Türkiye, 1950’den sonra ABD çıkarları doğrultusunda
“değiştirilip”, “dönüştürülmeye” başlanmıştır. Soğuk Savaş döneminde ABD’nin en
büyük korkusu olan “komünizm” tehdidi ve tehlikesi, bu tehdidin burnunun
dibindeki Türkiye’yi ABD için “çok stratejik” ve “çok önemli” bir ülke haline
getirmiştir. Komünizm tehdidine karşı İslam’ı “kalkan” olarak kullanmak isteyen
ABD, Türkiye ve Afganistan gibi Müslüman ülkelerin önderliğinde bir “Yeşil
Kuşak” oluşturarak, Kominizi İslam’la vurmak istemiştir.
ABD, komünizm
tehlikesine karşı kalkan olarak kullanmayı düşündüğü Türkiye gibi ülkelere, II.
Dünya Savaşı’ndan sonra kesenin ağzını açmıştır: Marşal Yardımı, Truman
Doktrini, NATO’ya üyelik gibi konular bu çerçevede değerlendirilmelidir.
“Komünizme karşı
İslam” stratejisiyle yola çıkan ABD, İslam ülkelerindeki “Komünizm
karşıtlığını” körüklemek için elinden gelen her şeyi yapmıştır. Bu doğrultuda
İslam ülkelerindeki “çağdaş”, “laik”, “sosyalist” yapılanmalara ve kişilere
darbe vurarak, “İslamcı”, “şeriatçı” yapılanmaları ve kişileri ön plana
çıkarmaya çalışmıştır. Özetle; II.Dünya Savaşı sonrasında İslam dünyasında
birden bire başlayan “dincileşme” hareketlerinin arkasında, komünizmi İslamla
durdurmak isteyen ABD vardır. Rus-Afgan Savaşı’nda ABD’nin Afganistan’a yardım
etmesi ve Türkiye’nin Kore’ye asker göndermesi karşılığında ABD’nin isteğiyle
NATO’ya alınması hep bu stratejinin ayaklarıdır.
SAİD-İ NURSİ DP’Yİ DESTEKLEMEDİ Mİ?
“ABD”nin Komünizme
karşı İslam” stratejisi, Türkiye’de 1950’de “dinsel bir söylemle” iktidara
gelen Adnan Menderes’in Demokrat Partisi’ni (DP) ve yasaklı din adamı Said-i
Nursi’yi desteklemeyi ve onlardan “yararlanmayı” gerekli kılmıştır.
1950’de yoğun bir
“dinsel söylemle” iktidara gelen DP’nin ilk politikaları da “din” alanında
olmuştur. DP iktidara gelir gelmez, Atatürk döneminde Türkçeleştirilen ezanı,
yeniden Arapçalaştırmıştır. Atatürk devrimlerini, “Halka mal olanlar ve
olmayanlar” diye ikiye ayıran, milletvekillerine “Siz isterseniz Hilafeti bile
geri getirebilirsiniz” diyen DP lideri Adnan Menderes, 1951’de İzmir’de, DP
Kongresi’nde, şunları söylemiştir: “Şimdiye kadar baskı altında bulunan
dinimizi baskıdan kurtardık. İnkılap softalarının yaygaralarına ehemmiyet
vermeyerek ezanı Arapçalaştırdık. Türkiye bir Müslüman devlettir ve Müslüman
kalacaktır, Müslümanlığın bütün icaplarını yerine getirecektir.”
Menderes’in 1951
yılındaki bu sözleri, Türkiye’nin bugünlere nasıl geldiğinin çok iyi bir
göstergesidir. Menderes’in, “Müslümana Müslüman propagandası” yaparak “oy
uğruna” İslam dinini istismar ettiği çok açıktır. DP dönemine kadar İslam’ın
baskı altında olduğunu söylemesi, ezanın Arapçaya çevrilmesini “Müslümanlığa
dönüş” diye adlandırması ve DP’yi “İslam’ın bayrağı” gibi tanımlaması, bugün
AKP’nin “din politikalarını” ve “din istismarını” çağrıştırmaktadır. Demek ki,
“siyasal İslamcı iktidarların” ortak yönlerinden biri, aradaki zaman farkına
rağmen, benzer bir “söylem” kullanmalarıdır.
1948’de 20 aya mahkûm
olan Said-i Nursi, Nur talebeleriyle birlikte Afyon hapishanesine konulmuştur.
O sırada hükümete başvurarak “Bolşeviklere karşı birlikte mücadele etmeyi”
önermiştir:
“Beni serbest
bırakınız. El birliğiyle Komünistlikle zehirlenen gençlerin ıslahına ve
memleketin imanına Allah’ın birliğine hizmet edeyim.”[1]
Said-i Nursi, DP
iktidarına yedi ay kala, 20 Eylül 1949’da hapishaneden çıkmış ve 20 Kasım
1949’da Emirdağ’a sürülmüştür.
14 Mayıs 1950
seçimlerini DP kazanınca Said-i Nursi Celal Bayar’a bir kutlama telgrafı
göndermiştir:
“Cenab-ı Hak sizi
İslamiyet, vatan ve millet hizmetinde muvaffak eylesin.”[2]
Cumhurbaşkanı
Celal Bayar, Said-i Nursi’nin bu telgrafına: “Samimi tebriklerinizden fevkalade
mütehassıs olarak teşekkürler ederim” diye, nazikçe bir cevap vermiştir.[3]
1950’de DP
tarafından serbest bırakılan Said-i Nursi, kendisine tahsis edilen bir
otomobille propaganda gezilerine çıkmıştır
DP, 1950’de
iktidara gelince Said-i Nursi de Ankara’ya gelmiştir. Kendi anılarına göre
Ankara Üniversitesi’nde bir konferans vermiştir. Konferansını, yerli ve yabancı
profesörlerle bazı milletvekilleri izlemiştir![4]
1950’lerin sonunda
ekonomik durumun bozulmasına paralel güç kaybeden DP, “İslam’ı daha çok
kullanmaya ve ödünler vermeye başlamıştır. 1957 seçimlerinde dinsel sloganları
ağırlıklı kullanırken, Nurcularla da seçim ittifakına girmiştir. 1958’de ise
yine Nurcuların anti-laik propagandalarına göz yumulurken radyodaki dini
programlar artırılmıştır…. Başbakan Menderes, 19 Ekim 1958’de Emirdağ’da yeşil
tuğralı bayrakla ve Said-i Nursi tarafından karşılanmaktan memnuniyet
duymuştur…”[5]
Said-i Nursi,
1956’da DP’yi desteklediğini açıklayan bir “manifesto” yayınlamıştır. Bu arada
Afyon Mahkemesi de Nur risalelerinin zararsız olduğuna karar vermiştir.[6]
1950’lerde Said-i
Nursi DP’yi, DP de Said-i Nursi’yi desteklemeye başlamıştır. DP milletvekili
Tahsin Tola, Said-i Nursi’nin risalelerinin Latin harfleriyle basılmasını
önermiş, bunun üzerine DP lideri Adnan Menderes de Diyanet idaresine talimat
vermiştir. Bu talimatı alan Diyanet İşleri Başkanı A. Salih Korur: “Bu
eserlerin neşredilmesi için Said-i Nursi’nin ismi kafi değil mi?” demiştir. Ve Nur
Risaleleri Latin harfleriyle basılmıştır.[7]
Said-i Nursi, 1957
seçimlerinde DP’den aday olan Senirkentli Tahsin Tola’nın desteklenmesini
istemiştir.[8]
Said-i Nursi, 27
Ekim 1957 seçimlerinde Isparta’dadır. Oy kullanmak istediğini bu nedenle seçim
sandığının kendisine getirilmesini istemiştir! Sandık başkanı bu isteği
reddedince yanına Zübeyir Gündüzalp’i alarak sandığa gidip göstere göstere
DP’ye oy vermiştir.[9]
Bütün bu
girişimlerine karşın Said-i Nursi anılarında, “siyasete girmemiş olduğunu”
iddia etmiştir. Said-i Nursi’yi parlatmak için kitap yazanlar da bu iddiadan
hareketle “Said-i Nursi siyasetle ilgili değildi, hiçbir partiyi
desteklememişti” demişlerdir. Ancak bu doğru değildir; yukarıda da görüldüğü
gibi Said-i Nursi ayan beyan bir şekilde DP’yi desteklemiştir. Milletvekili
olmamasının nedeni ise diplomasızlıktır; çünkü o zamanki yasaya göre en az
ilkokul diploması sahibi olanların milletvekili olması mümkündü. Ayrıca kendisi
de milletvekili olmak istememişti zaten…
AH CEMAL KUTAY AH!
Said-i Nursi,
1950’lerde Amerikan destekli yerli işbirlikçilerle parlatılmaya başlanmıştır.
DP’nin iktidar olduğu ve “Karşı Devrimin” başladığı o yıllarda Amerikan eksenli
tüm politikaları basın yayın yoluyla halka benimsetmeye çalışan gazeteci, yazar
Cemal Kutay, Cengiz Özakıncı’nın deyişiyle: “Said-i Nursi’yi sindiği köşede
bulup çıkarıp Amerika’nın izniyle Türk gençliğinin düşünsel önderi olarak
parlatılıyordu. Çünkü Amerika, dünya üzerinde eskiden Almanya çıkarına çalışan
bütün ajanları toplayıp kendi hizmetine koşmaya başlamıştı. Türkiye’de yapılan
buydu”[10]
Cemal Kutay, Said-i
Nursi’yi parlatmak için yazdığı “Çağımızda Bir Asrı Saadet Müslümanı
Bediüzzaman Said-i Nursi” adlı kitabında, bir taraftan Said-i Nursi’yi
överken, diğer taraftan DP iktidarının
isteği doğrultusunda Said-i Nursi’yi nasıl arayıp bulduğunu, nasıl ortaya
çıkartıp nasıl Amerikan isteklerine uygun bir din adamı olarak tanıttığını
anlatmaktadır.[11]
Kitabında,
Emirdağ’a giderek Said-i Nursi ile görüştüğünü ve elini öptüğünü yazan Cemal
Kutay, yıllar sonra Emirdağ’a gitmediğini açıklayacaktır.[12] Dahası, kitabında
Said-i Nursi’yi yere göğe sığdıramayan Cemal Kutay, (Mustafa Yıldırım’ın
iddiasına göre) yıllar sonra bu kitabı 100 bin lira karşılığında yazdığını itiraf
edecektir.[13]
Cemal Kutay’ın
tamamen Said-i Nursi’nin yazdıklarına, anılarına ve bazı başka anılara
dayanarak kaleme aldığı, anılar dışında neredeyse hiçbir kaynak kullanmadığı
“Çağımızda Bir Asrı Saadet Müslümanı Bediüzzaman Said-i Nursi” adlı kitabı,
sonraki bütün Said-i Nursi kitaplarının “ana kaynağı” olmuştur. Prof. Şerif
Mardin bile “Bediüzzaman Said-i Nursi Olayı” adlı kitabını yazarken “temel
kaynak” olarak Cemal Kutay’ın bu propaganda kitabını kullanmıştır.
Aynı Cemal Kutay’ın
12 Eylül sonrasının “ateşli Atatürkçülerinden” biri olması da çok
düşündürücüdür! 12 Eylül’de “içi boşaltılan Atatürkçülüğü” topluma benimsetme
görevi de yine Cemal Kutay’a verilmiştir belli ki.
1950’lerde sadece
Said-i Nursi değil, daha önce Türkiye’deki Hitler örgütlenmesinde görev alan
Alman güdümlü Cevat Rıfat Atilhan da Almanya yenilince rotayı Amerika’ya
doğrultmuş ve 1950’lerde Amerikan güdümlü İslam çalışmalarına katılmıştır.[14]
Soğuk savaş
döneminde Amerika’nın, kırk yıl önce Almanya için “cihat fetvası” yazan Said-i
Nursi gibi İslamcılara çok ihtiyacı vardı. Amerika, bu İslamcıları şimdi de
“Amerikan malı cihat fetvası” yazmaları için kullanacaktı. Cengiz Özakıncı bu
geçeği, “Said-i Nursi hem eski Almancı, yeni Amerikancı, hem İslam birliği yandaşı,
hem Osmanlıcı, hem Kürt, hem hilafetçi olması bakımından Amerika’nın Bullit
tarafından kurallaştırılan soğuk savaş stratejisinin Türkiye’deki kanaat önderi
ve ruhani lideri olup çıkmıştır.”[15] diye ifade etmiştir.
SAİD-İ NURSİ ABD ETKİSİNE GİRMEDİ Mİ?
Türkiye’yi II.
Dünya Savaşı’nda Sovyet saldırısından Kuran’ın koruduğunu ileri süren[16]
Said-i Nursi’ye göre Komünistler, “serserilere ve fakirlere zenginlerin malını
peşkeş çekilmektedirler.”[17]
Said-i Nursi,
1950’lerde açık bir ABD taraftarıdır. Anlaşıldığı kadarıyla İslam dünyasını
kominizim tehlikesine karşı ABD’nin koruyacağını düşünmektedir.
Şu sözler Said-i Nursi’ye aittir:
“Küre–i Arz’ın
şimdiki en büyük devleti Amerika’nın bütün kuvvetiyle din hakikatlerine
taraftar çıkması ve İslamiyet’le Asya ve Afrika’nın saadet ve sükunet ve
müsamaha bulacağına (barış bulacağına) karar vermesi ve yeni doğan İslam
devletlerini okşaması ve teşvik etmesi ve onlarla ittifaka çalışması, kırk beş
sene evvel olan müddeayı ispat ediyor, kuvvetli şahit olur.”[18] Yani, Said-i
Nursi, “Dünyanın şu anki en büyük devleti Amerika’nın bütün kuvvetiyle dini
hakikatlere sahip çıktığını, Amerika’nın, Asya ve Afrika’da İslamiyet’le
beraber huzur ve saadet geleceğine karar verdiğini, Amerika’nın yeni doğan
İslam devletlerini okşadığını ve onlarla ittifak ettiğini” bütün dünyaya ilan
ediyor!
Nursi’nin bu
sözleri, bugün onun yolundan giden Fethullh Gülen’in sözlerine ve yaşam
biçimine nasıl da güzel örnek oluşturuyor.
Said-i Nursi’ye
göre kominizim tehdidi nedeniyle ABD ve Avrupa, Müslümanları desteklemek
zorundadır:
“…Rehber
risalelerindeki Leyle-i Kadir meselesi: şimdi hem Amerika hem Avrupa’da eseri
görülüyor. Onun için şimdiki bu hükümetimizin hakiki kuvveti, hakiki
Kuran’iyeye dayanmak ve hizmet etmektir… Eskiden Hıristiyan devletleri bu İttihadı-ı
İslam’a taraftar değildiler. Fakat şimdi komünistlik ve anarşistlik çıktığı
için hem Amerika hem Avrupa devletleri Kuran’a ve İttihadı-ı İslam’a taraftar
olmağa mecburdurlar…”[19]
Said-i Nursi,
anılarında DP’ye, ABD’yi desteklemesi yönünde akıl verdiğini iddia etmiştir.
Necmetin Şahiner bu konuda şu bilgileri vermiştir:
“Üstad’a, Tahsin
Tola geliyor. Ankara’ya gidiyormuş. Üstad: ‘Hemen git Menderes’e, İngiliz ve
Fransız elçisini reddedip Amerikan elçisinin dediğini kabul etmesini söyle’
diyor. Tahsin Tola hemen gidiyor. Menderes o sırada İngiliz elçisiyle
konuşuyormuş. Biraz sonra Fransız elçisi geliyor. Daha sonra Amerikan elçisi
geliyor. Tahsin Tola içeri girip de Menderes’le bir türlü konuşamıyor.”[20]
24 Şubat 1955’te
ABD’nin isteğiyle Türkiye, İran, Irak, Pakistan ve İngiltere arasında ortak
güvenlik ve savunma kuruluşu CENTO kurulmuştur. O günlerde Said-i Nursi,
Cumhurbaşkanı Celal Bayar’a ve Başbakan Adnan Menderes’e birer mektup
göndererek komünizme karşı Hıristiyan ve İslam dünyasının birlikte hareket
etmesinin iyi olduğunu belirtmiştir. [21]
ABD’ye yaranmak için
kurulan Komünizmle Mücadele Dernekleri’nin oluşturulmasında ve çalışmalarında
Said-i Nursi talebelerinin çok önemli katkıları vardır. Bu gerçeği Fethullah
Gülen şöyle anlatmıştır:
“ İsmi Ali’ydi. Bir
arkadaşı İzmir’e gönderip tüzük getirttik. Ben bir vaazdan sonra anons ettim ve
gençlerle Caferiye Camii’nin (Erzurum) önünde toplandık. Gayemiz komünizme
karşı örgütlenmekti. Dernek ve cemiyet işlerinden anlayan bir akrabam vardı. O
gelip bizi uyardı, bize yol gösterdi… Arkadaşlar da benim derneklerle bu kadar
içli dışlı olmamı biraz fazla buluyorlardı. Benim hareketlerimden rahatsız oldular.
‘Bu Komünizmle Mücadele Derneği’ de nerden çıktı? Sen Nur’ları oku. Bundan iyi
mücadele olmaz’ dediler. Daha sonra da ‘Meğer biz yanılmışız’ diyecekler ve
Komünizmle Mücadele Derneği’ni onlar kuracaklardı.”[22]
DP iktidar
olduktan sonra Türkiye büyük bir hızla ABD etkisine girmeye başlamıştır. (Aslında Türkiye’nin ABD etkisine girme
süreci İsmet İnönü döneminde, 1946 anlaşmalarıyla başlamış, 1950’den sonra DP
ve Menderes döneminde bu süreç hızlanmıştır). 1950’lerde NATO’ya girmek için
çırpınan Türkiye, ABD’yi memnun etmek ve bu sayede NATO’ya girmek için Kore iç
savaşına asker göndermiştir.
O günlerde Said-i
Nursi de ABD’nin yanında savaşa katılmayı desteklemiştir. Hatta kendisinin de
bir ordu kurup bu ordunun başında gönüllü olarak Kore’ye savaşmaya gitmek
istediğini belirtmiştir:
“Hükümet Kore’ye
asker gönderiyormuş, eğer bana da izin verseler, 5000 genç Nur talebelerimle
gönüllü olarak komünistlerle harbetmek için ben de giderim.”[23]
NUR’CULAR VE MOON’CULAR
Kore Savaşı’nda
ABD’nin tarafında yer alarak bu savaşa katılmak isteyen Said-i Nursi o dönemde
yine ABD’nin yanında yer alan başka bir Koreli’ye çok benzer!
Bu Koreli; ABD ile
ilişkilerini geliştiren ve savaş sonrasındaki diktatörlük döneminde CIA ile
işbirliği yapan “Unifiacation Church” (Birleştirme Kilisesi)’ü kuran Sun Moyung
Moon’dur [24]
Mustafa Yıldırım, “Meczup
Yaratmak” adlı kitabında Sun Myung Moon yapılanmasıyla Said-i Nursi hareketinin
yollarının 1980’lerin sonuna doğru kesişmiş olduğunu ve Moon’cuların
Türkiye’den Nurcular’dan büyük bir destek aldığını anlatmıştır.
Şimdi sözü Mustafa Yıldırım’a bırakalım:
“Moon öncelikle tüm
Hıristiyanları birleştirerek kendisini bir tür Mesih olarak tanıtır. Adem ve
Havva’nın günah işleyerek insanoğlunun kanını kirlettiğini, İsa’nın ise siyaset
bilmediğinden başarılı olamadığını ileri sürer. Örgütlülük ağı geliştikçe de
öteki dinden insanları yanına çekmek için ‘Mesihlik’ propagandasını yükselterek
Müslümanları da birliğe çağırır; onlarla akademik, kültürel ve sonra da ticari
ilişkiler ağı kurmayı başarır.
Moon, okullar
medya, kültürel örgütler, şirketler, finans kurumlarından oluşan bir model
yaratır. Onun Türkiye ilişkileri içinde yer alanlar devlette önemli görevleri
üstlenirler.[25] Türkiye’den giden ilahiyatçılar Moon’un okullarında ders
verirler.
Moon’un
parasal-siyasal ilişkilerine temel yapmış olduğu Hıristiyanları giderek tüm
dinleri birleştirme senaryosunu birtakım dinsel temalara indirgemek, asıl olanı
buğular altında bırakmak olur. Ancak örgütlenme modeli son derece tutarlı ve
başarılıdır. Devlete karşı durmak yerine, kişiler aracılığıyla kurumları ele
geçirmek ise, en örnek alınası tarzdır.
Yıllar sonra bu
model Türkiye’de de Said-i Nursi ardıllarınca benzer biçimde kurulur. Bu
modelin simgesi olan kişi de tıpkı Moon gibi ABD’ye yerleşir.
Said-i Nursi de,
Moon gibi ABD örgütlülüğünde ‘antikomünist’ mücadelenin yararını kavramış
görünmekte ve ABD’yi desteklemenin gerekçesi olarak Hıristiyanlarla Müslümanlar
arasında dinsel bir ayrılık olmadığını, Müslümanlarla Hıristiyanların
birleşmeleri gerektiğini ileri süren satırlar yazdırır:
‘Ehl-i iman
Hıristiyanın dindar ruhanileriyle ittifak etmek ve medarı-ı ihtilaf mes’eleleri
nazara almamak gerekir.Çünkü küfr-ü mutlak hucum ediyor.’[26]
Bu sıralarda ABD’de
CIA’yı kurmuş ve Londra merkezli bir karşı casusluk, karşı propaganda ağı
oluşturmaktadır.
Ortadoğu ve
özellikle Asya ülkelerindeki Müslümanları kendi cephesinde tutup savaşımında
kullanmak amacıyla ‘komünizme karşı din’ propagandasıyla ve örgütlenmesiyle
ülkeler içinde kendisine bağlı odaklar oluşturmakta ve bu odakları etkisine
aldığı devlet kurumları ve işadamı çevreleriyle desteklemektedir…
Müslümanların
çoğunlukta olduğu ülkelerin insanları Haçlı saldırılarını unutmamışlardır.
Müslümanları Hıristiyanların saflarına çekmenin yolu ‘İslamiyetin, Museviliğin
ve Hıristiyanlığın’ kardeşliğini ileri sürmekten geçmektedir.”[27]
Yıldırım’ın belirttiği
gibi gerçekten de ülkemizde Said-i Nursi’den “el alan” bir cemaat, Moon tipi
örgütlenmiş ve Moon’la işbirliğine girmiştir.
Söz konusu
cemaatin, “devlet içinde devlet olacak” biçimde gizli ve derinden yapılanması,
devlet kurumlarını ele geçirmeye çalışması, Mesih düşüncesini canlı tutması,
cemaat burjuvası oluşturması, STK’lar, medya ve eğitim yoluyla toplumu
biçimlendirmek istemesi, dinler arası diyalog peşinde koşması ve ABD’yle sıkı
ilişkiler içinde olması, Moon tipi örgütlendiğini kanıtlamaktadır.
İSA SİZİ KORUSUN!
Söz konusu
cemaatin, “Aksiyon” adlı dergisinin, 8 Aralık 2003 tarihli 470. sayısında Hz.
İsa kapak konusu olarak işlenmiştir. Kapağında kocaman bir İsa ikonasının yer
aldığı derginin içindeki yazıya,
“Hıristiyan dünyası Hz. Mesih(Christ)’in doğum yıldönümünü kutlamaya
hazırlanırken Müslümanlar salat ve selam getirerek Hz. İsa’ya diğer
peygamberlere olduğu gibi hürmet gösteriyor. Ve iki dinin müntesipleri geçmişte
oluşan önyargıları yıkarak insanlığı tehdit eden tehlikelere karşı ortak
noktalarda buluşmanın yollarını arıyor.” denilerek başlanmıştır. Belli ki
burada “…Ve iki dinin müntesipleri geçmişte oluşan önyargıları yıkarak
insanlığı tehdit eden tehlikelere karşı ortak noktalarda buluşmanın yollarını
arıyor.” denilerek, “dinler arası diyalogun” altı çizilmiştir.
Türkiye’de “dinler
arası diyalog” arayışları Said-i Nursi’yle ivme kazanmıştır.
Hıristiyan-Müslüman çekişmesinin geçici olduğunu ileri süren Said-i Nursi,
kavga edecek bir şey olmadığını belirtmiştir:
“Ahir zamanda
İsevilerin dindarları ehl-i Kuran’la ittifak edip müşterek düşmanları olan
zendekaya (zındıklara) karşı dayanacakları gibi, şu zamanda ehl-i diyanet (dine
bağlı) ve ehl-i hakikat (hakikata bağlı) değil, yalnız din daşı, meslektaşı,
kardeşi olanlarla samimi ittifak etmek, belki Hıristiyanların hakiki dindar
ruhanileri (din önderleri) ile dahi medarı ihtilaf (anlaşmazlık nedenleri)
noktaları muvakkaten medarı münakaşa (geçici tartışma nedenleri) ve niza
(kavga) etmeyerek düşmanları olan mütecaviz dinsizlere karşı ittifaka
muhtaçtırlar.”[28]
Yani, Said-i Nursi,
Hıristiyanların dindarlarının Müslümanlarla birleşip ortak düşmanları olan
“dinsizlere” karşı dayanacaklarını, dine bağlı olanların, Hıristiyan din
önderleriyle kavga etmeyerek “dinsizlerle” karşı birleşmek zorunda olduklarını
belirtmiştir.
Said-i Nursi’nin
halefi olan Fethullah Gülen de aynı kanıdadır. Gülen, Said-i Nursi’nin Emirdağ
Lahikası’ndaki görüşlerini tekrarlayarak Müslüman-Hıristiyan birlikteliğine
şöyle vurgu yapmıştır:
“İslam’da ve Katolik Hıristiyanlık’ta esas
olan inanç hükümlerinden başka, her iki dindeki ahlaki esaslar da denilebilir
ki aynıdır. Teferruat (ayrıntı) olan tali (yan) meseleleri bir tarafa
bırakalım.”[29]
PAPA’YA RİSALE
“Dinler arası
diyalog” çerçevesinde Said-i Nursi’nin risaleleri dünyanın değişik ülkelerine
gönderilmiştir. Talebelerinden Selahattin Çelebi ve oğlu Nazif Çelebi,
kitapları teksirle çoğaltarak dünyanın değişik ülkelerine postalamışlardır.
Said-i Nursi’nin risalelerinden oluşan bir paket kitap da Vatikan’ın İstanbul
temsilcisine gönderilmiştir. Oradan da Papa’ya ulaştırılmıştır. Papa’nın özel
kalemi 22 Şubat 1951 tarihli kısa bir mektupla Nurculara “teşekkürlerini”
bildirmiştir.[30]
PATRİK’LE GÖRÜŞME
Said-i Nursi sadece
Katolik Hıristiyanlarla değil Ortodoks Hıristiyanlarla da iyi ilişkiler
kurmaya, onlarla da yakınlaşmaya çalışmıştır. 1953 yılında talebesi Ziya Arun’u
yanına alarak Fener Ortodoks Rum Patriği Athanogoras’a gitmiştir. Patriğe,
“Peygamberi ve Kuran’ı kabul ederlerse ehl-i necat (kurtuluş ehli) olacaksınız”
demiştir. [31]
Said-i Nursi’nin ve
talebelerinin Papa’yla kurduğu ilişkiler meyveleri zaman içinde vermiş ve
yıllar sonra Said-i Nursi’nin halefi Fethullah Gülen, Vatikan’da Papa ile
görüşmüştür.
WİLSON’A ÖVGÜ
Said-i Nursi,
sadece Papa’ya değil, “dindar” olan bütün Hıristiyan liderlere övgüler
dizmiştir. Örneğin, I. Dünya Savaşı’nda ve sonrasındaki Kurtuluş Savaşı’nda
Türkiye’ye yönelik yapmadıkları düşmanlığı bırakmayan Wilson, Lloyd George ve
Venizolos hakkında şunları söylemiştir:
“Din-i İslamı
Hıristiyan dinine kıyas edip Avrupa gibi dine lakayıd olmak pek büyük bir
hatadır. Evvela: Avrupa dinine sahiptir. Başta Wilson, Lloyd George, Venizolos
gibi Avrupa büyükleri, papaz gibi dinlerinde mutaassıp olmaları şahiddir ki,
Avrupa dinine sahiptir…”[32]
CESARETİNİZ VARSA İLİŞİNİZ!
Said-i Nursi’nin
“din eksenli” hayat görüşü, onun “din dışı” akımlara karşı “düşmanlık”
beslemesine yol açmıştır. Özellikle “ateizme” ve “komünizme” karşı çok serttir.
1950’lerde CHP’ye karşı DP’yi; Rusya’ya karşı ABD’yi desteklemesinin temel
nedeni bu “din eksenli” hayat görüşüdür. Atatürk devrimlerini uygulayan, laik
ve çağdaş ulus devletin savunucusu CHP’ye karşı, “dinsel söylemleri” ve
“uygulamaları” ön plana çıkaran DP’yi desteklerken; Sovyetlerden yayılan “din
karşıtı” kominizim akımına karşı da Moon tarikatı gibi Hıristiyan tarikatların
yuvalandıkları, komünizme karşı mücadele eden ABD’yi desteklemiştir. Bu sayede
hem DP, hem de ABD, Said-i Nursi’den çok rahat bir şekilde yararlanmışlardır.
“Hoşgörü abidesi”
ve “mazlum” olarak gösterilen Said-i Nursi, “dinsizlere” ve “düşmanlarına”
karşı çok kindar ve acımasızdır.
Şu sözler Said-i
Nursi’ye aittir:
“Ey din ve avretini
dünyaya satan bedbahtlar! Yaşamanızı isterseniz bana ilişmeyiniz! İlişirseniz,
intikamım katmerli bir suretle sizden alınacağını biliniz, titreyiniz!
Ben rahmet-i
ilahiden ümit ederim ki: Mevtim, hayatımdan ziyade dine hizmet edecek ve ölümüm
başınızda bomba gibi patlayıp başınızı dağıtacak!
Cesaretiniz varsa ilişiniz!
Yapacağınız varsa göreceğiniz de var!”[33
Korktunuz mu?
1950’lerde, “Hükümet Kore’ye asker gönderiyormuş, eğer bana
da izin verseler, 5000 genç Nur talebelerimle gönüllü olarak komünistlerle
harbetmek için ben de giderim” diyerek 74 yaşında ABD için Kore’de savaşmaya
can atan Said-i Nursi, nedense 1919’da, üstelik 43 yaşındayken, Anadolu’daki
Türk Kurtuluş Savaşı’na katılmak için kılını bile kıpırdatmamıştır.[34]
Sinan Meydan
[1] Malmisanij,
Said-i Nursi ve Kürt Sorunu, 2.bs, İstanbul, 1991, s. 27; Şualar, s.377.
[2] Emirdağ Lahikası, s.280.
[3] Necmettin Şahiner, Son Şahitler, Bediüzzaman Sid Nursi
Anlatıyor, İstanbul, 1992, s.381.
[4] Sözler, Redoks, s.747.
[5] Necip Mirkelamoğlu, Din ve Laiklik, İstanbul, 2000, s. 513; Sinan Meydan, Atatürk İle Allah
Arasında, 4.bs, İstanbul, 2010, s.726-727.
[6] Mustafa Yıldırım, Meczup Yaratmak, 2bs, Ankara, 2006,
s.142.
[7] Şahiner, age, s. 413-415; Yıldırım, age, s.142,143.
[8] Yıldırım, age, s.146.
[9] Şahiner, age, s.415-416.
[10] Cengiz Özakıncı, Türkiye’nin Siyasi İntiharı, Yeni
Osmanlı Tuzağı, İstanbul, 2005, s. 145
[11] Bkz. Cemal Kutay, Çağımızda Bir Asr-ı Saadet Müslümanı:
Bediüzzaman Said-i Nursi, Yeni Asya Yay, İstanbul, 1981.
[12] Yıldırım, age,
s.23.
[13] Age, s.66.
[14] Özakıncı, age, s.146.
[15] Age, s.146.
[16] Yıldırım, age, s.126.
[17] age, s.127.
[18] Tarihçe– Hayat , 88, Arabi Hutba–i Şamiye Eserini
tercümesi / Birinci Kelime / Haşiye, İçtima–i Reçeteler II/101.
[19] Emirdağ Lahikası, s. 54.
[20] Necmettin Şahiner, Hatıralarda Bediüzzaman, s.177.
[21] Şahiner, age, s.411; Yıldırım, age, s.142.
[22] Yıldırım, age, s.131.
[23] Şahiner, age, s.75-78; Yıldırım, age, s.127.
[24] Yıldırım, age, s.127.
[25] “Moon’un en kapsamlı Türkiye atağı, “Unification
Movement” gezisidir. 35 ülkeden toplanan 150 kişi New York, Kudus, İstanbul,
Roma, Yeni Delhi, Katmandu, Bangkong, Pekin, Tokyo, New York yolculuğu boyunca
her kentte bir hafta kalarak işlerini gördüler! Sözde dinler arası ilişkinin
amacı, Moon’un hedefine uygun olarak adam örgütlemektir. Bu o denli açıktır ki,
Moon’un örgütçüsü Dr. Joseph Bettis, “Heyetimiz içinde yer alanlar bütün
dünyada tek din olmasını amaçlıyorlar.Bu bizim ikinci turumuz. Bunu devam
ettirmek istiyoruz’ dedikten sonra örgütlerin geleneksel yayılma yöntemlerine
uygun bir açıklamada daha bulunuyordu: ‘Ancak tura katılanlar her yıl
değişecek… Bu yıl sekiz Türk’ün de bizimle gelmesine çok memnun olduk.’
Türkiye’yi temsil edenler arasında Dünya Dinleri Gençlik Semineri’ne katılan
Türk heyetinde Ahmet Davutoğlu bulunuyordu. Boğaziçi Üniveristesi’nin öğretim
görevlisi olan Davutoğlu, masumane çalışmaların amacını şu ilginç sözlerle
açıklıyordu: ‘Amerika’da kendi sahasında söz sahibi değişik dinlere mensup bir
grup profesörün önderliğini yaptığı bu gezide, amaç bilfiil yaşayarak, daha
açık bir ifade ile ‘gezici bir üniversite şeklinde’ dinler arasında diyalog ve
fikir alış verişi temin etmektir. İlki geçen sene yapılan bu geziye Türk
temsilciler bu sene katıldı. Gerek ABD’de gerekse Kudüs’te gerçekten çok
değerli gözlemler yapma imkanı bulduk.” Mustafa Yıldırım, Sivil Örümceğin
Ağında, 13.bs, s.530; Yıldırım, Meczup Yaratmak, s. 128, dipnot:190.
[26] Emirdağ Lahikası, 1, Redoks, 206.
[27] Yıldırım, Meczup Yaratmak, s. 127-129.
[28] Lem’alar, s.151.
[29] www.fgulen.org
[31] Age, s.405.
[32] Mektubat, Yeni Asya Neşriyat, s.312.
[33] Mektubat, Yeni Asya Neşriyat, s.774.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder