Dinin kandırma kuvvetinin temeli iman ile inanç arasındaki
farktan kaynaklanır. Din fenomeninde en önemli unsur bireyin iman etmesidir.
Zira kutsal kitaplarda Tanrı insanlardan kendisine iman etmelerini ister. Ancak
Tanrının istediği imanın ne olduğunu anlamak gerek.
İman, duyu organlarımızla algılayamadığımız halde,
algılıyormuşuz gibi Tanrının varlığını kabul etmektir. Hz. Ali’nin “görmediğim
Allah’a secde etmem” sözünde olduğu gibi. Yani, Tanrının varlığı hususunda tam
anlamıyla mutmain (Gönlü kanmış, şüphesi yok, ikna olmuş)olmak.
"iki tane ikinin toplamı dörttür”
Dendiğinde, bunu
hesaplayıp, gerçek olduğunu görüp sonrasında
“evet, iki tane iki dört ediyormuş”
Demek, mutmain olmaktır. Yani hiçbir şüphe olmaksızın iki
tane ikinin dört olduğu hakikatine inanmaktır. İki ile ikinin toplamının dört
olduğunu bilmektir.
Diğer halde,
“iki tane ikinin toplamı dörttür”
“bunu kim söylüyor?”
“matematik öğretmenimiz”
“o halde doğrudur” demek ise, bu gün kullanılan anlamıyla
“iman”dır.
İman ve inanç arasındaki fark işte budur. Birinci örnekteki
inanç, ikincisindeki ise imandır.
İmdi, Tanrı kendisine iman edilmesini mi yoksa bilinmesini
mi (inanç) istiyor?
Dinler, iman etmemiz gerektiğini söylerler. Yani, söylenen
bir söze, o sözü söyleyenin dürüstlüğüne güvenerek kabullenmemiz gerektiğini
vaaz ederler. “o söylüyorsa doğrudur” tarzında bir kabulleniştir bu. Metin
tenkidi yoktur. Bu çeşit bir iman kapısından geçtiğinizde artık aklın kapısı
ardınızda kalmıştır. Dinlerin size iman etmeniz gereken daha binlerce söylemiyle
karşılaşacaksınızdır.
Mucizeler, kerametler, rüyalar… Tek sora bileceğiniz soru
şudur, “bunu kim söylemiş?”, söyleyenin filanca aziz veya sahabe veya haham
olduğu cevabını aldığınızda, “bunu o söylemişse o halde doğrudur” demek
zorundasınızdır. Zira daha önce o insanların hatasızlığı konusunda da bir
imanınız olmuştur. “Tanrıya iman edin, sonra Tanrının sözünü getiren elçiye
iman edin, sonra o elçinin vekili olan âlimlere iman edin.” Yani, bir âlimin
sözünü inkâr ettiğinizde dolayısıyla elçiyi ve Tanrıyı da inkâr etmiş olursunuz
ki, maazallah dinden çıkarsınız. Dikkat ederseniz Papaya veya Hahama veya İslam
âlimine duyduğunuz güvensizlik sizi dinden çıkarıyor.
Ancak inancınız sizinledir. Kimse sizin gönlünüzdeki Tanrıyı
çıkarıp atamaz. Çarmıhtaki İsa’yı dinsizlikle suçladılar. Diline çelik kazık
çakıldıktan sonra yakılan Bruno’nun Tanrının varlığıyla bir problemi mi vardı?
Hallaç veya Nesimi ateist oldukları için mi katledildiler sizce? Hayır, bu
insanlar mevcut Kast sisteminin rahiplerine iman etmediler, onların dinlerine
karşı söz söylediler.
Dinler, inanç anlamındaki mutmain olmuş bir kalp yerine,
söylenen her sözü sorgulamadan iman eden teslim olmuş kişileri överler.
Oysa kutsal kitapların satır aralarına baktığımızda Tanrı
körü körüne bir iman değil mutmain olmuş bir nefs istemektedir.
Burada din derken, din adamlarının yıllar içerisinde
oluşturdukları hegemonyal yapıdan söz ediyoruz. Din adamları masum ve günahsız
maskeleri altında bitimsiz bir iktidar hırsı, kin ve bastırılmış şeytani
arzular barındırırlar. Bu sebeple onlar için Tanrının sözlerini çarpıtmak belki
de en masum hata olur. Yeryüzüne gelmiş tüm din adamlarını kastetmiyorum
elbette. Ancak kurum olarak var olan din adamlığından söz ediyorum.
Mesela Kuranda, daha başında, İbrahim ile ilgili bir olay
anlatılır. İbrahim Tanrının peygamberi olduğu halde “Allah’ım beni tatmin et”
der. Ben senin peygamberinim ancak senin sen olduğunu bana ispatla. Allah da
ona, dört güvercinin kafasını koparmasını başlarıyla gövdelerini ayrı yerlere
koymasını ve sonrasında isimlerini çağırdığında onların tekrar birleştiklerini
göreceğini söyler. Olay gerçekleşir ve İbrahim der ki,” Allah’ım şimdi mutmain
oldum.” Bu olayın olup olmaması önemli değildir. Aslında Allah Kuran okuyanlara
diyor ki, “bakın İbrahim, peygamber olmasına rağmen beni sorguladı ve tatmin
oldu. İşte sizler de gerçekten bana inanıyorsanız İbrahim gibi olun ve tatmin
olmadıkça size benim adıma söylenen hiçbir şeye inanmayın.”
Müslüman din adamları ise Tanrının bu emrine karşı,
sorgulamadan itaat ettiği için methedilmiş yüzlerce menkıbe sunarlar. Mesela
Ebu Bekir’in,” peygamber diyorsa doğrudur” sözü karşısında “sıdık” unvanı
alması gibi.
Tanrı, kendisini Kast’ın rahiplerinden kurtarmak için onca
peygamber ve kitap yollamasına rağmen, din adamları sonunda insanları Tanrıya
inanan ancak kendilerine itaat eden yığınlar haline getirmeyi başarmışlardır.
Tanrı ve diğer tüm metafizik konularında iman yerine inanç
yolunu seçenler ise her bir önermede ikna edilmeyi beklerler. Tanrıdan
İbrahim’i mutmain ettiği gibi kendilerini mutmain edecek deliller isterler. Din
adamlarına iman etmezler, onların söyledikleri her sözü aklın mihengine vurarak
ve gönül süzgecinden geçirerek, sorgulayarak ayıklarlar. Sütün içindeki yağı
çıkarır gibi Kutsal metinlerden ilahi vahyi ayırt ederler. Bilirler ki, mutmain
olmadan İbrahim olunamaz. İbrahim olmadan da Tanrının fısıltısı işitilemez.
Bu sözümü siz sorgulayın ve göreceksiniz ki, Yahudi,
Hıristiyan ve Müslüman din adamları Tanrıya inanmamız için sürekli çalışırlar
ancak kendilerine itaat etmemizi isterler. Hiçbir misyoner Tanrıyı anlattıktan
sonra sizi özgür bırakmaz. Mutlaka sizi zincirleyip sürüsüne dâhil eder.
İslam’a davet ediyoruz diyen hiçbir cemaat sizi sadece Müslüman yapmaz, aynı
zamanda o cemaatin bireyi yapar. O andan itibaren Tanrı adına kandırılmaya
hazır bir potansiyeliniz var demektir.
Ve kandırırlar…
Ve sömürürler…
Ve kullanırlar…
İşte buna “dinin kandırma kuvveti” denir. Dini kisveleri bir
kenara konduğunda zavallı ihtiyarlardan başka bir şey olmayan din adamları,
Tanrı adına kutsanan putlara dönüşüverirler.
Tanrı ile aranızda bu insanlar olduğu sürece Tanrıyı asla
bulamazsınız. Aklınız ve hayatınız anlatılan efsaneler, hikâyeler ve
ritüellerle o kadar meşgul olur ki, Tanrı aklınıza bile gelmez. Ardından sadece
iman ettiğiniz din adamını mutlu etmek ve onun arzularını yerine getirmek için
bir sürü pis işin içine girersiniz. Kudüs’te katliam yapan haçlılar Tanrıyı mı
Papayı mı memnun ettiler sizce? Veya ilkokul otobüsünü havaya uçuran bir canlı
bomba Allah’ı mı memnun ediyor acaba? Günümüzde, her üç semavi din içerisinde o
dini yaymak için sanki Tanrı tarafından görevlendirilmiş gibi iman edilen ve
kendilerine itaatin Allah’a itaat olduğuna inanılan misyoner hoca efendiler mevcut.
Müritleri hocalarını memnun etmek için her şeyi sorgulamadan yapmaya hazırlar.
Bunu sağlaya bilmelerinin temel nedeni, var olduğuna inanılan dini
kisveleridir. İspatı mümkün değildir. Sorguladığınız anda zaten kovulursunuz.
Sadece ve sadece Allaha iman ettiğiniz gibi onların kâmil insan olduklarına iman
etmeniz gereklidir.
Şimdi;
Kendinize sorun, acaba Allah’a mı yoksa size Allah’ı
anlattığına inandığınız insanlara mı itaat ediyorsunuz?
Kendinize sorun, acaba Allah’a mı yoksa size Allah’ı
anlattığına inandığınız insanlara mı iman ediyorsunuz?
Kendinize sorun, acaba Allah’a mı yoksa size Allah’ı
anlattığına inandığınız insanlara mı kulluk ediyorsunuz?
Sür çıkar ağyârı (başkalarını,yabancıları) dilden tâ tecellî ede Hak
Padişah konmaz saraya hâne mâmur (Bayındır) olmadan.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder