23 Ara 2011

Aydın Kim?


Aydın Kim?
Tartışma hep bu soru ile başlar... Türkçe aydın sözcüğünü Avrupa dillerindeki entelektüel karşılığı kullanıyoruz. Öte yandan her üniversite mezununun aydın ya da entelektüel olmakla bir ilişkisi olmadığını biliyoruz. Batıda his ve irade yerine akıla öncelik veren okumuşların arasında özgürlük peşinde olan, zorbalığa direnen olur. İçlerinde kurban edilenler de olmuştur. Fakat gerçek aydın şiddetten yana olamaz.

Eskiden bilginin genişlemesi, toplumun kabul edilmiş ahlak ölçütlerinin korunması aydınların temel görevi idi. Ve tarih boyunca toplumlar bu insanları kendi toplumlarının üst düzey temsilcileri olarak kabul ettiler. Fakat bilgi, matbaanın icadından sonra, çok daha büyük bir hızla topluma ulaştığı zaman, aydın, ahlakta, dinde, politikada ve bilimdeki sorunları tartışan bir bilgi insanı kimliğine büründü.
19. yıldan başlayarak aydın, üniversite hocası ya da bilginler, hatta yazarlar dışında, kurumlardan bağımsız genel toplum ve kültür sorunlarını özgürce tartışan bir düşünür oldu. Bu yeni aydının bir özelliği, geleneksel bilgi donanımlı kurumlara bağlı bilim ve düşünce insanlarının karşısına, bağımsız ve yeninin savunucusu olarak çıkmasıydı.
Birinci Dünya Savaşı’ndan sonra gelişen bu yeni düşünür sınıfının öncülüğünü Untergang des Abendlandes (Batının Çöküşü) (1926-28) adlı kitabı ile Oswald Spengler yapmıştır. Rus Devriminden sonra bağımsız ve kendi toplumlarıyla karşıtlaşan Batılı aydınlar ortaya çıkar. Russell, Sartre, Gide, Koestler, Chomsky gibi adları Türk okumuşları da bilirler.
Türkiye’de her gün aydının sorumluluğu, ihaneti, hamlığı ya da yokluğu ile dertleniyoruz. Hitler Almanya’sında ve hemen bütün otoriter rejimlerde ülkelerinde aydın olarak bilinen pek çok insan kendilerinden beklenen sorumlu tepkileri gösteremediler. Savaş sonrasında Avrupa’da bu, entelektüel tartışmanın temel konusuydu.
Aydınlanma bağlamında önce neyle aydınlanmış diye sormak gerek; dinle mi, tasavvufla mı? Bilimle mi? Herhangi (seküler) bir öğreti ile mi? Avrupa aydınlanması ile mi? Yoksa Osmanlı Tanzimat’ının gaz lambası aydınlığında mı kalmış?
Sadece bir öğretinin izleyicisi olmak, günümüzde aydın olmak için yeterli değil. Hele insanın, oluşumunda kendi katkısı olmayan öğretilere militan olarak katılmasınınbir derneğe girmek, bir çeteye katılmaktan öteye bir anlamı da yok. Herhangi bir doktrine ‘engagé’ olan ise sadece bir partizandır.
Aydının kimi solu, kimi sağı, kimi cumhuriyeti, kimi aristokrasiyi, kimi Marx’ı, kimi Adam Smith’i, kimi Atatürk’ü, kimi Menderes’i izler. Bu bağlamda bizim toplumun kafası oldukça dağınıktır.
İnsan yaşamında üzerinde anlaşma olan tanımlar olmasa toplumlar yaşayamaz. Fil, fare, ağaç konusunda anlaşmazlık olmaz, uzun-kısa, şişman-zayıf bağlamında olmaz. Ekmek peynir tanımında da yanılmıyoruz. Doğrusu istenirse, üzerinde anlaştığımız kavramlar ve sözlükler yaşamaya yetiyor. Fakat bunlarla aydın olunmuyor. Geniş bilgi, zengin bir sözlük, yabancı dil bilmek, yüksek okullardan mezun olmak da, kanımca aydın sıfatını almak için yeterli değil. Kaldı ki bu düzeyde anlaşmak belki de olası da değil. Tartışma boyutunu bırakmak için, kimseye bir öğüt ya da yol gösterme amacım olmadan,kendi aydın tanımımı okurlara sunacağım.
AYDIN TANIMIM
Tanımlamaya çalıştığım insanın amacı, insanları birleştirmek için aydınlatmak. En azından birbirleriyle iletişimi asla kesmeyecek kadar uygarlaşmak. Fakat bu politika temelinde değil, insanlık temelinde olması öngörülen bir etkileşimdir.
Kanımca aydın, ne tek bir öğretinin ne de bir liderin izleyicisi olmayandır. Aklının kabul ettiği düşünceleri izler. Fakat düşüncenin çeşitliliğine de inanır. Dolayısıyla başka türlü düşünenlere ve sonuçta dünyaya karşı hoşgörülüdür. Cahile karşı da hoşgörülüdür.
Hoşgörülü olmak, teknoloji dünyasının ve kapitalizmin robotlaştırmasına karşı direnmek demektir. Fakat bu farklılıklar kendinin üstünlüğünü kanıtlayan bir nitelik olarak, yani gerçeği kendisi dışında kimsenin bilmediği şeklinde yorumlanmamalıdır. Bu da, kimseyi farklı düşünceden dolayı mahkum etmemekanlamına gelir. Bu, insanlık tarihinin en yüksek ideallerinden biri olan alçak gönüllüolmaktır.
Tarih, özgür düşünce arayışının düşünenleri kolayca ölüme götürdüğünün sonsuz örnekleriyle doludur. Demokrasi insana bu güvenliği sağlayan bir sistemdir. Fakat bu,insanların çoğunluğunun sahip olamadığı bir şeydir. İslam ülkelerinde yoktur. Komünist ülkelerde yoktur. Rusya’da yoktur. Çin’de yoktur. Bütün baskıcı rejimlerde aydınlar acı çekmeye devam ediyorlar. İnsan doğası kolay ehlileşmiyor. Sadece bazı Avrupa ülkelerinde özgür düşünce ve bağımsız yargı, farklı düşünenlere biraz daha anlayışlı davranıyor.
Cehalet olan yerde, Jefferson’un yineleyip durduğum sözüne göre, demokrasi olmaz. Bir diktatörün yandaşı da aydın olabilir. Fakat ‘engagé’ bir aydındır. Yani bir takımadamıdır. Bu nedenle ‘aydın, mücadelesini özgür olarak yapan kişidir’ demek gerek.
Gerçi ‘engagé’ olmak da aydının hakkıdır. Fakat bu toplumun gelişmesi ile ilgili bir yasal durumdur. Aydın, benimsediği düşünce akımı içinde de bağımsız kalabilen biridir. Bu bağlamda politik bir öğretinin temsilcisiHeidegger de olsa, aydın sayılmamalıdır.
Burada aydın kişinin bir özelliği daha ortaya çıkar. Aydın, uğrunda mücadele verdiği akıma karşı da bağımsızdır.
Günümüz ortamında böyle bir insana garip bir aziz gibi bakmak gerek. Avrupa tarihinde kaç düşünür var, kiliseye karşı çıkan? Osmanlı tarihinde kaç kişi var, sultanın uşağı olmayan?
Aydının bence bir özelliği de mal mülk endişesini aşmış olmasıdır.
Bu amaç, menfaat edinmek için fikir değiştirmeye uzandığı zaman, o adam aydın cüppesini çıkarmalı.
Kimin aydın olduğu tartışması içi boş bir tartışma değil, ama tam dolu olduğu da söylenemez. Sonuçta ortada kişisel bir seçimden başka bir alternatif kalmıyor. Benimki şöyle özetlenebiliyor:
Aydın bir öğreti ya da liderin takipçisi değildir;
Aydın bir örgüt adamı değildir;
Aydın bağımsız bir düşünürdür;
Düşüncenin çeşitliliğine inanır;
Bilgeye de, cahile karşı da, inançları ne olursa olsun, hoşgörülüdür;
Alçakgönüllüdür. Kişisel özgürlüğünü koruduğu sürece kendini bir öğretiye adamış aydın da olabilir. Fakat özgürlüğe karşı savaşan aydın değildir. Aydın düşüncesi satın alınamaz.
Enis Batur Cumhuriyet Kitap’ta ‘Aydının yanılma payı’ diye bir yazı yazdı (1 Aralık 2011). Papağana alakarga’yı yeğliyor. Onun düşüncesi de benim düşünceme benziyor. Aydın sadece kendinin sözcüsüdür. İnandığı bir politik doktrini savunsa bile bunu kendisi için yapar.
Aydın hep yalnız mıdır? Burada yanıt ‘evet’tir. Aydın yalnızdır. Kuşkusuz her aydın bir Prometheus değildir.

Hiç yorum yok: