25 Oca 2013

En ideal zikir Kur’an okumaktır

Kur’an’ın en önemli kavramlarından biri olan zikir, türevleriyle birlikte 260 küsur yerde geçmektedir. Sadece zikir kelimesi 90 küsur yerde kullanılmıştır.

Kelime anlamıyla zikir, ‘unutulan bir şeyi hatırlamak ve bir şeyi unutmamak için sürekli hatırda tutmak, şeref, öğüt, düşündürücü’ demektir. Zikir, aynı zamanda Kur’an’ın adlarından biridir. Kur’an kendini bu adla defalarca anmaktadır. (Örnek olarak bk. 3/58; 7/63; 12/104; 15/6, 9; 16/44; 21/50; 36/69; 38/49; 68/51, 52)

Kur’an’ın hem adı Zikir’dir hem de içi zikirle doludur. Kur’an, aynı zamanda ‘zikirle dolu’ (zü’z-zikr) bir kitaptır. (bk. 38/1)

Tam bu noktada, tasavvuf tarihinin ciddî sapmalarından birini ele almak gerekiyor. ‘Allah’ı zikretmek’ anlamında zikir, tarikatların asırlık şartlandırmaları yüzünden, belli tarikat vird-lerini tekrar tekrar okumak anlamında dondurulmuştur. Oysaki Kur’an’ın söylediği bunun tam tersidir. Allah’ı zikrin en yüce ve en etkili şekli, Allah’ı Kur’an okuyarak zikretmektir. Dahası, zikretmek, Kur’an okumakla eşanlamlıdır. Kur’an’ın ilk emri “Oku!” olduğu gibi, temel ibadet de Kur’an okumaktır. Namaz, Kur’an okuma emir ve ibadetinden daha sonra vahyedilmiştir.

İş bu kadarla da bitmez: Kur’an, namazla Kur’an’ın karşılaştırmasını da yapmış ve sonucu müminlerine bildirmiştir. Kur’an şöyle diyor:

“Kitaptan sana vahyedileni oku! Namazı da yerine getir! Çünkü namaz, çirkinliklerden ve kötülüklerden alıkoyar. Allah'ın zikri/Kur'an'ı ise elbette ki daha büyüktür! Allah, neler yaptığınızı biliyor.” (Ankebût, 45)

CUMA NAMAZI VE KUR’AN OKUMAK

Kur’an, yeni zamanlar için çok hayatî pencereler açacak bir tespit daha yapıyor: Bir ibadet olarak Cuma namazı ile ‘zikrullah’ (Kur’an) eşitlenmiştir. Ayet şöyle diyor:

“Ey inananlar! Cuma günü, namaz için çağrı yapıldığında, Allah'ın zikrine/Allah'ın Kur’an’ına koşun! Alışverişi bırakın! Eğer bilirseniz bu sizin için daha hayırlıdır.” (Cumua, 9)

Bu ayetin bize bildirdiği gerçek şudur:

Bir mümin, Kur’an’ın emrettiği Cuma vakti ibadeti için isterse cemaatin oluştuğu bir yerde cuma namazı kılar, isterse cuma namazı vakti süresi kadar Kur’an okur veya Kur’anî bilgilerle meşgul olur.

Bu eşitlemede şaşılacak bir yan yok. Kur’an, salâtın (namazın) esas amacının ‘Allah’ı zikir’ olduğunu zaten bildirmiştir:

“Bana ibadet et ve namazını, benim zikrim için/beni hatırlayıp anmak için yerine getir." (Tâha, 14)

Allah’ı zikrin en yücesi de Kur’an olduğuna göre, Kur’an okuyan (Kur’an’ı tilavet eden veya Kur’an ilimleriyle meşgul olan), namazın en yücesini kılmış olur. Böyle birisinin, Kur’an’la meşguliyeti bırakmak pahasına kalkıp namaza gitmesi bir tercih meselesidir; bir emir veya kazanç değil.

Bu gerçeklerin geleneksel dayatmalarla dışlanmış olması, art arda yıkımlar getirmiştir. Bir defa, din bahsinde otorite, Kur’an ehlinden alınıp tevil, ilham ve rüya tüccarlarına verilmiş, böylece, toplumlara ve zihinlere ilim yerine teviller ve rüyalar egemen olmuştur. Oysaki bu anlayış, Kur’an’ın insan hayatından kovmak istediği temel belanın ta kendisidir. Kur’an şöyle diyor:

“Bilmiyorsanız zikir/Kur'an ehline sorun.” (Hicr, 43; Enbiya, 7)

Biraz önce değindiğimiz yıkım ise bu Kur’ansal emrin şu şekle dönüşmesine yol açmıştır:  “Eğer bilmiyorsanız, tarikat ehline ve tarikat şeflerine sorun!” Ve bu hezeyan, Müslüman kitlelerin beynine Allah’ın emri gibi kazılmıştır. 

Hiç yorum yok: