İşlevi kurulduğu günden bugüne tartışılagelen BTYK’ye yeni bir misyon mu veriliyor? BTYK İçin Yeni Gündem Maddesi: İslamda Bilim Bilim ve Teknoloji Yüksek Kurulu’nun (BTYK) 27 Aralık’taki toplantısında başbakanın yaptığı konuşma dikkatimi çekti. Aşağıdaki bölüm onun bu konuşmasından: (Andığı isimlerin altını ben çizdim; köşeli parantezler de bana ait.)
“...İnsanlık tarihinden, örneğin, Bağdat’ın, Kurtuba’nın, Gırnata’nın, İskenderiye’nin, İstanbul’un, kütüphanelerini çıkardığınızda, emin olun geriye hiçbir şey kalmaz. Harezmi’yi [d. 780, Hive], Cezeri’yi [d. 1136, Cizre],Ali Kuşçu’yu [d. 1403, Semerkant], Piri Reis’i [d. 1465-70 arası, Gelibolu], El Kındi’yi [d. 801? Kufe], Gazali’yi [d. 1058, Tus], Farabi’yi [d. 870, Farab],Akşemseddin’i [d. 1389/1390, Osmancık] zikretmeden, isimlerini anmadan bilim tarihi yazılamaz.
“Astronomi denildiğinde akla sadece Kopernik’in gelmesi, Ali Kuşçu’ya haksızlıktır. Fizik denildiğinde, Newton kadar Cabir bin Hayyan’ı [d. 721/722, Horasan] anmamak, aleni bir ayrımcılıktır. Kan dolaşımı, anestezi, verem, katarakt ameliyatı, mikrop kavramı, bizim medeniyetimizin isimleri anılmadan, onların bilime katkıları zikredilmeden izah edilemez. Bilim ve bilgi, hiç tartışmasız insanlığın ortak mirasıdır. Hiç kimse, hiçbir toplum, hiçbir medeniyet, bilimi, kendi tekelinde göremez, kendinden menkul kabul edemez…”
Çok merak ettim; İslamın, bilimin gelişmesinde, geçmişte oynadığı rolü inkâr eden Batılı bilim tarihçileri mi var ki, Başbakan BTYK toplantısında böyle bir konuşma yapmaya gerek gördü? Ciddiye alınan bütün Batılı bilim tarihçileri, Müslümanların, Abbasiler döneminde, IX. yüzyıl ile X. yüzyılın başlarında, eski Yunan biliminin büyük bir bölümünün çeviri yoluyla Arapçaya aktarılmasını sağladıklarını; çeviriyi yapanların bununla yetinmeyip, yeri geldiğinde aktardıkları bilgileri yorumladıklarını ve bu çeviri hareketiyle başlayan süreçte, ‘İslam âlimlerinin’ Yunan bilimine özgün katkılar yaptıklarını da yazar.
Ayrıca, İslamın egemen olduğu coğrafyada yaşayan Museviler ve Süryaniler gibi, diğer dinlerden insanların da bu görkemli entelektüel faaliyete katkıda bulunmuş olduklarını; Arapçanın, o zamanların bilim dili olduğunu kaydederler.
Ne var ki, 1085’te Toledo’nun, 1091’de Sicilya’nın Müslümanların elinden çıkmasından sonra bilimdeki üstünlük, Hıristiyan Avrupa’ya geçti. XII. ve XIII. yüzyıllarda eski Yunan bilimi, İslamın bu bilimle ilgili yorum ve katkılarıyla birlikte Latinceye kazandırıldı; Latince, bilim dili olarak Arapçanın yerini aldı; Avrupa’da, özünü Aristoteles fizik ve kozmolojisi ile onun doğa felsefesinin oluşturduğu eski Yunan bilimi egemen oldu.
Bu bilim, XVII. yüzyılda, Copernicus’un güneş merkezli kozmoloji sistemi Aristoteles’in yer merkezli sisteminin yerini alıncaya dek de Avrupa’daki egemenliğini sürdürdü.
Sonrası biliniyor: Copernicus, Galileo, Kepler, Descartes ve Newton’ın öncülük ettiği bilim devrimi ve bugün anladığımız anlamdaki bilimin, doğa bilimlerinin doğuşu ve Hıristiyan Avrupa’nın bilim devriminin beşiği oluşu... Batılı bilim tarihçileri, doğal olarak bu gerçeği de yazar.
O halde, başbakan yukarıdaki sözleriyle kimi hedef aldı ve ne anlatmak istedi? Asıl şunu çok merak ediyorum: Kendisi de akılcı felsefeden gelen ama daha sonra bu düşünce sistemini, Tehâfütü’l-Felâsife adlı eserinde bütünüyle reddederek ortaya koyduğu öğretinin, dinsel dogmanın akılcı felsefeye galebe çalması ve sonuçta da İslamın bilimden kopmasında önemli ölçüde rol oynadığı bilinen İslam filozofu Gazali’nin, verilen örnekler arasında yer alması ne anlama geliyor?
Ya da Gazali’nin bu eserindeki görüşlerine karşı çıkan Endülüslü İbni Rüşd’ün adı niçin anılmıyor?
Peki, ya o dönemlerin İslam tıbbında üzerinde çalışılan bazı konular sayıldığı halde, ‘İslam tıbbı’ deyince ilk akla gelen İbni Sina’nın anıtsal adı niçin anılmamış?
İbni Sina’nın aklı esas almasına, Gazali, anılan eserinde karşı çıktığı için mi? Haftaya hem bu soruları açarız hem de sorulacak başka sorularımız var... |
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder