1 Eyl 2013

Zulme karşı çıkmak mı, camiye hapsolmak mı?

Kur’an, ‘din’ derken birincisini kast ediyor. Siyaset ve menfaat dinciliği ise bunun aksini söylüyor. Dincilikle dindarlığın belirleyici noktası da işte burası. Müdafaai Hukuk ve Kuvayı Milliye kadroları birinci anlayışı savundukları için dindar, Dürrîzade-Damat Ferit ekipleri ikinci anlayışı savundukları için dinci olarak damgalanmalıdır. Kıstas budur. Cumhuriyeti yamuk anlayan ‘sözde laikler’ bu kıstasın yerine ‘gerici-ilerici’ diye saçma bir kıstas koyarak Türkiye’yi karmaşanın kucağına attılar.

Son iki yazımızda Türkiye ve Hindistan örnekleriyle gösterdik ki, siyaset ve menfaat dinciliğinin ‘ulema’ unvanlı simsarlarına göre, zulme karşı çıkmak ve ülkenin bağımsızlığını istemek önemli değildir, hatta din dışıdır. Herkesin namazını serbestçe kılıp kılamadığına bakacaksınız. Ülkenin bağımsızlığını ortadan kaldırıp bütün servetlerine el koyan işgalciler, eğer namaz kılmanıza engel olmuyorlarsa onlara karşı mücadele vermeniz dine aykırı olur. Bu ‘ulema’ unvanlı onursuzlar için İslam’ın “Tek düşman zulümdür, ona karşı savaşmayansa zalimdir” buyruğu hiçbir anlam ifade etmiyor. İmamı Âzam, “Zulme karşı savaşın olmadığı yerde Kur’an’ın istediği imandan eser yoktur” yolunda fetvalar verdiği için zindanlarda süründürülüp sonunda da katledildi.

Zulme-zorbalığa karşı çıkmamayı dinleştiren her coğrafyadan ‘Dürrîzadeler’ Hindistan’da şunu bile yaptılar: İşgalci İngilizleri ‘Müslümanların kurtarıcısı’ ilan ettiler. Onlar bunu yapma şerefsizliğine bulaşırken insan haysiyetinden nasipli bir İngiliz diplomatı, bu ulemanın İslam’ı tahrif ettiğini, İslam’ın bir yabancı gücün işgalini hiçbir biçimde tecviz etmeyeceğini dünyaya ilan ediyordu. Bu diplomat, W. William Hunter idi. Onun çalışması şu adla yayınlandı: ‘The Indian Musulmans: Are Indian Musulmans Bound by Religion to Rebel Against the Qeen: Hint Müslümanları: Hintli Müslümalar Dinen Kraliçe’ye İsyan Etmek Mecburiyetinde midirler?’

“Hunter, bir kısım Müslüman ulemanın Hindistan’da cihadın meşru olmadığı yönündeki görüşlerinin gerçeği yansıtmadığını iddia ediyordu. İslam fıkhına göre aksi görüş doğrudur. Yani Müslümanlar ülkelerini ele geçirip inançlarına müdahale edenlere karşı savaş veya başka yollarla mücadele etmek zorundadırlar.” (Azmi Özcan, Hindistan’da İngiliz Hâkimiyeti ve Ulemanın Tavrı, 112)

Esas dehşet verici gelişme bundan sonradır. Hunter’a karşı reddiyeler yazarak âdeta isyan edenler 
kimlerdir dersiniz? Ne İngilizler ne Hindular ne de öteki gayrimüslimler. Hunter’a reddiyeler yazanlar ‘ulema’ lakaplılardır. Tipik bir örnek olarak, Seyyid Ahmed Han’ı verebiliriz. Bu adam bizdeki hain Şeyhülislam Mustafa Sabri’ye çok benzemektedir. Mustafa Sabri, Kurtuluş Savaşı’nı savunup öven Mısırlı ulemaya karşı, o savaş aleyhinde konuşuyor ve Mısır ulemasına reddiyeler yazıyordu.
Mustafa Sabri

"Seyyid Ahmed Han’a göre, Hindistan’da asıl önemli olan husus, Müslümanların cihatla mükellef bulunmamalarıdır. Seyyid Ahmed bu görüşlerini desteklemek için Hz. Peygamber’in hayatından örneklemeler de yapmaktadır.” (Adı geçen makale, 113-114)

İngilizlere hizmeti din yapmış adam, kölelik fetvasına Hz. Peygamberi de âlet ediyor. Dincilik, haçlı sömürgecilerle kendisinin işbirliği söz konusu olduğunda bin dereden su getirerek işi ‘İslamî fetva’ya bağlamanın yolunu bulur. Kendisinin işbirliği söz konusu değilse, bırakın işgal ve sömürüyü, ortak ve evrensel insanlık meselelerindeki anlaşmaları bile ‘İslam’ı kâfirlere satmak’ olarak damgalar. Dinciliğe göre, aynı şeyi siz yaptığınızda hıyanet, kendisi yaptığında siyaset vardır.

Hiç yorum yok: