24 Ara 2011

HAŞİM KILIÇ


Emekli Danıştay Başkanı Nuri Alan yazdı: Hukukçu olmayan Anayasa Mahkemesi Başkanı’nın vahim hataları
Hukuk eğitimi olmadığı yalın bir gerçektir. Kamuya yansıyan tavırları ve muhalefet şerhleri de hukukçu olmadığını doğrular niteliktedir. Kaldı ki eleştiriler, sadece hukukçu olmamasından kaynaklanmamaktadır
Anayasa Mahkemesi Başkanı Haşim Kılıç, bu göreve seçildikten sonra zaman zaman medyada çıkışlar yaparak kamuya mal olmuş önemli ve duyarlı konularda, adeta son sözü söyleyen bir bilge kişi tavrı içinde, görüşlerini açıklamakta, ülkeyi yönlendirmeye çalışmaktadır. Özellikle iktidar partisi ile muhalefet partileri arasında tartışma konusu olan yaşamsal hukuki konularda hakem rolünü üstlenmekte; ancak genelde iktidar partisinin benimsediği görüşlerle örtüşen değerlendirmeler yapmaktadır.
İşte, Haşim Kılıç’ın 2011 yılı içinde yaptığı, basına yansıyan söylem ve değerlendirmelerinden bazıları:
Çözüm beklemek boşuna
Haşim Kılıç, 2011 yılı Şubat ayının ilk günü, Anayasa Mahkemesi’ne atanan yeni üyenin yemin töreninde, isimlendirmemekle birlikte Yargıtay ve Danıştay’ı hedef alarak bu kurumları ve mensuplarını “önerilen her çözümü ‘kaos yaratır’ nitelemesiyle peşinen reddetme alışkanlığında” olmakla itham etmiş; yargı gücünü vesayete dönüştürdüklerini, bunu yargı bağımsızlığı ile meşrulaştırmaya çalıştıklarını ve bunun hukuk devletinde yeri olmadığını ileri sürmüştür.
Bu konuşmayı yeterli görmemiş, 15 Şubat tarihli bir gazeteye verdiği açıklamada eleştirinin dozunu artırarak Yargıtay ve Danıştay’ı “bugüne dek uyumaktan başka bir şey” yapmamakla suçlamıştır. Bu yüksek mahkemelerdeki dosya birikimi sorununun çözümü için de kısa ve basit bir yöntem önermiştir: Anayasa Mahkemesi Başkanı’na göre Yargıtay ve Danıştay Başkanları kendi üyeleriyle toplanıp bu konuyu aralarında tartışmaları halinde sorun çözülecektir.
Başkan, iş yoğunluğu sorununu ve çözümünü çok basite indirgemiştir ki, bu da sorunun boyutlarını ve nedenlerini bilmediğini, bu konuda herhangi bir araştırma yapmadığını ortaya koymaktadır. Esasen yargıyla ancak Anayasa Mahkemesi üyeliğine seçildikten sonra tanışan bir kimseden yargının, özellikle idari ve adli yargının sorunlarıyla ilgili gerçekçi bir değerlendirme, tanı ve çözüm önerisi beklemek de boşunadır.
Konuşmadan önce araştırmalı
Başkan, konuşmasında “bugüne dek” deyimini kullanmakla “uyku” halini çok geniş bir zaman aralığına yaymış; bundan önceki Yargıtay ve Danıştay Başkanlarını da suçlamalarının kapsamına almıştır. Yargının sorunları ve çözüm önerileri her yıl Adli Yıl açılışında ve İdari Yargı gününde Başkanların devlet erkânı önünde yaptığı konuşmalarda açık seçik dile getirildiği gibi, kurum içinde geniş bir katılımla hazırlanan ve yetkili ve ilgili makamlara sunulan rapor ve incelemelerle de ortaya konulmaktadır. 
Bir örnek vermek gerekirse, tam bağımsız, güçlü, hızlı işleyen bir yargı için Anayasada ve otuza yakın yasada değişiklik yapılmasını öngören Danıştay raporu, ayrıntılı gerekçeleri ile birlikte, gereği için 2 Ekim 2003 tarihinde, Danıştay Genel Sekreteri tarafından ilgili Devlet Bakanı eli ile Başbakanlığa sunulmuştur. Bilgi için TBMM Başkanlığı başta olmak üzere, yüksek mahkeme başkanlıklarına, ilgili bakanlıklara ve siyasi partilere gönderilmiştir (3 Mart 2003 günlü Cumhuriyet, Milliyet, Tercüman, Sabah, Zaman, Yeni Şafak gazeteleri). Bu tarihten önce ve sonra da, değişik tarihlerde, özellikle idari yargı ile ilgili yasalarda değişiklik öneren yazılar ilgili makamlara sunulmuş; bunlardan bazıları ilgi görmüş, bazıları sümen altı edilmiştir. Sayın Kılıç, Danıştay ve Yargıtay için ağır ithamda bulunmadan önce kendi kurumunda bir inceleme ve araştırma yapma zahmetine katlanmış olsaydı böylesine vahim bir hataya düşmeyecekti.
Aldığı kararlar doğruluyor
Haşim Kılıç, 14 Eylül 2011 tarihinde ikinci kez Anayasa Mahkemesi Başkanlığı’na seçildi. Seçim sonrası yaptığı konuşmada, muzaffer bir kumandan edası ile bu seçimin hukuk eğitimi olmamasını eleştirenlere en büyük cevap olduğunu ileri sürdü. Sonucu önceden belli olan bir seçimle Anayasa Mahkemesi Başkanlığı’na seçilmiş olmasının Sayın Kılıç’a yöneltilen söz konusu iddiaya nasıl cevap teşkil ettiğini anlamak mümkün değildir. Çünkü kendisinin hukuk eğitimi olmadığı yalın bir gerçektir ve kamuya yansıyan söz ve tavırları ve kararlarda yer alan muhalefet şerhleri de hukukçu olmadığını doğrular niteliktedir. Kaldı ki kendisine yöneltilen eleştiriler, ileride açıklanacağı üzere, sadece hukukçu olmamasından kaynaklanmamaktadır.
Aydınlık’taki makalenin içeriğine yanıt vermedi
Seçimden on iki gün sonra, 26 Eylül 2011 günlü Aydınlık Gazetesi’nde, eski CHP Milletvekili Şahin Mengü, Wikileaks belgelerine dayanarak kendisi ile ilgili bir makale yayımladı. Kılıç’ın, 29 Ocak 2010’da ABD Büyükelçisi James F. Jeffrey’yi ziyaret edip kendisine, siyasi partilerin kapatılması, asker kişilerin sivil mahkemelerde yargılanmaları gibi konularda, Anayasa Mahkemesi’nin verdiği kararlar hakkında bilgi aktardığını, DTP’nin kapatılması nedenlerini, Anayasanın değiştirilmesi gerekliliğini açıkladığını duyurdu. Aynı makalede “Bu şahsın özel yetenekleri de vardır. Çocukları avukatlık stajı yaparken kimseye haber vermeden yurt dışına gitmiş, bu ortaya çıkınca Haşim Kılıç o tarihteki Baro Başkanından çocuklarının stajlarının yakılmaması için ricacı olmuştu” bilgisine de yer verdi.
İki gün sonra 28 Eylül günlü Milliyet Gazetesi’nde, Haşim Kılıç’ın Fikret Bila’ya yaptığı açıklama yayımlandı. Anayasa Mahkemesi Başkanı olarak bir büyükelçiye ya da herhangi birine bilgi sunmak, rapor vermek, arz etmek gibi kavramlarla ifade edilebilecek bir konumunun ve üslubunun olamayacağını, bunu onursuzluk saydığını sert ve kesin bir dille açıklayan Kılıç, AKP’nin kapatılması davası ile ilgili bilgi verdiği iddialarını, “Tamamen asılsız bir iddiadır. Ben büyükelçiyi ziyaret ettiğimde kapatma davası neticelenmişti. Bu nedenle konu da olmadı. Elbette bu ziyaret sırasında, ülke meseleleri ve dünya meseleleri konusunda sohbet gereği olarak konuşmalar yapılmıştır” ifadeleri ile yanıtladı. Şahin Mengü’nün yazısında AKP’nin kapatılmasından değil, genel olarak “siyasi partilerin kapatılması” konusundan söz edildiği halde Kılıç’ın neden AKP üzerinden yanıt verdiği anlaşılamadı. Kılıç, konuşulduğu ileri sürülen diğer konulara ve makalede yer alan somut iddiaya ise yanıt vermedi.
Danıştay’la ilgili uygulamalar
25 Ekim 2011 tarihinde HSYK tarafından düzenlenen sempozyumda konuşan Haşim Kılıç, “2010 yılında yapılan Anayasa değişiklikleri ile yıllardır oluşan askeri ve yargısal vesayetin varlığına son verilmesini, Türk demokrasisi adına önemli bir ilerleme olarak” gördüğünü söyledi. Referandumda değiştirilen Anayasanın yargı ile ilgili kuralları yeterince tartışıldı; bunlara yeniden dönmek istemiyorum.
Referandumdan sonra oluşturulan HSYK’nın yaptığı uygulamalar, Anayasa değişikliği paketinin tek amacının “Yargıyı AKP paralelinde siyasallaştırarak ele geçirmek, bağımsız yargıyı yok etmek” olduğunu ısrarla savunanları haklı çıkardı. HSYK’nın, bilinen güncel davalarda görevli hâkim ve savcılar için aldığı kararlar kamuoyunda yakinen izleniyor ve tartışılıyor.
Ben sadece Danıştay’la ilgili uygulamaların bir kısmını temel alarak ve Haşim Kılıç’ın bunları gözden kaçırmış olabileceğini düşünerek kendisine bazı sorular yönelteceğim. Aslında bu soruların gerçek muhatabı aynı sempozyumda  “Yeni yapının (HSYK) adil, tarafsız ve etkin bir yargılama için atılan bir adım” olduğunu söyleyen Adalet Bakanı Sadullah Ergin olmalıydı. Ne var ki Anayasa Mahkemesi’nin ve HSYK’nın yeni yapısını Bakan’dan daha hararetli bir şekilde savunan ve uzun süreden beri Anayasa Mahkemesi’nde uygulamanın içinde olan Haşim Kılıç’ın durumu daha iyi değerlendirebileceğini ve görüşünün gerekçelerini açıklama fırsatı yaratacağını düşünerek sorularımı kendisine yöneltiyorum:
Haşim Kılıç’a sorular
1. İlgili kuruluş olarak Danıştay’dan hiçbir talep gelmediği halde iki yeni daire kuruldu; Kurumun kadrolarına 61 üye ve başkan kadrosu eklendi. Bu kadroların yaklaşık dörtte üçüne HSYK, dörtte birine Cumhurbaşkanı tarafından atamalar yapıldı. Yeni kurulan dairelere ve atanan üyelere uzun süre yer bulunamadı. İhtiyaç, talep ve ön hazırlık olmadan Danıştay’a bu kadrolar niçin verildi?
2. HSYK tarafından üye kadrolarına yapılan seçimlerde kıdem ve ehliyet unsurları gözardı edildi. İdari yargıda daha kıdemli, ehil ve kimisi doktorasını yapmış yeterli sayıda hâkim ve savcı mevcut iken bunlar atlanarak genellikle çok genç yaşta olanların seçilmelerinde özel bir amaç mı izlendi?
3. Bu atamalar yapıldıktan sonra Danıştay’da bir blok oluştu ve seçimlerde, sonuçları doğrudan etkileyecek şekilde, belli sayıda Danıştay meslek mensubu aynı yönde oy kullanmaya başladı. Bunu doğrulayan çok sayıda örnek, bu örneklerin çoğunun trajikomik öyküsü ve ilginç perde arkası sahneleri var. Ayrıntıya girmek istemiyorum. Siz muhtemelen bunların çoğunu biliyorsunuz; bilmiyorsanız araştırırsanız en çarpıcılarını bulursunuz. Bu durumu nasıl yorumluyorsunuz?
4. 2575 Sayılı Kanunun değiştirilen 10/2 maddesine göre Danıştay Başkanı ve Başsavcısı seçilebilmek için sekiz yıl, başkanvekili ve daire başkanı seçilebilmek için altı yıl süre ile Danıştay üyeliği yapmış olmak gerekiyordu. Bu madde değiştirildi; Başkan ve Başsavcı seçilebilmek için dört yıl, başkanvekili ve daire başkanı seçilebilmek için üç yıl Danıştay üyeliği yapmış olmak yeterli görüldü. Amaç çok açık: Kısa süre içinde daire başkanlıkları, başkan vekillikleri, Başsavcılık, Danıştay Başkanlığı için yeni üyelerin yolunu açarak Danıştay’ın yapısını değiştirmek; eski üyeleri ve başkanları Danıştay’dan ayrılmaya zorlamak. Siz uzun süreden bu yana Anayasa Mahkemesi’nde değişik kademelerde görev yaptınız.
Özellikle soruyorum: Bir yüksek mahkeme başkanlığı için dört yıl, daire başkanlığı için üç yıl üyelikte çalışmış olmak sizce yeterli midir? Değişikliği nasıl yorumluyorsunuz?
Bütün bu yasal değişiklikler ve uygulamalarla sizin deyiminizle, yargısal vesayetin (?) varlığına son verilmek istenirken bir yanlışlık oldu da yargı yürütmenin vesayeti altına mı sokuldu? Yoksa ileri demokrasilerde yargının yapısı böyle mi oluşturuluyor?
Sayıştay üyeliğine 21 kişilik özel listeden girdi
 Sayıştay’ın 1985 seçimlerinde geçici bir kanun maddesi çıkarıldı. Yirmi bir üyenin seçimi, iktidar yanlısı bir kimlik taşıyan Plan ve Bütçe Komisyonu’na verildi. Böylece Haşim Kılıç, mesleki kıdem esası göz ardı edilerek 35 yaşında Sayıştay üyeliğine getirildi
Anayasa Mahkemesi, Anayasa’da yer alan yüksek mahkemelerden biridir ve çok önemli görevlerle donatılmıştır: Asli görevi kanunların, kanun hükmünde kararnamelerin, TBMM İçtüzüğü’nün ve Anayasa değişikliklerinin Anayasa’ya uygunluğunu denetlemektir. Anayasa, bu görevinin yanında Yüksek Mahkeme’ye en az bunun kadar önemli başka görevler de vermiştir. Bireysel başvuruları karara bağlamak, bazı kamu görevlilerini görevleriyle ilgili suçlardan dolayı Yüce Divan sıfatıyla yargılamak, siyasi partilerin kapatılması hakkındaki davalara bakmak, siyasi partilerin mali denetimini yapmak, milletvekillerinin yasama dokunulmazlıklarının kaldırılmasına ve milletvekilliğinin düşmesine ilişkin TBMM kararlarına yapılan itirazları incelemek bu görevler arasındadır.
Anayasa Mahkemesi’nin önemi
Anayasa Mahkemesi’nin görevlerinin kapsam ve niteliği, başlangıç bölümünde “demokrasiye aşık Türk evlatlarının vatan ve millet sevgisine emanet ve tevdi’’ olunan Anayasa’nın, eylemli ve etkili bir şekilde korunması ve doğru olarak uygulanması görevinin Anayasa Mahkemesi’ne verildiğini göstermektedir.
Anayasa Mahkemesi’nin görev ve yetki alanı bir anlamda TBMM’nin görev ve yetkileri ile paralellik gösterir. Verdiği her karar, doğrudan ve dolaylı olarak, az veya çok ölçüde toplumu ve onun yönünü etkiler. Bir kanunun iptal edilmesi onun uygulanmaması, o kanunla getirilen hak ve yükümlülüklerin kaldırılması sonucunu doğurur. Yetkililer tarafından açılan iptal davasının reddedilmesi ise o kanunun uygulanması için bir izin niteliğindedir. Bu noktada Anayasa Mahkemesi, hemen hemen yasama meclisinin rolünü üstlenmiş olmaktadır. Bir siyasi partinin kapatılması, üyelerinin belli süreyle siyaset yapmalarının yasaklanması ülkenin siyasal tablosunu ve düzenini değiştirir, yönetimine yansır ve geleceğe dönük etkiler yaratır.
Yargıçların nitelikleri
Üstlendikleri görevin niteliği, verdikleri kararların ülke içindeki etkileri bu Yüksek Mahkeme’nin yargıçlarının yaş, öğrenim durumu, hizmet süresi, belli meslek sahibi olmak gibi Anayasa’da gösterilen objektif niteliklere sahip olmalarını gerektirir. Bunun yanında Anayasa’da öngörülen temel ilkelerle barışık; bu ilkelerle bağdaşmayan ideolojilerden uzak; gerektiğinde toplumun isteklerini de gözetip, kurallarını çağa uygun yorumlarla Anayasa’yı canlı, yaşayan ve dinamik bir içeriğe kavuşturabilecek düzeyde eğitim ve bilgiye sahip olmalıdırlar. Bu da etkili güç odaklarına, kendi düşünce ve duygularına karşı bağımsızlığını koruyarak hukuk kuralları içinde karar verebilen bir kişilik yapısına sahip olmalarını gerektirir. Bu nedenlerle gerek üyelerin gerekse başkanın seçiminde yetkili kurullar ve Cumhurbaşkanı, çok duyarlı ve seçici davranmak zorundadırlar. Dostluk, arkadaşlık, hemşehrilik, aynı siyasi, ideolojik görüşlere veya aynı dernek, kuruluş ve topluluklara mensubiyet gibi hizmet dışı özellikler gözetilerek yapılacak seçimler mahkemenin yapısını bozar, mahkemeye tevdi edilen görevin istenilen biçimde yerine getirilmesine engel olur ve etkilerini yıllarca sürdürür.
Anayasa Mahkemesi üyelerinin seçilmelerinde gösterilmesi gereken bu duyarlılık, görevlerinin ifası sırasında da sayın üyeler ve başkan tarafından aynı titizlikle korunmalı ve sürdürülmelidir.  Kendileri, özellikle tarafsızlıklarını gölgeleyecek eylem ve söylemlerden kaçınmalıdırlar.
Sayıştay’a 1985 operasyonu
Halen bu yüce kuruluşun başkanı olan Haşim Kılıç, üyeliğe seçildiği günden itibaren sık sık medyanın ilgi odağı olmuş; özellikle Anayasa Mahkemesi üyeliğine seçilme süreci değişik yönleri ile eleştirilmiştir. Sayın başkanın, Anayasa Mahkemesi Başkanlığı’na kadar yükselme süreci gerçekten ilginçtir; bu süreç 1985 senesinde başlamıştır.
12 Mart 1985 tarihinde yürürlüğe giren 3162 sayılı kanunun geçici 3’üncü maddesi, Sayıştay üyelerinin seçiminde yeni bir yöntem getirdi. O tarihe kadar Sayıştay üyelerinin seçimi, 832 Sayılı Sayıştay Kanunu hükümlerine göre Sayıştay Genel Kurulu’nun gösterdiği adaylar arasından TBMM Plan ve Bütçe Komisyonu tarafından yapılıyor ve TBMM Genel Kurulu’nun onayına sunuluyordu. 3162 sayılı kanun, Sayıştay Kanunu’nun üyelerin seçimini düzenleyen asıl maddelerinde herhangi bir değişiklik yapmadan, geçici 3’üncü maddesinde üye seçimlerinin bir defaya mahsus olmak üzere TBMM Plan ve Bütçe Komisyonu’nca doğrudan yapılması kuralını koydu. Böylece üye adaylarının tespitinde Sayıştay Genel Kurulu devreden çıkarıldı ve seçim, bütün aşamaları ile Anayasa’ya göre 40 üyesinden en az 25 üyesi iktidar partisi veya partilerine tahsis edilen, bu yapısı ile iktidar yanlısı bir kimlik taşıyan Plan ve Bütçe Komisyonu’na verilmiş oldu.
Hukukun yok sayıldığı 21 yıllık bir süreç: Özal, Anayasa Mahkemesi üyeliğine kimi seçmesi gerektiğini biliyordu   
Haşim Kılıç, 1985’te Sayıştay üyeliğine getirilmiştir. Anayasa’nın o tarihte yürürlükte olan 146. maddesine göre Cumhurbaşkanı, Anayasa Mahkemesi’nin asıl üyelerinden birini, Sayıştay Genel Kurulu’nun kendi başkan ve üyeleri arasından, üye tam sayısının salt çoğunluğu ile göstereceği 3 aday arasından seçiyordu
Anayasa Mahkemesi Başkanlığı’nın, 2 Temmuz 1990 günlü ve 717 sayılı yazı ile Anayasa Mahkemesi’nde Sayıştay’a ayrılan üyeliğin boşaldığını bildirmesi üzerine, Sayıştay Genel Kurulu 3 adayı belirlemek üzere ilk kez 12 Temmuz 1990 tarihinde toplanmıştır. O tarihten itibaren 6 Kasım 1990 tarihine kadar 19 oturumda 136 oylama yapılmasına karşın Anayasa’da öngörülen çoğunluk sağlanamadığı için adaylar belirlenememiştir. Adaylık için oy verilenler arasında Haşim Kılıç da bulunmaktadır.
İmdada yetişen kanun
Tam bu sırada 3 Kasım 1990 tarihinde yürürlüğe giren 3677 sayılı kanun imdada yetişmiş; ilk 3 maddesi ile Sayıştay Başkanı ve üyelerinin niteliklerini, bunların seçiminde TBMM Plan ve Bütçe Komisyonu için Sayıştay Kanunu’nda öngörülen toplanma ve buna bağlı olarak karar yeter sayılarını değiştirmiştir. Eski düzenlemeye göre en az 27 üye ile toplanabilen ve 14 üye ile karar alabilen komisyon, 14 üye ile toplanıp 8 üye ile karar verebilen bir yapıya dönüştürülmüştür.
Böylece komisyon, muhalefet partilerine mensup üyelerinin katılmasına ihtiyaç kalmadan, sadece iktidar partisine mensup üyeleri ile toplanarak karar alabilecektir. Kanun, bununla yetinmemiş, geçici 1. maddesinde de 3162 sayılı kanunun geçici 3. maddesine özdeş bir düzenleme ile komisyona yeniden, doğrudan Sayıştay üyelerini seçme yetkisi tanımıştır.
3677 sayılı kanunla ilgili teklif, Anavatan Partisi Milletvekili ve Plan ve Bütçe Komisyonu Başkanı Yusuf Bozkurt Özal tarafından verilmiş; komisyonda 177 tanesi öncelikle ve ivedilikle görüşülmesi gereken kanun hükmünde kararname olmak üzere toplam 323 konu var iken bu teklif ilk sıraya alınmıştır (Tutanak Dergisi, 1990 cilt 50, S. sayısı 451).
Adaylar için özel toplantı
Komisyona muhalefet partilerinden katılan 9 üye teklif için olumsuz oy kullanmışlardır. Bu üyelerin muhalefet şerhlerinde ve TBMM Genel Kurulu’ndaki görüşmelerde, komisyonun toplantı ve karar yeter sayılarının değiştirilmesi ve Sayıştay Kanunu’nun 19. maddesi gereğince Sayıştay Genel Kurulu’nun görüşünün alınmaması eleştirilmiştir. Teklifin amacının Sayıştay’ı iktidar partisinin kontrolüne vermek ve boş bulunan Anayasa Mahkemesi üyeliği için iktidar yanlısı ve Cumhurbaşkanı’na “Hayır” diyemeyecek adaylar seçmek olduğu ifade edilmiştir. Ana muhalefet partisi, Anayasa Mahkemesi’nde dava açacağını da beyan etmiştir.
Teklifin kanunlaşmasından sonra Plan ve Bütçe Komisyonu, Sayıştay’da boş bulunan kadrolara, aralarında eski Sayıştay Başkanı Mehmet Damar’ın da bulunduğu 9 üye seçmiştir. Muhalif kalan üyeler, karşı oy yazılarında, adayların sicil dosyalarının komisyon üyelerinin incelemesine sunulmadığını ve komisyonun ANAP’lı üyelerinin resmi toplantı öncesinde özel bir toplantı yaparak adayları belirlediklerini ifade etmişlerdir. Muhalif üyeler, 3677 sayılı kanunun yürürlüğe girdiği tarihten itibaren geçici 1. maddesi gereğince 15 gün içinde Sayıştay Genel Kurulu’nun toplantıya çağrılması gerekirken bunun yapılmadığını belirtmişlerdir. Ana muhalefet partisi tarafından seçime esas olan bu kanunun iptali için Anayasa Mahkemesi’nde dava açılacağı kamuya açıklanmasına karşın karar beklenmeden bu seçimlerin yapılmasının demokratik bir tavır olmadığı vurgulanmıştır.
Sonuçlar aynı gün bildirildi
Geçici maddede öngörülmemiş olmasına karşın komisyon kararı, TBMM Genel Kurulu’na sunulmuştur. SHP Grubu, komisyon raporuna karşı olduklarını, oylamaya katılmayacaklarını ifade ederek genel kurul salonunu terk etmiş ve bundan sonra yapılan oylamada komisyonun yaptığı seçim onaylanmıştır (Komisyon K. 21.11.1990/140; TBMM Genel Kurulu K. 22.11.1990/121; Tutanak Dergisi, 1990, cilt 51, S. sayısı 492).
Plan ve Bütçe Komisyonu’nun seçim kararı 23.11.1990 günlü Resmi Gazete’de yayımlanmış; Sayıştay Genel Kurulu da yeni seçilen 9 üyenin de katılımı ile Anayasa Mahkemesi asıl üyeliği için 3 adayı belirlemek üzere aynı gün saat 10.00’da toplanmıştır. Bu tarihte yapılan 20. oturum/137. oylamada Haşim Kılıç, 31 oyla Anayasa Mahkemesi asıl üyeliğine aday olarak seçilmiştir.
19. oturum/136. oylamada ancak 18 oy almış olan Haşim Kılıç’ın yeni seçilen 9 üyenin tamamı tarafından desteklendiği anlaşılmaktadır. Diğer 2 adayın da belirlenmesinden sonra sonuçlar, aynı gün (23 Kasım 1990) Cumhurbaşkanlığı’na bildirilmiştir.
‘Uydu anteni kullandığı için onu seçtim’
Cumhurbaşkanı, bir gün sonra 24 Kasım 1990 günlü 90/15 sayılı kararla Haşim Kılıç’ı Anayasa Mahkemesi üyeliğine seçmiştir (R.G. 26.11.1990/20707).
Cumhurbaşkanı’nın, Haşim Kılıç’ı seçme nedeni oldukça ilginçtir: Mülkiyeliler Birliği İstanbul Şubesi ve İstanbul Mülkiyeliler Vakfı, 29 Kasım 1990 tarihinde İstanbul’da “Yönetimin Yeniden Yapılanması ve Demokratik Katılım” konulu bir sempozyum düzenlemiş; Cumhurbaşkanı Turgut Özal da konuşmacı olarak bu sempozyuma katılmıştır. Orada yaptığı konuşmada; televizyon seyretmeyen birini Anayasa Mahkemesi üyeliğine atadığına ilişkin haberlerle ilgili olarak bir açıklama yapmış, “Bu haberler doğru değil. Çünkü önümüze 3 isim geldi. Bu arkadaşla ilgili de bir not vardı. Ben de konuyu 2 kişiye incelettim. Bu arkadaşın evine gittiklerinde uydu anteni seyrettiğini gördüler. Belki onu seçmeyecektim ama bu dedikodu üzerine onu seçtim” demiştir (Sabah Gazetesi, 30.11.1990, sh. 17; Milliyet Gazetesi 30.11.1990, sh 5).
Böyle bir zaman olmadı
Özal’ın, Sayıştay Genel Kurulu’nca seçilen 3 adayla ayrı ayrı mülakat yaptığı, 3’ünü de ehil bulduğu yine kendi beyanından anlaşılmaktadır (Cumhuriyet Gazetesi 30.11.1990, sh: 12). Cumhurbaşkanı söylediğine göre, bu sözlere inanmamız gerekir. Ancak Özal’ın uyguladığını ifade ettiği işlemleri, üyeliğe seçim süreci içindeki zaman dilimine sığdırmak mümkün olamamaktadır.
Yeniden gözden geçirelim: Komisyonun 9 üyeyi belirleyen kararı, 23 Kasım 1990 günlü Resmi Gazete’de yayımlanıyor. Sayıştay Genel Kurulu aynı gün saat 10.00’ da toplanıyor, 7 tur oylama yapıyor ve sonuçları aynı gün Cumhurbaşkanlığı’na gönderiyor. Cumhurbaşkanı Turgut Özal da 24 Kasım 1990 günlü kararla Haşim Kılıç’ı Anayasa Mahkemesi üyeliğine seçiyor. Özal, “Önüme gelen adaylardan Haşim Kılıç hakkında bir not vardı” diyor. O tarihte, Cumhurbaşkanı tarafından yüksek görevlere yapılan atamalarda MİT’ten ilgili hakkında “güvenlik soruşturması” yapması isteniyor, bu soruşturmanın sonuçlanması da kuşkusuz belli bir zamanı gerektiriyordu.
Aday gösterileceğinden emindi
Sayıştay Genel Kurulu’nun kararı, Cumhurbaşkanlığı’na ne zaman ulaştı? Haşim Kılıç hakkında MİT incelemesi yapıldı mı? Yapıldı ise ne zaman? TV ile ilgili not ne zaman düşüldü? Özal, sözünü ettiği araştırmayı 2 kişiye ne zaman yaptırdı? Sonucu ne zaman aldı? 3 adayla ayrı ayrı ne zaman mülakat yaptı? Bütün bunlar bir çalışma günü içinde nasıl sonuçlandırıldı da aynı gün (24 Kasım 1990) Anayasa Mahkemesi’ne üye seçimini yaptı ve atama kararnamesini imzaladı? Özal’ın basın tarafından verilen konuşmasından, TV ile ilgili iddianın atama işleminden sonra kamuya açıklandığı anlaşılıyor.
O zaman Özal’ın bu iddiayı atama işleminden önce araştırması da izahsız kalıyor. Bu olağanüstü sürat ve olayın gelişim biçimi, mutat olan güvenlik soruşturmasının yaptırılmadığını; Cumhurbaşkanı’nın, Haşim Kılıç’ın Sayıştay Genel Kurulu’nda aday gösterileceğinden emin ve onu seçmekte kararlı olduğunu açıkça ortaya koymaktadır.
TBB Başkanı, Haşim Kılıç’ın yemin ettiği 7 Aralık 1990’da, hakkındaki tarikatçılık savlarını reddetmesini ya da asılsızlığını ispatlaması gerektiğini açıklıyor. Ben, belli bir tarihe kadar gazeteleri taradım ancak Kılıç’ın bir açıklamasını bulamadım
Haşim Kılıç, 23 Kasım 1990’da, Anayasa Mahkemesi üyeliğine seçiliyor. O tarihte İstanbul Barosu Başkanı olan Turgut Kazan, Sayıştay Kanunu’nun bazı maddelerini değiştiren 3677 sayılı kanunun Anayasa’ya aykırı olduğunu, bu kurallara dayanılarak tarikat mensubu bir Sayıştay üyesinin Anayasa Mahkemesi üyeliğine seçileceğini, ismini de belirterek bazı gazetelere ve köşe yazarlarına duyuruyor. Bunun üzerine basın konu ile ilgileniyor, gazetelerin bir kısmı habere birinci sayfada ve manşette yer veriyor, bazı yazarlar da konuyu köşelerine taşıyor (Milliyet 27, 28, 30 Kasım, 1, 2 Aralık 1990; Sabah 25, 30 Kasım 1990; Hürriyet 24, 27, 28, 29 Kasım, 1 Aralık 1990).
Haşim Kılıç, hakkındaki “Nakşibendi” tarikatı mensubu olduğu iddiasını çok basit bulduğunu bildirip “Bu görevin ehemmiyeti ve ülkenin içinde bulunduğu şartlar nedeniyle bu iddialar karşısında cevap vermemekten ötürü beni hoş karşılayın’’ diyor. Ulusal Basın Ajansı haberine göre tarikatçı olduğu iddialarının gerçeği yansıtmadığını ifade eden Kılıç, “Laik bir dünya görüşünü benimsediğinizi söyleyebilir misiniz?” sorusunu, “Polemiğe girmek istemiyorum. Çünkü bunun arkası gelir” diye yanıtlıyor. Atatürk’le ilgili görüşlerini yine polemiğe yol açmamak için açıklayamayacağını söylüyor (Hürriyet, 22 Kasım 1990, s. 1 manşet, s. 19).
‘Tarikatçı üye’
Seçilmesine tepkiler durmuyor. Türkiye Barolar Birliği (TBB) Başkanı, yanında Ankara ve İstanbul baro başkanları olduğu halde, Haşim Kılıç’ın Anayasa Mahkemesi’nde yemin töreninin yapıldığı gün (7 Aralık 1990) ve saatte (10.00) bir basın toplantısı düzenliyor. TBB Başkanı, bu üye hakkındaki tarikatçılık, anti-laiklik ve televizyon izlememesi savlarını kendisi reddetmediği ve asılsızlığı kanıtlanmadığı sürece konuyu ciddi bir kaygı ile değerlendireceklerini açıklıyor. Anayasa Mahkemesi’nin 3677 sayılı kanunu iptal etmesi halinde, herhangi bir işleme gerek kalmadan hem Sayıştay’a üye olarak seçilen 9 kişinin, hem de Haşim Kılıç’ın üyeliklerinin, herhangi bir işleme gerek kalmadan düşeceğini savunuyor.
Ben bu haberleri ilk kez okuduğumda bir yanlışlık olabileceğini düşünerek gazeteleri belli bir tarihe kadar taradım; Haşim Kılıç’ın bu haberlere ilişkin bir açıklamasını veya düzeltmesini bulamadım. Yemin ettiği gün gazeteciler de aynı konularla ilgili sorular yönelttiği halde yine açık bir cevap alamıyorlar.
Gölge Dergisi temsilciliği
Haşim Kılıç üye seçildikten sonra da hakkındaki iddialarla ilgili haberler zaman zaman basında yer alıyor. 24 Şubat 1991 günlü Hürriyet Gazetesi’nin 16. sayfasında, “Tarikatçı üye şeriatçı dergide yöneticilik yapmış” başlığı altında bir haber yayımlanıyor. Haber aynen şöyle: “Anayasa Mahkemesi’nin tarikatçılıkla suçlanan tartışmalı üyesi Haşim Kılıç’ın, 12 Eylül öncesinde İslam devrimi için silahlı mücadele veren bir grubun yayın organı olan GÖLGE Dergisi’nin Ankara temsilciliğini yaptığı belirlendi. Radikal İslamcı derginin 7. sayısının da Atatürk’e hakaret edildiği gerekçesiyle toplatıldığı öğrenildi. 1976 yılı içinde 10 sayı çıktığı belirlenen derginin tüm sayılarında İslam devrimi için silahlı çağrı yapılıyordu.”
Haberde adı geçen GÖLGE Dergisi’nin 9 sayısını inceledim; 3. sayısını bulamadım. Toplatıldığı ifade edilen 7. sayı değil, 3. sayı olmalı. Gerçekten 1. ve 2. sayıların kapağının içinde Ankara temsilcisi olarak “H. Kılıç”, 4. sayıda ise arka kapağın içinde “Haşim Kılıç” gösterilmiş. Bundan sonraki sayılarda yurt içi temsilcilerinin isimleri verilmiyor; gittikçe genişleyen bir liste halinde dış temsilcilerin isimleri yazılıyor. Dergi, adeta uluslararası bir hareket yürüttüğü izlenimini vermek istiyor.
Hürriyet Gazetesi’nin 24 Şubat 1991 tarihinden sonraki 1 aylık sayılarını dikkatle inceledim; Haşim Kılıç’ın bu konu ile ilgili bir açıklamasını bulamadım.
Baran Dergisi’nden doğrulama
Haşim Kılıç Anayasa Mahkemesi Başkanı seçildikten sonra aynı konu yeniden gündeme geliyor. BARAN Dergisi’nin 1 Mayıs 2008-18 günlü, 69. sayısında “Salih Mirzabeyoğlu niçin içeride? AKP niçin iktidar?” başlığı altında, Avukat Ahmet Aslan imzalı bir yazı yayımlanıyor: “... Salih Mirzabeyoğlu’nun yıllardır cezaevinde olmasına mukabil, hayatları Salih Mirzabeyoğlu’nun hayatı etrafında gezinmekle ve bundan prim devşirme hesabı ile geçmiş kişilerden birisi Cumhurbaşkanı, birisi Başbakan, birisi Anayasa Mahkemesi Başkanı, birçoğu da milletvekili... 12 Eylül öncesinde Salih Mirzabeyoğlu’nun başında bulunduğu hareketin yayın organı olan GÖLGE Dergisi’nin Ankara sorumlusu, şimdi Anayasa Mahkemesi Başkanı olan Haşim Kılıç’tı.”
AYDINLIK Dergisi, 8 Haziran 2008 günlü sayısında “Haşim Kılıç, İBDA-C’yi kuran ekiple bağlantılıydı” başlığı altında BARAN Dergisi’nin yukarıdaki yazısına gönderme yaparak bu yazının bir kısmını aynen yayımlıyor ve dönemin radikal İslam çevrelerine yakın kaynakların da Kılıç’ın bu görevini doğruladıklarını iddia ediyor. Dergi, bu haberi yayımlamadan önce Haşim Kılıç’a başvurarak, 12 Eylül 1980 öncesinde GÖLGE isimli yayın organının Ankara temsilciliği görevini yapıp yapmadığını; söz konusu yayın organında imzalı veya imzasız yazısının yayımlanıp yayımlanmadığını ve o zamanki görüşlerini bugün de savunup savunmadığını soruyor.
Haşim Kılıç bu sorulara telefonla verdiği cevapta aynen “Benim 1975, 76 ve daha sonraki yıllarda o isimdeki bir dergi ile veya öyle kişilerle, gruplarla uzaktan yakından bir ilgim yoktur, olmamıştır. Künyede Haşim Kılıç diye geçse de asla ilgim yoktur. Baran diye bir dergiyi görmedim, bilmiyorum. O dediğiniz kişiyi tanımam. Öyle kişilerle bir alakam yoktur. İsmimi nasıl yazarlarmış, arayıp tahkik edeceğim. Ben, o tarihlerde Sayıştay’da görevli devlet memuruydum. Müstafi addedilmem gerekir. Benim olmam mümkün değildir” diyor ve iddiayı tümüyle reddediyor. Böylece, 17 sene gecikmeli de olsa Hürriyet Gazetesi’nde çıkan haberi de yalanlamış oluyor.
AYDINLIK Dergisi’nin sorduğu sorulardan birine, ben de kısmen cevap verebilirim. GÖLGE Dergisi’nin mevcut 9 sayısında Haşim Kılıç imzası ile yayımlanmış bir yazı yoktur.
‘Özal bu ekipte’
Haşim Kılıç’ın telefonla verdiği yanıta karşın AYDINLIK Dergisi, Salih Mirzabeyoğlu’nun “Tilki Günlüğü” isimli 6 ciltlik kitabında, cilt ve sayfa sayılarını da belirterek, birçok kez Haşim Kılıç’tan söz edildiğini yazıyor. AYDINLIK Dergisi’ne göre Haşim Kılıç, başından itibaren Mirzabeyoğlu ile beraber. Turgut Özal da bu ekipte ve Haşim Kılıç’ın Özal’la yakınlığı bu dönemden geliyor.
BARAN Dergisi’nin 19 Haziran 2008 tarihli sayısında, Avukat Harun Yüksel’in (GÖLGE Dergisi’nin Eskişehir temsilcisi) “Haşim Kılıç neyi/niçin inkar etmeye çalışıyor?” başlıklı bir yazısı yayımlandı. Yazıda, Anayasa Mahkemesi Başkanı Haşim Kılıç’ın, GÖLGE Dergisi’nin Ankara temsilcisi olduğu belirtiliyor. Yüksel, Salih Mirzabeyoğlu ile Haşim Kılıç’ın, derginin çıkmaya başladığı 1975’ten çok önce, Eskişehir İktisadi ve Ticari İlimler Akademisi’ne başladığı 1970 yılında tanıştıklarını kesin bir ifade ile açıklıyor. Yüksel, ikisi arasındaki ilişkinin basit/sığ/sıradan bir tanışmanın çok ötesine geçen arkadaşlık/dostluk/gönüldaşlık ve yoldaşlık niteliğinde olduğunu ifade ediyor.
‘H. Kılıç değilim’ iddiası
AYDINLIK Dergisi, 8 Haziran 2008 tarihinden sonraki sayılarında da konuyu genişleterek irdelemeyi sürdürüyor; iddiasına dayanak olarak BARAN Dergisi’nden alıntılar yapıyor, yeni belgeler yayımlıyor. Konu, yazılı ve görsel basında da geniş biçimde yer alıyor.
AYDINLIK Dergisi’nin talebi üzerine Haşim Kılıç, Anayasa Mahkemesi Genel Sekreteri eliyle 12 Haziran 2008 tarihli yazılı bir açıklama gönderiyor: “Anayasa Mahkemesi Başkanı Sayın Haşim Kılıç’ın daha önce sizinle telefonla yaptığı görüşmedeki sözlü açıklamaları, bugün de geçerliliğini korumaktadır.”
Aynı günün gecesi Kanal D’nin 32. Gün programında konu tartışılırken Haşim Kılıç, yazılı bir açıklama yapıyor; bu açıklama ekrana yansıtılıyor. Anayasa Mahkemesi Başkanı, GÖLGE Dergisi’ndeki “H. Kılıç” imzasının halen İstanbul’da mukim Hüsnü Kılıç’a ait olduğunu, bu hususun kendisi tarafından teyit edildiğini, adı geçen kişinin bu konudaki açıklamalarını Kanal D ve AYDINLIK Dergisi’ne göndereceğini ifade ediyor. Hüsnü Kılıç da GÖLGE Dergisi’nde “H. Kılıç” olarak sorumlu makamda yer alan kişinin kendisi olduğunu açıklıyor; bunları Kanal D haber programında da tekrarlıyor.
Cevapsız kalan sorular
GÖLGE Dergisi olayını, adı geçen diğer dergileri de bizzat inceleyerek özetlemeye çalıştım. Olayların bir kısmına hiç değinmedim; kişiler hakkında ilgili dergilerde yapılan nitelendirmelere yer vermedim. Haşim Kılıç’ın açıklamalarını önemsiyorum çünkü kendisi Yüksek Mahkeme yargıcı. Üstelik o mahkemenin başkanı. Olayı tümüyle reddediyor; kural olarak inanmamız gerekiyor.
Fakat bu halde bazı soruların cevabını vermek mümkün olamıyor:
1. Haşim Kılıç ve Hüsnü Kılıç, GÖLGE Dergisi’nde Ankara temsilcisi olarak yazılan “H. Kılıç” isminin Hüsnü Kılıç’ı ifade ettiğini söylüyor. Bir isim karışıklığı olabilir. Ancak derginin 4. sayısında Ankara temsilcisi, ismi de zikredilerek “Haşim Kılıç” olarak gösterilmiş. Bu Haşim Kılıç kim?
Sayıştay’daki arkadaş...
2. Haşim Kılıç’ın sözlü ve yazılı açıklamalarında söylediği gibi kendisinin GÖLGE Dergisi ile veya öyle kişilerle, gruplarla uzaktan yakından bir ilgisi yoksa, bu derginin yayın kurulunda olan ve dergide açık ismiyle yazılar yazan Salih Mirzabeyoğlu ile de ilgisi yok demektir.
a) Aynı derginin Eskişehir temsilcisi Av. Harun Yüksel, ısrarla Kılıç ve Mirzabeyoğlu’nun tanıştıklarını, dost ve yoldaş olduklarını söylüyor.
b) İBDA-C lideri Salih Mirzabeyoğlu’nun TİLKİ GÜNLÜĞÜ adlı 6 ciltlik kitabının UFUK İLE HAFİYE alt başlıklı 3. cildinde yazar, Haşim Kılıç’tan “Sayıştay” müfettişi olarak söz ediyor (s. 54); bir başka sayfada (s. 563) “Haşim Kılıç’ın Sayıştay’daki arkadaşı Ahmet Arıca, vefat etti ...” ibaresi var. Sayıştay’da müfettişlik kadrosu yok. Haşim Kılıç o tarihte Sayıştay denetçisi. Haşim Kılıç’ın arkadaşı olarak tanıtılan Ahmet Arıca ise gerçekten Haşim Kılıç’ın arkadaşı ve kendisi ile birlikte Sayıştay üyeliğine seçilen 21 kişiden biri (14 Kasım 1985 günlü, 18928 sayılı Resmi Gazete); üye seçildikten sonra da vefat ediyor. Günlüklerin yazıldığı tarihte Sayıştay’da başka bir Haşim Kılıç ve başka bir Ahmet Arıca yok.
Haşim Kılıç’ın açıklamasını esas alırsak, Av. Harun Yüksel’in ve İBDA yayınlarında çıkan İŞKENCE isimli kitabında (s. 132-133) kendisine “Arkadaşım” diyen Salih Mirzabeyoğlu’nun gerçek dışı yazdıklarını, anlattıklarının hayal ürünü olduğunu kabul etmemiz gerekiyor.
Tazminat davası yok
3. BARAN Dergisi 19 Haziran 2008 tarihli sayısında, “Haşim Kılıç hadisesi” başlıklı yazısında, “H. Kılıç’ın kendisi olduğunu kabullenen Hüsnü Kılıç’ın 1959 doğumlu ve 1975 yılında 16 yaşında olduğunu, yaşı bakımından o tarihte GÖLGE Dergisi’nin Ankara temsilcisi olamayacağını” açıklıyor. Bu açıklamalara göre derginin Ankara temsilcisi kim?
Kavganın sonunu tam olarak izleyemedim. Sonlanıp sonlanmadığını da bilmiyorum. AYDINLIK Dergisi, 12 Nisan 2009 tarihli sayısında Haşim Kılıç’la ilgili haberler nedeniyle açılan davada beraat ettiğini duyurdu. Aldığım duyuma göre mahkeme kararına karşı temyiz yoluna başvurulmuş; Haşim Kılıç ayrıca tazminat davası açmamış.
Başkanlık görevine nasıl getirildi?
Demokrasinin var olduğu toplumlarda herkes din ve vicdan hürriyetine, düşünce ve kanaat hürriyetine sahiptir. Kimse dini inançları ve görüşleri, düşünce ve kanaatleri nedeniyle kınanamaz ve bunları açıklamaya zorlanamaz. Bu samimi inancıma karşın Anayasa Mahkemesi Başkanı’nın hukuki durumunu tartıştığım bu incelemede, kendisinin bir dini örgütle ilişkisi olduğu yolundaki iddialara ve verdiği cevaplara ana çizgileri ile değinmemin nedeni, mensup olduğu kurumun ve bu kurumdaki görevinin önemi ve niteliğidir.
Haşim Kılıç’a yöneltilen bu iddialar, kendisinin Anayasa Mahkemesi’nin verdiği bazı kararlarda kullandığı oylarla ilişkilendirildiğinden, daha açık deyimle dini görüş ve düşüncelerinin görevine yansıdığı ileri sürüldüğünden, bu iddialar hukuki bir boyut da kazanmaktadır. Kaldı ki söz konusu örgütün amacı hakkında ileri sürülen görüşler, görevinin kendisinde bulunmasını gerekli kıldığı nitelikler yönünden de bir değerlendirmeyi zorunlu kılmıştır.
Hukuki dayanağı olmadan...
TBMM Genel Kurulu’ndaki açıklamalarına uygun olarak Sosyal Demokrat Halkçı Parti, 3677 sayılı kanunun iptali için Anayasa Mahkemesi’nde dava açıyor. Anayasa Mahkemesi, 11 Temmuz 1991 günlü, 21 sayılı kararı ile Sayıştay Kanunu’nun adı geçen kanunla değiştirilmiş olan 5. maddesini, 6. maddesinin 3., 4., 5. fıkralarını ve geçici 1. maddeyi oy çokluğu ile iptal ediyor (AMKD, Sayı 27, s. 423-466). O tarihte Anayasa Mahkemesi asıl üyesi olan Haşim Kılıç’ın kararda isminin yer almaması, yerine bir yedek üyenin katılması anlamlı bir davranış olarak dikkati çekiyor. Böylece Plan ve Bütçe Komisyonu tarafından 21 Kasım 1990 tarihinde yapılan Sayıştay üyeliği seçimlerinin ve bu seçimle Sayıştay üyesi olarak atananların hukuki dayanağı ortadan kalkıyor.
Buna karşın Haşim Kılıç, üyelik görevini sürdürüyor. 7 Aralık 1999 tarihinde ilk kez, 7 Aralık 2003 tarihinde ikinci kez Anayasa Mahkemesi Başkanvekilliğine; 12 Ekim 2007 tarihinde de Vural Savaş’ın öngörüsü gerçekleşerek (Atatürk’ün Kemiklerini Sızlatan Parti CHP, s. 145) Anayasa Mahkemesi Başkanlığı’na seçiliyor. 14 Eylül 2011 tarihinde de yeniden yapılandırılan Anayasa Mahkemesi, güvenini tazeleyerek, kendisini ikinci kez başkan olarak seçiyor.

Belgelere dayalı olarak ayrıntılarını açıkladığım süreç; Haşim Kılıç’ın, kendisinin bilgisi dahilinde veya değil, belli bir görev için hazırlandığını, sabırlı ve planlı bir çalışma ile aşama aşama bugünkü sonuca ulaşıldığını açıkça ortaya koymaktadır
Haşim Kılıç, 7 Aralık 1999’da ilk kez, 7 Aralık 2003’te ikinci kez Anayasa Mahkemesi Başkanvekilliğine; 12 Ekim 2007 tarihinde de Anayasa Mahkemesi Başkanlığı’na seçiliyor. 14 Eylül 2011 tarihinde yeniden yapılandırılan Anayasa Mahkemesi, güvenini tazeleyerek kendisini ikinci kez başkan olarak seçiyor.

DEĞERLENDİRME

Sayıştay’da kadrolaşma
1. Öncelikle 1985 yılında aralarında Haşim Kılıç’ın da bulunduğu 21 kişinin, 1990 yılında da 9 kişinin Sayıştay üyeliğine seçilmelerine temel teşkil eden, sırasıyla 3162 sayılı kanunun geçici 3. ve 3677 sayılı kanunun geçici 1. maddelerinin değerlendirilmesi gerekiyor.
3162 sayılı kanun hakkında ne iptal davası ne de itiraz yoluyla başvuru yapılmadığı için bu kanunun geçici 3. maddesi hakkında verilmiş bir Anayasa Mahkemesi kararı yoktur. 3677 sayılı kanun için Anayasa Mahkemesi’nde iptal davası açılmış ve mahkeme Sayıştay Kanunu’nun bu kanunla değiştirilen 5. maddesini, 6. maddesinin 3., 4., 5. fıkralarını ve geçici 1. maddesini iptal etmiştir.
Anayasa Mahkemesi’nin söz konusu iptal kararı esasa ilişkin olduğundan, bu kararda amaç (maksat) unsuru ile ilgili bir gerekçe yer almamıştır. Teklifin,  komisyonda 323 konu atlanarak ilk sıraya alınması; komisyonun toplantı ve karar yeter sayılarının değiştirilerek sadece iktidar partisi mensuplarının katılımı ile toplanabilmesine imkan sağlanması; Sayıştay Genel Kurulu’nun görüşünün alınmaması gibi hususlar, kanunun Sayıştay üyeliğine seçimlerde tıkanıklığı gidermek için değil, Sayıştay’da kadrolaşma amacıyla yürürlüğe konulduğunu göstermektedir. 3677 sayılı kanun bu yönden de hukuka aykırıdır.
21 kişilik özel liste
2. 1985 ve 1990 yıllarında Plan ve Bütçe Komisyonu tarafından doğrudan yapılan seçimlerde çok sayıda aday arasından uygun kişileri seçebilmek için adayların sicillerinin incelenmesine imkan verilmemiş; 1985 seçiminde ayrıca, sicillerin incelenmesi için açık bir talep olmasına karşın bu talep reddedilmiş ve 1990 seçiminde de komisyon toplantısından önce, komisyonun iktidar partisine mensup üyeleri kendi aralarında toplanmışlardır.
Bu tespitler çok önemlidir: 1985 yılında yapılan seçimlerde 225 kişi üyelik için başvurmuş, bunların içinden 21 kişi ilk oylamada; 1990 yılında yapılan seçimde, Sayıştay Genel Kurulu’nca daha önce aday adaylıkları kabul edilen 128 kişiden 9 kişi, Sayıştay üyesi olarak seçilmiştir. Her iki seçimde de seçilenlerin aldıkları oy sayıları birbirine çok yakındır. Adayların ehliyet ve liyakatlarının tespiti için siciller incelettirilmediğine göre komisyonlardaki seçimler hangi ölçütler esas alınarak çok kısa sürede sonuçlanmıştır?
Cevabı açıktır. Seçilecek olanlar komisyonun iktidar partisine mensup üyeleri tarafından önceden tespit edilmiş; ehliyet ve liyakat ölçütleri bir yana bırakılarak Sayıştay’da kadrolaşmak, böylece bu anayasal kurumu iktidar partisinin denetimi altına sokmak amacı izlenmiştir. Her iki seçim de amaç (maksat) unsuru yönünden hukuka aykırıdır (Günümüzde yapılan bazı seçimlere ne kadar da benziyor!).
Anayasa’ya aykırı atama
3- 1990 yılında, Anayasa Mahkemesi tarafından iptal edilmiş olan bir kanuna dayanılarak seçilen 9 üye Sayıştay Genel Kurulu’na katılmış; bu kurulun aldığı kararlarda oy kullanmışlardır. Örneğin Haşim Kılıç’ın Anayasa Mahkemesi’ne üye adayı olarak seçildiği ve 31 oy aldığı 137’nci oylamada genel kurulda hazır bulunan 52 üyenin 9’u, bu seçimde üyelik kadrolarına atanan kişilerdir.
Böylece Haşim Kılıç, Anayasa’ya aykırılığı, Anayasa Mahkemesi’nin emsal kararı ile ortaya çıkan bir kanuna (3162) dayanılarak ve maksat yönünden sakat bir idari işlemle Sayıştay üyeliğine atanmış; yine aynı kanuna ve Anayasa Mahkemesi tarafından iptal edilmiş olan 3677 sayılı kanuna dayanılarak seçilen toplam 27 kişinin fiilen katıldığı Sayıştay Genel Kurulu tarafından da Anayasa Mahkemesi üye adaylığına seçilmiştir. Bu yapısı ile hukuka uygun olarak oluşmuş bir Sayıştay Genel Kurulu’ndan ve hukuken geçerli “Anayasa Mahkemesi üyeliğine aday seçme’’ kararından söz edilemez (Prof. Dr. Pertev Bilgen, Prof. Dr. Bakır Çağlar, Prof. Dr. Erdoğan Teziç, Cumhuriyet Gazetesi, 26 Aralık 1990, s. 2).
Kazanılmış hak aldatmacası
4- Anayasa Mahkemesi’nin 3677 sayılı kanunla ilgili 11 Temmuz 1991 günlü, 21 sayılı iptal kararı, Haşim Kılıç’ın Sayıştay Genel Kurulu tarafından aday gösterilmesinden ve Cumhurbaşkanı tarafından Anayasa Mahkemesi üyeliğine atanmasından sonra Resmi Gazete’de yayımlandığı ve yürürlüğe girdiği için Anayasa’nın 153. maddesinde yer alan “İptal kararları geriye yürümez” kuralının bu olayda tartışılması gerekir. Bireylerin hukuki güvenliğinin sağlanması ve hukuk düzeninin kararlılığının korunması amacıyla Anayasa’ya alınan bu ilke yargı içtihatlarında ve öğretide mutlak anlamda değerlendirilmemektedir. Bu değerlendirmeleri tartışmak yazının amacını ve sınırları aşar. Ben bu ilkeyle ilgili iki yargı kararını vermekle yetineceğim:
Anayasa Mahkemesi, 12 Aralık 1989 günlü, 48 sayılı kararında (AMKD sayı 25, s. 436-437) bu ilkeyi ayrıntılı bir şekilde incelemiş ve görüşünü ortaya koymuştur. Anayasa Mahkemesi bu kararında özetle; Anayasa’ya aykırılığı nedeniyle iptal edilen yasaya dayanılarak elde edilen hakların kazanılmış hak olarak kabul edilemeyeceğini; bunların ancak Anayasa Mahkemesi’nin iptal kararının yürürlüğe gireceği tarihe kadar geçerli sayılabileceğini; bir kural işlemle kurulan statülerin ve buna bağlı öznel işlemlerin de geçersiz olacağını tartışmaya meydan vermeyecek biçimde açıklamıştır. Mahkemenin bu kararındaki gerekçesinin, inceleme konusu olayda doğurduğu sonuç şu olmalıdır:
TBMM Plan ve Bütçe Komisyonu’nun 21 Kasım 1990 günlü, 140 sayılı kararı ile Sayıştay üyeliğine seçilen 9 kişinin statülerini belirleyen 3677 sayılı kanunun geçici 1. maddesi Anayasa Mahkemesi tarafından iptal edilmiştir. Bunların iptal edilen yasaya göre elde ettikleri Sayıştay üyeliği kendileri için kazanılmış hak teşkil etmez; ancak iptal kararının yürürlüğe girdiği tarihe kadar geçerlidir. Bu üyelerin katılımı ile oluşturulan Sayıştay Genel Kurulu’nca aday gösterilerek Anayasa Mahkemesi üyeliğine seçilen bir kişinin de bu statüsünü, Anayasa Mahkemesi kararının yürürlüğe girmesinden sonra sürdürmesi mümkün değildir.
Yorum gerektirmeyen karar
İkinci örnek karar, Danıştay 8. Dairesi tarafından verilmiştir. Karardan anlaşıldığına göre, 2547 Sayılı Yüksek Öğretim Kanunu’nun  değişik 6/b maddesi Milli Eğitim  Bakanlığı’na, Yüksek Öğretim Kurulu’na üye seçme hakkı verdiğinden  bakanlık bir doçenti üyelik için belirlemiş ve bu kişi  4 Ocak 1997 günlü Resmi Gazete’de yayımlanan kararname ile Cumhurbaşkanı tarafından YÖK üyeliğine atanmıştır. Öğretim Üyeleri Derneği Başkanı, Milli Eğitim Bakanlığı işlemine karşı dava açmış; bu arada Anayasa Mahkemesi, 14 Mayıs 1997 günlü, 48 sayılı kararı ile atama işlemine dayanak olan söz konusu maddeyi iptal etmiştir. Danıştay 8. Dairesi 31 Mart 1998 günlü, 1202 sayılı kararı ile (Danıştay Dergisi, Sayı: 97, s. 562-564) Anayasa’ya aykırı görülerek iptal edilen yasa hükmü uyarınca yapılan Milli Eğitim Bakanlığı işlemini, hukuki dayanağı bulunmadığı gerekçesiyle iptal etmiştir.
Anayasa Mahkemesi kararı, atama işlemi tamamlanıp Resmi Gazete’de yayımlandıktan ve kendisi YÖK üyesi sıfatını kazandıktan sonra verilmiş olmasına karşın, ilgili doçentin YÖK üyeliği de düşmüştür. Karar, hiçbir yorum gerektirmeyecek kadar açıktır.

Sonuç:

Haşim Kılıç göreve hazır
Buraya kadar belgelere dayalı olarak ayrıntılarını açıkladığım süreç; Haşim Kılıç’ın, kendisinin bilgisi dahilinde veya değil, belli bir görev için hazırlandığını, sabırlı ve planlı bir çalışma ile aşama aşama bu sonuca ulaşıldığını açıkça ortaya koymaktadır.
Anayasa Mahkemesi’nin iptal kararının, mahkemenin kendi içtihadına uygun olarak uygulanmamış veya uygulanamamış olması bugünkü hukuka aykırı durumun oluşmasına yol açmıştır. Ancak, Anayasa Mahkemesi’nin 1991 yılında vermiş olduğu bu kararın gereklerinin, geç de olsa, bugün yerine getirilmesi için herhangi bir engel bulunmamaktadır. Hiçbir hukuki görüş, Anayasa Mahkemesi tarafından iptal edilmiş olan bir kanuna dayalı olarak elde edilen bir kamu görevinin, uygulaması sınırlı ve tartışmalı olan iptal kararlarının geriye yürümezliği ilkesine sığınılarak sonuna kadar sürdürülmesine izin veremez. Buna rağmen görev sürdürülüyorsa bu fiili bir duruma işaret eder ve hukuk kurallarının dışına taşar. Anayasasında hukuk devleti olduğu tanımlaması bulunan hiçbir ülkede de böyle bir durumun oluşması mümkün değildir.
Konu bir yönüyle, kişisel değer yargıları ile de ilgilidir. Anayasa Mahkemesi’nde üye olarak hizmet veren değerli bir hukukçu, 21 yıldan bu yana Anayasa Mahkemesi’nde görev yapan Haşim Kılıç’ın “misyon duygusu ve anayasa yargısı konusunda bilgi sahibi” olduğunu açıkladığına göre (Prof. Dr. Fazıl Sağlam, Cumhuriyet Gazetesi 5 Ocak 2009, s. 2) hukuki durumunu en iyi değerlendirebilecek olan kişi kendisidir. Anayasa yargısında kazandığı bu kadar deneyim ve bilgiden sonra bulunduğu kadroyu hukuka ve Anayasa’ya uygun olarak kazandığını ve bu kadroya bağlı olan görevi sürdürmesinde hukuka aykırı bir yön olmadığını içtenlikle söyleyebilecek midir?
DAVA GERİ ÇEKİLDİ  KILIÇ BAŞKAN OLDU
Anayasa Mahkemesi Üyesi Dr. Serdar Özgüldür’ü intihalle suçlayan Doç. Dr. Ömer Anayurt’un davayı geri çekmesinden sonra Haşim Kılıç, 6’ya karşı 5 oyla Anayasa Mahkemesi Başkanı oldu
Anayasa Mahkemesi Üyesi Dr. Serdar Özgüldür’ün doktora tezinde intihal olduğuna ilişkin iddialarla ilgili yeni bir durum ortaya çıktı. Yüksek yargıda üst düzey görev yapmış bir yargıcın “Haşim Kılıç’ın Anayasa Mahkemesi Başkanı seçilmesinde Özgüldür’ün intihal davasının geri çektirilmesinin ve intihal şantajının payı var” iddiasını destekleyen bir durum belirlendi. Aydınlık’ın araştırmasına göre olay şöyle gelişti: Şu anda profesör olan Sakarya Üniversitesi Öğretim Üyesi Doç. Dr. Ömer Anayurt, Özgüldür’ün tezinin, kendisinin “Türk Hukukunda İdarenin Kusura Dayalı Sorumluluğu” adlı master tezinden “intihal” olduğunu iddia ederek mahkemeye başvurdu. Dava ile ilgili ilk duruşma, 21 Aralık 2006 tarihinde Ankara Fikri ve Sınai Haklar Hukuk Mahkemesi’nde yapıldı. Anayurt, Özgüldür’den 75 bin 500 TL maddi ve manevi tazminat talebinde bulundu. Davanın ikinci duruşması öncesinde sürpriz bir gelişme yaşandı ve Anayurt ikinci duruşmanın gerçekleşeceği 8 Mart’tan önce, 22 Ocak 2007’de davayı geri çekti. Bu kararla birlikte Özgüldür yargılanmaktan kurtuldu.

Davasını çekmeseydi Özgüldür yargılanacaktı
Anayurt davasını çekmeseydi dünyada ilk kez bir anayasa mahkemesi üyesi intihal nedeniyle yargılanmış olacaktı. Türkiye’de ilk kez bir anayasa mahkemesi üyesi intihal suçlamasıyla yargılanmaktan kurtuldu. Bundan sonra ilginç gelişmeler yaşandı. Özgüldür hakkında açılan davanın geri çekilmesinden sonra, 22 Ekim 2007’de Haşim Kılıç 6’ya karşı 5 oyla Anayasa Mahkemesi Başkanı seçildi. Bu seçimde Özgüldür’ün oyunun sonucu belirlediği ifade edildi.

Kozinoğlu ifade etmişti
Özgüldür, AKP’nin kapatılma davasında da kritik rol oynadı. Silivri Cezaevi’nde yaşamını yitiren üst düzey MİT yöneticisi Kaşif Kozinoğlu, sözü edilen intihal olayı şantaj yapılarak bir oyla AKP’nin kapatılmasının önlendiğini ifade etmişti.
AKP’ye kapatma davasında Anayasa Mahkemesi üyelerinin oyları
Haşim Kılıç: Ret.

Osman Paksüt: Evet.

Fulya Kantarcıoğlu: Evet.

Mehmet Erten: Evet.

Necmi Özder: Evet.

Şevket Apalak: Evet.

Zehra Ayla Pektaş: Evet.

Sacit Adalı: Hazine yardımından mahrum bırakılsın.

Ahmet Akyalçın: Hazine yardımından mahrum bırakılsın.

Serdar Özgüldür: Hazine yardımından mahrum bırakılsın.

Ferruh Kaleli: Hazine yardımından mahrum bırakılsın.


Hiç yorum yok: