edenler Allah yolunda savaşırlar; küfre sapanlarsa tağut yolunda savaşırlar. O halde, şeytanın evliyaları ile savaşın. Hiç kuşkusuz, şeytanın tuzağı çok zayıftır.
Doğrudan “evliyaüş’şeytan” ibaresi ihtiva eden ayete paralel olan şu ayeti de ele almak gerekiyor;
(TEVBE suresi 14. ayet) Savaşın onlarla ki, sizin elinizle Allah onlara azap etsin, onları rezil etsin. Onlara karşı size yardım etsin. Ve inananlar toplumunun göğüslerine şifa ulaştırsın.
Allah’ın eli kimdir?
Tağut, haddini aşmış, gayrı-fıtri bir süreç inşa etmiş olandır. Tağut , “tağa” (haddini aştı) kökünden türemiştir ve “haddini aşan mahluk” demektir. Birçok kıytırık kitapta; şeriat kanunlarını reddeden olarak çevrilir. Lakin hiçbir alakası yoktur. Allah’ın sünnetini, yani yasalarını reddeden kişi ya da kurumlar demektir.
Ve dikkat edin!
Ve dikkat edin!
Tevbe 14’ye bu yasalar tekrar hatırlatılıyor. Allah dilerse bir kavmi yok eder, gökten ateş indirir diyenlere cevaben, Allah’ın yarattığı kainata nakşettiği kaideler ile çelişen iş yapmayacağı hatırlatılıyor. Eğer siz savaşırsanız Allah onlara sizin elinizle azap eder. Yan gelir yatarsanız, bir şey yapmaz...
Tağut yolu
Efendim Tağut yolundan gidenler küfre sapanlarmış. Peki küfre sapan ne demektir ?
Küfür, bilerek, ya da bilmeyerek, evrensel bir gerçeği görünmez kılan, üzerini örten manasına gelir. Mesela bir bilim adamı, Ay tepsi biçimindedir derse, bu küfür olur. Çünkü gerçek olan bu değildir.
Yani evrensel ölçü ve işleyişi tersine çeviren, fıtri olmayan işler üreten, ölçüyü bozan, tabiatı tahrif eden, yıkan, yakan zorbalar ile savaşın!
Savaşın ki, Allah onlara “sizin ellerinizle” azap etsin.
Küfre sapanlar
(TEVBE suresi 123. ayet) Ey iman sahipleri! Küfre sapanların yakınınızda bulunanlarıyla savaşın. Sizde bir sertlik bulsunlar. Şunu bilin ki Allah, sakınanlarla beraberdir.
(HUCURÂT suresi 9. ayet) Müminlerden iki zümre çarpışırlarsa, onların aralarında hemen barışı kurun! Eğer onlardan biri öteki aleyhine sınır tanımazlık edip saldırırsa, azgınlık edenle, Allah’ın emrine dönünceye kadar savaşın. Eğer vazgeçerse, yine ikisi arasını adalet ve dürüstlükle sulh edin. Kuşkusuz, Allah adalette titiz davrananları sever.
Onlara karşı tavizsiz olun diyor. Onların masasında gevşemeyin, önlerinde eğilmeyin...
Ölçüyü bozanlar bugün kimdir peki?
Yeryüzünün katilleri Emperyalistler ve onların yerli-yabancı işbirlikçileridir. Çok net!
Bunlar ile savaşmak “farz”, işbirliği yapmak ise “küfür”dür. Bunların kanı helaldir. Malları kamulaştırılmalıdır.
Neden mi ?
(TEVBE suresi 29. ayet) Kendilerine kitap verilenlerden Allah’a ve âhiret gününe inanmayan, Allah’ın ve resulünün yasakladığını haram saymayan ve hak dini din edinmeyenlerle, boyun eğerek kendi elleriyle cizye verecekleri zamana kadar savaşın.
Allah’ın Resulü neyi yasakladı?
Hadi birlikte görelim;
Peygamber düşmanı kimdir?
“Üç şey ortaktır: Su, ateş, toprak. Bunlardan alınacak bedel de haramdır.” (İbn Abbas’tan: Kütüb-i Sitte; hadis no: 772).
“Kim malının zekâtını sevap umarak verirse, ona sevap verilir. Kim de zekâtını vermezse biz zekâtı ve malın yarısını (cezâlı olarak, zorla) alırız. Bu, Rabbimizin kesin kararlarından biridir. Âl-i Muhammed’e ondan bir hak yoktur.” (Muaz’dan: Ebû Dâvud, Zekât 4, (1575); Nesâî, Zekât 4, (5, 15, 16).
“Altına tapanlara lanet olsun! Gümüşe tapanlara lanet olsun!” (Ebu Hureyre’den; Tirmizî, Zühd 42, (2376).
“Altın ve gümüş (biriktirenler) kahrolsun!” diye haykırdı ve bunu üç kere tekrar etti. (Abdurrezzak’tan; Kutüb-i Sitte; Zekat, 2011, İbn Kesir; Tövbe 34. ayet tefsirinde).
“Ey Ensar topluluğu! Siz cahiliye devrinde Allah’a kulluk yapmazken, üzerinize düşeni yapar, malınızı doğru yolda harcar, misafirlere ikramda bulunurdunuz. Fakat Allah size hak dini ve Resulünü gönderdikten sonra, artık mallarınızı biriktirmeye mi başladınız? Mallarınızdan infak ediniz. Zira insanların yırtıcı hayvanların ve kuşların yediği mallarınız sebebiyle size ecir verilecektir.” Bunun üzerini oradakiler dağıldılar ve herkes bahçesini çeviren duvarları yıkarak insanların ve hayvanların geçebileceği geçitler yaptılar. (Et-Terğib; 4/156)
Yani bugün Peygamberimizin haram kıldığını helal yapanlar;
Su, Hava, ateş ve toprakta özel mülkiyet ilan edip, bunları alıp satanlar.
Altın, gümüş, dolar (Özellikle de İsviçre hesaplarında 800 milyon dolar) istifleyen kenzolar.
Paraya tapanlar
Kapitalist teorisyenler, Liberal kalemler, Piyasacı mollalar
Bunlarla İŞBİRLİĞİ yapan yerli uşaklar.
Ve bunların örgütlü gücü olan “emperyalistler.”
İşte ayetin güncel tefsiri budur. Artık, kafiri, zalimi, Allah’ın düşmanını daha iyi tanıyorsunuz.
Hadi kolay gelsin...
DEVAM EDECEĞİZ...
FİTNELENMİŞ OLANLAR
Cuma, 02 Aralık 2011 03:00
Dostum Ebu’l-Kasım dedi ki: “Kâbe’nin Rabbine yemin olsun onlar zararda!” Ey Allah’ın Resûlü, annem babam sana feda olsun, onlar kimlerdir? dedim. Dedi ki: “Onlar mal yığanlardır!” Ancak -eliyle ön, arka, sağ ve sol taraflarını göstererek- şöyle şöyle bol bol verenler müstesna“ dedi ve hemen ilâve etti: “Böyleleri ne kadar az! (Ebuzer’den: Müslim, Zekât, 301, (590); Buhârî, Eymân 3, Zekât 43; Tirmizî, Zekât 1, (617); Nesâî, Zekât 2, (5, 10-11).
“Zenginlik fitnesinin şerrinden ve yoksulluk fitnesinin şerrinden sana sığınırım.” (Buhari; Deavat 38,40,42, Muslim; Zikr 15,50)
Zenginlik ve yoksulluk fitnesi. Hz. Ali diyor ki;
Yoksulluk küfürdür. Yani aslolan bir durum değildir. Gayrı-fıtridir. Tabiat ile çelişir. Çünkü birileri mal topladığı için, diğerleri yoksullaşmıştır. Küfürdür, yani üzeri örtülmüş bir hakikatten dolayı doğmuştur. Hak değildir. İlahi adaletin tecellisi falan da değildir.
Yoksulluğu ilahi adalet gören bir din afyondur...
Haşa, İslam’da böyle bir lafz söz konusu dahi değildir.
Efendim, fitne dedik, amma ve lakin bu fitne kavramı da çok ilginç bir kavramdır. Fitne Arapçada, “altını eritmek için yakılan ateşe verilen addır.” Zamanla, kargaşa, ara bozuculuk manalarına gelir. Ama asıl anlamı üzerinden hareket ettiğimizde anlam derinliği genişler.
Altın neden eritildi ? Doğal bir servet aracına dönüşmesi nedeniyle, paraya dönüşmesi adına eritilmiştir. Büyük altın kütleleri, paracıklara dönüştürülmek için eritildi. Kalıplara döküldü ve PARA çıktı ortaya...
Arapların “PARA KEŞFİ” böyle bir süreçtir. Dolayısı ile “fitne“, paranın keşfine neden olan unsur olarak anılır...
Yani esas olarak etimolojisine girdiğimizde böyle bir derinlik çıkar. Ki bu işlerin ustası olan Hz.Ali; kelimeyi hep bu noktaya isabet ettiren yerlerde kullanmıştır. Tek bir istisna dahi yoktur.. (Bkz. Nehc’ul Belağa)
“Her ümmet için bir fitne vardır, benim ümmetimin fitnesi de maldır.” (Ka’b İbnu İyâz’dan; Tirmizî, Zühd 26, (2337).
Büyük ateş / fitne!
Mantığı gereği, büyük kütle saca koyulur. Altı fitnelendirilir/yakılır. Eriyen kütle kalıba dökülür. Ve böylece “Çoğalmış olur.”
Ateş büyüdükçe eritilen altın miktarı çoğalır.
Lakin bugün de fitne budur. Mal çoğaltmak için yapılan bütün işler “fitnedir.”
Kitabına uydurulmuş hırsızlık olan “sözde dine uygun bankacılık” sistemleri, ticaret adı altında türlü taklalar ihtiva eden işler..vs.
İslamileştirilmeye çalışılan kapitalist alışkanlıkların tamamı, fitnedir. Amaçları mal arttırmaktır.
Dünyalık arzusu: Fitne
“Kıyamet günü öyle topluluklar gelecek ki, amelleri Tıhame dağı kadar oldukları halde cehennem ateşine girmeleri emredilir.” Dediler ki ey Allah’ın Resülü onlar namaz kılıyorlar mıydı? “Evet” dedi. “Onlar namaz kılıyorlar ve oruç tutuyorlardı, hatta gece namazına kalkıyorlardı. Ancak dünyalık bir şey gördüklerinde hırsla atlıyorlardı.” (İbn Mace; Zuhd, 2/1418).
“Bir evin gölgesi, katıksız ekmek ve Ademoğlunun avretini örten şeyden ötesi fazladır. Ademoğlunun onda hakkı yoktur” (Tırmızi; Zühd, 9/206)
Müslüman zengin olamaz mı ? Siz Müslümanların zenginliğini çekemiyor sunuz ? Ne yani bir lokma bir hırka mı yaşayalım ?
Bu tip sorular sürekli yankılanıyor. Lakin bu sorular; sistemin içine çöreklenmiş sorulardır. Çünkü Müslüman zengin olamaz. MüslümanLAR zengin olur. Bu kadar basit bir detayı dahi görmezden gelmenin nedeni, FİTNELENMİŞ olmaktır.
Müslüman malı kendinde toplayamaz, tabana yayar, ve halkın tamamı zengin olur. Bunda itirazı olan, cahildir! Haşa, bizim öyle bir itirazımız söz konusu değildir.
Lakin, sekülerizme cop sallayıp, tersinden sekülerize olan; bankalara abdest aldıran, moda geleneği dahi inşa eden (Bkz.A’la Dergisi..vs.), yılların gayreti ile sermayeyi elinde toplamış olan, muhafazakar unsurlardan bahsetmiyorum. Müslümanlardan bahsediyorum...
Çünkü bu ikisi aynı değildir.
Fitne, önce vicdanı eritir, sonra insanlığı, en sonunda ısı o kadar yükselir ki, altın erir...!
Fitnelenmemek ümidi ile..
Facebook.com/erenerdemgayya
Ezber Bozan’da bu hafta!
Ezber Bozan’da bu hafta, Tarikatçılık ve Şirk konuşulacak. Çok çarpıcı bir içerik, önemli veriler ile dopdolu geçecek bu bölümü kaçırmamanızı öneririm.
Programa aktif katılım sağlamalısınız. Bu haftanın konusu, epeydir bana gelen maillerdeki talebe yanıt veriyor. Zaten bu yüzden tercih ettik.
Bu nedenle, sadece siz izlemeyin! Mümkünse komşunuza da seyrettirin...
İçten selamlarımla...
İki Kitap
Kur’an’da ki Maymun - Yılmaz Yunak
Kitabı tamamen okuyup ayrıca köşeme alacağım, ama ilk heyecanla yazıyorum. Yılmaz baba’nın beklenen eseri çıktı. Kur’an’da ki Maymun, bütün kitapçılardan temin edilebiliyor. İnternet satış siteleri ve kitapçılardan isteyin, okuyun derim...
Kur’an’da ki Maymun, yeni bir okuma biçimi geliştirilmesine katkı sunacaktır. Halen merak ediyorum, en kısa zamanda tarayıp, kapsamlı bir analiz yazacağım...
Kapital İslam’ın Temeli Muaviye - Aydın Tonga
Bu kitabın önsözünü ben yazdım. Sağolsun Aydın kardeş rica etti, okudum ve baktım ki; gerçekten de bomba gibi bir kitap!!!
Muaviye sürecini a’dan z’ye analiz etmiş Aydın Tonga. Bu kitap, özellikle de bu ay, Muharrem ayı; Yezid ideolojisini tanımak için doğru okunmalı, taranmalıdır.
Cumartesi, 03 Aralık 2011 03:12
Geçen günlerde çok gündemleştirilmeyen bir video izledim. Video’da vuk’u bulan hadise Amerika’da geçiyor. Türkiye’de bir döneme damgasını vuran dinbilimci Edip Yüksel’in sert çıkışını ihtiva ediyor. İzleyince coştum açıkçası. Çok güzel sözler, doğru yaklaşımlar içeriyordu...
Teolojik ya da siyaseten farklı düştüğümüz yerler olsa da, Kuran odaklı İslam noktasında ki ortak bileşkemiz bu coşkunun daha güçlü bir hal almasını sağladı. Bakınız Edip Yüksel ne yaptı anlatayım size;
New York’un ortasında, cebinden çıkarttığı 100 Dolar’ı sokaktakilere gösterip; “sizinle tartışacağım, eğer bana deliller getirip başarılı olursanız bu 100 dolar sizin olacak” dedi. Millet Edip’e bakıyor. O ise bağırarak şunları söylemeye başladı:
ABD hukümeti halka hizmet için halk tarafından seçilen bir halk hukümeti değil bir oligarşidir. O ABD-Co’ya dönüşmüştür, şirketlere hizmet için şirketler tarafından seçilen bir şirket hukümetidir.
Zengin domuzlar sınıfı
Zengin domuzlar sınıfı, çalışan sınıfa karşı çoktandır savaş halindedir. Bu savaşta, en alttaki beşte biri hapishanelere mahkum etmiş, onun üstündeki beşte biri oluşturan fakir Amerikan çocuklarını ise bir bayrak sallamasıyla gıdıklayarak diğer ülkelerdeki fakir çocukları öldürmek ve böylece kanlı şirketlerin menfaati için kullanmaktadır.
Kapitalizm ve tüketicilik ne adildir ne de sınırlı kaynaklara sahip bir dünyada sürdürülebilir. İhtiras ve maddeperestlik, bir yandan çalışan sınıfı sömürürken diğer yandan karayı, denizi ve havayı zehirleyip yıkıyor.
Amerikan Anayasası yenilenmeli. Devlet ile şirketleri birbirinde ayırmak, politik kampanyaları kamu bütçesiyle desteklemek, şirketlerin medya üzerindeki etkisini ve tekelini azaltmak ve çevreyi korumak için yeni maddeler... Ayrıca, sağlık hizmetlerinden, silah üretimi ve satışından ticari kazanç elde etmek yasaklanmalıdır.
Amerikan Anayasası’na yeni bir madde ile Meclis ve Senato’ya ek olarak, milletvekilleri ve senatörlerin finansal ilişkilerini ve işlemlerini gözlemek için ve gerekirse aleyhlerinde dava açmak için yeni bir kurum oluşturulmalı...
Savaşlara bağımlı ABD!
Eski başkan Eisenhower’in kehanetini doğrulayan ABD-Co savaşlara bağımlı hale gelmiş ve Askeri Sanayi Kompleksi savaş için doymak bilmez iştihasıyla bir canavara dönüşmüştür.
Kılıçla yaşayanlar kılıçla öldürülürler
ABD ordu canavarını ve yüzde 1’i doyurmak amacıyla öğrenim ve eğitim için, sağlık hizmetleri ve altyapı için ayrılan bütçeyi kısıyor.
ABD diktatörleri!
ABD-Co diktatörleri, Saudi Arabistan ve İsrail gibi baskıcı ve faşist rejimleri destekliyor.
ABD-Co yıllanmış diktatörleri kukla demokratik (!) hükümetlerle değiştirmek zorunda kaldı.
El-Kaide ve benzeri terörist örgütler Amerikan emperyalizminin gizli ve açık askeri operasyonları, işgalleri, terörü, işkencesi, ve fakir ülkelerin doğal kaynaklarını yağmalaması ve hortumlaması suçlarının yan ürünleridir.
Güç birliği!
Savaş yanlısı sağcı Hristiyanlar ikiyüzlüdürler; kiliselerinde barış şarkıları söyledikten sonra daha büyük bir ordu, daha çok silah, savaş çığırtkanları, işkenceciler ve katliamcılar için oy kullanırlar.
Dünyanın en büyük terörist örgütleri devletlerdir, global silah üreticileri ve tüccarlarıdır.
Amerikan ordusu ve teröristleri sadece Irak’ta bir milyondan fazla insan öldürdü. Irak ne Amerika’ya saldırmıştı ne de El-Kaide’ye destek vermişti.
Eğer Müslümanlar teröristse, Hristiyanlar 666 kez daha çok teröristtir.
Dünyanın barışseverleri, savaş çığırtkanlarına, büyük şirketlere, bankalara, Wal Street’e ve Siyonist örgütlere karşı güç birliği yaparak mücadele vermeli.”
Videoyu izlemek için, youtube.com da Edip Yuksel’s Challenge at Ground Zero videosunu arayın.
Edip Yüksel sözlerini böyle noktaladı. Evet birçok kişinin nefret dolu bakışları arasında, kral çıplak diyenlerden olmuştu. Firavun sarayında Musa’lık gibi bir şey...
Sert sözler! Hakikat...
Ağır ve Cüsseli!
Biber gazı, polis müdahalesi...
Seyyar bir satıcı kendisi. Aksaray’da, çıkmış durağın üstüne feryat ediyor!
Beni bitirdiniz, hiçbir şeyim kalmadı, diyor. Aşağıda polis, ben anlamam in aşağı, diyor.
Emir kuluyum ben! Ne o? Üç kuruşluk maaşın için; zalime dalkavukluğu mu aklıyorsun be adam?
Adam bitmiş. Üç kuruş nafaka için sokaklarda seyyar satıcılık yaptığı için malına el konuldu. Hayali ihracatçının, hortumcunun, bankacının beyefendi, seyyar satıcının vergi kaçakçısı görüldüğü bu beldede emir kulu olmak?
Ey Emir Kulları!
Allah’a kul olun...
Önünde eğildiğiniz efendilerin şefaatine değil,
Peygamberin şefaatine mazhar olun.
Çünkü, haksızlık karşısında susan dilsiz şeytandır. (Hz.Muhammed)
Ve o kardeşim! O esnaf kardeşim!
O ve onun gibiler, bizim namusumuzdur!
Seyyar satıcı karakola götürüldü. Kesinlikle kendisine “rahatsızlık vermek” başlıklı 79 TL’lik cezalardan kesilmiştir. Ve üstüne fırça yemiştir. Tuzu kuru efendilerin, emir kulları (!) bir görevi daha başarı ile yerine getirmenin refah ve huzuru ile, akşam eve dönmüştür. Belki de o gururla, namazını ed’a etmeye gitmiştir.
Nafile kardeşlerim...
Nafile dostlar...
“ellezinehum an salatihim sahun”
Onların namazı boştur. (Maun Suresi)
Onların namazı boştur. (Maun Suresi)
ALLAH KİME SAVAŞ AÇTI
Pazar, 04 Aralık 2011 03:20
Onlar Allah adını koydukları bir puta tapıyorlar. Kur’an’ın Allah’ına, bizim iman ettiğimiz Allah’a değil!
(BAKARA 278-279. Ayetler) Ey iman edenler,eğer iman edenlerdenseniz Allah’a takvalı davranın ve bunu Riba’yı terk ederek gösterin! Şayet bunu yapmazsanız, bu size Allah ve Resulünden bir savaş ilanıdır! Lakin tevbe ederseniz, ana paralarınız size aittir. Haksızlık etmezseniz, haksızlığa uğratılmazsınız...
Değerli okurlar. Ayeti çok dikkatli okuyunuz.
Allah ve Elçisi, Kur’an’da sadece bir tek ayette savaş ilan ediyor! Bu ayet, riba ayetidir.
Riba, şişmek manasına gelir. Kendi kendisine şişmek. Birşeyi bıraktığınız halde şişmesi. Sadece bankaya atılan paranın getirdiği para değildir. Bir daireye para yatırıp, paranızın değerlenmesi de “riba kavramının” dairesine girer.
Allah’ın savaş ilanı
Kur’an’da sadece bu ayette Allah doğrudan savaş ilan eder. Peki neden ? Çünkü riba, toplumsal çöküşün temel nedenidir. Bütün bankalar, birer riba kuruluşudur. Kısacası, kapitalizmin en büyük ibadeti “ribadır.”
Ribayı meşrulaştırmak ise en büyük ihanettir. Çünkü bu; Allah’a iftiranın en afilli ve mühürlü yüzüdür...
Dini bankacılık açmazı
Din elbisesini tersten giyen şirk madrabazları, şu ayetten bihaberdir:
(BAKARA suresi 275. ayet) O ribayı yiyenler, şeytanın bir dokunuşla çarptığı kişinin kalkışından başka türlü kalkamazlar. Bu böyledir, çünkü onlar, “Alış-veriş de riba gibidir.” demişlerdir. Oysa ki Allah, alış-verişi helal, ribayı haram kılmıştır. Kendisine Rabb’inden bir öğüt gelip de yaptığından vazgeçenin geçmişi kendisine, işi Allah’a kalmıştır. Yeniden ribaya dönene gelince, böyleleri ateşin dostlarıdır. Sürekli kalacaklardır orada.
Bugün sözde dini bankacılık adı altında, ribayı “ticaret ile mukayese ederek” meşrulaştırma işi yapanlar, şeytan çarpmış kişilerdir. Ki gerçekten öyle olmuştur. Onları şeytan (halk düşmanları) çarpmıştır. (Bkz. Şeytan Evliyaları kitabımız...)
Ateşin dostları!
Amerika’dan korktuğu kadar Allah’tan korkmayan ve kuldan utanmayan mollalar, serbest piyasa kaidelerini din, dolar paritesini iman, servet ve iktidarı ise itikad edinmiş görünüyor.
Allah’ın haramlarını helal, helallerini haram yapmayı meslek edinmiş olan bu güruh, şirk pisliğinde boğulmuşluğun en ileri örneklerini sergiliyor...
(NAHL suresi 116. ayet) Dillerinizin yalan yere nitelendirmesi dolayısıyla şuna helal, buna haram demeyin. Çünkü Allah’a karşı yalan uydurmuş olursunuz. Şüphesiz Allah’a karşı yalan uyduranlar kurtuluşa ermezler.
Allah’a karşı yalan uydurmanın, gündelik bir işe dönüştüğü memleketimizde, Kur’an fukarası toplumumuz, bu martavalları hakikat sanarak “abdestli kapitalizmin” şirk oyunlarına geliyor ve maalesef, dindarlaşma adı altında “dinsizleşme” temayülü baş gösteriyor.
La İlahe İlla Dolar?
Kelime’i Şahadetten Allah Resulü’nün ismini çıkartmayı “hoşgörü ikliminin mevzuatına” dönüştürüp asli vazifesini belirgin kılanlar, bugün de “kelime’i tevhidden Allah’ı çıkartmışlardır.”
Nasıl mı ?
Efendim, Kelime’i tevhid şu anlama gelir:
La (reddediyorum-yoktur) İlahe (mabud-ilah-güç-efendi) illa (yalnızca) Allah
Vatandaşı, La ilahe illallah deyip, la ilahe illa dolar rüknunda yaşamaya sevk edenler, Allah dışındaki mabudların varlığını meşru kılarak bunu yapıyor.
Doların, Amerika’nın, AB’nin, NATO’nun uşaklığına soyunanlar, süslü cümlelerin arkasında gizleniyor. Din elden gidiyor arkadaş! Hala uyuyorsun...
Mal biriktirenler ateş biriktirir!
Ebuzer’in Resulullah’tan işittiği o sözü hatırlayalım;
Keseye konup ağzı bağlanan her altın ve gümüş, mahşerde sahibi için ancak bir ateştir.
Evet, çünkü Allah’ın affetmeyeceği tek şey şirktir. Çünkü şirk, kul hakkını gasptır. Eğer sizde bir şey birikmişse, bu olmayanın hakkıdır. Ve bu sizden muhakkak sorulur demek istiyor Ebuzer...
Bahsimizi kapatırken, içimi yakan Ebuzer’in vefat sahnesi geldi aklıma.
Ölmezden evvel Medine’ye bakarak söylediği şu son söz...
Allah’a yemin ederim ki hepiniz dünyaya sarıldınız (Ebuzer el Gıffari)
Hesap sorun!
Allah’a ve Resulü’ne iman edenler, Ulül emr’e itaat ederler. Ulul Emr, aranızdan seçtiğiniz memurlardır. Lakin üç hal koşulda itaat bozulur. Eğer Ulul Emr, adaletten sapmış, kenz yapmaya (mal yığmaya) başlamış, zalimler ile işbirliği yapmaya başlamışsa...
Her vatandaş, Ulul emr’e hesap sormak ile mükelleftir.
Kişisel servetini nasıl edindiğini açıklamayan memur (milletvekili), fıkhen hacir altına alınır. Hatta, anında görevi elinden alınmalıdır ? Siz nasıl bir İslam yaşıyorsunuz ben anlamıyorum ?
Bu ülkenin başbakanı ne iş yapar ? Tacir midir? 800 milyon dolar parası nasıl olur? Maaşını mı biriktirir ?
Evet, tecavüzden zevk alıyorsanız o sizi ilgilendirir. Lakin, Allah korkusu olmayan adamlara sözümüz yok.
Korkmayın, karşınızdaki ALLAH değil, altı üstü bir insan!
Herkes o paranın hesabını sorsun. Millet aç iken, İsviçre bankalarında RİBA ve KENZ toplayanlar, Allah ve Resulü tarafından kendisine savaş açılmış kişiler iken, onlara dalkavukluk yapmayı size kim öğretti ?
Aklınızı başınıza alın dostlar...
Allah’ın ve Peygamber’in sevmediklerini sevenler, buna rağmen İslam’lık iddia edenler, gafillerin ta kendisidir...
Allah selamet versin.
ZEBANİLERİ ÇAĞIRACAĞIZ
Pazartesi, 05 Aralık 2011 03:31
Ürkütücü bir başlık değil mi? Evet!
Zebani denildiğinde, cehennem bekçileri, yaratıklar geliyor akıllara. Öyle kazınmış. Eminim bu yazıyı okuyan birçok kişi; sözlüğü açıp, zebani kelimesinin manasına bakmamıştır. Zebani, cehennem bekçisi, yaratık, canavar olarak kafalara kazınmıştır.
Bu yapılarak, yine çok önemli bir kavram katledilmiştir. Zebani, Kur’an’ın en önemli kavramlarından biridir. Ve doğru anlaşıldığında, günümüze geçiş yaparak; somut bir yaklaşım içine eklemlenecektir.
Dilerseniz başlayalım;
Bu kavram, Kur’an’da sadece tek yerde geçer. İlk vahyedilen sure olan “Alak suresi” bünyesinde yer edinen kavram çok ilginç bir yerde anılır;
Karşı kuvvet!
Alak suresinde tasvir edilen “müstağni”, yani servetle şımarmış tipe atfen; “çağırsın bakalım meclisini-kurultayını” diye somutlayan ayetten sonra;
“Biz de zebanileri çağıracağız” biçiminde bir vurgu ile bu kavram dinsel metne girer...
Hatırlarsanız daha evvel Alak suresine değinmiştim. Bireyci, egoist, kenzo, malcı bir tipi eleştirirken, bu tiplerden oluşan “örgütlü güçlere” atıf yapılır. O dönem bu gücün adı “Daru’nnedve” idi. Daru’nnedve, Mekke şirk çetesinin meclisiydi. Danışıklı dövüşme kuruluydu. Kabile reislerinin tüm işlerini görüştükleri oligarşik bir üst yapılanma idi...
Onların bu yapısına karşılık, zebanilerin çağrılacağının söylenmesi çok enteresandır!
Zebun eden?
Zebani, zebun eden; yani felce uğratan demektir. Lakin denk tutulduğu örgütlü güç karşısında, örgütlü bir yapı olarak karşımıza çıkmalıdır. Çünkü örgütlü gücü felç eden bir örgütlü güçten bahsedebiliriz (Polarite gereği).
Çağrılan gücün tüm tezlerini çürüten, onları zırru zeber eden. Perişan hale sokan, felsefi ya da askeri olarak onları darmadağın eden, hayata tutunmalarını sağlayan tüm dalları kesen, kişi, kurum ya da hadiseler, zebun kavramı dairesine girer. Yani zebani, bir insan, örgüt, düşünce ya da eylem olabilir!
Yalnız! Cehennemin koşullarını iyi bilirler! Yani, Kur’an’ın yeryüzü cehenneminin (sınıflı toplumun-kapitalist sistemin) koşullarını iyi bilen, o sistemi içten çökerten, ya da dıştan kuşatan bir paradigma yaratır (Bkz. Şeytan Evliyaları -Destek Yayıncılık / Sosyolojik olarak Tevhid bölümü).
Büyük tehdit!
Darun’nedve’nin oluşturduğu tehtide karşılık, zebani tehtidi ile yola çıkan Kur’an, somut sömürü karşısında, soyut bir tehtid üzerinden dünyevi bir başarı kazanımını amaçlamamıştır.
Bu zaten, çürük bir şirk düşüncesidir.
Zebaniler, şirk sistemini çözmüş kafalardır. Şirk sisteminin bütün pisliğini yüzüne vurup, halkı uyandıran teorik beyinlerdir. Sistemi felce uğratan kalemler ya da güçlerdir.
Çünkü kelimenin anlamı bizzat budur!
Çünkü kelimenin anlamı bizzat budur!
Bunun dışında bir zebani aramak, dindarlık adına Kur’an düşmanlığı dışında bir şey olmaz.
Büyük bir zebani; Hz. Musa!
Size zebanileşme temayülünden bahsedeyim. Zebanileşmemiz gerekiyor...
Hz. Musa, büyük bir zebanidir. Firavun düzeninin tağut kimliğini zebun etmiştir. Felce uğratmış, kilitlemiş, perişan hale sokmuştur. Bunu nasıl yapmıştır dersiniz ?
(A’RAF suresi 112. ayet) “Tüm bilgili Toplum mühendislerini sana getirsinler. “
(A’RAF suresi 113. ayet) Büyücüler Firavun’a gelip dediler ki: “Eğer galip gelen biz olursak bize iyi bir ödül var mı?”
(A’RAF suresi 114. ayet)”Evet, dedi, ayrıca siz benim en yakınlarımdan olacaksınız. “
(A’RAF suresi 115. ayet) Toplum mühendisleri şöyle dediler: “Ey Musa! Sen mi hünerini ortaya atacaksın yoksa biz mi hünerlerimizi sergileyelim?”
(A’RAF suresi 116. ayet)”Siz sergileyin. “ dedi. Hünerlerini ortaya atınca, halkın gözlerini büyülediler, onları dehşete düşürdüler. Çok büyük bir ilüzyon sergilediler.
(A’RAF suresi 117. ayet) Biz de Musa’ya şöyle vahyettik: “Hadi at asanı/ilmini!” Bir de ne görsünler, asa, onların ortaya getirdikleri şeyleri yalayıp yutuyor.
(A’RAF suresi 118. ayet)Böylece hak ortaya çıktı, onların yapıp ettikleri, işe yaramaz hale geldi.
(A’RAF suresi 112. ayet) “Tüm bilgili Toplum mühendislerini sana getirsinler. “
(A’RAF suresi 113. ayet) Büyücüler Firavun’a gelip dediler ki: “Eğer galip gelen biz olursak bize iyi bir ödül var mı?”
(A’RAF suresi 114. ayet)”Evet, dedi, ayrıca siz benim en yakınlarımdan olacaksınız. “
(A’RAF suresi 115. ayet) Toplum mühendisleri şöyle dediler: “Ey Musa! Sen mi hünerini ortaya atacaksın yoksa biz mi hünerlerimizi sergileyelim?”
(A’RAF suresi 116. ayet)”Siz sergileyin. “ dedi. Hünerlerini ortaya atınca, halkın gözlerini büyülediler, onları dehşete düşürdüler. Çok büyük bir ilüzyon sergilediler.
(A’RAF suresi 117. ayet) Biz de Musa’ya şöyle vahyettik: “Hadi at asanı/ilmini!” Bir de ne görsünler, asa, onların ortaya getirdikleri şeyleri yalayıp yutuyor.
(A’RAF suresi 118. ayet)Böylece hak ortaya çıktı, onların yapıp ettikleri, işe yaramaz hale geldi.
Asanızı atın!
İlk kitabım olan Gayya’da detaylıca işlemiştim. Musa’nın asası, ilim ve isyan manalarına gelir. Ortaya asayı atmak, ortaya bilgini, ilmini koymak demektir.
Firavun düzeninin “toplum mühendisleri/sihirbazları” ile karşı karşıya gelen Musa (a.s.), onların hünerlerini, ve toplumdaki etkilerini gözlemlemiş, akabinde ortaya öyle bir bilgi koymuştur ki, onların tüm tezleri çürümüş ve halkın gözü açılmıştır.
Sistemin belini kıran tezleri, en iyi sihirbazların dahi oyununu bozmuştur. Yani, onların sistemini felç etmiş, bu yolla halkı uyandırmıştır.
Hatta;
(A’RAF suresi 119. ayet)Orada mağlup oldular, küçük düştüler.
(A’RAF suresi 120. ayet)Ve büyücüler secdeye kapandılar.
(A’RAF suresi 121. ayet)”Alemlerin Rabbine iman ettik, dedilr;
Öyle bir hale düşmüşlerdir ki, savunmayı bırakın; adeta teslim olmuşlardır.
(A’RAF suresi 120. ayet)Ve büyücüler secdeye kapandılar.
(A’RAF suresi 121. ayet)”Alemlerin Rabbine iman ettik, dedilr;
Öyle bir hale düşmüşlerdir ki, savunmayı bırakın; adeta teslim olmuşlardır.
Bugünün büyük büyücüleri!
Bugün de Küresel Firavun düzeninin büyücüleri vardır ve hünerleri ile halkı büyülemişlerdir. Yaygın yazılı ve görsel medya, finans-kapital (bankacılık sistemi), toplumsal kaideler adı altında pazarlanan afyonlar, ruhbanlar...vs.
Bu odakların ortak müşterek tezleri, halkı uyuşturmuş, büyülemiştir. Tam da ZEBANİ ihtiyacı başgöstermiştir.
Ortaya Musa’ların asası atılıp, bu oyunlar bozulmalıdır. Ki zaten bu olmaktadır. Bu olduğundan dolayı Firavun şu tepkiyi vermektedir;
(A’RAF suresi 123. ayet) Firavun dedi ki: “Demek ben size izin vermeden ona inandınız ha! Bu, şehirde tezgahladığınız bir tuzaktır ki, bununla şehir halkını oradan çıkarmak peşindesiniz. Yakında anlarsınız. “
(A’RAF suresi 124. ayet) “Ellerinizi ve ayaklarınızı çaprazlama keseceğim, sonra da hepiniz asacağım. “
DEVAM EDECEK!...
Allah, kıyamet günü kimler ile konuşmaz? Zaman Gazetesi’ni pek okumam. Ama okurlarımdan gelen bir mailde yer alan enteresan bir makale okudum. Makalenin yazarı, Süleyman Sargın.
Makale olağanüstü hatalı tespitler ile doluydu. Teolojik bilgisizliğin geldiği noktaya bir kez daha şahit oldum. Bu arkadaş, ne hadis ilmine vakıf ne de mecelle okumuş...
Ebû Zer’den geldiği bilinen bir hadisi mevzu edinmiş arkadaş. Hadisin kaynağını “vermemiş”; biz verelim; Müslim, Îmân l71. Ayrıca bkz. Ebû Dâvûd, Libâs 25; Nesâî, Büyû 5.
Allah, kıyamet günü kimler ile konuşmaz?
Ebû Zer Radıyallahu Anh’den rivayet edildiğine göre, Nebî Sallallahu Aleyhi ve Sellem şöyle buyurdu: “Üç sınıf insan vardır ki Allah Teâlâ kıyamet gününde onlarla konuşmaz, onların yüzüne bakmaz ve kendilerini temize de çıkarmaz. Onlar için can yakıcı bir azâb vardır.”
Hadisin râvisi diyor ki: “Resûlullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem, bu sözünü üç defa tekrarladı. Bunun üzerine Ebû Zer ‘Ziyana uğradılar ve zarar ettiler; onlar kimlerdir yâ Resûlallah?’ dedi. Resûl-i Ekrem (Cömert Elçi) şöyle buyurdu: Elbisesinin eteğini yerde sürüyen, yaptığı iyiliği başa kakan ve ticaret malını yalan yere yeminle satmaya çalışan kimsedir.”
Müslim’in bir başka rivayetinde “Kaftanını sürüyen” denilmiştir. (Aynı numaralı hadisin, aynı yerde bir başka tarikidir.)
Elbisenin eteğini yerde sürüyen kimdir?
Bu kavram mal çokluğundan kinayedir. Arkadaşımız kısaca “kibir” demiş geçmiş. Lakin, ifade kibirle alakalı değildir. Kibir (istiğna) mal çokluğundan ileri gelir. Yani ana vurgu, malın çoklaşmasıdır. Elbise uzun olduğundan yerde sürünür. Malı çoktur, artırmıştır.
Kenz yapıp biriktirme nedeniyle, elbise sürünüyor. Ki hadisin devamında zaten bunu belirtiyor...
İyiliği başa kakmak
Bu kısım, Kur’an-ı Kerim’in İsra Suresinin 26. ayeti nazarınca ele alınır. Ayet aynen şöyledir:
“Ve ati zel kurba hakkahu vel miskine vebnes sebili ve la tübezzir tebzira.”
Ayet çok enteresan biçimde “kurba/kurban” ifadesiyle başlar. Hatırlarsanız, Kurban Bayramı’nda defalarca kurban kelimesinin anlamından dem vurmuştum. Bu ayette “kurba”, yakınlar manasından kullanılır. Mealen:
“Yakınlara hakkını ver. Yokta kalmışa ve ‘miskinlere/yoksullara da’ ve sakın saçıp-savurma!”
Sakın saçıp savurma, çünkü; elinde tuttuğun mal sana ait değil! Evet, “hakkahu/hak” ifadesi, meseleyi aynen özetler zaten...
Ve şu ayetten ötürü bunu söyler;
(Nahl Suresi, 71. Ayet): “Allah rızıkta kiminizi kiminize fazlalıklı (faddale) kılmıştır. O halde neden fazlalıklılar ellerindekileri verip onda eşit hale gelmezler? Allah’ın nimetini inkar mı ediyor bunlar?”
O halde, zenginin imtihanı zenginlik, yoksulunki ise yoksulluk değildir. Zenginin elindeki fazlalık mal, yoksulun hakkıdır. Kendisinde tutup vermemesi “hırsızlıktır.” (Bkz. Kenz kavramı)
Ve daha da enteresan olan ise bu fazlalığı verdiğinde; bunu bir lütuf olarak göstermesidir. İşte hadisin vurduğu nokta budur. Hadis şunu söyler:
“O verdiğin mal zaten sana ait değil! Sen, kenz ettiğin, elinde tuttuğun malı, gerçek sahibine iade ediyorsun. O halde bu işi bir üstünlük kıstası olarak değil, bir utanç olarak görerek ver!”
Ve yukarıda da belirttiğim gibi, arkadaşın naklettiği hadis; Ebuzer’den gelir. Ebuzer’i anlatmama gerek var mı???
Peki, ticaret nedir?
Esas mevzu ise bu noktadadır. Hadisin ilgili bölümünü anımsayalım:
“Ticaret malını yalan yere yeminle satmaya çalışmak”
Efendim, cümleyi ikiye ayıralım.
Ticaret malı...
Yalan yeminlerle satma çabası...
Bu iki bölüm birbirinden ayrıdır...
Çünkü ticaret kelimesi “ca’r” kökünden gelir. Cariye de o kökten gelir. Cariye, elden ele dolaşan kadın demektir. Ticaret ise malın; üretimden tüketiciye ulaşımıdır. Ekonomik denklemi:
Mal-Para-Mal biçimindedir.
Yani üretici üretir, akabinde tüketiciye arz eder. Emek ile başlar. Sermaye ile değil...
Ticaret malı, emekçinin üretimidir.
Yalan yeminlerle satma çabası ise sermayenin merkezileşmesidir. Yani denklemin; “Para-Mal-Para” biçimine dönüşmesidir. Üreticinin değil, sermayedarın karakterini tahlil eden bir ifadedir...
Ki bugün kapitalizmin ticaret denklemi budur: Para-Mal-Para...
Üç zümre!
Hadiste geçen “üç” mutlaktır. Yani “kıyamet günü” bu üç zümre, Allah’tan yoksun kalacaktır. Arkadaşın tek doğru tahlili bu noktadadır. “Selasetun“ nekredir.
Yani, bu üç işi yapan kişi-grup-cemaat deşifre edilmeyip sadece bu vasıflar mutlak kılınmıştır.
Yani hadis mevzuyu; bir zümreye ait kılmamıştır. Geniş ölçekte ele almıştır. “Allah” diyen bir adam da olabilir, sözde kendisine “mümin” diyen biri de olabilir...
Hadiste geçen üç fiil de, fiil’i muzaridir. Geniş ve gelecek zamandır. Allah onlarla konuşmaz, “Şu anda öyle, gelecekte de öyle” manası vardır.
Bu üç zümre ile nasıl konuşmaz?
Malı çoğalmış (elbisesi yere sürten), yoksulun malını kendinde tutmuş (yaptığı iyiliği başa kakan) ve kapitalistleşmiş (yalan teminle ticaret malını satan) bu kimselerin yanında “bir tek zümre daha anılmadığından” mutlaklaşan mana; Allah’ın sadece bu üç zümre ile konuşmayacağıdır.
Yani Allah, kıyamet günü, sadece bu üç zümre ile konuşmaz.
Neden?
Çünkü kıyametin nedeni bu üç zümredir...
Kıyamet, kalkış/devrim/isyan; zaten bu üç zümreye karşı yapılır... (Bkz. Abdestli Kapitalizm, Eren Erdem, Ozan Yayıncılık)
KIYAMETİN SIRRI
KIYAMETİN SIRRI
Kıyamet öyküleriyle büyüdük. Gök yarılacak, yıldızlar aşağı düşecek, dağlar eritilecek...
Hatta kimi zaman, kıyametin dehşetinden ötürü; “yahu bu nasıl iştir ?” diye düşündük çoğumuz. Allah kuluna hiç zulmeder mi ?
Hayır etmez!
Deccallerin, Mehdilerin, Mesihlerin, gökten dökülen yıldızların gölgesinde yitirilmiş bir anlam, bir kıyam öyküsüdür...
Kuran’da yaklaşık 92 yerde geçen Kıyamet kelimesi, ölülerin dirilmesi, kalkış, kaldırılmak, uyandırılmak gibi anlamlar ihtiva eder.
Ezilenlerin, yoksulların, yetimlerin, miskinlerin ayağa kalkışı ile silkelenen kodamanların yıkım sahnesini anlatan bu ayetler; ne hikmetse ‘’Mekke’nin fethinden sonra hiçbir ayette yer etmemiştir.’’
Evet! O dehşet verici Kıyamet sahneleri; Mekke fethi ile son bulmuştur. Bundan sonraki ayetler ise; Cennet tasvirleri ile dolup taşan metinler ihtiva etmekle birlikte, uyarı mahiyetinde bir içerik kazanmıştır...
Bu hususta iki çarpıcı ayetten bahsetmek gerekir.
(NİSA suresi 141. ayet) Sizi gözetleyip duruyorlar. Allah’tan size fetih nasip olursa, “sizinle birlikte değil miydik” diyecekler. Kâfirlere bir nasip ulaşırsa şunu söyleyecekler: “Başarınıza destek vermedik mi, müminlere karşı size siper olmadık mı?” Artık kıyamet günü aranızda Allah hükmedecektir. Allah, müminler aleyhine kâfirlere bir yol asla nasip etmez.
(MÜMTEHİNE suresi 3. ayet) Kıyamet gününde ne hısımlarınızın ne de çocuklarınızın size hiçbir yararı olmaz. O, sizi birbirinizden ayıracaktır. Allah, işleyip ürettiklerinizi açık açık görmektedir.
Bu ayetlere nitelik kazandıran hakikat, Nisa Suresi 141. ayette geçen ‘’Kıyamet kavramının, fetih ile birlikte anılışı’’ ve Mümtehine 3. ayetten bir sonraki ayetin içeriğidir.
(MÜMTEHİNE suresi 4. ayet) İbrahim’le, beraberinde olanlarda sizin için çok güzel bir örnek vardır. Hani, onlar toplumlarına şöyle demişlerdi: “Biz sizden de Allah dışındaki kulluk ettiklerinizden de uzağız. Sizi tanımıyoruz. Sizinle bizim aramızda, siz Allah’a, yalnız Allah’a inanıncaya kadar, sürekli düşmanlık ve nefret olacaktır.” Ancak İbrahim babasına şöyle demişti: “Senin için hep af dileyeceğim ama Allah’tan sana gelecek şeyi geri çevirme gücüm yoktur. Ey Rabbimiz! Yalnız sana güveniyoruz, yalnız sana yöneliyoruz! Dönüş yalnız sanadır!”
Yani Allah’a şirk koşan kodamanların Kıyameti, amenülerin ‘’nefreti ve isyanıdır!’’ Tıpkı Mekke’nin fethi gibi...
Ve o gün, cürüm işleyenler, şirk koşanlar/mülkte ortaklık iddia edenler yeryüzünde hiçbirşey yapmadığını iddia edecek ;
(RÛM suresi 55. ayet) Saat gelip kıyamet koptuğu gün, günahkârlar dünyada bir saatten başka kalmadıklarına yemin ederler. Onlar işte böyle çevriliyorlardı.
Bir saat vurgusu bir deyim olmakla beraber, ‘’ben hiçbir şey yapmadım’’ manasında kullanılır. Ve ilginç olan şey ise; saat ile ifade edilen bu deyimin kullanılışı, saatin/zamanın geçerli olduğu bir ortama işaret etmektedir. Bu ortam ‘’Dünya’’dır!
Allah, vahiy metninde; bunun Dünya’da olacağını, eğer burada olmazsa da ‘’ahirette mutlak anlamda olacağını belirtir’’.
Dünya’da olacak olması itikad, ahrette olacak olması ise; inançtır. Allah’a inananlar ise; bu işin er ya da geç olacağı inancı ile, bu kıyamın yeryüzünde olması için mücadele ederler...
(ÂLİ IMRÂN suresi 106. ayet) Gün gelir bazı yüzler ağarır, bazı yüzler kararır. Yüzleri kararanlara şöyle denir: “İmanınızdan sonra küfre mi düştünüz? Hadi, saptığınız küfür yüzünden tadın azabı!”
Kıyamet günü, Allah’a ortak koşanlar yüzlerinden tanınırlar. Bu, daha evvelce belirttiğim vech kavramına atıftır.
Yüzden tanıma; karakter, kişilik ve dış görünüşten tanımadır. Yani, kıyam eden kitlelerin genel yapısı itibari ile tek tip oluşları, sınıfsızlaşma yanlısı oluşları yanında, kodamanların içinde bulundukları refahın tecellisi olan meta, onların tespiti için göz önünde olacak, yapıp ettikleri ortaya çıkacak, en basiti kılık kıyafetlerine varana kadar kendilerini ele vereceklerdir.
Demek ki Kıyamet sınıfsal kimlikleri belirgin kılacaktır. Yeryüzündeki kıyamet, sınıf savaşıdır.
Ezilenlerin ayağa kalkışıdır.
(ZÜMER suresi 31. ayet) Sonra siz, kıyamet günü Rabbinizin huzurunda davalaşacaksınız.
Davalaşmak, hesaplaşmak; bizzat hitap edilen toplum göz önüne alındığında, ezilenler ile ezenler arasındaki ilişkiye işaret etmektedir. Bu ayetlerin vahyedildiği toplum, kölelerden oluşan bir kalabalık iken, bu vahyi inkar edenler, yani hesaplaşılacak olanlar ise; kölelere efendilik taslayan kodamanlardır.
(ZUHRUF suresi 85. ayet) Göklerin, yerin ve bunlar arasındakilerin mülkü kendine ait olan o Allah’ın şanı yücedir. Kıyamet saatine ilişkin bilgi O’nun katındadır. Siz de O’na döndürüleceksiniz.
Zuhruf Suresinin 85. ayetinde de belirtildiği gibi, göklerin ve yerin mülkü Allah’a aittir. Ancak bu metindeki gariplik; hemen ardından ‘‘kıyametin vurgulanışıdır.’’
Bu, kinayeli bir anlatımdır. Arap edebiyatında çok sık kullanılan bir yazın biçimidir. Yani bir meseleye atıf yaparak, amaca işaret etmektir.
Bu tip kinayeler ile, Kıyametin amacı ortaya çıkartılır. Bu bağlamda; Kıyametin, miskinler, yetimler, köleler, ezilmişler eliyle hayata geçirilmiş kutsal bir isyan olduğunu söylemek mümkündür...
Ancak bu ‘’ölüm ötesi bir kıyametin varlığını inkar etmeyen bir hakikattir.’’
Belirttiğim gibi, Dünya’daki Kıyamet itikad, Ahiret yurdundaki Kıyamet ise inançtır...
Kuran her ikisini de ihtiva eder. Ancak Dünya’daki Kıyam’ı ise zaruri kılar...
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder