PKK ile AKP rejimi arasındaki “diyalog” arayışları için CHP’den
sosyalist sola kadar uzanan yelpazede memnuniyetten çok, endişe hâkim. Kaygıları ifade eden
cümleler genellikle şöyle: “Ya Kürtler, APO, Tayyip ile anlaşır, bizi satarsa!.. Ya PKK, bir kimlik tavizi uğruna
Tayyip’in Başkanlık emellerine yeşil ışık yakarsa!.. Ya Tayyip’in ‘Ver Başkanlığı, al Özerk
Kürdistan’ı’pazarlığı önlenemezse…” Bu endişe sahiplerinin kaygılarını
haklı çıkaracak ortada henüz bir şey yok. Zarf
var, ama mazruf yok. Fakat BDP’yi de içine alan oluşum HDK’nin Karadeniz turunda
başlattığı barış diline, davete, saldırganlıkla, tahammülsüzlükle karşılık
başlatıldı bile… Kürt sorunu, gerçekten AKP rejiminde (Cemaat ile çekişmeler de
düşünüldüğünde)çözüm bulabilir mi? AKP
değilse, kimlerle, nasıl çözüm yoluna girer bu sorun? Önce AKP seçeneği üstüne
düşünelim.
Bugüne kadarki pratik gösterdi ki, AKP için bir Kürt sorunu yok, AKP’nin hedefleri var, rejimini iyice tesis etme hedefleri. Onu inşada önüne böyle bir sorun çıktığı için, bu sorunla muhatap. Kürtlerin demokratik haklarının teslimi, buna uygun bir düzenlemenin Türkiye’yi daha çok barışa ve demokrasiye götüreceği AKP’nin niye umuru olsun? Nitekim, diyalog için oluşturulan “Zarf”ı ortaya çıkaran nedenler de bunu doğrular.
Bugüne kadarki pratik gösterdi ki, AKP için bir Kürt sorunu yok, AKP’nin hedefleri var, rejimini iyice tesis etme hedefleri. Onu inşada önüne böyle bir sorun çıktığı için, bu sorunla muhatap. Kürtlerin demokratik haklarının teslimi, buna uygun bir düzenlemenin Türkiye’yi daha çok barışa ve demokrasiye götüreceği AKP’nin niye umuru olsun? Nitekim, diyalog için oluşturulan “Zarf”ı ortaya çıkaran nedenler de bunu doğrular.
AKP’nin zarfı
“Çatışmadan Müzakereye” geçiş niyet beyanı, tabii ki AKP rejiminden
geldi. 2011 seçimlerinden sonra hızlanan KCK tutuklamalarına, Kürt siyasetine
kıyım uygulamalarına PKK dağ kadroları silahla karşılık verince, özellikle 2012
yaz ayları boyunca şiddetli çatışmalar yaşandı. PKK, Suriye’deki altüst oluşun
yarattığı fırsattan yararlanan Suriye Kürt hareketini de yönlendirecek
inisiyatifi alınca, elini biraz daha güçlendirdi. “Alan savunması” adı altındaŞemdinli ve dolaylarındaki meydan okuma, kim ne
derse desin, AKP-Cemaat koalisyonuna, bu işin silah-külahla götürülemeyeceğini,
bastırılamayacağını gösterdi. Zarfı hazırlayan ana etkenlerden ve belki de en
önemlisi, bu.
İkincisi, Irak Kürdistanı’nın Bağdat’tan kopma niyetleri ile ilgili. Erbilyönetimini bir süredir kuşatan Türkiye büyük burjuvazisi, Bağdat’ı by-pass ederek Kuzey Irak petrolünün kendi turnikesinden geçirilmesi ve talanı hayaliyle meşgul. Senaryo, PKK’nin rızasını da gerektiriyor. İşte PKK ile diyalog zarfını hazırlamaya götüren önemli bir etken de bu.(*)
Ve tabii üçüncü olarak RTE’nin Başkanlık hayalleri… Bunu, Kürt siyasetinin onayı olmadan gerçekleştirmesi mümkün olmayan RTE, şimdi yoklama için diyalog zarfını oluşturmuş durumda. Ya PKK? Onlar zarf oluşturmaya neden karşılık verdiler? Bunu soranlara da şöyle cevap veriliyor: Ne yapsalardı?Bir diyalog çağrısına sonuç alıp alınmayacağını bilmeden, kategorik olarak hayır mı deselerdi? Bu onları, müzakereye yanaşmayan, savaş dilinden başka bir şey bilmeyen, uzlaşmaz bir güruh durumuna düşürmez miydi? PKK, bu fasılda inisiyatifi elinde tutan taraf olarak görmektedir kendini ve bu özgüvenle oyun içinde yer almaktadır.
İkincisi, Irak Kürdistanı’nın Bağdat’tan kopma niyetleri ile ilgili. Erbilyönetimini bir süredir kuşatan Türkiye büyük burjuvazisi, Bağdat’ı by-pass ederek Kuzey Irak petrolünün kendi turnikesinden geçirilmesi ve talanı hayaliyle meşgul. Senaryo, PKK’nin rızasını da gerektiriyor. İşte PKK ile diyalog zarfını hazırlamaya götüren önemli bir etken de bu.(*)
Ve tabii üçüncü olarak RTE’nin Başkanlık hayalleri… Bunu, Kürt siyasetinin onayı olmadan gerçekleştirmesi mümkün olmayan RTE, şimdi yoklama için diyalog zarfını oluşturmuş durumda. Ya PKK? Onlar zarf oluşturmaya neden karşılık verdiler? Bunu soranlara da şöyle cevap veriliyor: Ne yapsalardı?Bir diyalog çağrısına sonuç alıp alınmayacağını bilmeden, kategorik olarak hayır mı deselerdi? Bu onları, müzakereye yanaşmayan, savaş dilinden başka bir şey bilmeyen, uzlaşmaz bir güruh durumuna düşürmez miydi? PKK, bu fasılda inisiyatifi elinde tutan taraf olarak görmektedir kendini ve bu özgüvenle oyun içinde yer almaktadır.
Peki mazruf?
AKP zarfı tamam da, içine ne konulacak? Kürt siyasetinin masada
beklentilerini daraltacağını kimse ummasın. İnisiyatifin kendi eline geçtiğine
inanan bir hareket taleplerini, programını niye daraltsın? Anadilinde eğitimden
demokratik özerkliğe, kendi kendini yönetme hakkına, KCK tutuklularının
salınmasına kadar uzanan bir talep listesini bir satır azaltmazÖcalan.
Kürtlerin özgürleşme programının Türkiye’nin genelinin
demokratikleştirilmesinin bir parçası olduğu fikrini Kürt siyaseti de
paylaşıyor; her ne kadar hep kendine yontar, kendini merkeze koyar bir görüntü,
imaj çizse de… Konu, demokratikleşme olunca, bunu otoriterleşmede ve
anti-demokratikleşmede hamle üstüne hamle yapan AKP mi yapacak? İşteolmayacak
duaya amin budur. Kürt
hareketinin beklentilerinin önşartı,demokratikleşme ile derdi olan bir partnerle birlikte hareket
etmektir. Bu,AKP olamaz. AKP, Başkanlık sistemi ile faşizan bir devlet
biçimine yürüyen, bölgede alt-emperyal bir güç olma hayalleri kuran serüvenci
bir koalisyon. Çokkültürlülüğe, çoksesliliğe, çok renkliliğe tahammülü olan bir
siyaset midir ki AKP, bu problemi çözüme taşısın? Bunu Kürt siyaseti bilmiyor
mu? Öğrendi elbette, sınaya yanıla. Ya da umalım, öğrenmiş olsun. O zaman kim
ile, kimler ile çözüme gitmek mümkün? Cuma devam ederiz…
(*) Konu ile olarak 4, 6, 8 Şubat tarihli yazılarıma bakılabilir.
(*) Konu ile olarak 4, 6, 8 Şubat tarihli yazılarıma bakılabilir.
Kürtlerin
kimlik sorunu, kültürel hakları, yönetime katılma talepleriyle ilgili asgari
programı karşılamak, bilinçli biçimde çarpıtılarak, belli bir kesime, belli bir
coğrafyada ayrıcalıklar tanımak, bir tür “taviz”, hatta “teröre taviz” olarak
kamuoyuna sunuldu, sunuluyor. Mesele, “taviz”e indirgendiğinde, bunu göze
alanın bir “bedel”i de göze aldığından, alacağından da dem vuruluyor tabii.
RTE’nin (yalandan kim ölmüş!) neye mal olursa olsun sorunu çözeceğini üfürmesi
de bu bakışın devamı. Oysa sorun, bir “taviz”, bir ayrıcalık tanıma,
‘bölme-böldürme’ değil, ülke bütünlüğü içinde, barış içinde, kimliklere saygı
çerçevesinde birlikte yaşama, bir topyekûn demokratikleşme sorunudur. Sorun Kürt’ü,Türk’ü,
Lazı, Arap’ı, Çerkezi ...her kimliğe, çokkültürlülüğe, çok renkliliğe saygının
gereğini yapma sorumluluğudur. Kürt düğümünü çözmek bir “lütuf” değil, bir
sorumluluktur.
AKP ile sınıfsal çelişki
Kürt
sorununu, Türkiye genelinin bir demokratikleşme sorunu olarak almayan zihniyet,
elbette ki demokrasiyle sorunu olan zihniyettir öncelikle. AKP’nin, neden az
gidip uz gidip bir arpa boyu yol alamadığı da demokrasi algısıyla ilgilidir.
Başkanlık sistemini, diktatörlük düzeninin son basamağı olarak gören AKP rejimi
için Kürt hareketinin talepleri, hazmı kolay talepler değildir. Her gün biraz
daha merkezileştirilen yetkileri yerelle paylaşmak, İstanbul merkezli mali
kaynağı da güdükleşmiş yerelle paylaşmak demektir ki neoliberal zihniyetin
kabul edeceği şey değildir bu. Yerelde demokrasi demek, merkezi bütçenin
azgelişmiş bölgeler lehine daha adil bölüşümünü istemek, yerelde politika
üretmek demektir ki bu, büyük sermayenin ve iktidarı AKP’nin kimyasına uymaz.
PKK, son tahlilde bir Kürt burjuva hareketi değil, yoksul Kürt proleterinin,
topraksız Kürt köylüsünün hareketidir. Taleplerin kimlikle sınırlanmayıp
sınıfsal bir muhteva kazanması kaçınılmazdır. Anadilin özgürleşmesi kadar,
iş-aş meselesinin çözümünü de kapsamak zorundadır program. “Kürtlüğüm tanınmış,
ama işim yok, ekmeğim yok” demez mi yoksul kitleler? Gerçek çözüm, beraberinde,
en çok ezilen Kürt işçi sınıfına örgütlenme, iş güvencesi, daha adil bölüşüm,
sosyal devlet, yoksul, topraksız köylüye toprak dağıtımı demektir ki bunlar,
sermayenin, büyük toprak sahiplerinin hazmedeceği şeyler değildir. AKP ile işte
bundan dolayı olmaz, yol alınamaz…
Sol, ille sol...
Böyle
bakınca, Kürt sorununun gerçek çözümü, demokrasiyi dert edinen, eşitsizliklere
karşı, adil bölüşümden yana tüm kimliklerden sol, sosyal demokratlarla daha
mümkündür. CHP, bugünkü bileşimi ve Kürt sorununu algılama biçimiyle AKP’nin
yapamayacağını yapabilecek durumda mıdır? Henüz değil. CHP’de, parti
yönetiminin hiç olmasa, Başkan Yardımcısı Sezgin Tanrıkulu ile aynı frekans
boyuna gelmesiyle bu soruya olumlu yanıt vermek mümkün olabilecek. CHP’nin
“çözüm ortağı” durumuna gelmesi için daha çok emek odaklı, demokratikleşmeyle
Kürtlerin özgürlük mücadelelerinin iç içe bir süreç olduğunu görecek duruma
gelmesi gerekiyor.
AKP ve CHP
seçeneklerinden geriye, sosyalist solun Kürt siyasetiyle birleşik muhalefeti
seçeneği kalıyor. Aslında, böyle bir etkili bütünleşme, sadece Kürt sorununa
çözüm değil, Türkiye’nin bütün sosyal, siyasal, ekonomik açmazlarına yeni
ufuklar açabilecek, çürümüş, adaletsiz, köhne yapıları tersyüz edip yeni bir
Türkiye kurmanın muazzam dinamizmini harekete geçirecek potansiyel demek. Böyle
bir güçlü bütünleşme, toplumu değiştirecek cesareti ve özgüveni tüm kesimlere
taşıyabilir, aynı zamanda CHP yelkenlerine de müthiş bir değişim rüzgârı taşır.
Ne yazık ki
hem Türkiye solunun hem de Kürt siyasetinin içinde bu potansiyeli görememe,
ütopyaları küçümseme, büyük hedefleri göze alamama zafiyeti, güvensizlik var.
Hem Türkiye solunun hem de Kürt siyasetinin kendini “iç AKP’lilerden”,
milliyetçi-muhafazakâr, liberal, sermaye kuyrukçusu çapaklardan arındırması,
emeğin programına daha yakın yapılandırması gerekiyor.
Programına,
pratiğine ve söylemine biraz daha “bir arada yaşama”, ülke bütünlüğünde emek
siyasetinin mücadelesini yapma vurgusu yapacak Kürt siyaseti, Karadeniz’in
hırçın dalgalarını karşısında değil, bütün haşmetiyle arkasında bulur. Hem öyle
bulur ki artık gittiği her yere Enver Gökçe’nin dizelerini önden gönderir:
Açık ve
Türkiyeli avuçlarımı/Sıcak sakladım/Buz tutmuş/Eller içindi,/Şimdi sargısız,
merhemsiz, çaresiz geliyorum/Şarapnel yarası kollar!/Şimdi uzaklardan teklifsiz
ve senin için geliyorum.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder