Bir kez daha Kürt açılımı rüzgarıyla oyalanıyoruz. Bundan bir ay önce, Erdoğan’ın kamu kanaati önündeki “sert” açıklamalarının, İmralı’daki müzakereleri gizleme amaçlı olduğunu yazmıştım. Şimdi bundan bir ay sonra, medyamızda esecek “hüsran” rüzgarlarını da haber verebilirim. Anayasa hüsranından hemen önceye denk gelecektir.
Ünlü Cezayirli üçüncü dünyacı düşünür Franz Fanon, sömürge aydınının sömürgeciye özenişini müthiş bir isabetle saptamıştı. Ülkemizde Kürt hareketi de Türk siyasetini sömürge sayıyor ya, özenmekten geri kalmamışlar. BDP ve yasal Kürt siyaseti, tam bir “yeni” CHP’ye döndü; bir kariyeristler, dolayısıyla da çapsızlar deryası durumunda. Hükümet ve medyadan bir sinyal gelmeyegörsün, hemen heyecanlanıyorlar. En son, Erdoğan’ın hakaret yağmuru altında, BDP milletvekili Hasip Kaplan, kendini tutamayıp İmralı’yla dönmekte olan görüşmeleri ima edince, eşbaşkanları Selahattin Demirtaş tarafından sert biçimde susturulmuştu. Anlaşılan, ikinci bir “Habur Kazası” korkusu söz konusuydu.
BDP, İmralı’daki müzakereleri gizleme vebalini AKP’yle birlikte üstlenmişti. Yasal Kürt siyaseti, toplumdan kaçırılan pazarlıklarla “barış” yapılabileceği aldatmacasının figüranlığını yapadursun, AKP medyası ortaya çıktı ve görüşmelerin içeriğini yayınladı. İmralı’yla müzakereleri yürüten MİT’ti ve federasyondan kamu kuruluşlarında anadil kullanımına dek bir dizi başlıkta art arda vaatler salınıyordu. Nazar değmesin, Ocak sonuna doğru kamu kanaatinin önüne bir “çözüm programı” sunulacaktı.
Sezaryen usulü Anayasa
İmralı’daki bu alelacele “barış” müzakereleri, AKP’nin anayasa takviminin sıkışmasıyla da denk düşmüştür. Cemil Çiçek, 2012 başında, “değişikliği sürecinin 2012 sonuna kadar önemli bir noktaya getirileceğine inancının tam olduğunu” açıklamış, ama tam bir açmazla karşılaşmıştır. Anayasa eninde sonunda bir “toplumsal uzlaşma” metnidir ve AKP gibi pek çok vebal üstlenmiş bir partinin kimseyi uzlaştırması mümkün olmamıştır.
Peki ne olacak? En başta TÜSİAD, AKP’yi iktidarda tutan güçler, Genelkurmay’ın bunları “merkez güçler” olarak tarif ettiğini öğrendik, 1923 Cumhuriyeti’ni resmen tarihe gömecek anayasa için bastırıyor. Bu nedenle sıkışan AKP en iyi bildiği işi yapmış ve muhalefeti bir diğeriyle tehdit ederek hizaya getirme hamlesine girişmiş durumdadır. “Anayasayı kendi başıma yaparım” yollu blöflerle CHP ve BDP’yi Meclis’e soktuğundan, aynı ucuzluğun yeni bir çeşitlemesini üretmekten geri kalmıyor. Bir yandan İmralı müzakereleriyle BDP’yi, bir yandan da sadık bekçisi MHP’yi, “sen olmazsan öbürüyle” diyerek anayasaya imza attırmaya çabalıyor. MHP yönetimi dünden razı, Kürtler nazlıdır.
Türk ve Kürt milliyetçiliğiyle bu kadar rahat oynayabilmesini AKP’nin despotlara özgü becerisine mi, bu iki partinin hayret verici omurgasızlığına mı bağlamalı, tartışmalıdır. Ama flörtten peydah edilmeye çalışılan çocuğun, alelacele sezaryenle çıkarılması, ölü doğacağına kesin dalalettir. Gerçek şu, AKP’nin içinde bulunduğu, rengini verdiği bir anayasa kimseyi uzlaştıramaz ve ancak terörle, devlet terörüyle dayatılabilir.
Artık çok geç
Heyhat, artık çok geç kalındı. İstanbul Barosu Başkanı Ümit Kocasakal, 29 Ekim ve 13 Aralık uyanışına bakıp “uyuşukluk atıldı” açıklamasını yapmıştı; Yalçın Küçük, OdaTV mahkemesinde, yeni bir on yıla girdiğimizi ilanen, “uyuşuk on yıl bitti” diyordu. Toplum, kendisinden gizli pazarlıklarla “barış” yapan devletin terörünü de “barışını” da kabul edecek gibi görünmüyor.
İmralı gösterisinin ardı
Kuşkusuz, İmralı pazarlıklarında AKP’nin anayasa dışında da bir kısıtı var. İmralı müzakereleri, sonbahar’da başlamış bir süreçti ve büyük ölçüde Suriye’deki gelişmelerle paraleldi. Medyamızda AKP karşıtlığını elden bırakmayan yazarların bile AKP‘nin müzakere politikasına yoğun desteğinde görebiliyorduk: Müzakere emri büyük yerden gelmişti.
Hedefi ise bellidir. Suriye’de Esad’ın son derece keskin PYD hamlesiyle, Kürt sorunu belki de 1990 yılından beri ilk kez ABD-İsrail’in kontrolünden çıkma eğilimine girdi. Doğrudan İsrail’in denetimindeki bir Barzanistan’a alternatif, karşı kutbun inisiyatifiyle örtülen başka bir Kürt programı belirdi. Mesele, PKK-PYD oluşumunun, mümkünse Barzani’yle de bağlanarak emperyal programa bütünüyle çekilmesidir. Bu uğurda ABD, Suriye muhalefetini yeniden biçimlendirirken, AKP de İmralı’ya koştu. Son derece tuhaf taleplerle başlatılan açlık grevlerinin aynı ölçüde tuhaf ve belirsiz bitişiyle, Öcalan’ın örgüt üzerinde söz sahibi olduğunu, beklendiği gibi Türk kamu kanaati hayranlıkla görmüş müdür, bilemiyoruz. Ama buna hayran olmadıysa, Öcalan’ın komünist yola sapmadan önce nasıl bir Müslüman olduğunu görüp gözleri kamaşmış olmalıdır.
Gizli vaat var mı?
AKP vaat paketini dudak ısırtacak maddelerle süslüyor. Kamu kanaatine açıklananların dışında, çok ağır bir vaadin “fiilen” İmralı’ya söylenmiş olması mümkündür. İlk açılım sırasında Öcalan, PKK’nin silahlı milisler olarak kentlerde örgütlenmesine izin verilmesini istemişti. AKP’nin veremediğini Suriye verdi. Şimdi tepedekiler, AKP’nin bu konuda kulağını çekmiş midir, “yerel yönetim” ve “federasyon” tasarılarının ayrıntılarında görülür.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder