İliklerimize kadar işleyen kavram kargaşası illetinin temel gıdalarından biri oldu çağ kelimesi… Çağdaş, çağı yakalamak, çağ dışı, çağ atlamak, çağa damgasını vurmak vs. vs. Bu kelime bolluğu, çağ kavramından haberi olmayan bir toplum olduğumuzun en yaman belgesidir. Ve böyle olduğu içindir ki ‘çağı yakalamak’ yerine çağa damgasını vuranların günahlarını taklit etmeyi çağdaşlık sanmakla avunuyoruz.
Bütün zamanların en büyük insanının: “Zamana kötü söz söylemeyin; çünkü zaman Allah’tır” dediği rivayet edilir. Zamanla hesabını iyi sonuçlandırmamış bir toplum ne çağdan anlar ne zaman gerçeğinden ne de tarihten.
Tarihin her devrinde iki tip toplum var olmuştur: Yaratıcı eylemleriyle çağı oluşturanlar, oluşan çağa bakarak laf üretenler. Yani zamanı kullananlarla, zaman tarafından kullanılanlar. Anadolu toplumu, uzun zamandan beri, ikinci başlık altındaki toplumlardan biridir.
Çağ gerçeğini anlamak için çağlarüstü gerçeği yakalamak ve yaşamak lazımdır. Sisteminizin adı ne olursa olsun çağlarüstü gerçeği hayatınıza sokmuşsanız hayat sizi zafer tacıyla donatacaktır. Bunun yerine, bulmuş olmanın sarhoşluğu ile zamanınızı övünmeyle geçirirseniz çağ sizi kadavra gibi bir kenara atıverir.
Tebrizli Şems: “Her çağda bir tek gerçek vardır” diyor. Her çağ, bu gerçeği yakalayanlarca yaratılır. Bu gerçeği yakalayamayanlarsa her çağda hüsran ve aldanış içindedirler.
Zamanüstü gerçeğin söze dönüşmesi olan Kur’an, bir suresine Asır yani çağ adını vermiştir. Ve Kur’an, her çağda aynı kalan gerçeğe dikkat çekmek için, anılan sureye çağa yeminle başlamıştır: “Yemin olsun çağa ki insan hüsrandadır.” Yani çağ gerçeğini fark edemeyenler, zafer ve mutluluğun kokusunu bile alamazlar; hüsrandan başka nasibi yoktur onların.
Çağlarüstü ve çağ yaratan gerçek, şu unsurlardan oluşan bir sentezdir: İnsan, iman (azim ve kararlılık), salih amel (yaratıcı iş ve hareket) yani eylem, hakkı ayakta tutma ve sabır şuurunun kolektifleşmesi. Her çağın gerçeği, her zaferin yolu, unsurları bunlardır. Çağa damga vuranlar bu unsurlara damgasını vuranlar olacaktır.
MEHMET AKİF’İN CEVABI
Kur’an imanının çekirdek nesli, her çağın gerçeğine dikkat çektiği için olacak, karşılaştıklarında ve ayrılacakları zaman birbirlerine Asır suresini okurlarmış. Belli ki, her çağın gerçeğini bir manifesto halinde toplumun kolektif şuuraltına yerleştirmek istemişler. Neden başka bir sure veya ayet değil de Asır suresi? İslam’ın büyük vicdanı Mehmet Âkif, cevabı çok güzel vermiştir: “Çünkü meknûn o büyük surede âsâr-ı felah.” Yani o büyük surede kurtuluşun yolları gizlenmiştir. İmam Şafiî şunu diyebilmiştir: “Eğer insanlığa vahiy olarak Asır suresi dışında bir şey gönderilmemiş olsaydı bu sure insana yeterdi.”
Evet o surede kurtuluşun yolları gösterilmiştir ama o yollardan yararlanmak, onları yürüyenlerin hakkıdır, oturdukları yerden onlara methiye yağdıranların değil. Zafer, kendisi için şiir yazanlara değil, kendisi için terleyenlere teslim olan esrarlı bir sevgilidir. O yüzdendir ki Kur’an, imanın erdiriciliğini sürekli eyleme bağlamaktadır. “Kurtuluşun reçetesi bizim kitabımızdadır, elhamdü lillah” diyerek elini göğsüne bastırıp oturanlara Asır suresi hiçbir şey vermemiştir, vermeyecektir. Buna karşın, Asır suresinden haberi olmayan birçok kitle, kurtuluşun gereklerini yerine getirdiği için çağı peşlerine takabilmişlerdir.
Çağ, iki dünyayı bağrında taşıyor: Âsâr-ı felah (kurtuluşun eserleri, yolları) edebiyatıyla ömür tüketenler, âsâr-ı felahı hayata geçirip çağı damgalayanlar. Asır suresini gönderen kudretin kanunu ve tavrı (sünnetullah), âsâr-ı felaha methiye düzenleri değil, âsâr-ı felaha sarılanları yüceltmeyi esas almıştır. Mehmet Âkif, Asır suresini anlatan şiirinde vicdan kulağımıza bu gerçeği üflüyor.
Kurtuluşa giden yolları tıkayanlara Asır suresinin layık gördüğü ödül, sadece hüsran olmuştur.
Bütün zamanların en büyük insanının: “Zamana kötü söz söylemeyin; çünkü zaman Allah’tır” dediği rivayet edilir. Zamanla hesabını iyi sonuçlandırmamış bir toplum ne çağdan anlar ne zaman gerçeğinden ne de tarihten.
Tarihin her devrinde iki tip toplum var olmuştur: Yaratıcı eylemleriyle çağı oluşturanlar, oluşan çağa bakarak laf üretenler. Yani zamanı kullananlarla, zaman tarafından kullanılanlar. Anadolu toplumu, uzun zamandan beri, ikinci başlık altındaki toplumlardan biridir.
Çağ gerçeğini anlamak için çağlarüstü gerçeği yakalamak ve yaşamak lazımdır. Sisteminizin adı ne olursa olsun çağlarüstü gerçeği hayatınıza sokmuşsanız hayat sizi zafer tacıyla donatacaktır. Bunun yerine, bulmuş olmanın sarhoşluğu ile zamanınızı övünmeyle geçirirseniz çağ sizi kadavra gibi bir kenara atıverir.
Tebrizli Şems: “Her çağda bir tek gerçek vardır” diyor. Her çağ, bu gerçeği yakalayanlarca yaratılır. Bu gerçeği yakalayamayanlarsa her çağda hüsran ve aldanış içindedirler.
Zamanüstü gerçeğin söze dönüşmesi olan Kur’an, bir suresine Asır yani çağ adını vermiştir. Ve Kur’an, her çağda aynı kalan gerçeğe dikkat çekmek için, anılan sureye çağa yeminle başlamıştır: “Yemin olsun çağa ki insan hüsrandadır.” Yani çağ gerçeğini fark edemeyenler, zafer ve mutluluğun kokusunu bile alamazlar; hüsrandan başka nasibi yoktur onların.
Çağlarüstü ve çağ yaratan gerçek, şu unsurlardan oluşan bir sentezdir: İnsan, iman (azim ve kararlılık), salih amel (yaratıcı iş ve hareket) yani eylem, hakkı ayakta tutma ve sabır şuurunun kolektifleşmesi. Her çağın gerçeği, her zaferin yolu, unsurları bunlardır. Çağa damga vuranlar bu unsurlara damgasını vuranlar olacaktır.
MEHMET AKİF’İN CEVABI
Kur’an imanının çekirdek nesli, her çağın gerçeğine dikkat çektiği için olacak, karşılaştıklarında ve ayrılacakları zaman birbirlerine Asır suresini okurlarmış. Belli ki, her çağın gerçeğini bir manifesto halinde toplumun kolektif şuuraltına yerleştirmek istemişler. Neden başka bir sure veya ayet değil de Asır suresi? İslam’ın büyük vicdanı Mehmet Âkif, cevabı çok güzel vermiştir: “Çünkü meknûn o büyük surede âsâr-ı felah.” Yani o büyük surede kurtuluşun yolları gizlenmiştir. İmam Şafiî şunu diyebilmiştir: “Eğer insanlığa vahiy olarak Asır suresi dışında bir şey gönderilmemiş olsaydı bu sure insana yeterdi.”
Evet o surede kurtuluşun yolları gösterilmiştir ama o yollardan yararlanmak, onları yürüyenlerin hakkıdır, oturdukları yerden onlara methiye yağdıranların değil. Zafer, kendisi için şiir yazanlara değil, kendisi için terleyenlere teslim olan esrarlı bir sevgilidir. O yüzdendir ki Kur’an, imanın erdiriciliğini sürekli eyleme bağlamaktadır. “Kurtuluşun reçetesi bizim kitabımızdadır, elhamdü lillah” diyerek elini göğsüne bastırıp oturanlara Asır suresi hiçbir şey vermemiştir, vermeyecektir. Buna karşın, Asır suresinden haberi olmayan birçok kitle, kurtuluşun gereklerini yerine getirdiği için çağı peşlerine takabilmişlerdir.
Çağ, iki dünyayı bağrında taşıyor: Âsâr-ı felah (kurtuluşun eserleri, yolları) edebiyatıyla ömür tüketenler, âsâr-ı felahı hayata geçirip çağı damgalayanlar. Asır suresini gönderen kudretin kanunu ve tavrı (sünnetullah), âsâr-ı felaha methiye düzenleri değil, âsâr-ı felaha sarılanları yüceltmeyi esas almıştır. Mehmet Âkif, Asır suresini anlatan şiirinde vicdan kulağımıza bu gerçeği üflüyor.
Kurtuluşa giden yolları tıkayanlara Asır suresinin layık gördüğü ödül, sadece hüsran olmuştur.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder