13 Ağu 2013

“Cemaat Ergenekon kılıcını AKP'ye saplamıştır“

Soner Yalçın, mesleğinde son derece parlak bir konuma gelmişti ki, Ergenekon'a yamanan davalardan birinin, OdaTV davasının tutsağı olarak 22 ay Silivri'de hapis yattı. Daha hapisteyken de Hürriyet gazetesindeki "Not Defteri" köşesinden ve de işinden oldu.

Yalçın'la söyleşimizin ikinci bölümünde bu zor meslekteki kurallarını konuştuk.

Gazeteciliği seçerken hangi beklentileriniz vardı? Neler sizi cezbetti?

Öğrenmek aşkı. Meraklıydım; sürekli sorular soran bir çocuktum. Sorularım beni kitapla buluşturdu. Öyle ki daha ilkokula gitmeden mahalledeki çocuk kütüphanesine gittim; “Faik Tonguç Çocuk Kütüphanesi.” Konu konuyu açıyor ama söylemeliyim; Çorum’da bir mahallede çocuk kütüphanesi; işte budur Cumhuriyet kazanımı. İşte budur dogmatizmle mücadele anlayışı. Okumam yazmam yokken, minicik bir çocukken tanıştım böylesine aydınlatıcı bir ortamla. Ve hep sorularımın peşinden gittim. Hala gidiyorum. Soru öğreticidir, ama soru aynı zamanda çok zordur .

Çeşitli kurumlarda gazetecilik yaptınız. Çalıştığınız kurumun sansür anlayışları arasında fark var mıydı?

Kurumda işe başladığınızda kimse size, “işte bu bizim kırmızı çizgilerimizdir” demiyor. Keşke dese, ciddiyim; bu nedenle hiç değil oto-sansür olmaz! Patrondan çok patroncu olan; iktidardan çok iktidarcı olan yöneticiler yüzünden medya bu pespaye noktaya geldi. Baksanıza geldiğimiz noktaya haber kanallarını bankacı CEO’lar yönetiyor. Patronlar için haber artık iktidardan nemalanma aracı oldu. Daha da zengin olmak isteyen, güç isteyen işadamı haber kanalı, gazetece satın alıyor! Makamın kölesi olan, yaşamı boyunca hiçbir zaman o koltukta oturamayacak yöneticiler ise koltukları için propaganda bültenleri hazırlıyorlar. Yani artık sansürü geçtik…

HABER SINIRIN ÖTE YAKASIDIR!

Basın özgürlüğü adına bölücülük, ortaçağ gericiliği savunulursa ne dersiniz? Basın özgürlüğünde sınır tanıyor musunuz?


Artık litaretüre girmiştir; iki tür gazeteci vardır; merkez medya dediğimiz iktidarı ve patronu gözeterek haber yapanlar. Dünyada bu anlayışın egemenliği vardır.

Bir de, ne olursa olsun gerçeği savunan gazeteciler vardır. Bilinir ki gerçeği sadece halk ister; iktidar ve patron gerçekten korkar. Hakikate aşkla bağlı gazeteci ister istemez halkın gazetecisidir. Sınır meselesine gelince; haber yani gerçek sınırın öte yakasıdır! Sınıra boyun eğerseniz gerçeğe ulaşamazsınız.

Etrafınızdaki olaylara tanık olurken, ilk aklınıza gelen “bu olayı nasıl yazarım”mı olur?


Hiç öyle sorularım olmaz; eğer gerçekse babamı bile tanımam. Sonra oturup üzülürüm ama bunu bile bile yine de yazarım.Bu nedenle gazetecilik geçmişimde gurur duyduğum onur madalyonlarım vardır; kovulmak gibi…En son cezaevinde iken kovuldum! Suçum belli değil mi; inadına gerçekleri yazmak. Gazetecilikte temel ilke şu olmalıdır; gazetecinin kafasında “nasıl” sorusu değil, “neden” sorusu olmalıdır. Bu tarihçi için de geçerlidir.

Uzun yıllar gazetecilik yapmak, doktorun artık hastasının acısını hissetmemesi gibi bir tür yabancılaşmaya yol açıyor mu?

Yabancılaşma yok eder, insanlıktan çıkarır; pazar’ın metası haline getirir. Eğer bu piyasa çarkının içine girerseniz tabii ki emeğinize yabancılaşır ve olanı değil olması gerekeni yani patronun iktidarın istediğini yazarsınız. Mücadelemiz bu yabancılaşmayı yok etmek için değil midir? Marks’ın 1844 Elyazmaları’nı boşuna mı okuduk! Ben kendimi gazeteciliğe yeni başlamış gibi hissediyorum; hala 27 yıl sonra bile aynı heyecanı taşıyorum.

GAZETECİ DUVAR TANIMAZ

Mesleğe yeni başlamış genç gazetecilere başlıca uyarınız nedir?
Gazetecilik bir meslek değil, yaşam tarzıdır; mesaisi yoktur. Bizi Silivri’ye attılar, cezaevini hemen haber merkezine dönüştürdük; bizim Barışlarla röportaj yapın size bu süreci komik yanlarıyla da anlatsınlar. Gazeteci duvar tanımaz.

Fakat…Genç meslektaşlarıma şu uyarıda bulunmalıyım; bizim ülkemizde gerçekler çok tehlikelidir. Eğer gerçeğe aşkla bağlı olacaksa, işsizliği, hapsi ve kuytu karanlıkta öldürülmeyi göze almalıdır. Aslında tüm bunlar hayatı nasıl yaşayacağıyla ilgilidir; korkuya teslim olup yozlaşıp kurnazlığı mı seçecek; yoksa kendisine saygı duyarak mı yaşayacak? İşin aslı bu tercihtedir...

GAZETECİLİK SINIF ATLATIR MI?

Gazeteci taraf mıdır? Nesnellik, bilimsellik ile kişisel tercihler ve görüşler arasında nasıl bir dengeden yanasınız?


Lenin’in dediği gibi “en büyük devrimci olgudur.” Tabii ki tarafım; gerçekten yana tarafım. Diğer tarafta ise başarıya endeksli gazeteciler var; bunlar için önemli olan koltuk, ün-şöhret, para-puldur; sınıf atlamak için gazeteciliği araç olarak kullanıyorlar. Fakat biz biliyoruz ki, başarı ölümlüdür, gerçek ise sonsuzdurr. Bu nedenle dönem gazetecileri hep yok olup gitmiştir. Uğur Mumcular ise hala yaşıyordur.

GAZETECİ İLE TARİHÇİ KUZEN'DİR

Tarih merakınız sonradan mı ortaya çıktı?


Gazeteci ile tarihçi kuzen’dir; akrabadır! Tarih bilmeden gazetecilik yapılamaz. Tabii burada şunu sormalıyız; hangi tarih? Bize okullar ya da şimdi Murat Bardakçılar hep “nasıl”ı anlatır; Fatih Sultan Mehmet İstanbul’u “nasıl” aldı; halbuki gerçek soru “neden” olmalıdır. Halil İnancık güzel söyler; “bizim tarih yazıcılığımızda ekonomik temelli tarih bilinci yoktur, ben bu zorlu yolu seçtim.” Yani Ömer Lütfü Barkınlar’ın yoludur bu. Yani daha öğrenci iken 1940’lar başındaki DTCF’de devrimci öğretim üyelerinin yoludur bu. Fransız Anneles Okulu çizgisi yani. Soğuk Savaş döneminde bizim üniversitelerimiz Marks’ı yok saydığı için tarihsel materyalizm öğretilmemiştir. Bu sebeble içeriksiz, yüzeysel pop-tarih bilincini ortaya çıkmıştır. Soru’su olmayan tarih, soru’su olmayan gazetecilik! Bunları neden söylüyorum, Hürriyet’te yazmaya başladığımda tarihe iktisat temelli bakıp “neden” sorusu temelli yazılar kaleme alınca okuyucu pek karşılaşmadığı bu makaleler nedeniyle beni hemen “tarihçi” yapıverdi! Ne haddime, ben gazeteciyim. Tarihçi; Eric Hobsbawm’dır…

Yakın tarihte günümüz Türkiye’sinin ve dünyasının durumunu hatırlatan bir dönem var mı?

Birinci Dünya Savaşı sonrası İstanbul’un işgaliyle bugünün Türkiye’si birbirine çok benzemektedir. İşgalciler ilk başta örneğin Mondros anlaşmasını Rauf Paşa gibi ordu içinde ve halk içinde sevilen bir kahramana imzalattılar. Rauf Paşa’nın imzasını, rahmetli Ecevit’in 2002’deki IMF’ye attığı imzaya benzetirim. İşgalciler benzer kararları İttihatçılara aldırmak istedi, askerin tüm silahlarını teslim etmesi gibi. Ama İttihatçılar’dan yeteri kadar yararlanamayacağını anlayınca, çünkü İttihatçılar yapmadı; işgalciler hükümete dinci-liberal ittifakın partisi Hürriyet ve İtilaf Fırkası’nı getirdi. Sosyalist Hilmi gibi İngiliz ajanı sözde sosyalistler de dışarıdan destek veriyordu! İşgalciler İttihatçıların kaldırıp çöpe attığı kapitülasyonları tekrar hayata geçirdi. Daha yeni filizlenen yerli sermayeli bankaları boğdular; yerli-Müslüman sermayeyi yok ettiler; tekrar yabancı bankalar ve yabancı sermaye hızla pazara girdi. Bu arada Ermeni tehciri gündeme getirerek muhalif aydınları Bekirağa Koğuşu’na tıktılar. Hürriyet ve İtilaf’ın başındaki Damat Ferid Takvimi Vakayi gazetesine demeç verdi; “Bu hainleri yargılayacak savcı hakim arıyoruz” diye! Bu sözlerin 5 yıl önce kim tarafından sarf edildiğini biliyorsunuz herhalde. O dönemde de özel yetkili mahkeme kuruldu. Refet Cevatlar, Ali Kemaller ve Peyamlar, Alemdarlar, Sabahlar yani yandaş gazeteciler, gazeteler yurtseverler için hemen idam sehbaları kurulmasını istedi. Tehcir kamuoyundan fazla olumlu tepki görmeyince bu yandaş gazeteler, intihar eden şehzade konusunu gündeme getirdi, “İttihatçılar öldürdü” dediler. Özal zehirlendi vakası gibi! Arada bir kamuoyu anketi yaptırıyorlardı; “halkın büyük çoğunluğu İngiliz yönetiminden memnun!” Ama başta Sultanahmet olmak üzere ülkenin birçok yerinde mitingler de yapıldı. Ve sonunda Bandırma Vapuru Anadolu’ya doğru yol aldı…Uzatmayayım sizce de benziyor mu?

YENİ KİTABIN DOĞUMU

Yeni kitap hazırlığınız nasıl başlar? Bir dönemi mi yoksa bir olayı mı gözünüze kestirirsiniz?


Projelerim vardır. Onlarla ilgili bilgi belge toplarım. Okumalar yapıp, görüşmeler yapıp notlar alırım, sonunda, hani denir ya “kitap yazılacak zamanı bekler” diye, o zaman gelince oturup eve kapanıp yazarım. Erba’in gibi, ama 40 gün değil daha uzun sürüyor bu halvet hali. Dışarıya kendimi tamamen kapatıyorum.

Ben biyografi yazmayı seviyorum. Siyasal, toplumsal olayları kişi üzerinden anlatmayı tercih ediyorum.

ERDOĞAN'I UYARAYIM DA...

Yeni kitabınız için konu belirlediniz mi? Yoksa sonunu merakla beklediğiniz bir süreç var mı?
Benim torbam hep doludur. Sizin aracılığınızla duyuruyum; Erdoğan’ın biyografisini yazmak için bilgi-belge topluyor ve notlar alıyordum. Evime polis baskını sonrasında bu dosya kayboldu. Halbuki o dönemde “bakın Başbakanı da fişlemiş” diye ne kara propagandalar yaparlardı. Ama o dosyayı ortaya çıkarmadılar! Evden alınanlar arasında o dosyayı bana gösterip paraf attırmadılar. Bu dosyaya ne oldu? Bu dosya nerede? Başbakan Erdoğan hakkında kimler bu tür bilgileri topluyor ? Erdoğan’ı sizin aracılığınızla uyarayım dedim…

Hiç yorum yok: