14 Şub 2013

Güneydoğu Türk Sorunu


Bu günlerde Kürtlere dair hazır her şey konuşuluyorken, hiç kimsenin haklarında tek bir söz söylemediği, varlıklarından bile kamuoyunun birçoğunun haberdar olmadığı, otuz yıllık terörle mücadele sürecinde sürekli “Araf’ta” yaşamak zorunda bırakılan, Doğu ve Güneydoğu’da yaşayan Türklerin sorunlarından bahsetmek istiyorum.

türk olmakBilmeyenler için söyleyeyim, Güneydoğu’da terörün sebep olduğu göç öncesine kadar, sonradan il veya ilçe olan yerler dışında, il ve ilçe merkezlerinde genelde Türkler yaşardı. Birkaç ilçe dışında şehir merkezlerinde neredeyse Kürtçe konuşulmazdı. 80’li yılların sonuna kadar il ve ilçe merkezlerinde konuşulan dil güneydoğuya has şivesiyle Türkçeydi. Mardin ve Siirt gibi illerde Türkçe ile beraber Arapça ve Süryanice de konuşulurdu. Şehir yerlileri ya Türk, ya Arap, ya da gayri Müslim Süryani, Ermeni veya Yahudilerdi. Kürtler genelde ova köylerinde yaşarlardı. Aslında Kürt olmayan ama bu günkü moda gereği Kürt sayılan Zazalar ise dağ köylerinde yaşarlardı. Nadiren şehirlere yerleşen Kürtler dahi bölgenin şivesini benimseyerek Kürtçe yerine Türkçe konuşurlardı. Bu durum herhangi bir baskı veya zorlama sonucu değil, yaşam biçimi ve teamül sonucu oluşmuştu. Şehirli Türk esnaf Kürtçe bilirdi, köylerden gelen Kürtlerle (Gundiler) alışveriş yaparken Kürtçe konuşurlardı, ancak şehirde teneffüs ettiğiniz hava musikisinden, sofra kültürüne, sohbetinden küfürleşmesine kadar her şeyiyle Türk’tü.

Güneydoğu kültürü burada yüzyıllardır yaşayan bu köklü Türk ailelerinin oluşturdukları bir kültürdü. Divan şiirini duyardınız Diyarbakır kahvehanelerinde ve okey yerine satranç oynayan şehir çocuklarını görürdünüz, gazeller, kasideler musikinin temel güfteleriydi. Adabı muaşeret kuralları ve şehirlerin teamülleri anayasadan daha fazla belirleyiciydi şehir halkı nezdinde. Ali Emiri’nin Kütüphanesi bilinir, ancak Güneydoğu şehirlerindeki her eşrafın evinde mutlaka bir el yazma koleksiyon bulunduğu bilinmez. Makam bilmeyen, musikişinas olmayan ezan okuyamazdı. İçli köftenin, kuzu veya kaburga dolmasının, Meftune’nin, Mumbar’ın Kürt mutfağı olduğunu mu sanıyorsunuz? Münevver ve aydın bir Türk nüfus daha İstanbul Türkleşmeden önce Diyarbakır’da, Bitlis’te, Malatya’da, Urfa’da, Mardin’de, Van’da yaşıyordu. Diyarbakırlı olduğu için Ziya Gökalp’e Kürt diyen milliyetçilerimiz var bu ülkede. Celal Güzelses’in gazellerini dinleyin, Cahit Sıtkı’nın şiirlerini, Süleyman Nazif beyin hayatını okuyun, o zaman ne demeye çalıştığımı anlayacaksınız. Çok eskilerden bahsetmiyorum 80’li yıllara kadar Türk kokardı güneydoğu.

Bu gün BDP’li belediyelerin yönettiği bir şehirde Türk olmak nedir bilir misiniz? Güneydoğuda Türk, Batıda Kürt olmak… Dağdaki bağdaki deyimini kullanmayacağım elbette ancak Araf’ta yaşar güneydoğulu Türkler. Batıda Güneydoğulu olduğundan Kürt kabul edilir. Kendi memleketinde ise Türk olduğu bilindiğinden sürekli taciz edilir. İş yerleri, örgütün kepenk kapatma kararına uymadıkları zaman hedeftir Molotoflara. Zabıta sürekli eften püften bahanelerle ceza yazar Kürtçe konuşmadığı için, yüz yıldır aynı dükkânı çalıştıran esnafa. Sizden alışveriş yapmaz Kürtçüler. Seçimlerde kapağı açık ve mühürsüz oy sandıklarında kullanırsınız oylarınızı, hasis bakışlar altında mühür basarsınız uluorta çünkü paravan yoktur. BDP’liler dışında müşahit dahi bulamazsınız sandık başlarında. Çocuklarınız okulda üniversitede tehdit altındadır sürekli. Milli bayramlarda şiir okumak bile başlı başına bir meseledir çocuklarınız için. Polise gidersiniz onlarda çaresizdir. Türkçe konuşarak kibrit isteseniz ciğerinizi sökecekmiş gibi bakar size, beş sene evvel terör tazminatını alıp şehre gelmiş bakkal. Elektrik ve su faturasını kaçağa bağlamayıp düzenli ödeyen bir siz kalmışsınızdır. Her gün size ve değerlerinize yapılan saldırılara, psikolojik veya fiziksel tacizlere maruz kalırsınız. Memursanız eğer malum sendika dışında istediğiniz bir sendikaya dahi üye olamazsınız. Cenazeniz olduğunda bile BDP temsilcileri gelir, Fatiha okuduktan sonra propagandaya başlar, defolun! diyemezsiniz.

Batıda ise ne derseniz deyin doğum yeriniz güneydoğu ise siz Kürtsünüzdür. Güneydoğulu ancak öz be öz Türk olduğunuzu saatlerce açıklamak zorunda kalırsınız. Çocuğunuz okulda öğretmenine arkadaşına, eşiniz komşusuna, siz iş yerinde arkadaşlarınıza aslında Türk olduğunuzu izah etmeye çalışırsınız. Kimi inanır kimi de aslınızı inkâr ettiğinizi zanneder acıyarak bakarken gözlerinize. Hele bir şehit yakınına denk gelirseniz içiniz parçalanır ancak güneydoğuluyum diyemezsiniz. Şirin bir Anadolu kasabasına yerleşecekseniz mesela, ilk iş olarak araç plakanızı değiştirmelisiniz. Çünkü önce polis çevirir şüpheli tavırlarla. Düzgün Türkçenizle konuşurken sorun yoktur ancak memleket sorulduğunda hayretle karşılanırsınız, zira memleketi gereği Kürt olduğu düşünülen birinin İstanbul Türkçesiyle konuşabiliyor olması tuhaf gelir insanlara. Güven kazanmanız yıllar sürer.

Kısacası Araf’ta yaşar Güneydoğunun halis Türkleri bu ülkede. Kimse onların halini merak etmez. Siyasetçiler Kürtlere mavi boncuk dağıtır, Kürtçüleri şımarttıkça şımartır, ancak nesli tükenmekte olan şehirli, yerli halkı görmez. Şımaran ve şımardıkça hoyratlaşan örgüt sempatizanları, sözüm ona STK’lar ve BDP’li belediye çalışanları yok sayarlar Selçuklunun, Artuklunun, Akkoyunlunun ahfâdını.
Bu yazılanlar birçoklarını sinir edecek biliyorum. Geçimini “Kürt sorunu” ile sağlayanları kastediyorum. İnkâr edecekler, yalan diyecekler…  Kolayı var. Yürekli bir gazeteci, alsın kamerasını gitsin ve güneydoğuda üç göbek şehirli olan ailelerle konuşsun bakalım yüzlerini göstermeden. Yazdıklarımdan bin fazlasını duyacaklardır eminim.
Gerçi telaş edilecek bir şey yok. Gün günden azalıyor kadim şehirlerin asil aileleri. Kültürleri, dilleri, yaşam biçimleri, gelenekleri her gün biraz daha karışıyor Dicle’nin sularına… Bol parası olanlar zaten göç ettiler. Geri kalanlar ise asimilasyonun feriştahına maruz kalıyorlar. Sonları ne olur bilinmez.
O güzel şehirlerin şerefli insanlarını yazmakla Tarihe şerh düşmek istedim, o kadar...

Hiç yorum yok: