3 Nis 2013

Büyük Hesaplar


Türkiye’nin karşı karşıya olduğu büyük bir sorun var. Sorun denilince ilk aklınıza geleni, Kürt sorununu şimdilik analizin dışında tutun. Dünyada ve bölgemizde olup bitenlere bakmayı deneyin. Harcıâlem, çarıklı erkânıharp kestirmelerinden uzak durun. Bakalım ne göreceksiniz?
Ergin Yıldızoğlu dün Ortadoğu Isınmaya Devam Ediyor başlıklı yazısında genel durumu açık ve net bir şekilde yazdı. Özetlersek; ABD’nin Ortadoğu’ya olan petrol bağımlılığı azaldı, Afganistan ve Irak masrafları taşınamaz hale geldi. Uzakdoğu’da ise işler, Çin’in yükselişi nedeniyle artan ekonomik ve askeri bir ilgiyi hak ediyor. Eğer bir geri çekilme söz konusuysa Ortadoğu’da doğacak boşluğu ABD kime devredecek? Böyle bir devir teslim olabilir mi? Ergin’in dış kaynakları da değerlendirerek yaptığı sonuç vurgusu şöyledir: Tarihten öğrenilmiş klasik yöntem çıkarken geride’, ‘boşluğun’ etrafında birbiriyle kavgalı siyasi, kültürel birimlerden oluşan bir yapılanma bırakmak, bu yapılanmanın unsurlarını birbirine karşı uzaktan dengeleyerek bölgede sonuç almaya çalışmaktır.

Türkiye’nin sorunu işte tam da budur.
Şimdi Kürt sorununa, barışın kazanılması sürecine ya da Türkiye bundan sonra nasıl biçimlenecek konusuna dönebiliriz.
Kimi arkadaşların sandığı gibi duygusal davranmıyor, konuyu Öcalanın ünlü mektubunda söyledikleriyle değerlendirmeye, kavramaya çalışmıyoruz. Hele kapitalist modernite gibi tuhaflıklara hiç takılmıyoruz. Öcalan’ın söyledikleri tek başına çok da önemli, derin anlamlar yüklenecek sözler değildir. Önemli olan bu sözlerin bizim dünya ve bölgeyle ilgili olarak yaptığımız analizdeki yeri, bu analizin çarpıcı bir şekilde ortaya koyduğu tehlikelerle ilgisidir.
Aynı değerlendirmeyi iktidar partisi ve onun sözcüleri ya da tek sözcüsü Başbakan için de yapmalıyız. Ortadoğu’da taşlar yerinden oynuyor ve bu ivmesi artan hareketlenmede de Sayın Başbakan kendine uygun gördüğü bir siyaseti gündeme getirmeye, uygulamaya çalışıyor. Bunun bedeliyle fazla ilgili değildir. Kendi kurduğu paradigmaya uygun olduğunu düşünüyor. Tıpkı geçmişte AB konusunda kurduğu siyasetin askeri vesayeti geriletmekteki başarısı gibi bu kez daha farklı ve biraz daha büyük bir kurgunun içinde kendisine ve kendisiyle birlikte Türkiye’ye yer arıyor. Öcalan da aynısını deniyor.
Bizi ilgilendiren bu üç bakışın birbiriyle ilişkisi, uyumu ya da birlikte getirdiği serüvenin tehlikesidir. Bunu tartışıyoruz. Duygusallıkla falan ilgisi yok.

Öcalan pragmatik (bunun başka bir söylenişi de var ama) bir politikacı. Başbakan Erdoğan’ın da açıkça belirttiği gibi benzer şeyler söylüyorlar. Dışişleri Bakanı Davutoğlunun onlarca kez anlattığı ve anlatmaya devam ettiği vizyon da bu politikanın teorisi oluyor. Biz de işte bundan kaygı duyuyoruz. Kaygı duyduğumuz şey Kürt sorununun çözülmesi ya da artık insanların ölmemesini sağlayacak bir barış değil. Bu sorunun, bir başka politikanın aracı haline getirilmesi.
Ortadoğu’da taşlar yerinden oynadı. Güçlü bir mekanizma harekete geçti. Bu tabloda Türkiye’ye biçilen rol, iyi bir rol değildir. Ergin’in dediği gibi ABD kendine kolayca yönlendirebileceği, gerektiğinde kaotik bir ortamın içindedeğerlendirebileceği” ortaklar arıyor ve ABD’nin ortağı olmak hiç de kolay bir iş değildir. Her şeyi hesaplayarak kurduğunuzu düşündüğünüz stratejiler bir bakarsınız çöküvermiş. Dimyata pirince gitmek çok parıltılı görünebilir ama “evdeki bulgurdan olmak da çok acı gelir insana. En iyisi durup düşünmeli.
Türkiye, sorunlarını Türk’üyle, Kürt’üyle büyük hesapların uysal parçası olmadan çözebilir.

Hiç yorum yok: