Yazabildiğim ve söyleyebildiğim her yerde, yaklaşık on
yıldan beri belirtmeye çalıştım : AKP iktidarı iki “formül” üzerine
kurulmuştur.
Birincisi : AB için yapılması ön görülen “reformlar” = AKP’nin ve ABD+ AB’nin Türkiye’yi örnek bir “ulus devlet” olmaktan çıkartmak için yapacakları.
İkincisi : AB + ABD = AKP’nin iktidar sigortası.
Geçtiğimiz haftanın somut gelişmeleri, artık bu ikili formülün “çözülmekte” olduğunun işaretlerini oluşturdu.
1. İsrail ve ABD, Katar’ı da peşlerine takarak, verilen demeçler ve girişilen edimleriyle, Suriye konusunda Türk Başbakanı ve Dışişleri Bakanı’ndan esastan ayrılan bir değerlendirme içinde olduklarını gösterdiler. Erdoğan ve hele Davutoğlu’ya göre, Suriye’de asıl mesele Esad’ın “gönderilmesi” iken, ABD ve İsrail için –ve tabii AB için – asıl konunun Esad’ın gitmesinden çok, bölgede El Kaide başta olmak üzere “Cihad”çı unsurların güçlenmesinin önüne geçilmesi olduğu belli edildi. Bu nedenle Türkiye’nin Suriye’deki muhalefeti destekleme ve silahlandırma çabalarının denetlenmesi ve Katar’ın Türkiye’nin yanından çekilip alınması söz konusu.
2. ABD ve AB yetkilileri geçen hafta içinde pek de diplomatik olmayan bir üslupla, AKP iktidarının hal ve gidişinden hoşnut olmadıklarını açıkladılar. Ankara’daki ABD Büyükelçisi’nin normal bir durumda bütün Türk vatandaşlarını rahatsız etmesi gereken sözlerine iktidar kanadından gelen cılız tepkilere cevap, Washington’dan geldi : Dışişleri Sözcüsü, Büyükelçi Ricciardone’ye arka çıkarak, onun uyarılarının eski ve yeni ABD Dışişleri Bakanları’nın görüşü olduğunu belirtti. İşin ilginç yanı, ülkesindeki yargı düzeninden, komutanların, gazetecilerin, bilim adamlarının ve öğrencilerin neredeyse suçlanmadan ve yargılanmadan cezalandırılıyor olmalarından derin bir rahatsızlık duyan Türk kamuoyu, olağan dışı olan bu durumda, ABD’ye bir tepki göstermedi. Başkalarının iç işlerini uluslararası sorun haline getirmeyi adet edinmiş olan Başbakan ve Dışişleri Bakanımızdan ise ses çıkmadı. ABD’nin “uyarıları”na, Avrupa Konseyi ilgilileri ve Almanya İçişleri Bakanı da –hem de Ankara’dayken- katıldı ve açık konuşabildi.
3. Ricciardone Ankara’da diplomatik üslubun epeyce dışına çıkıp, Türkiye’nin iç işlerini sanki başından beri ABD’nin meselesiymiş gibi “yorumlarken”, aynı sırada Washington’dan Türk Başbakanı ve Dışişleri Bakanı’na ağır bir suçlama geldi : ABD Dışişleri Sözcüsü Victoria Nuland, Erdoğan ve Davutoğlu’nun İsrail’le ilgili sözlerine , pek de yenilir, yutulur olmayan bir değerlendirmeyle yaklaştı. Nuland, “Türk yetkililerinin kışkırtıcı ifadeleri bizim için çok endişe vericidir” dedi. Bu sözler, zamanında ortaya konan “one minute”lü tepkilerin icazetli olduğu ve şimdi ilgili kişilere bir “yeni ayar” verildiğini düşünenleri haklı çıkardı. Bir de gösterdi ki, ABD için bölgede asıl önemli olan konuların başında İsrail’in güvenliği gelir. Ne dersiniz, Tayyip Erdoğan’a bir türlü randevu vermeyen ABD Başkanı’nı ilkbaharda İsrail’i ziyaret edeceğini açıklamasına ?
Çok değil, birkaç yıl önce Avrasyacılık suçlamasıyla (!) itham edilenlerin olduğu bu ülkede, şimdi Başbakanın “Şanghay Beşlisi”ne (Şanghay İşbirliği Örgütü demek istiyor) girmekten söz etmesi anlamlı değil mi ? Ya da 2004’te AB’ye girdik diye güpegündüz atılan ve bu yüzden parıltısını göremediğimiz havai fişeklerin gürültüsü hâlâ kulaklarımızı tırmalarken, aynı Başbakan’ın AB’ye “bize saygısızlık yaptılar, almazlarsa almasınlar” diye meydan okuması neden ?
Belki de yukarıdaki ilk formülle elde edilen hasıla, artık ikinci formülün uygulanmasına gerek bırakmadığı içindir… Kim bilir ?
Birincisi : AB için yapılması ön görülen “reformlar” = AKP’nin ve ABD+ AB’nin Türkiye’yi örnek bir “ulus devlet” olmaktan çıkartmak için yapacakları.
İkincisi : AB + ABD = AKP’nin iktidar sigortası.
Geçtiğimiz haftanın somut gelişmeleri, artık bu ikili formülün “çözülmekte” olduğunun işaretlerini oluşturdu.
1. İsrail ve ABD, Katar’ı da peşlerine takarak, verilen demeçler ve girişilen edimleriyle, Suriye konusunda Türk Başbakanı ve Dışişleri Bakanı’ndan esastan ayrılan bir değerlendirme içinde olduklarını gösterdiler. Erdoğan ve hele Davutoğlu’ya göre, Suriye’de asıl mesele Esad’ın “gönderilmesi” iken, ABD ve İsrail için –ve tabii AB için – asıl konunun Esad’ın gitmesinden çok, bölgede El Kaide başta olmak üzere “Cihad”çı unsurların güçlenmesinin önüne geçilmesi olduğu belli edildi. Bu nedenle Türkiye’nin Suriye’deki muhalefeti destekleme ve silahlandırma çabalarının denetlenmesi ve Katar’ın Türkiye’nin yanından çekilip alınması söz konusu.
2. ABD ve AB yetkilileri geçen hafta içinde pek de diplomatik olmayan bir üslupla, AKP iktidarının hal ve gidişinden hoşnut olmadıklarını açıkladılar. Ankara’daki ABD Büyükelçisi’nin normal bir durumda bütün Türk vatandaşlarını rahatsız etmesi gereken sözlerine iktidar kanadından gelen cılız tepkilere cevap, Washington’dan geldi : Dışişleri Sözcüsü, Büyükelçi Ricciardone’ye arka çıkarak, onun uyarılarının eski ve yeni ABD Dışişleri Bakanları’nın görüşü olduğunu belirtti. İşin ilginç yanı, ülkesindeki yargı düzeninden, komutanların, gazetecilerin, bilim adamlarının ve öğrencilerin neredeyse suçlanmadan ve yargılanmadan cezalandırılıyor olmalarından derin bir rahatsızlık duyan Türk kamuoyu, olağan dışı olan bu durumda, ABD’ye bir tepki göstermedi. Başkalarının iç işlerini uluslararası sorun haline getirmeyi adet edinmiş olan Başbakan ve Dışişleri Bakanımızdan ise ses çıkmadı. ABD’nin “uyarıları”na, Avrupa Konseyi ilgilileri ve Almanya İçişleri Bakanı da –hem de Ankara’dayken- katıldı ve açık konuşabildi.
3. Ricciardone Ankara’da diplomatik üslubun epeyce dışına çıkıp, Türkiye’nin iç işlerini sanki başından beri ABD’nin meselesiymiş gibi “yorumlarken”, aynı sırada Washington’dan Türk Başbakanı ve Dışişleri Bakanı’na ağır bir suçlama geldi : ABD Dışişleri Sözcüsü Victoria Nuland, Erdoğan ve Davutoğlu’nun İsrail’le ilgili sözlerine , pek de yenilir, yutulur olmayan bir değerlendirmeyle yaklaştı. Nuland, “Türk yetkililerinin kışkırtıcı ifadeleri bizim için çok endişe vericidir” dedi. Bu sözler, zamanında ortaya konan “one minute”lü tepkilerin icazetli olduğu ve şimdi ilgili kişilere bir “yeni ayar” verildiğini düşünenleri haklı çıkardı. Bir de gösterdi ki, ABD için bölgede asıl önemli olan konuların başında İsrail’in güvenliği gelir. Ne dersiniz, Tayyip Erdoğan’a bir türlü randevu vermeyen ABD Başkanı’nı ilkbaharda İsrail’i ziyaret edeceğini açıklamasına ?
Çok değil, birkaç yıl önce Avrasyacılık suçlamasıyla (!) itham edilenlerin olduğu bu ülkede, şimdi Başbakanın “Şanghay Beşlisi”ne (Şanghay İşbirliği Örgütü demek istiyor) girmekten söz etmesi anlamlı değil mi ? Ya da 2004’te AB’ye girdik diye güpegündüz atılan ve bu yüzden parıltısını göremediğimiz havai fişeklerin gürültüsü hâlâ kulaklarımızı tırmalarken, aynı Başbakan’ın AB’ye “bize saygısızlık yaptılar, almazlarsa almasınlar” diye meydan okuması neden ?
Belki de yukarıdaki ilk formülle elde edilen hasıla, artık ikinci formülün uygulanmasına gerek bırakmadığı içindir… Kim bilir ?
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder