9 Mar 2013

Arslan ve Eşekler

Baş­lı­ğı, Kur'an'ın Müd­des­sir su­re­si 49-52. ayet­le­rin­de­ki bir ben­zet­me­den aldık.
 
Kur'an, eşek is­ti­a­re­si­ni, ken­di­si ile ken­di­si dı­şın­da hi­da­yet kay­na­ğı ya­pı­lan ki­tap­la­rı ve ki­şi­le­ri kar­şı­laş­tı­rır­ken kul­lan­mak­ta­dır. Eşek is­ti­a­re­si (iğ­re­ti­le­me) da­ha son­ra sûfî dü­şün­ce­de, özel­lik­le Mevlana Celaleddin (ölm. 672/1273) sis­te­minde çok kul­la­nıl­mış­tır.
 
Mevlana sis­te­min­de eşek, şeh­vet­pe­rest­li­ğin, ah­mak­lı­ğın, ka­ba­lı­ğın, ba­si­ret­siz­li­ğin, akıldışılı-ğın yobazlığın sem­bo­lü­dür. Ce­ha­le­te ye­nik düş­müş ka­la­ba­lık­la­rı ni­te­ler­ken de eşek sembo­lü­nü kul­la­nı­yor Mevlana ve ken­di­si­ni, ‘eşek sü­rü­sü­nün ku­la­ğı­na ger­çe­ği ulaş­tır­ma­yı ba­şa­ran bir Hak eri’ ola­rak ta­nı­tı­yor. Mevlana, eşek is­ti­a­re­si­ni kul­la­na­rak şu il­ginç me­sa­jı da ve­ri­yor: Yo­lun doğ­ru­su­nu açık ve net bi­çim­de bil­me­yen­ler eşe­ğin git­ti­ği yö­nün ter­si­ne git­sin­ler; yo­lun doğ­ru­su odur.
 
Kur'an, koz­mik-ev­ren­sel plan­da ye­ri­ni ve me­sa­jı­nı an­la­tır­ken ken­di­ni bir ‘Tez­ki­re’ (öğüt ve­ren, uya­ran, dü­şün­dü­ren) ki­tap ola­rak ta­nı­tı­yor(Abese, 11) ve şöy­le di­yor:
 
“Ne oluyor onlara da öğüt verip düşündüren kitaptan yüz çeviriyorlar? Sağa sola kaçı-şan yaban eşekleri gibidirler.” (Müddessir, 49-52)
 
Kur'an, Al­lah'ın rahmet ve affını her şeyin üstünde tuttuğu içindir ki, dini kan ve kin ocağına çeviren engizisyon ve onun İslam tabelası altında faaliyette bulunan fesat mollası takkeli zebanileri Kur’an’ın dini anlatıldığında derinden rahatsız olurlar. Kur'an de­nin­ce âdeta çıldırır­lar, dünya başlarına çökmüş gibi feryat ederler. Bizzat Kur’an’ın deyimiyle, Kur’an’ı duyduklarında “saf kan arslanı görüp de panikleyen yabani eşek sürüleri gibi kaçışırlar.” (Müddessir, 50-51)
 
Ve Kur'an'ı ‘mehcûr’ yanı devre dışı tutmak (Furkan, 30) için se­fer­ber olur­lar. Bunda başarılı olmak için başvurdukları bir numaralı araç ise ‘yalan ve iftira yoluyla sindirmek’ olmuştur. 
 
KÂFİRLER VE ÇİFTE KAVRULMUŞ KÂFİRLER
 
Kur’an’ın itham edici kavramlarından biri olan ‘küfür’, ‘gerçeği, ayetleri örtme’ anlamın-dadır. Ayetleri tetkik dışına itmek, onlara sırt dönmek açık bir küfürdür; bunu yapanlar da kâfirdir. Sırt dönülen ayetin Kur’an ayeti olmasıyla madde dünyasına ait olması (örneğin fosiller veya tarih kalıntıları olması) arasında hiçbir fark yoktur. Çünkü Kur’an’a göre, evren ve insan da ayetlerle dolu birer kitaptır.
 
Küfür, Kur’an’a dayanılarak, ‘bilimin işlerliğine engel olmak’ anlamında da tanımlanabilir. Âli İmran suresinin 7. ayeti olan omurga beyyineye göre, Kur’an’ın ayetleri muhkem ve müteşâbih olarak iki ana kısma ayrılır. Muhkemler  az bir kısımdır. Büyük çoğunluk (yüzde 90 civarında) müteşâbih ayetlerdir. Müteşâbihleri bir Allah bilir, bir de bilimde derinleşen bilginler.
 
Müteşâbih ayetleri yani Kur’an’ın yüzde doksanına yakınını işler hale getirip insan hayatına sokmak bilim faaliyeti gerektirmektedir. Kur’an ayetlerinin iman ve ibadet konusu olan iki yüz civarındaki muhkemlerini inkâr edenlere kâfir derken, yüzde doksanlık müteşâbih kısmın inkâr veya ihmaline ses çıkarmamak Kur’an’ın onaylayacağı bir tavır değildir. Şunu  rahatlıkla söyleyebiliriz: Allah’ı, ahireti, namazı, orucu... inkâr insanı nasıl kâfir yaparsa bilimi, düşünceyi, gözlemi, deneyi, tetkik ve tahlili inkâr da aynen öyle kâfir yapar. İkisinin inkârı ise kişiyi, deyim yerinde ise ‘çifte kavrulmuş kâfir’ yapar.
 
Kur’an’dan baktığımızda, bilim ve teknolojide öne geçmiş ülkeler birinci anlamda, İslam dünyası ise ikinci anlamda kâfirlerle doludur. Bu iki dünyada, iki anlamda da kâfir olan ‘çifte kavrulmuşlar’ da vardır.
 
Gerçek şu ki, sadece Kur’an ayetlerini görmezlikten gelenler değil, evren ve insan kitap-larındaki ayetleri görmezlikten gelenler de kâfirdir. Nüfus kâğıdına ‘Müslüman’ yazdır-mış olmak, kâfirlikten kurtarmaz.

Hiç yorum yok: