22 Şub 2013

Kürt Düğümü: Kim Çözer, Kim Çözemez


PKK ile AKP rejimi arasındaki “diyalog” arayışları için CHP’den sosyalist sola kadar uzanan yelpazede memnuniyetten çok, endişe hâkim. Kaygıları ifade eden cümleler genellikle şöyle: “Ya Kürtler, APO, Tayyip ile anlaşır, bizi satarsa!.. Ya PKK, bir kimlik tavizi uğruna Tayyip’in Başkanlık emellerine yeşil ışık yakarsa!.. Ya Tayyip’in ‘Ver Başkanlığı, al Özerk Kürdistan’ı’pazarlığı önlenemezse…” Bu endişe sahiplerinin kaygılarını haklı çıkaracak ortada henüz bir şey yok. Zarf var, ama mazruf yok. Fakat BDP’yi de içine alan oluşum HDK’nin Karadeniz turunda başlattığı barış diline, davete, saldırganlıkla, tahammülsüzlükle karşılık başlatıldı bile… Kürt sorunu, gerçekten AKP rejiminde (Cemaat ile çekişmeler de düşünüldüğünde)çözüm bulabilir mi? AKP değilse, kimlerle, nasıl çözüm yoluna girer bu sorun? Önce AKP seçeneği üstüne düşünelim. 
Bugüne kadarki pratik gösterdi ki, AKP için bir Kürt sorunu yok, AKP’nin hedefleri var, rejimini iyice tesis etme hedefleri. Onu inşada önüne böyle bir sorun çıktığı için, bu sorunla muhatap. Kürtlerin demokratik haklarının teslimi, buna uygun bir düzenlemenin Türkiye’yi daha çok barışa ve demokrasiye götüreceği AKP’nin niye umuru olsun? Nitekim, diyalog için oluşturulan “Zarf”ı ortaya çıkaran nedenler de bunu doğrular. 
AKP’nin zarfı
“Çatışmadan Müzakereye” geçiş niyet beyanı, tabii ki AKP rejiminden geldi. 2011 seçimlerinden sonra hızlanan KCK tutuklamalarına, Kürt siyasetine kıyım uygulamalarına PKK dağ kadroları silahla karşılık verince, özellikle 2012 yaz ayları boyunca şiddetli çatışmalar yaşandı. PKK, Suriye’deki altüst oluşun yarattığı fırsattan yararlanan Suriye Kürt hareketini de yönlendirecek inisiyatifi alınca, elini biraz daha güçlendirdi. “Alan savunması” adı altındaŞemdinli ve dolaylarındaki meydan okuma, kim ne derse desin, AKP-Cemaat koalisyonuna, bu işin silah-külahla götürülemeyeceğini, bastırılamayacağını gösterdi. Zarfı hazırlayan ana etkenlerden ve belki de en önemlisi, bu. 
İkincisi, Irak Kürdistanı’nın Bağdat’tan kopma niyetleri ile ilgili. Erbilyönetimini bir süredir kuşatan Türkiye büyük burjuvazisi, Bağdat’ı by-pass ederek Kuzey Irak petrolünün kendi turnikesinden geçirilmesi ve talanı hayaliyle meşgul. Senaryo, PKK’nin rızasını da gerektiriyor. İşte PKK ile diyalog zarfını hazırlamaya götüren önemli bir etken de bu.(*) 
Ve tabii üçüncü olarak RTE’nin Başkanlık hayalleri… Bunu, Kürt siyasetinin onayı olmadan gerçekleştirmesi mümkün olmayan RTE, şimdi yoklama için diyalog zarfını oluşturmuş durumda. Ya PKK? Onlar zarf oluşturmaya neden karşılık verdiler? Bunu soranlara da şöyle cevap veriliyor: Ne yapsalardı?Bir diyalog çağrısına sonuç alıp alınmayacağını bilmeden, kategorik olarak hayır mı deselerdi? Bu onları, müzakereye yanaşmayan, savaş dilinden başka bir şey bilmeyen, uzlaşmaz bir güruh durumuna düşürmez miydi? PKK, bu fasılda inisiyatifi elinde tutan taraf olarak görmektedir kendini ve bu özgüvenle oyun içinde yer almaktadır. 
Peki mazruf? 
AKP zarfı tamam da, içine ne konulacak? Kürt siyasetinin masada beklentilerini daraltacağını kimse ummasın. İnisiyatifin kendi eline geçtiğine inanan bir hareket taleplerini, programını niye daraltsın? Anadilinde eğitimden demokratik özerkliğe, kendi kendini yönetme hakkına, KCK tutuklularının salınmasına kadar uzanan bir talep listesini bir satır azaltmazÖcalan. Kürtlerin özgürleşme programının Türkiye’nin genelinin demokratikleştirilmesinin bir parçası olduğu fikrini Kürt siyaseti de paylaşıyor; her ne kadar hep kendine yontar, kendini merkeze koyar bir görüntü, imaj çizse de… Konu, demokratikleşme olunca, bunu otoriterleşmede ve anti-demokratikleşmede hamle üstüne hamle yapan AKP mi yapacak? İşteolmayacak duaya amin budur. Kürt hareketinin beklentilerinin önşartı,demokratikleşme ile derdi olan bir partnerle birlikte hareket etmektir. Bu,AKP olamaz. AKP, Başkanlık sistemi ile faşizan bir devlet biçimine yürüyen, bölgede alt-emperyal bir güç olma hayalleri kuran serüvenci bir koalisyon. Çokkültürlülüğe, çoksesliliğe, çok renkliliğe tahammülü olan bir siyaset midir ki AKP, bu problemi çözüme taşısın? Bunu Kürt siyaseti bilmiyor mu? Öğrendi elbette, sınaya yanıla. Ya da umalım, öğrenmiş olsun. O zaman kim ile, kimler ile çözüme gitmek mümkün? Cuma devam ederiz…
(*) Konu ile olarak 4, 6, 8 Şubat tarihli yazılarıma bakılabilir.
Kürtlerin kimlik sorunu, kültürel hakları, yönetime katılma talepleriyle ilgili asgari programı karşılamak, bilinçli biçimde çarpıtılarak, belli bir kesime, belli bir coğrafyada ayrıcalıklar tanımak, bir tür “taviz”, hatta “teröre taviz” olarak kamuoyuna sunuldu, sunuluyor. Mesele, “taviz”e indirgendiğinde, bunu göze alanın bir “bedel”i de göze aldığından, alacağından da dem vuruluyor tabii. RTE’nin (yalandan kim ölmüş!) neye mal olursa olsun sorunu çözeceğini üfürmesi de bu bakışın devamı. Oysa sorun, bir “taviz”, bir ayrıcalık tanıma, ‘bölme-böldürme’ değil, ülke bütünlüğü içinde, barış içinde, kimliklere saygı çerçevesinde birlikte yaşama, bir topyekûn demokratikleşme sorunudur. Sorun Kürt’ü,Türk’ü, Lazı, Arap’ı, Çerkezi ...her kimliğe, çokkültürlülüğe, çok renkliliğe saygının gereğini yapma sorumluluğudur. Kürt düğümünü çözmek bir “lütuf” değil, bir sorumluluktur.

AKP ile sınıfsal çelişki

Kürt sorununu, Türkiye genelinin bir demokratikleşme sorunu olarak almayan zihniyet, elbette ki demokrasiyle sorunu olan zihniyettir öncelikle. AKP’nin, neden az gidip uz gidip bir arpa boyu yol alamadığı da demokrasi algısıyla ilgilidir. Başkanlık sistemini, diktatörlük düzeninin son basamağı olarak gören AKP rejimi için Kürt hareketinin talepleri, hazmı kolay talepler değildir. Her gün biraz daha merkezileştirilen yetkileri yerelle paylaşmak, İstanbul merkezli mali kaynağı da güdükleşmiş yerelle paylaşmak demektir ki neoliberal zihniyetin kabul edeceği şey değildir bu. Yerelde demokrasi demek, merkezi bütçenin azgelişmiş bölgeler lehine daha adil bölüşümünü istemek, yerelde politika üretmek demektir ki bu, büyük sermayenin ve iktidarı AKP’nin kimyasına uymaz. PKK, son tahlilde bir Kürt burjuva hareketi değil, yoksul Kürt proleterinin, topraksız Kürt köylüsünün hareketidir. Taleplerin kimlikle sınırlanmayıp sınıfsal bir muhteva kazanması kaçınılmazdır. Anadilin özgürleşmesi kadar, iş-aş meselesinin çözümünü de kapsamak zorundadır program. “Kürtlüğüm tanınmış, ama işim yok, ekmeğim yok” demez mi yoksul kitleler? Gerçek çözüm, beraberinde, en çok ezilen Kürt işçi sınıfına örgütlenme, iş güvencesi, daha adil bölüşüm, sosyal devlet, yoksul, topraksız köylüye toprak dağıtımı demektir ki bunlar, sermayenin, büyük toprak sahiplerinin hazmedeceği şeyler değildir. AKP ile işte bundan dolayı olmaz, yol alınamaz…

Sol, ille sol...

Böyle bakınca, Kürt sorununun gerçek çözümü, demokrasiyi dert edinen, eşitsizliklere karşı, adil bölüşümden yana tüm kimliklerden sol, sosyal demokratlarla daha mümkündür. CHP, bugünkü bileşimi ve Kürt sorununu algılama biçimiyle AKP’nin yapamayacağını yapabilecek durumda mıdır? Henüz değil. CHP’de, parti yönetiminin hiç olmasa, Başkan Yardımcısı Sezgin Tanrıkulu ile aynı frekans boyuna gelmesiyle bu soruya olumlu yanıt vermek mümkün olabilecek. CHP’nin “çözüm ortağı” durumuna gelmesi için daha çok emek odaklı, demokratikleşmeyle Kürtlerin özgürlük mücadelelerinin iç içe bir süreç olduğunu görecek duruma gelmesi gerekiyor.
AKP ve CHP seçeneklerinden geriye, sosyalist solun Kürt siyasetiyle birleşik muhalefeti seçeneği kalıyor. Aslında, böyle bir etkili bütünleşme, sadece Kürt sorununa çözüm değil, Türkiye’nin bütün sosyal, siyasal, ekonomik açmazlarına yeni ufuklar açabilecek, çürümüş, adaletsiz, köhne yapıları tersyüz edip yeni bir Türkiye kurmanın muazzam dinamizmini harekete geçirecek potansiyel demek. Böyle bir güçlü bütünleşme, toplumu değiştirecek cesareti ve özgüveni tüm kesimlere taşıyabilir, aynı zamanda CHP yelkenlerine de müthiş bir değişim rüzgârı taşır.
Ne yazık ki hem Türkiye solunun hem de Kürt siyasetinin içinde bu potansiyeli görememe, ütopyaları küçümseme, büyük hedefleri göze alamama zafiyeti, güvensizlik var. Hem Türkiye solunun hem de Kürt siyasetinin kendini “iç AKP’lilerden”, milliyetçi-muhafazakâr, liberal, sermaye kuyrukçusu çapaklardan arındırması, emeğin programına daha yakın yapılandırması gerekiyor.
Programına, pratiğine ve söylemine biraz daha “bir arada yaşama”, ülke bütünlüğünde emek siyasetinin mücadelesini yapma vurgusu yapacak Kürt siyaseti, Karadeniz’in hırçın dalgalarını karşısında değil, bütün haşmetiyle arkasında bulur. Hem öyle bulur ki artık gittiği her yere Enver Gökçe’nin dizelerini önden gönderir:
Açık ve Türkiyeli avuçlarımı/Sıcak sakladım/Buz tutmuş/Eller içindi,/Şimdi sargısız, merhemsiz, çaresiz geliyorum/Şarapnel yarası kollar!/Şimdi uzaklardan teklifsiz ve senin için geliyorum.

Hiç yorum yok: