Mümkün olsa da bu yazım, “Anayasayı AKP Engelliyor” (21.12.2012), “Ne Vesayet ne de Hacr” (27.12.2012) başlıklı yazılarımın devamı olarak okunabilse. Birçok yazımda ve özellikle bu iki yazımda “Dinin Vesayeti”nden söz etmiştim. Bu yazılarda, askerî vesayete karşı olanların dinin vesayetinin farkına bile varmadıkları gerçeğine dikkat çekmek istiyordum. Belki de, dinin vesayeti altında yaşamak “sağcı solcular”a bile doğal geliyordu. Oysa “Vesayet”in olduğu yerde ne demokrasi vardır ne de özgürlük!
İslâmcılar ve AKP, demokrasi ve özgürlük aşkı için değil, İslâm’ın vesayetini yeniden kurmak ve sağlamlaştırmak için askerî vesayete karşıydılar. Dinin vesayetini engellediği için laikliğe karşıydılar.
AKP’yi iktidara getiren ve on yıldır orada tutan dinin vesayetidir. Şimdi, nüfusun yüzde doksan dokuz buçuğunun Müslüman olduğu bir ülkede dinin vesayetinden şikâyet de neyin nesi oluyor, diyenler çıkacaktır. Ama unutmamalı ki, dinin vesayetini özgürce kullanan bir siyasal iktidara karşı hiçbir muhalefet etkili olamaz. Bu nedenle, askerin vesayetine karşı olanlar, başta dininki olmak üzere bütün vesayetlere karşı olmalıdır.
Kant ve dinin vesayeti
“Din Vesayeti”ni kendi uydurmam sandığım için çekinerek kullanıyordum. Taner Timur’un “Marx-Engels ve Osmanlı Toplumu” (Yordam Kitap) adlı çok değerli kitabını okurken, yazarın Kant’tan yaptığı bir alıntıya rastladım:
“Aydınlanma’nın temel noktasını, insanların bizzat kendilerinin sorumlu oldukları vesayet durumundan, özellikle de din konularındaki vesayetten çıkmalarında görüyorum; çünkü dinî vesayet tüm vesayetlerin hem en zararlısı hem de en onur kırıcısıdır.” (s.29)
Cumhuriyet, toplumu dinin vesayetinden kurtarıp özgür birey ve vatandaşlar haline getirmek için laikliği seçti. Cumhuriyet’ten önce, Osmanlı döneminde, dinin vesayetini kullanarak toplumu yönlendiren, cebini dolduran ve devlet yönetimini etki altında tutan ulema sınıfı, anında laikliği karşı çıktı. Laiklik sözcüğünün ağza bile alınmadığı Tanzimat’tan itibaren.
Dinin vesayetine karşı olmak, bu vesayetten kurtulmak, elbette dine karşı olmak, dinden çıkmak anlamına gelmez. Özgür düşünce ve bilim için aklın ve bilincin dinin ipoteğinden, vesayetinden kurtulması gerekir. Bütün dünya halkları dinin vesayetinden kurtuldukları oranda bilim ve uygarlık alanında gelişme gösterdiler. Avrupa ve Kuzey Amerika aydınlanma çağından itibaren dinin vesayetinden kurtulup ilerlemiş ama Güney Amerika bunu başaramadığı için geri kalmıştır.
Müslümanların dünyası da dinin vesayetinden kurtulamadığı, kurtulmak isteyemediği için geri kalmıştır.
İslâm dünyasının sanayileşme ve teknoloji karşısında kendine olan nedensiz özgüvenini yitirmesi, Kuran’da yazılı olanların bilimsel gerçeklerle çatışıyor olması, bu dünyayı içine kapanmak zorunda bırakmış ve bu durum akıl dışı bir iddianın doğmasına yol açmış: “Her şey Kuran’da yazılıdır.” Böylece Kuran; matematik, fizik, kimya, tıp, astoronomi, hukuk ve siyasetin temel kitabına dönüştü. Böylece, İslâm’ın vesayeti, Musevilik ve Hıristiyanlığın vesayetine göre mutlak güç kazandı. Aydınlanma çağında Hıristiyanlık vesayet gücünü yitirirken, İslâm vesayetini giderek güçlendirdi.
AKP ve İslam’ın vesayeti
Laik Cumhuriyet, çıkardığı devrim yasalarıyla İslâm’ın vesayetini bir ölçüde sınırlandırmayı başardı. Bu sınırlı başarı bile Türkiye toplumunu epeyce çağdaşlaştırdı. Hukuk, eğitim ve öğretim dinin vesayetinden kurtulduğu için her alanda toplum ve birey yeni ve gelişmiş bir kimlik ve nitelik kazandı. Ancak toplumun tamamı değil, bir bölümü.
Sözü siyaset alanına getirecek olursak, dinin vesayetinden kurtulmamış toplum kesim ve katmanları AKP’ye oy veriyor; bu vesayetten belli ölçüde kurtulmuş olanlar bu partiye oy vermiyor.
Kendini “Muhafazakar Demokrat” olarak vaftiz eden AKP neyi muhafaza ediyor? Gelenek ve görenekleri mi, örf ve adetleri mi? Bunları muhafaza etmek bir siyasal partinin işi değil. Zaten bu olumlu ve olumsuz değerler bilinçli olarak muhafaza edilemez. Bu türden zihniyet zaten demokratik de değildir. AKP’nin “Muhafazakarlık” ile “Demokrasi”yi yan yana getirmesi tam anlamıyla sınırsız bir demagoji. AKP, hiçbir şeyi değil, sadece dinin vesayetini muhafaza ediyor. Siyasal ilkesi ve tek silahı bu!
Dinin vesayeti altında nasıl bir demokrasi olacak? Olmadığı, olamadığı tecrübeyle sabit!
AKP iktidara geldiğinden bu yana, dinin vesayetinden kurtulmuş kesime karşı tekrar İslamileştirme programı uyguluyor: Tevhid-i Tedrisat Kanunu’nun işlemez hale getirilmesi; imam-hatip okullarının yaygınlaştırılıp klasik liselerin yerine ikame edilmesi; Peygamber’in hayatının, Arapça Kuran’ın okullara ders programlarına alınması; hastanelerde Kuran kursları açılması; kentlerin, bütün yerleşim yerlerinin, üniversite kampüslerinin camilerle, okulların mescitlerle doldurulması ve benzeri girişimler bu fesat programının parçaları.
Nesnel tarih ve toplum psikoloji bilgisinden yoksun oldukları için başbakanları, Kürt sorununu çözümleme yolunda “Biz aynı kıbleye dönen tek bir milletiz. Silahı aradan çekeceğiz, sıkılı yumrukları aradan çekeceğiz. Kardeşçe kucaklaşacağız. Buradan 75 milyona şu hadisi şerifi hatırlatmayı borç biliyorum. Peygamberimiz ‘Müminin mümine bağlılığı, taşları kenetlenmiş bir bina gibidir’ der. İşte biz milletçe böyle olmalıyız.” (Birgün, 16.01.13)
Başbakan, İslâm’ın peygamberine atfedilen bu hadisin, hiçbir zaman gerçekleşmediğini kuşkusuz biliyor ama gene de söylüyor.
Başbakan Yardımcısı Bülent Arınç’ın “İnşallah Cenab-ı Hak imkan verirse, milletimiz desteğini devam ettirirse, güven duymaya devam ederse, biz de büyük hatalar işlemezsek, fitne ve fesat aramızda yeşermezse daha üç dönem değil, herhalde bir 13 dönem daha Türkiye’de AK Parti’nin iktidarını herkes görecek ve herkes yaşayacak” (Milliyet, 14.01.13) iddiası tam anlamıyla bir psikolojik savaş taktiği. AKP bu taktiği çok iyi uygulayarak beyinleri yıkıyor. Oyunu blöf üzerine kurulu bir poker oyuncusu!
2002’den bu yana kim bilir kaç büyük hata yaptılar; AKP’nin Suriye politikası, panislamist siyaseti bu partinin önümüzdeki seçimde iktidara veda etmesini gerektirir.
AKP İslamcı ve muhafazakar “din vesayeti” sayesinde iktidara geldi ve bu vesayetin devam ettiği sürece iktidarda kalma olasılığı var.
Demokrasinin türlü tanımı var ama biz seçimlerle ilgili tanımını yapalım: Demokrasi, iktidar adaylarının eşit koşullarda seçime girdiği bir rejimdir; din vesayetinin bir parti tarafından kullanıldığı ortamda demokrasiden söz edilemez. İşte bu nedenle anayasa ve yasalar dinin siyasete alet edilmesini yasaklıyor.
Ama...
“Bu ülkede insanlar düşüncelerinden, inançlarından dolayı sadece Diyarbakır zindanlarında zulüm görmediler. Mamak’ta, Metris’te yaşananlar dışarıda farklı gruplara aynı derecede vahşice yaşatıldı. Gerek bu salondaki, gerek bu salon dışındaki yüz binlerce kardeşim bu zulmü iliklerine kadar yaşadılar. Namaz kılıyoruz diye bizimle alay ettiler. İmam hatipliyiz diye bizi aşağıladılar. Sakalı olanı, selam-ı aleyküm diyenleri bile ötelediler. Kitaplarımız yasaklandı. Gazetelerimiz, dergilerimiz, partilerimiz kapatıldı. Siyaset yapmanın önünü türlü engellerle tıkadılar.
Bizzat benim en yakın arkadaşlarım kalleşçe şehit edildiler. Eşi başörtülü olduğu için işinden atılanlar oldu. Kendi öz yurdunda kendi vergisiyle yapılmış okullarda okuyamayan çocuklarımız oldu. İnsanlarımızın iş kurma hakkı kısıtlandı. Bir çoğunun hayat hakkı elinden alındı. Çirkin senaryolarla komplolarla inançlarımız ayaklar altına alınıp çiğnenmek istendi. Birileri Diyarbakır zindanlarında feryat ederken bizler de büyük Türkiye hapishanesi içinde öz vatanında parya muamelesi gördük. Ama dikkatinizi çekiyorum. Hiçbir zaman elimize silah almayı aklımızın ucundan geçirmedik. Sokağa çıkıp anarşiyi üretmeyi aklımıza getirmedik. Çünkü biz düşüncelerimize inandık. İnançlarımıza güvendik.”
Hiçbiri doğru değil
Başbakanın söylediklerinin hiçbiri doğru değil. İslâmın vesayetinin laiklik tarafından sınırlandırılmasını zulüm olarak adlandırıyor. Başbakana göre şeriat doğmalarının yerini Medeni Kanun’un alması zulüm oluyor! Yobaz yetiştiren medreselerin kapatılıp eğitim ve öğrenimin laik okullarda yapılması zulüm! İmam nikahının yasaklanıp yerine “Belediye nikahı”nın uygulanması zulüm! Din adamı meslek okulu olan imam-hatip okullarından diploma alanların bütün meslekleri ele geçirmelerinin engellenmesi zulüm! Kısacası laik düzen bütünüyle zulüm! Başbakan bunu söylüyor aslında ve dinin vesayetini pekiştirmek ve yaygınlaştırmak istiyor ki AKP 13 seçim daha iktidarda kalabilsin.
Yürürlükteki anayasanın “din ve vicdan hürriyeti”ne ilişkin 24. maddesi şöyle bitiyor: “Kimse, devletin sosyal, ekonomik, siyasî veya hukukî temel düzenini kısmen de olsa, din kurallarına dayandırma veya siyasî veya kişisel çıkar yahut nüfuz sağlama amacıyla her ne suretle olursa olsun, dini veya din duygularını yahut dince kutsal sayılan şeyleri istismar edemez veya kötüye kullanamaz.”
Anayasa dışına çıkan Başbakan
Başbakan parti grubunda yaptığı konuşmasını göndermelerle, üstü kapalı yapmasa, dobra konuşsa, ne demek istediği tam olarak anlaşılacak. Özetle laik düzenin, İslâmın vesayetini zayıflattığını, din diktatoryasını engellediğini söylemek istiyor. Şikayetleri yasa ve anayasa dışı. Said Nursî’nin kitapları, son günlerde serbest bırakılan binlerce kitapla birlikte yasaklanmıştı ama Nur risaleleri her yerde alenen okunuyor, dini eğitim ve öğretim malzemesi olarak kullanılıyordu. Yoksa, kendileri ve Fethullah tayfası nasıl yetişecekti?
Başbakan’ın saptırmalarından biri de şu: Laik düzenden tedirgin mürtecilerin kendilerini zulme uğramış hissetmeleri ile silah kullanan PKK’nın duruşu.
Laik düzenden hoşnut olmayan mürteciler CHP’den başlayarak Demokrat Parti, Adalet Partisi, Yeni Türkiye Partisi, Anavatan Partisi ve Erbakan partileri içinde siyaset yaptılar ve laik düzeni kemirmek için çalıştılar ve başarılı oldular. Oldular ki AKP iktidara geldi. Yeraltı siyaseti başarılı olmasaydı, iktidarların müsamaha ve desteğine mazhar olmasaydı kuşkusuz onlarda laik düzene karşı silaha sarılırlardı.
Başbakan’ın grup toplantısında yaptığı konuşma, eski gelenek ve alışkanlığın devamı olarak, silaha sarılmaktan beter. Göreceksiniz, yukarıya son bölümünü aktardığım, mevcut anayasanın 24. maddesinin yeni anayasada aynen yer almaması için AKP yeni göğü inletecek.
Ülkede İslâmî Vesayet taraftarı en fazla yüzde 15 ama İslamcı ve muhafazakârların iktidarından medet umanlar sayesinde AKP iktidara geldi. AKP iktidarı sayesinde, seçmen; hırsızların, uğursuzların, katillerin, rüşvetçilerin, yalancıların, sübyancıların, ensestçilerin, dolandırıcıların yüzde 99’unun “Elhamdüllâh Müslümanım” diyenlerden oluştuğunu görüyor, görecek... Ve belki de “dindar siyaset, sömürüyü, eşitsizliği, sefaleti engelleyemiyormuş” diye düşünmeye başlayacak. Bakalım...
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder