15 Oca 2013

Şeytanın Zaferi


Dervişin biri evine giderken yolda bir grup insanın, ağlayan yakarışlarla bir sakız ağacına tapındıklarını görür. İnsanların, evrenin yüce yaratıcısını bırakıp basit bir ağaca tapınmaları dervişi çok üzer. “Ben bu ağacı keseyim de bu cahiller tapındıkları bu zavallı ağacın kendisine bile faydası olmadığını anlasınlar” der.  Evine koşup baltasını alır. Tapınan insanların dağılmasını bekler. İnsanlar dağıldıktan sonra baltasını alır ve ağacı kesmek için yeltenir.
Aniden karşısına biri çıkar.
-Nereye böyle derviş!
-Şu zavallı ağacı Tanrı bilip tapanlar var, bende onu keseceğim ki insanlar Tanrı olamayacağını anlasınlar.
-Kesme! Bırak kalsın ağaç.
-Neden? Sen kim oluyorsun da beni alıkoymaya cüret ediyorsun?
Adam cebinden koca bir duka altın çıkarır ve dervişe uzatır.
-Ben şeytanım. Bu insanlar yıllardır benim yolumda. Onları korumak istiyorum. Sana gücüm yetmez. İstersen anlaşalım. Eğer ağacı kesmezsen bu altını sana vereceğim. Ve her sabah uyandığında yastığının altında bu altınlardan bir tane bulacaksın? Sende bu altınlarla istediğin gibi hayr-u hasenat edersin.
Derviş, duka altının ışıltısına bakakalır. Bir an zengin birinin dine nasıl hizmet edebileceğini düşünür. Camiler, medreseler…
-Peki, ya sözünde durmazsan, sabah yastığımın altında altın bulamazsam?
Diye sorar derviş.
-O zaman gelir ağacı kesersin.
Derviş peki der ve altını alıp ağacı kesmekten vazgeçer. Evinde bütün gece altınlarla ne yapacağının hayalini kurar. Camiler, medreseler… Bir süre sonra yatırım yapıp parayı değerlendirmesi gerektiğini düşünür. Evler, araziler…
Daha sonra, kadınlar, türlü yiyecek ve içecekler…
Sabah olunca derviş şevkle elini yastığının altına sokar. Arar durur, yastığı parçalar ama altın yoktur. Hırsla baltasını kaptığı gibi ağacı kesmeye koşar.
Şeytanın kendisini kandırmış olması çok ağırına gitmiştir. Ağaca yaklaşınca bakar ki şeytan ağacın altında oturuyor.
-Seni adi şeytan, beni kandıracağını mı sandın? Altın falan yoktu yastığımın altında. Şimdi şu ağacı keseyim de gör.
-Pekâlâ, kes ağacı bakalım, der şeytan.
Derviş baltasını kaldırır ve öylece kalakalır. Baltayı ağaca vuramaz. Tüm vücudu kasılıp kalmıştır.

-Ne oluyor bana! Ne yaptın bana kör şeytan! Allah’ım yardım et!
Şeytan kahkahalarla güler dervişin haline.
-Dün, gerçekten samimi duygularla insanların cehalet abidesi olan bu ağacı kesmek istemiştin. O yüzden benim gücüm seni engellemeye yetmedi. Ama şimdi kendi nefsin için buradasın ve bir altın için ihanet ettiğin Allahtan yardım dileniyorsun. Artık bu ağacı kesemezsin derviş efendi…
Acıklı bir son değil mi?
Hayatlarını dine adadığını sanan insanlar kırmızı altın ve beyaz baldırla sınanmadıkça, “biz Allah rızası için çalışıyoruz” demesinler. Bir zamanların yoksul ancak samimi Müslümanlarının cipler, villalar, marka giysiler içerisindeki gülünç hallerini görünce hep bu kıssayı hatırlarım. Allahın rızasını ne için sattıklarını merak ederim. “Müslüman’ın bu çağda düşmanlarıyla mücadele etmesi için onların silahlarıyla silahlanmaları gerektiğine” inanan zavallı Müslümanlar, paraya sahip olunca, derviş gibi hayallerindeki sapmalardan bihaber, yaptıkları her türlü acınası fiile Kurandan Hadisten bir fetva bulup Allah’ı ve peygamberini şahsi fantezilerine şahit tutuyorlar. Her türlü pisliklerinin haklı bir sebebi var elbet.
Onlara gönül veren “dervişlere” sesleniyorum!
Dini liderlerin araba markalarına bakın, kıyafetlerinin markalarına…
Yattıkları yere, yedikleri içtiklerine, gelen hediyelere, onlara yakın olanların mal varlıklarına… Sıradan biriyle, zengin birine nasıl davrandıklarına bir bakın.
Hangisinden İsa’nın, Muhammed’in, kokusu geliyor?
Biraz kulak kesilin! Şeytanın kahkahalarını duyacaksınız…

Hiç yorum yok: