Kürt hareketi
iyimserlikle tedirgin bir karamsarlık arasında gidip geliyor. Bir bocalama
içinde, şüpheci, kaygılı ve tereddütlü. Tayyip Erdoğan’ın ne yapacağını, ne
yapmak istediğini kestiremiyor. Kendisini kuşatan puslu havayı aralayamıyor,
önünü göremiyor. Tayyip Erdoğan’a sert çıksa “hassas süreci” baltalamış
olmaktan çekiniyor. Alttan alsa direksiyonu büsbütün AKP’ye kaptırmaktan ve bir
bilinmezlikte irtifa kaybetmekten korkuyor.
Suyun başını
Tayyip Erdoğan kesmiş, Kürt hareketi ise ona kilitlenmiş, ne söyleyecek, ne
yapacak onu bekliyor.
Eskiden
ümitler ABD’ye bağlanmıştı. “ABD bu baharda çözecek,” deniyordu. ABD’ye heyet
üstüne heyetler gidiyor, ABD başkanlarına peş peşe mektuplar yollanıyordu. O
zamanlar Kürt siyasetinde -şimdi nasıl ki bir bahar havası esiyorsa- o zaman da
diplomasi rüzgârları esiyordu. Böyle nice baharlar tüketildi. O boş vaatlerin
ve nafile çabaların üstünden tam yirmi iki yıl geçti. ABD hayali suya düşünce gözler
bu defa da AB’ye çevrildi; AB kapılarında kurtuluş arandı. Diplomasi adına
gidilmedik, kapısı çalınmadık Avrupa devleti bırakılmadı. Ancak siyasetin
amansız çarkı çok geçmeden o beklentileri de tuzla buz etti. Dışarıdan ümitler
kesilince bu kez devletle doğrudan görüşmenin yolları arandı. Bunun için
seçimlere girildi ve halkın ümit dolu alkışları arasında Parlamento’ya
milletvekilleri gönderildi. Milletvekillerinin devletle diyalog ve müzakere
kanallarını açacakları düşünülüyordu. Geçen zamanda bu hayal de suya düştü.
EMPATİ
KURULAMADI
Yıllar böyle
yanlış hesaplar üzerinden akıp giderken nice ocaklar söndü, iki taraftan nice
gençler öldü. BDP’nin son Karadeniz gezisiyle de gün ışığına çıktığı gibi geçen
zaman içinde Türkler Kürtlere düşman kesildi. Oysa o Karadeniz halkı eskiden
devrimcileri kendi çocukları gibi kalpten bir sevgiyle kucaklardı. Devletin
hışım gibi yağan ırkçı propagandası ve ardı arkası kesilmeyen asker tabutları
ne yazık ki Karadenizlilerin saf değiştirmelerine neden oldu. Bunda elbette
Kürt hareketinin payı da vardır. Kürt siyaseti Karadeniz’e ne ekmişti ki
biçmeye gidiyordu! Hareketin öncüleri nedense kendilerini çocuklarını kaybeden
Türk insanının yerine hiç koymadılar. Ne yazık ki Türk insanı da kendisini tüm
ulusal ve sınıfsal hakları gasp edilen Kürtlerin yerine koymadı, empati
kurmadı, kuramadı.
Sözü fazla
uzatmadan bugüne gelelim.
ERDOĞAN'IN
DÜŞÜNCESİ YOK
Tayyip
Erdoğan’ın Kürt meselesini çözme düşüncesi hiç olmadı. Gençler, akan kan,
ölümler, anneler ve babalar, hiç, hiçbir şey umurunda değildir. Her şey,
tabutlar bile - tıpkı Devlet Bahçeli gibi- onun için bir propaganda
malzemesidir. Hiçbir şey onun hırslarının ve tek adam olma açlığının önüne
geçemez. Son iki yıldır Abdullah Öcalan’a sıkı bir tecrit uyguluyordu. “İstersem
bu tecridi sonsuza kadar sürdürürüm,” mesajını verdi Öcalan’a. Legal Kürt
siyaseti bu hukuksuz izolasyonu kıracak sivil bir proje geliştiremeyince,
cezaevlerindeki PKK’li tutuklular devreye girdi. Açlık grevleri sürerken
ortalık bir anda hareketlendi. Dışarıdan ümidini kesen Öcalan meğer o günlerde,
“MİT başkanı Hakan Fidan’a sahip çıkmak gerek,” diye düşünerek ona bir mektup
yollamış. Bunu Öcalan’ın İmralı’da görüştüğü milletvekillerine söylediği
sözlerden öğreniyoruz.
MİT başkanı
Hakan Fidan, Öcalan’dan gelen mektubu alınca soluğu Başbakanlıkta alıyor.
Başbakan mektubu meraklı bir heyecan içinde okuyor ve kısa bir düşünmeden sonra
ayağına altın bir fırsat geldiğine karar verip, Hakan Fidan’a İmralı’ya gitmesi
için talimat veriyor. İşte Tayyip Erdoğan’ın, “Çözüm süreci” adını verdiği
masal böyle başlamış oluyor. Yani genel kanaatin aksine Tayyip Erdoğan’ın
başlattığı bir süreç söz konusu değildir. Süreç Öcalan’ın belirtilen mektubu
ile başlıyor. Gel gelelim Öcalan’ın bu hamlesinin devlette meselenin çözümüne
dair herhangi bir karşılığı yoktur.
Erdoğan’ın
yapmak istediği şey, bir taşla birkaç kuş vurmaktır. Neredeyse herkesi beklenti
içine soktu. Türk yoksulları artık çocukları ölmeyecek diye bekliyor, Kürtler
hem hakları verilecek, hem de çocukları ölmeyecek diye bekliyor, dağda ve
cezaevlerinde olanlar ailelerine kavuşacaklar diye bekliyor. Medya bu kan
dursun diye büyük destek veriyor. Öcalan, “Herkes özgür olacak,”diyor. Artık
içeride ve dışarıda tüm ilgili kişi ve çevreler Tayyip Erdoğan’ın ağzına bakıyor.
O da kanı durduracak bir kahraman edasıyla il il dolaşıp, darbe dönemi Kenan
Evren’i çağrıştıran şatafatlı konuşmalar yapıyor.
ERDOĞAN RANT
SAĞLAMAYA ÇALIŞACAK
Oysa Kürt
meselesini çözecek en son kişi Tayyip Erdoğan’dır. Böyle olmasa iktidarda olduğu
on bir yıl boyunca bu amansız savaşı sürdürmez ve bunca insanın ölümüne neden
olan kanlı, kör bir yol izlemezdi. Şimdi hangi yakıcı neden, hangi etkili güç
onu çözüme zorladı ki sorunu çözsün? ABD –kendi çıkarlarına hizmet edecek bir
çözüm için de olsa - bu sürecin içinde ya da yanında mı? Hayır! Peki AB? O da
yok. İçte bir baskı var mı? Yani Türk halkı Amerikan halkının Vietnam savaşında
yaptığı gibi bu meselenin çözümü için sokağa mı dökülmüş? Kürt siyaseti içte ve
dışta yarattığı çok yönlü sivil baskı ile AKP’yi köşeye mi sıkıştırmış? Tayyip
Erdoğan boş alanlara seslenir hale mi gelmiş? Meydanlarda anneler ve babalar
tarafından protesto mu ediliyor? Kürt hareketi şiddetsiz Newroz Tahrirleri mi
örgütlemiş? Kürt siyaseti Afrikalı Amerikalılar gibi özgün bir mücadele tarzı
ile dünyanın vicdanına ulaştı da dünya halkları Türk büyükelçilikleri önünde
akan kanı durdurma talebini mi haykırmakta? Bu sorulardan bir tekine bile
dürüstlükle “evet” cevabı verilebilir mi? Öyleyse Tayyip Erdoğan bu meseleyi
neden çözsün? Bu kanlı düğümü çözme arzusu olsa 4. Yargı Paketi gibi çöpe
atılacak bir metni getirir miydi Meclis’in önüne? Bir adım sonrasını göremeyen
muhalefet Tayyip Erdoğan’dan çok şey ummuş olmalı ki, şimdi “Dağ fare doğurdu,”
diyerek dizlerini dövüyor! Yarın da, “Aldatıldık,”diye feryat ederlerse hiç
şaşmayacağız.
Kimse boşuna
hayal kurmasın ve halkı da kendi yanıltıcı hayallerinin peşinden koşturmasın.
Tayyip Erdoğan bu süreçten faydalanabildiği kadar faydalanmaya, siyaseten rant
sağlamaya çalışacak. Kürt sorunu da ne yazık ki bir defa daha bilinmez geleceğe
ertelenecek.
Peki,
şiddetsiz, kansız bir yol, bir ümit yok mu?
Var elbette.
Var ama bu başka bir yazının konusudur.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder