20 Oca 2013

Abdülhamid ve Türkçülük


Birkaç yazıdır, başvuru (referans) kaynağımız olan Doğan Avcıoğlu’nun “Türklerin Tarihi” (Tekin Yayınevi, 1978; Cilt 1.) adlı kitabından okuyalım:
[“Fransız İhtilâli’ne ve Osmanlıcılık dışında Türk tarihine ilgi, olumlu ve olumsuz yönleriyle ilginç bir kişiliği olan Abdülhamit’i ürkütür. Okul programlarını değiştirmek ister. Harbiye programlarına pek fazla dokunmasa da Mülkiye ve öteki yüksek okullar üzerinde baskıyı arttırır. Abdülhamit, okul programlarının yeniden düzenlenmesi ve dinsel inançların güçlendirilmesi amacıyla, Şeyhülislâm başkanlığında bir kurul kurar. Babıâli’ye yolladığı buyruğunda Sultan, ‘Mülkiye ve öteki İslâm okullarında yetişen öğrencilerin dinsel inançlarında zayıflama görüldüğünü, oysa Hıristiyan okullarında dinsel inancı pekiştirmeye büyük önem verildiğini’ belirtir ve ‘ders programlarının öğrencilerin dinsel inançlarının güçlenmesine hizmet edecek yolda düzenlenmesini ve düzeltilmesini’ ister. Mülkiye’ye, liselere ve öteki okullara medrese kökenli müfettişler yollayarak dinsel inançlara aykırı öğretim yapılıp yapılmadığını denetletir. Tarih dersini ilkokullardan kaldırır, öteki okullarda dondurur. Saray ve çevresini yakından tanıyan Halit Ziya Uşaklıgil’e göre, Abdülhamit tarih dersinden özellikle çekinir.”] (S.15)
Korkulan tarih
[“En çok korkulan tarihti: Fikrin asıl uyanışına hizmet edecek, ibret alanında bir aydınlık yaratabilecek olan bu tarih belâsı, yönetimin huzurunu kaldıran bir kâbustu. Ve her gün bir çılgın el, avucunda tarihten koparılmış bir küme yaprakla koşarak ganimetini Yıldız’ın iştahası bir türlü doyurulamayan ağzına götürürdü. Memleketin tarihinde ayaklanma, ihtilâl, tahttan indirme, suikat adına ne varsa, yönetim kötülüklerine, hırsızlık ve yolsuzluğa, bu yönetimin durumunu akla getirebilecek nitelikte ne bulursa, bunlar kaldırılır; hemen bunlarla baştan başa dolu olan, bunlar çıkınca ortada anlamsız, cansız bir ceset biçiminde kalan Türk tarihi, yalnız padişahların ululuğuna, savaş ve fetihlerin daima Osmanlı hanedanının yüceliğine yönelik övgülerden ibaret kalırdı. Hele Genel Tarih, perdesinin ucu kaldırılmayacak, yalnız bir deliğinden karanlıkta bakılabilecek bir sahneydi.”] (S.15-16)
Kim daha çağdaş?
AKP’nin başbakanı R. T. Erdoğan, II. Abdülhamid’ten ilham alıyor ama bunca yıl sonra bile tarihin olgularından ders çıkartamıyor.
Bir Osmanlı milleti yaratmak siyasetini, II. Mahmut’un (1785-1839) “Ben tebaamdaki din farkını ancak cami, havra ve kiliselerine gittikleri zaman görmek isterim” sözü çok iyi özetler.Bu cümleyi söyleyen padişahın dünya görüşü, “Sünni Müslüman dindar ve kindar nesiller” yetiştirmek istediğini dünyaya ilan eden AKP Başbakanı Erdoğan’ın kafa yapısından, kuşkusuz, yüzlerce yıl daha ileri. II. Mahmut modern bir çoğulcu. Erdoğan ise tam anlamıyla bir Sünni İslâm çoğunlukçusu; onun tartışılmaz egemenliğini savunuyor; ve bu zorbalığı ileri demokrasi kılığında piyasaya sürüyor.
Kim daha çağdaş II.Mahmut mu yoksa R. T. Erdoğan mı? Birincisi ikincinin kuşkusuz ecdadı değil. Erdoğan’ın ecdadı Alevilerin kökünü kazımak isteyen Yavuz Sultan Selim!
Panislamist II. Abdülhamid
Mümkünse, 9, 10, 11, 12 ve13 Temmuz 2012 günlerinde, Yusuf Akçura ve “Üç Tarz-ı Siyaset” çevresinde yayınlanan yazılarımı tekrar okumakta yarar var.
1800’lü yıllarda Osmanlı aydınları biz ne yaparız da bu devleti dağılmaktan, yıkılmaktan kurtarabiliriz diye düşünmeye başladılar. Türk, Arap, Kürt, Ermeni, Rum, Bulgar, Sırp, Makedon ve Arnavutlardan oluşan bir Osmanlı Milleti yaratmak düşüncesi tutmadı. Çünkü, Türkler (ve belki de Kürtler) dışında kalan bütün halklarda milliyetçilik hareketleri çoktan başlamıştı. Artık çok geçti. Böyle bir oluşum girişimi en azından 1453’ten itibaren başlamalıydı. Ne yazık ki Osmanlı “Saldım çayıra Mevlam kayıra” siyaseti uyguluyordu. Hiçbir halkta Osmanlı bilinci diye bir şey yoktu.
Ama Osmanlı milleti yaratma düşüncesi, İslamcılık ve Panislamcılık’tan çok daha ilerici idi. Özellikle Hıristiyan tebaanın Osmanlılık düşüncesinden uzak durması üzerine Jön Türkler, Avrupa’da gelişen İslamizm düşüncesine sarıldılar. Hızlarını alamayıp Osmanlı devleti sınırları dışındaki Müslümanları da hesaba katarak Panislamizm menziline vardılar. Padişah dünyadaki bütün Müslümanların halifesi değil miydi?
II. Abdülhamid yönetimi, Osmanlı devletinin Tanzimat döneminde terk ettiği dinî devlet şeklinden uzaklaştı. Artık din ve vicdan özgürlüğü, siyasî serbestlik, siyasî ve tebaa eşitliği söz konusu değildi. İslam dini devletin yapısına iyice yerleşti, okullar tam anlamıyla İslâmîleşti. Osmanlı tarihi sivil okulların müfredatından kaldırıldı.
Geriliğin nedenleri
Osmanlı, Avrupa karşısında geri kaldığını sonunda anlamıştı. Geriliğe çare olarak Osmanlıcılığı, Müslümanlığı ve Türklüğü çare olarak düşünmüştü. Bunların tamamı yanlıştı, zaten bu durum tarih tarafından kanıtlandı.
Doğrusunu isterseniz yukarıda sözü edilen Üç Tarz-ı Siyaset’i benimseyip peşinden koşanları eleştirmek, günümüzde çok kolay. Ancak her türlü siyaset tarzında sorun gelip dine ve şeriata dayanıyordu. Bu çıkmazdan laik Cumhuriyet sayesinde kurtulundu. Cumhuriyet komadaki hastayı diriltti.
2012 yılında, AKP Başbakanı Erdoğan’ın çok şaşırtıcı bir siyaset tarzı var: Bir Tanzimat ve Meşrutiyet siyasetçisi gibi kurtuluşu İslâm’da arıyor. Düşünce yapısının Sait Halim Paşa’dan en küçük farkı yok; uyguladığı siyaset II.Abdülhamid siyaseti. Cumhuriyetin saatini bir çocuk gibi parçalarına dağıtıyor ama kendi kafasına göre bir saat yapması mümkün değil.

Hiç yorum yok: