
AYDINLANMA
Emre Kongar
19 Mayıs 1919:
Birinci Dünya Savaşı bitmiş…
Tarım Dönemi son buluyor…
Endüstri Dönemi egemenliğini ilan etmiş!
Din-tarım imparatorlukları tasfiye ediliyor…
Tarım Dönemi’nin dünya güçlerinden biri olan Osmanlı İmparatorluğu tarihin derinliklerine gömülüyor:
Çünkü Endüstri Dönemi’ni algılayamamış…
Avrasya’nın egemeni olarak rehavet içinde, Yeni Dünya’nın keşfini değerlendirememiş…
Batı’nın yepyeni bir teknolojik yapı içinde geliştiğini, bu gelişmenin arkasında yatan temel ögeleri anlayamamış…
Sonuçları görünce, güç ve toprak yitirmeye başlayınca aklı başına gelir gibi olmuş, ama tam da ayılamamış…
Dünyayı, toplumu değerlendirememiş, teknolojik ve ekonomik gelişmeyi izleyememiş, çareyi borç almakta, boyun eğmekte, taklit etmekte aramış…
Ve iflas etmiş.
Önce ekonomik ve mali egemenliğini yitirmiş…
Daha sonra da siyasal egemenliğini!
1854’te, Kırım Savaşı dolayısıyla aldığı ilk dış borçla boynuna tasmayı geçirmiş…
Düyunu Umumiye’nin ilanı olan 1881’den Birinci Dünya Savaşı’nın sonuna kadar, büyük devletler arasında paylaşılamadığı için, 37 yıl suni teneffüsle yaşatılmış…
Ve en sonunda, topraklarına Birinci Dünya Savaşı’nı kazanan devletlerce el konmuş:
İngiliz, Fransız, İtalyan askerleri İstanbul’u, Anadolu’yu işgal etmiş…
Bu yetmemiş, Batı’dan taze Yunan orduları, Doğu’dan taze Ermeni güçleri saldırıya geçmiş…
Bu da yetmemiş, Kurtuluş Savaşı’na karşı Halife’nin dini liderliği ve askeri birlikleri harekete geçirilmiş…
İşte Mustafa Kemal Atatürk bu koşullarda, Kurtuluş Savaşı’nı başlatmak, yeni bir devlet kurmak, yeni bir toplum yaratmak için 19 Mayıs 1919’da Samsun’a çıkmış!
Mucize benzeri iki zafer gerçekleştirerek Yirminci Yüzyıl’a damgasını vurmuş:
1) Zaten yeterince ekonomik gücü olmayan, ordusu yenilmiş, silah ve cephanelerine el konmuş, halkı savaşlarda telef olmuş Anadolu’da, Birinci Dünya Savaşı’nın galip devletlerine, Yunan ve Ermeni ordularına, Halife’nin kuvvetlerine karşı askeri bir zafer kazanmış…
2) Endüstri Devrimi’ni kaçırdığı için yok olan Osmanlı’nın kalıntıları üzerinde yeni, bağımsız ve çağdaş bir devlet kurmuş, kulolarak yaşayan insanlara çağ atlatmış, onlaravatandaşlık statüsü kazandırmış!
Ve bütün bunları yaparken önce bir Meclis kurmuş, sonra da sürekli olarak o Meclis’le birlikte çalışmış…
Savaşın en kritik anlarında, Meclis’le ihtilafa düştüğünde bile, liderliğinin meşruiyetini yine ondan almış…
Sonunda temelleri parlamenter demokrasi ilkelerine dayanan bir Cumhuriyet kurmuş.
Mucize benzeri ikinci büyük zaferi olan çağdaş bir devlet kurma atılımını ve topluma çağ atlatma projesini bu düzen içinde gerçekleştirmiş.
Bu arada başkanlık rejimine gereksinme duymamış…
Halifeliği, başkanlığı, führerliği, yoldaşlığı reddetmiş, parlamenter çerçevede, yetkileri sınırlı Cumhurbaşkanı olmuş.
“Kişiye özel” dikilecek olsa, “Başkanlık elbisesi” en çok Mustafa Kemal Atatürk’e yakışırdı. İstememiş…
“Kişiye özel” temeller üzerinde devlet yönetilemeyeceğini bildiği için…
Halkına, meclisine, partisine, arkadaşlarına ve en önemlisi, kendine güvendiği için.
Bilmem anlatabiliyor muyum!
Not: Yarın Bakırköy Marmara Forum’da 14-16, Esenyurt Akbatı’da 17-19 saatleri arasında Remzi Kitabevi’nde kitap imzalayacağım. |
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder