Deniz Feneri - Kaan Turhan etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Deniz Feneri - Kaan Turhan etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

22 Ara 2011

Deniz Feneri ve AKP


Tayyip Erdoğan, Almanya’yı neden suçlamaktaydı?

Kılıçların çekilmesinin temeli neye dayanmaktaydı?
Kuşkusuz, belirleyici etken, Almanya’nın her türlü lojistik, moral desteği verdiği terör örgütü PKK’nın KCK yapılanmasına yönelik operasyonlar ve Alman hukukunun Deniz Feneri e.V soruşturmasıydı. AKP’nin AB’ye üyelik meselelerini geri plana itmesi, AB’nin lokomotifi Almanya’nın, Türkiye’den “siyasal, ekonomik”beklentilerini gündeme taşımıştır.  
 Almanya, Türkiye’de faaliyet gösteren aynı zamanda istihbarat örgütleri BND tarafından yönlendirilen vakıfları aracılığıyla da, Türkiye’de “Alman ekolü” üzerine çalışmalar yapmaktaydı. Almanya dostluk grupları vs. adı altında faaliyetlerini sürdüren bu vakıflar, doğrudur BDP taşkilatlarıyla ve Güneydoğu’yla ilgilenmektedir. Ancak resmin tamamında, Türkiye’ye karşı bir karşılıklı güven ortamının, Almanya lehinde sağlanmasıdır. Böylelikle, saygın müttefik statüsüyle, kamuoyundan yararlanabilecek, toplumsal muhalefeti (Bergama olayı gibi) devlete karşı kışkırtabilecekti.

AKP’li yöneticiler ya da AKP’ye yakın, yandaş olarak tanımlanan, Erdoğan’ın “kalemşörler” bu vakıfların toplantılarına katılmamış mıydı?

BDP Anayasa komisyonu üyesi olan Prof. Dr. Büşra Ersanlı’nın tutuklanmasına ilişkin; Aktif Haber'in 17 Kasım 2001 tarihli haberinde:

“Öcalan tarafından kurdurulduğu saptanan ve PKK propagandasının yapıldığı sözde Siyaset Akademileri'nde ders veren Prof. Ersanlı'nın terör örgütüne BDP'li belediyeler aracılığıyla finansman sağladığı iddia edilen Heınrich Böll Stiftung Derneği ile de bağlantılı olduğu ortaya çıktı. Başbakan Erdoğan geçtiğimiz ay, bazı Alman vakıflarının BDP'li belediyeler üzerinden PKK'ya yardım ettiklerinin tespit edildiğini açıklamıştı. Erdoğan'ın işaret ettiği Alman vakıf ve dernekleri Heınrich Böll Stiftung Derneği, Konrad Adenaeur Vakfı, Friedrich Ebert, Friedrich Naumann isimli kuruluşlardı. KCK tutuklusu Büşra Ersanlı'nın, bu kuruluşlardan biri olan Heınrich Böll Stiftung Derneği tarafından Türkiye'nin iç meselelerinin konuşulacağı yuvarlak masa toplantısına davet edildiği ve katıldığı belirlendi. 14 Eylül 2011 günü Heınrich Böll Stiftung Derneği'nin Ersanlı ile kurduğu irtibat Ersanlı'nın sorgu tutanağına yansıdı. Soruşturmada ayrıca, KCK'nın İstanbul yapılanmasında görev alan birçok örgüt mensubunun yanı sıra Osman Kavala'nın da Heınrich Böll Stiftung Derneği'ndeki toplantılara katıldığı saptandı.”

denilmekteydi. Ersanlı’ya bu gerekçelerle işlem yapan Emniyet, Fethullah, AKP üçgeni; AKP kalemşörleri olan aynı zamanda anılan Alman Vakıflarıyla içli dışlı olan; İsmet Özel, Orhan Koçak, Nilüfer Kuyaş, Beral Marda, Murathan Mungan, Barış Pirhasan, Berat Günçıkan, Recep Yazıcıoğlu, Ali Bayramoğlu, Prof.Dr. Burhan Şenatalar, Prof.Dr. Zafer Üskül, Prof.Dr. İbrahim Kaboğlu, Cem Özdemir, Ionna Kuçuradi, Tarık Ziya Ekinci, Zafer Üskül, Yücel Sayman, Prof.Dr. Baskın Oran, Hasip Kaplan ve ismini yazamadığımız nice Cumhuriyet düşmanı isim hakkında da işlem yapacak mıdır?

Diğer bir çok sivil toplum örgütü, üniversite, dernek ve vakıflar hakkında belirlenen “ilişkiler” dolayısıyla yasal süreç işletilecek midir?
Bu AKP kadrolarının görevleri gereği olanaklı değildi elbette!
 
 Kemalist Devrim Şehidimiz Dr. Necip Hablemitoğlu’nun kitapları ve makaleleriyle ortaya koyduğu Almanya derin devleti gerçeğini verilerle irdeleyeceğiz ve Almanya’nın Türkiye’deki emelleri üzerinde duracağız. AKP’yle birlikte derinlik kazanan konunun özünü paylaşmaya çalışacağız. Almanya’nın, ulusal kurtuluş savaşıyla başlayan ve Anadolu’daki emellerinin kısa tarihçesini Cihan Dura’nın saptamalarıyla şöyle açıklayabiliriz:
 
“Alman vakıflarının Türkiye'deki faaliyetleri iki grupta toplanabilir:

1. Kemalizmin iflas ettiği, Türk ulusu diye bir ulus olmadığı yalanını yaymak;

2. Türkiye'de yerel yönetimlere işlerlik kazandırmak, bu amaçla Almanya'da sözde var olan federal sisteme geçişi benimsetmek."


Bu hedefler yönünde; Heinrich Böll Vakfı yıkıcı faaliyetlerini Güneydoğu'da, Kondrad Adenaur Vakfı Çukurova'da sürdürmektedir. Türkiye Belediyeler Birliği işte bu sonuncu vakıf ile sıkı işbirliği içindedir. Meclis tutanaklarına bakıldığı zaman, Birliğin bu vakfın emelleri doğrultusunda faaliyet gösterdiği anlaşılmaktadır.

Alman hükümetleri 1919 yılından itibaren sınırları dışında yaşayan Almanların durumunu ulusal bir dava olarak algıladılar. Bunu sorun haline getirerek Almanya’nın küresel çıkarlarını korumak amacıyla kullanmaya başladılar.

Kanıt mı istiyorsunuz? İşte Weimar döneminin ünlü başbakanı Stressmann'ın sözleri:

- “Azınlıklar, bulundukları ülkenin siyasetini Alman İmparatorluğu'nun çıkarları doğrultusunda etkilemeye çalışmalıdır.

- Kültür alanında, Alman kültürünün ve düşüncesinin, bulundukları ülkenin halkına yayılmasına çalışacaklardır.

- Ekonomik açıdan ise hem Alman sanayiinin ürünlerinin pazarlanmasına ve ham maddelerin elverişli koşullarda sağlanmasına aracılık edecekler, hem de Alman sanayiinin yurt dışındaki itibarının yükseltilmesine katkıda bulunacaklardır.”


Benzer görüşler Hitler döneminde büsbütün yaygınlaşmıştır. Almanya dışında yaşayan Almanlar, yayılmacı Alman dış politikasının birer aracı haline getirilmiştir.
Kâzım Karabekir Almanların Anadolu'yu sömürgeleştirme planları için “Alman Anadolu Komitesi” adlı bir dernek kurduklarını kaydetmektedir. Golç Paşa'nın yanı sıra, bu derneğin üyeleri arasında bulunan Alman Askerî Islah Heyeti üyesi İmhor Paşa 1913'de şunları söylüyordu:
 
   
“Anadolu'da 60-70 milyon insan iskân edilebilir. Oysa mevcut nüfus yalnızca 15 milyondur. Türkler bir ülkeyi imar etmesini bilmeyen bir millettir. Anadolu tam sömürgeleştirilecek bir yerdir. 1

demekteydi.

Almanya’nın başkenti Berlin’de düzenlenen

“1937/38 yıllarında Dêrsim’de yapılan kitlesel katliam, soykırım olarak tanınmalıdır”

başlıklı konferans 24 Kasım 2011'de başlamıştı.

Berlin Eyalet Parlamentosu’nda yapılan konferansa; Sol Parti (Die Linke) tarafından organize edilen konferansa, Dêrsim’i Yeniden İnşa Derneği, Demokratik Alevi Dernekleri Federasyonu (FEDA), Berlin Kürt Meclisi, Almanya Kürt Dernekleri Federasyonu (YEK-KOM) ile Tigris Akademisi gibi kurumlarda, destek veriyor.

Konferansa, Berlin Eyalet Başkanı Walter Momper, milletvekili Giyasettin Sayan, BDP milletvekili Şerefettin Halis, gazeteci Cengiz Çandar, Hasan Cemal, Ahmet Karharaman, Haydar Işık, Av. Erdal Doğan, Prof. Ahmet Özer, Munzur Çem, yönetmen Çayan Demirer hazır bulunmuştu.

Berlin Eyalet Parlamento Başkanı Waler Momper, konferansta:

“Osmanlı döneminden sonra Türkiye’de hükümeti Kürtlere yönelik katliamlar yaptı. Bu modern Türkiye için bir travma haline geldi. Bu katliamlar, 1915 yılında Ermenilerle başladı. Sadece fikir ve psikolojik açıdan bahsetmiyorum. Bu fiziksel de öyledir. Türkiye’de azınlıklar katliamları son yıllarda tekrar gündeme geldi.

Ermenilere yapılanlar hepimizin bildiği bir şey. Ama Kürtlere yapılanlar da var. Osmanlı döneminde cumhuriyet ve şuanda da Kürtlere yapılanlar bir katliamdır. Bir kültür, dil katliamdan geçirildi. Bir halk yok edilmek istendi. Bu bir soykırımdır.

Dêrsim’de insanlar, öldürüldü ve katledildi. Etnik azınlıklar katliama uğratıldı. İsimleri değiştirildi. Bütün bunları hatırlamamız gerekiyor. Çünkü bunlar günümüzü de ilgilendiriyor. Sadece Almanya’da değil. Türkiye de aynı şeyler geçerli. Türkiye Avrupa Birliği’ne üye olmalı. Modern Türkiye Avrupa’ya ait. Ama diğer tarafta Türkiye AB’ye üye olmak istiyorsa AB ölçülerini de uygulamak zorunda. O zaman azınlıklar, kendi haklarını yaşamasını isterler. Bizde o taleplerini iletmek zorundayız. Özellikle hükümet çevreleri bunları uygulanmalı bilincinde ama yüz yılda yapılanlar bu doğrultuda değil. Bazı yasalar çıkartıldı ama yeterli değil. Kürt belediye başkanlarının buralara gelememeleri haklarında açılan davlar, Kürtçenin yasak olması bize bunu gösteriyor.”
 2 


demişti. Rahatsızlıklarından dolayı Yaşar Kemal ve Gunter Grass'ın katılamadığı konferansa Tayyip Erdoğan bir tepki göstermiş midir?

Elbette hayır!

Ya da Suat Kınıklıoğlu’nun 2005 yılında, “US German Marshall Fund”un Ankara şubesini kurmasına ve bu şubeye müdür olarak atanmasına ve Kınıklıoğlu’nun daha sonraki seçimlerde de AKP’den milletvekili seçilmesine…!

Erdoğan
, Almanya’yla ilgili vakıfların bazı siyasi partilere destek sağladığı yönündeki ifadelerini, Makedonya dönüşü sorulara verilen cevaplarıyla açıklamalarıyla gündeme getirmişti:

- Operasyona sebep olan başka argümanlar var mı İçişleri Bakanlığı’nın elinde?

Evet. Var. -Ki beni çok rahatsız eden bir durumdur bu.- Bu belediyelere bazı vakıflardan destek gidiyor. Özellikle Almanlar bu konuda iyi durumda değil. Almanya’daki o vakfın ismini vermeyeceğim. Bu tür vakıflar özellikle CHP’li ve BDP’li belediyeler ile kredi sözleşmeleri yapıyorlar. Bu kredi sözleşmelerini yapmakla kalmıyorlar hangi müteahhitlerle iş yapmaları gerektiği konusunda işaret veriyorlar. Bu yolla resmen PKK’ya para gönderiyor o vakıflar.
- Yöntemleri nasıl peki?

Kredi sözleşmesi yapıyor. Bununla da kalmayıp hangi müteahhitte vereceği konusunda işaret veriyor. Kanalizasyon işi yapıyor. Ama şu firmaya vereceksiniz diyor. Tabii, baktığınızda yasaya uygun gibi görünüyor olay.
- Sizin rahatsız olduğunuz bu durumdan Alman hükümetinin haberi var mı?

Duyurduk. Haberleri var ama nedense vurdum duymaz davranıyorlar bu konuda.
- Hangi vakıflar bunlar?

Gazetecisiniz. Araştırın bulun...
 3

Konuyla ilgili araştırıp bulanlar, cezaevine hapsedilmişti ya da daha iktidarlarının ilk günlerinde suikastle şehit edilmişti. Erdoğan, sanki bunları bilmiyormuşcasına ve Makedonya dönüşü söyledikleriyle ilgili sanki “günah çıkarmıştı”Recep Tayyip Erdoğan, Alman vakıfların bazı belediyelere yardım yapmasıyla ilgili olarak, '

'Konunun aslı: Bu söylenen vakıflar benim konuşmamla da gündeme gelmedi. Aslında Türkiye'de bu konu daha önce, medya vasıtasıyla gündeme gelmiş konulardır. Alman vakıflarının ki uzun zamandır Türkiye'de ne yazık ki buna benzer bazı girişimleri olmuştur. Hatta ana muhalefet partisine bu şekilde yardım konusu tartışma konusu da olmuştur, tartışılmıştır, medyada bu yayımlanmıştır. Fakat tabii o gündür bugündür bu iş üzerine gidilmediği için belki belli noktada kalmıştır.

Şu anda ana muhalefet partisi lideri kendi belediyelerini bir araştırsın. 'Sizin hanginiz Alman vakıflarından herhangi biriyle bir kredi görüşmesi içindesin diye bir sorsun'. Bunlar ufak belde belediyesi de değil, ilçe belediyesi de değil, bir araştırırsa, bak ben bu kadarını kenara koyuyorum. Çalışma zeminini daha da daralttım. Ama, özel bir konuda bir bilgi isterse lütfederler, kendisiyle bunu da ayrıca görüşürüz. Onu da medya aracılığıyla yapmamıza gerek yok. O zaman kendilerine çok daha farklı bir şekilde yardımcı oluruz. Kapıya koyup koymaması o kendi bileceği bir iştir''
 dedi. 4 

AKP’li Erdoğan’ın diline pelesenk etmiş olduğu Alman Vakıfları’nın Türkiye’deki faaliyetleri konusu dışında, Almanya’nın BND destekli vakıfları aracılığıyla Türkiye’de etnik, kültürel, ırkçı ve dinsel misyoner kuruluşları olduğu birleştirilip, misilleme olarak Almanya’da “dönerci cinayetleri” olarak anılan süreç birlikte yoğrulduğunda; neden Almanya’nın bu denli gündeme geldiği noktası açılmaktadır:

Elbetteki süreç, Almanya’daki Deniz Feneri e.V. şirketi soruşturması, Euro 7 soruşturmaları kapsamından bağımsız düşünülemeyeceği gerçeği gün gibi ortadadır. Erdoğan ve şürekâsı, süreci bir misilleme olarak gerçekleştirmiştir. Bu sürece ilişkin Almanya’da Alman Sol Partisi bir dizi soru önergesi vermiştir. Kısaca, olaylar, soğuk savaş ortamında sürmektedir.

Yoksa Tayyip bey ve şûrekası, Türkiye’de Alman vakıflarının faaliyetlerini durduracak bağımsızlık sahibi değillerdi. Bu konuda kararlılıklarını gösterseler,Dr. Necip Hablemitoğlu’nun çalışmaları üzerine işlem yapmaktan kaçınmamaları gerekmekteydi!
 
Kaldı ki, Almanya’da Milli Görüş’ün her türlü desteği söz konusuydu. Erdoğan, Almanya’yı karşısına alacak kadar bağımsız, iradeli ve onurlu bir siyaset izlemekten uzaktı.Erdoğan’ın Alman vakıfları konusundaki açıklamalarını takiben, Almanya’da Sol Parti de misilleme yapmıştı. Fethullah Gülen’in Almanya’daki faaliyetlerinin açıklanması üzere soru önergeleri veriyordu.

Almanya Sol Parti (Die Linke), Fethullah Gülen Grubu'nun ülkedeki faaliyetleri ile ilgili CDU/CSU ve FDP koalisyon hükümetine 17 soruluk önerge sundu. Önergede hükümetin cemaate doğrudan ve dolaylı desteği de soruldu:

1. Federal Hükümet, Fethullah Gülen Grubu ile ilgili anayasal açıdan da önem arz eden hangi bilgilere sahip?

2. Hükümet, Fethullah Gülen ve yandaşlarının temsil ettiği dünya görüşünün Almanya'nın anayasasıyla bağdaştığını düşünüyor mu?

3. Alman resmi makamlarla Fethullah Gülen Grubu veya ona yakın dernekler arasında ilişkiler kuruldu mu?

4. Hükümet, Fethullah Gülen Grubu'nun Almanya'daki toplumsal ve resmi yapılara sızdığı konusunda hangi bilgilere sahip?

5. Hükümet, Fethullah Gülen Grubu'nun Almanya'daki siyasi partilerle bağlarına ilişkin hangi bilgilere sahip?

6. Fethullah Gülen Grubu'nun ya da ona yakın duran derneklerin organizasyon, proje veya etkinlikleri hangi düzeyde maddi destek aldı?

7. Fethullah Gülen Grubu'na yakın duran ya da ona bağlı olan hangi dernek ve örgütler hükümetin bilgisi dahilinde Almanya'da faaliyet yürütüyor?

8. Hükümet, Fethullah Gülen Grubu'na yakın duran veya ona bağlı olan hangi Almanca yayınları (gazeteler, dergiler, yayınevleri, internet siteleri vs.) biliyor?

9. Hükümet, Fethullah Gülen Grubu'na yakın duran veya bağlı olup Almanya'da faaliyet yürüten hangi okul ve dershaneleri biliyor?

10. Kaç ve hangi durumda, Almanya'da Fethullah Gülen Grubu'na yakın duran veya bağlı olan okullara eğitim izni tanınmadı veya iptal edildi? (Lütfen sebepleri de bildirin)

11. Hükümet, Fethullah Gülen Grubu'na yakın duran veya bağlı olan hangi şirketleri biliyor?

12. Hükümetin tahminlerine göre Fethullah Gülen'in Almanya'daki taraftar sayısı ne kadar?

13. Hükümet, Fethullah Gülen Grubu'nun Türk aşırı sağcılarla ilişkisi hakkında hangi bilgilere sahip?

14. Hükümet, Fethullah Gülen Grubu'nun Almanya'daki Milli Görüş'le ilişkisi hakkında hangi bilgilere sahip?

15. Hükümet, Fethullah Gülen Grubu'nun Türkiye'deki devlet yapılarına sızması ile ilgili hangi düzeyde bilgi sahibi?

16. Hükümet, Fethullah Gülen Grubu'nun Türkiye'deki karşıtlarına uygulanan devlet baskısı konusunda hangi bilgilere sahip?

17. Hükümet, Fethullah Gülen Grubu'nun CIA ile ilişkileri hakkında hangi bilgilere sahip?


Geçmişten bu yana, Almanya’da yaşanan Türklerin öldürülmesi olayları, Türklerin dükkanlarının yağmalanıp, yakılmasının ardında kuşkusuz BND’nin rolü yüksektir. İstihbaratın katkısı olmaksızın bu süreç işleyemez.
 
Almanya'da 8 Türk dönerci ve bir Yunanlı çilingirin öldürüldüğü seri cinayetlerin sorumlularının bir Neo-Nazi grubu olduğunun ortaya çıkmasının ardından ülke yeni iddialar ile sarsılıyor. “Dönerci cinayetleri” olarak anılan seri cinayetlerin failleri olan Nasyonal Sosyalist Underground (NSU) adlı örgüte üyesi Beate Zschape, Uwe Muhdlos ve Uwe Bönhardt'ın Alman istihbarat iç teşkilatının muhbirleri olduğu, hatta istihbaratçıların üçlüye kaçmaları için yardım ettiği iddiaları ortaya atıldı.

Alman basınının yaptığı araştırmalar ise iddiaları güçlendirecek kanıtlar ortaya koyuyor.

Frankfurter Allgemeine Zeitung (FAZ) gazetesinin haberine göre, 6 Nisan 2006'da Kassel kentinde internet kafesinde öldürülen 21 yaşındaki Halit Yozgat'ın cinayetinde Alman iç istihbarat teşkilatı olan Anayasayı Koruma Dairesi'nin izi görülüyor.

Habere göre, Yozgat öldürüldüğü gün internet kafesinde Anayasayı Koruma Dairesi'nin Hessen eyaletindeki bölümünden bir istihbaratçı vardı. Hatta bu kişi cinayet işlenmeden sadece birkaç dakika önce kafeden ayrıldı. Gazete, cinayetin ardından kafede kurban dahil 7 kişi bulunduğuna dair tutanak tutulduğunu, ancak sadece beş kişinin ifadesinin alındığına dikkat çekti. Gazete bu 7'inci kişinin istihbaratçı olduğunu ve cinayetten 10 gün sonra polise ifade verdiğini yazdı.

Hakkında soruşturma yapılan bu görevli delil yetersizliğinden serbest bırakıldı ve daha sonra görevden alındı. Bild gazetesi ise FAZ'ın haberi üzerine yaptığı araştırmalar sonucunda, bu istihbaratçının işlenen dokuz cinayetten altısında olay yerinin yakınlarında bulunduğunu öne sürdü.

Haberde bu kişinin muhbir olarak çalıştığının ortaya çıkmasından sonra, 2007 yılında cinayetlerin de sona erdiği belirtildi. Hessen Eyaleti Anayasayı Koruma Dairesi ise bu konuda açıklama yapmaktan kaçındı. Bild gazetesinde önceki günkü haberinde de aşırı sağcı katillerin iç istihbarat ajansı olan Federal Anayasayı Koruma Dairesi'nden pasaport almış olduğunu yazmıştı. Güvenlik kaynaklarına dayandırılan habere göre, intihar eden 2 aşırı sağcının oturduğu karavanda, sadece gizli servis çalışanlarına verilen cinste pasaportlar bulundu.

İktidar koalisyonu Hristiyan Birlik partilerinin (CDU/CSU) Federal Meclis Grubu iç politika sözcüsü Hans-Peter Uhl, Bild'e “Bu tür belgeleri kural olarak sadece İstihbarat Teşkilatı adına gizli olarak çalışan görevliler alır, yani İstihbarat Teşkilatıyla yakın bir şekilde işbirliği yapanlar” dedi. 5
   
Başbakan Tayyip Erdoğan'ın 'Alman vakıflarının faaliyetleri ve terör finansamı'na ilişkin sözleri bu tartışmayı yeniden alevlendirdi. Alman istihbaratının Türkiye operasyonlarının irdelenmesi için elverişli bir ortam oluştu. Ancak bu da çok kısa sürdü ve hiçbir sonuç alınamadı.

Nedense konu Almanya olunca Türkiye'de herkes özellikle de entelektüel camiayı ve sivil toplum örgütlerini bir sessizlik kaplıyor. Şimdi yeni bir olay var karşımızda...

Cinayetleri işleyenler de ajanmış! Alman istihbaratının muhbirleriymiş. Almanya şimdi bu örgütlerin istihbarat bağlantıları ile ilgili soruşturma açıyor. Peki bu soruşturmanın sonucu da, yakılan evlerle ilgili soruşturmanın sonucu gibi mi olacak?

Şimdiden not edeyim, hiçbir şey çıkmayacak.

Alman hükümeti bir süre sonra dosyayı kapatacak, olayları unutturacak. Türkiye'de kimse de bu olayların üzerine gidemeyecek, soruşturmanın takipçisi olamayacak. 6

İbrahim Karagül’ün “konu Almanya olunca Türkiye'de herkes özellikle de entelektüel camiayı ve sivil toplum örgütlerini bir sessizlik kaplıyor” saptaması bir gerçeği ortaya koyuyor.

Yanıtı çok nettir temelde; sivil toplum örgütleri Türkiye’nin aleyhine faaliyet programları hazırlarlar ve bu süreç onları kaynak arayışına iter. Aynı zamanda bir kazanç kapısı olan bu “sivil toplum” oyunculuğunun altında yatan emperyal çıkarları irdelemek gerekmektedir.

Bianet'en Ekin Karaca’nın haberine göre Heinrich Böll Stiftung Derneği Türkiye Temsilcisi Ulrike Dufner, herhangi bir belediyeye, örgüte, gruba kredi verme yetkilerinin hukuken de olmadığını, kendilerinin sadece geliştirilen projelere destek verdiklerini söyledi. Dufner ayrıca:

"Gazetecisiniz, siz araştırın, diyerek genel bir tanımlamada bulunması hiç hoş değil. Bu iddialarıyla BDP ve CHP’li belediyeleri de suçluyor. Bu çok korkunç bir şey. Sanki Almanyalı derneklerin, vakıfların bir parti ve grupla çalışması durumunda ‘yasadışı’ faaliyet yürütülüyormuş gibi bir izlenim yaratılmış oldu bu söylemlerle. Kaldı ki, hangi partiden olursa olsun, demokratik yollarla seçilen bir belediye ile iş birliği yapmak son derece doğal. Eğer Tayyip Erdoğan bizim AKP’li belediyelerle çalışmamızı istiyorsa, bunu açıkça söylesin. Biz demokratik her partiyle çalışabiliriz. Bizim hiçbir partiyle özel bir yakın bağımız yok.’’

diyebiliyordu. Elbette belirli siyasal görüş söz konusu değildi, söz konusu olan ve Dufner’in söyleyemediği Almanya’nın çıkarlarıydı. Bunun için de her siyasal oluşumla, her dernek ve vakıfla ilişki kurulabilir ve “Alman ekolü” yerleştirilerek Almanya lehine “istihbarat çalışması” yapılabilirdi.
Deniz Feneri Davasında Gelişmeler
Deniz Feneri davasında 5 yıl 10 ay hapis cezası alan Mehmet Gürhan, 2000 yılında Almanya’da faaliyet gösteren Deniz Feneri e.V.’nin başkanıydı. Mehmet Gürhan aynı zamanda Avrupa’daki Kanal 7’nin temsilcisiydi.

Kanal 7’nin Almanya’daki yayınlarını Kanal 7 INT logosuyla gerçekleştiren şirketin ilk ismi, Media 7 GmbH’ydi. 20 Kasım 1995’te kurulan bu şirket, 25 Şubat 2000 tarihinde sermaye artırımına giderek toplam sermayesini 10 milyon marka çıkardı. Sermayenin 9 milyon 950 bin marklık kısmını Yimpaş’ın Almanya’daki en önemli şirketi Yimpaş Verwaltungs GmbH verdi. Sermayenin 25 bin markı Mehmet Gürhan’a aitti. Mehmet Gürhan Kanal 7’deki temsilcilik görebini Yimpaş’ın Almanya’daki şirketinin bir numaralı ismi Faik Gürler’e devretti. Faik Gürler, Yimpaş’ın patronu Dursun Uyar’ın bacanağıydı. Kanal 7 kurulurken, 10 milyon markı Mehmet Gürhan’a Faik Gürler’in kardeşi, Hüseyin Gürler verdi.

Hüseyin Gürler, Almanya’daki Deniz Feneri’nde yönetici konumundaydı. Yimpaş davasından Almanya’da Faik Gürler hapis cezası çekmekteydi. Faik Gürler, Yimpaş’ın bir başka dolandırıcılık davasında yargılanırken yanında, Mehmet Gürhan’ın Yimpaş’ta yönetici olan kayınpederi Şükrü Kurum vardı. Şükrü Kurum’un oğlu Recep Kurum da Deniz Feneri e.V’de görev yapmaktaydı.” 7

Almanya’daki Deniz Feneri e.V soruşturmasının başlamasının ardından, Türkiye’deki ayağı olan Deniz Feneri, Kanal 7 ve Yimpaş soruşturma kapsamına dahil edilmesi dikkatle beklenmekteydi.

Türkiye’de dünden bugüne ilişkiler ağı şöyle özetleniyordu:

1982 yılında, yeşil sermaye şirketi Yimpaş, Dursun Uyar tarafından kurulmuştu. Tayyip Erdoğan yönetici olmuştu.

1984’te Tayyip Erdoğan, 1983’te kurulan Refah Partisi’nin Beyoğlu İlçe Başkanı, 1985’te de Parti İstanbul İl Başkanı ve parti MKYK üyesi olmuştu.

1993’te Refah Partisi İstanbul İl Başkanı olan Tayyip Erdoğan, Kanal 7’yi kurmak için Ankara’ya gidiyor. Yanında, Deniz Feneri’nin yöneticileri Zekeriya Karaman ve Zahid Akman bulunmaktaydı.

Kanal için bağış paralarının akacağı Yeni Dünya İletişim A.Ş. kuruluyor.

1994’te, İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı olan Erdoğan’ın o dönemki lideri Erbakan’a göre “cihadın sesi” Kanal 7 kuruluyor. Kanal 7’nin kuruluşunda Haşim Bayram büyük rol oynuyor ve Almanya’da camilerde bu kanal için paralar toplanıyordu.

1997’de 28 Şubat’ın ardından Fazilet Partisi kuruluyor.

Tayyip Erdoğan ve Melih Gökçek, Dursun Uyar’la birlikte Almanya’daki bir etkinlikte şeriatçı sloganlar atılıyor ve bunu Kanal 7 naklen yayınlıyordu.

1998’de, İstanbul Büyükşehir Belediyesi’nin reklamlarıyla beslenen Kanal 7’de Deniz Feneri doğuyordu.

Beşir Atalay, Veli Korkmaz, Zahid Akman, Dursun Uyar, Tayyip Erdoğan’ın akrabası Zekeriya Karaman aynı şirkette yönetici oluyorlardı.

1999’da da Almanya’daki Kanal 7 INT’te Deniz Feneri e.V doğmuştu. Yimpaş’ta müdürlük yapan Mehmet Gürhan, Dernek başkanlığını üstleniyordu.

2002’de AKP tek başına iktidara geliyor ve Yimpaş’ta yönetici olarak görev yapan isimler bakan, milletvekili, il genel meclisi üyesi oluyor.

2004’te Yimpaş yöneticisi Veli Korkmaz, Alman Polisi tarafından dolandırıcılıktan arandığı sırada AKP’den Kırıkkale Belediye Başkanı seçiliyordu.

AKP hükümeti yaptığı yasa değişikliğiyle Türkiye’deki Deniz Feneri’ne kamu yararına çalışan dernek statüsü kazandırmaktaydı. Deniz Feneri böylelikle, izin almadan para toplama yetkisi ve vergi muafiyeti kazanmaktaydı.

2005’te Almanya’da nitelikli dolandırıcılık suçlamasıyla Yimpaş patronu Dursun Uyar hakkında interpol kanalıyla uluslararası yakalama kararı çıkartılıyor. AKP hükümeti, Türk vatandaşı olduğu için Dursun Uyar’ı Almanya’ya teslim etmiyordu.
 
Zahid Akman RTÜK başkanı olmuştu. Almanya’da Deniz Feneri e.V’ye akan bağış paralarıyla kurulan şirketlerdeki hisselerini, Deniz Feneri e.V davasının bir numaralı sanığı Mehmet Gürhan’a devrediyordu.

2006’da Mehmet Gürhan, Deniz Feneri e.V’nin başkanlığını bırakıyor ve görevi Mehmet Taşkan alıyordu. 2007’de, Frankfurt’ta Deniz Feneri e.V’ye ve Euro 7’ye Alman polisi baskın düzenliyor.

Mehmet Gürhan, Mehmet Taşkan ve Firdevsi Ermiş tutuklanıyordu.

Ermiş, mahkemedeki ifadesinde: “kurulan şirketlerin amacı Milli Görüş ve AKP siyasetini aşılamaktı” diyor, Gürhan’sa sus hakkını kullanıyordu.

Mehmet Gürhan, Zekeriya Karaman’ın bilgisi dahilinde Deniz Feneri e.V’ye akan bağış paralarıyla 1 milyon 100 bin avroya gemi satın alıyor.

Gürhan hapisteyken, Euro 7’ye ait olan gemi Haydarpaşa’ya demirliyor. Skandal ortaya çıkınca gemi satılıyor, milyonlarca avronun akibetiyse bilinmiyor. AKP, ikinci kez tek başına iktidar oluyordu.

2008 yılında Deniz Feneri e.V davasında üç isim Almanya’da tutuklanıyor. Alman savcılığının iddianamesinde AKP hükümetinin bu davada sanıklar için siyasi baskı yaptığı yazıyor. Mahkeme gerekçeli kararında asıl faillerin Türkiye’de olduğuna işaret ediyor.

Kanal 7’nin tepe yöneticileri Zekeriya Karaman, İsmail Karahan, Mustafa Çelik, Harun Kapıyoldaş’la RTÜK Başkanı Zahid Akman olduğu açıklanıyor. Almanya’daki tutuklamaların ardından, AKP hükümeti aylar sonra, esas olarak Türkiye’yi ilgilendiren dava dosyasını nihayet Alman makamlarından istiyor. 8

Deniz Fener davasında önceki savcıların görevden alınmasına neden olan şüphelilerin ortağı olduğu şirketlerin taşınmazları üzerindeki tedbir kararı yeni savcıların göreve gelmesinin ardından kaldırıldı.

Deniz Feneri soruşturmasını yürüten eski savcı Nadi Türkaslan’ın talebi üzerine Ankara 3. Sulh Ceza Mahkemesi, soruşturma kapsamında bulunan 18 şüphelinin sahip olduğu malvarlıklarıyla ilgili 1 Haziran 2009’da tedbir kararı almıştı.

Bu karara tutuklu bulunan şüphelilerin başvurusu üzerine Ankara 20. Asliye Ceza Mahkemesi, 19 kişinin tedbirli olan tüm malvarlıkları üzerindeki tedbiri, Deniz Feneri e.V. Derneği’nin kuruluş tarihi olan 27 Şubat 1999’u kabul ederek bu tarihten önce edindikleri mallarla sınırlı olarak kaldırdı.

Buna rağmen mahkeme ortak olunan şirketlerin sahip oldukları mal varlıklarındaki tedbir ile ilgili bir karar almamıştı.

Başsavcı vekili Harun Kodalak’ın koordinesinde soruşturmayı yürüten savcılar Veli Dalgalı ve Hakan Pektaş, geçtiğimiz gün, Tapu ve Kadastro Genel Müdürlüğü Tasarruf İşlemleri Daire Başkanlığı’na bir yazı yazarak soruşturma kapsamındaki tüm şüphelilerin, Deniz Feneri e.V. Derneği’nin kuruluş tarihi olan 27 Şubat 1999’dan önce edindiği mallar üzerindeki tedbirin kaldırılmasını talep etti. Savcılar ayrıca “tahrifat” iddialarına neden olan Ankara 3. Sulh Ceza Mahkemesi’nin kararının tam metnini de Tapu ve Kadastro Genel Müdürlüğü’ne gönderen savcılar şüphelilerin ortağı oldukları şirketlerin sahip olduğu taşınmazlar üzerindeki tedbirlerin kaldırılmasını da talep etti. 9

Almanya’da faaliyet gösteren Deniz Feneri e.V Derneği aracılığıyla Türkiye’de faaliyet gösteren Kanal 7 televizyonu başta olmak üzere bazı şirketlere yasadışı yollardan para transferi yapıldığı iddiasıyla açılan soruşturmada Radyo ve Televizyon Üst Kurulu (RTÜK) eski Başkanı Zahid Akman’ın da aralarında bulunduğu 9 kişi tutuklanmıştı.

11 Temmuz'dan beri tutuklu olan 6 kişi bugün serbest bırakıldı. Akman dışında serbest bırakılan kişiler şöyle: Kanal 7 Yönetim Kurulu Başkanı Zekeriya Karaman, Genel Yayın Yönetmeni Mustafa Çelik, Yönetim Kurulu üyesi İsmail Karahan, İzzet Kurum ve Ali Solak10

Deniz Feneri Davası’nı özetlersek:

“Almanya’daki Deniz Feneri e.V. davasının Türkiye bağlantılarının araştırıldığı soruşturmada, halen cezaevinde bulunan son 2 tutuklu Kanal 7 Mali İşler Sorumlusu Harun Kapıyoldaş ve Kanal 7 Planlama ve Teknik Daire Başkanı Muzaffer Şafak, toplam 125 bin TL kefaletle tahliye edildi.

Örgüt liderliği ile suçlanan eski RTÜK Başkanı Zahid Akman ile 7 Yönetim Kurulu Başkanı Zekeriya Karaman’ın da aralarında bulunduğu diğer şüpheliler, 21 Ekim’de herhangi bir kefalet ödemeden serbest bırakılmıştı. Kapıyoldaş ve Şafak ise örgüt üyeliği ile suçlanıyordu.

Ankara 13. Asliye Ceza Mahkemesi, Akman ve Karaman’ın da aralarında bulunduğu 6 kişiyi tutukluluğun cezaya dönüşebileceği, kaçma şüphesinin olmadığı, delillerin toplandığı ve delillerin yok edilmesi ihtimalinin ortadan kalktığı gerekçeleriyle serbest bırakmıştı. Bu tahliyelerin ardından gözler soruşturmada tutuklu bulunan son 2 isme çevrilmişti. Bu 2 ismin, diğer 6 şüphelinin serbest bırakılmasının ardından yaptıkları tahliye talebi ise delillerin henüz toplanmadığı gerekçesiyle reddedilmişti. Bunun üzerineKapıyoldaş ve Şafak’ın avukatları bir üst mahkemeye başvurdu.
 
Ankara 23. Asliye Ceza Mahkemesi, bu kez delillerin toplanmış olduğuna kanaat getirerek, Kapıyoldaş’ı 75 bin TL, Şafak’ı ise 50 bin TL kefaletle tahliye etti. 2 şüphelinin, Cumartesi günü söz konusu parayı yatırdığı ve serbest kaldığı öğrenildi. Deniz Feneri e.V soruşturması kapsamında, tutuklu bulunan isim kalmadı. 11

Bu süreç içinde, AKP’li 150’yi aşkın milletvekili, Deniz Feneri davasından tutuklu olan şahısları cezaevinde ziyaret etmişlerdi. Tutukluların, salıverilmesi konusunda baskı uyguladıkları sanılan bu vekiller, “adil yargılamayı etkileme”den ötürü davaya bulaşmış durumdaydılar. Onların ziyaretleri sonuç vermiş ve Deniz Feneri davasında tutuklu kalmamıştı. CHP Konya milletvekili Atilla Kart, düzenlediği basın toplantısında:

“Neden 150’yi aşkın AKP’li milletvekili ve 2 Bakan gruplar halinde Sincan Cezaevini ziyaret eder? Burada şüphelilere birtakım teminatlar mı verilir? Bu durum bile başlı başına, şüphelilere imtiyaz yaratmak ve adli mercilere gözdağı vermektir. İtiraf psikolojisi içine girenlere, acaba biraz sabredin mi deniyor?

AKP, maalesef bu tablonun odağında yer almaktadır. AKP’nin paniği buradan kaynaklanmaktadır. Gözü kara bir şekilde karartma yapılmakta, delilleri ve soruşturmaya müdahale edilmektedir. Deniz Feneri ilişkilerini ve bu kirli ilişkileri takip edeceğiz."
 
12 diyordu.

Yıldırım Koç, konuyla ilgili önemli bir yazı kaleme almıştı:

“Bu ara Alman vakıfları gündemde. Ancak bu tartışmayı PKK’ya yardım iddiasıyla sınırlı tutmamak gerekli. Esas önemli olan, bu vakıfların Türkiye’deki gelişmeler hakkında bilgi/istihbarat toplama ve süreçleri etkileme çabaları. Bu konuda en güvenilir kaynak, rahmetli Dr. Necip Hablemitoğlu’nun Alman Vakıfları, Bergama Dosyası (Otopsi Yay.,2001) kitabıdır.

Hablemitoğlu, kıymeti yeterince bilinmeyen değerli aydınlarımızdan biridir. Fethullah Gülen hareketini Türkiye’de ilk kez kapsamlı bir biçimde Hablemitoğlu“Köstebek”kitabında ele almıştı.

Türkiye’de faaliyet gösteren en önemli Alman vakıflarından biri Friedrich Ebert Vakfı’dır. 1990’lı yıllarda Türk-İş Genel Başkan danışmanıydım. Bu sıfatımla, Friedrich Ebert Vakfı’nın çeşitli konularda düzenlediği toplantılara katıldım. İlk başlarda Türkiye temsilcileri Jörg Lange isimli genç bir kişiydi. Bir gün beni aradı, kendisinin ayrılacağını, yeni atanacak temsilciyle benim ziyaretime gelmek istediklerini söyledi. Randevulaştık. Türk-İş’teki odama geldi.

Yeni temsilci Hans Schuhmacher isimli bir kişiydi. Kendisini tanıtırken geçmiş görevlerinden söz etti. Yanlış anımsıyorsam Friedrich Ebert Vakfı yetkilileri düzeltsin. Yanılmıyorsam 1989-1992 döneminde, Sovyetler’in çöküşü sırasında, Moskova bürosunda görevliymiş. Daha sonra Güney Afrika’ya gitmiş. Irk ayrımı rejiminin çöküşü sürecinde oradaymış. Oradan Pekin’de görevlendirilmiş. Bereket orada bir rejim değişikliği olmamış. Arkasından, galiba Alman Sosyal Demokrat Partisi’nde üst düzey bir görevin sonrasında Türkiye’de görevlendirilmiş. İnsani ürkütücü bir görev sıralaması.
Beni akşam yemeğine davet etti. Yemekte H. Schuhmacher ve Vakıf’ın Ankara temsilcisi (yanılmıyorsam Levent Bey) vardı. Türk-İş ile çok yakın ilişki içinde olmak istediklerini söyledi. Yardım yapabileceklerdi; ortak projeler geliştirilebilirdi. Ben de, Türk-İş’in 1992 yılındaki genel kurulda aldığı bir kararı hatırlattım. “Bu karara göre Türk-İş’in yabancı devletlerden para alan kuruluşlarla işbirliği yapması mümkün değil; sizin gelirinizin bir bölümü Alman devletinden geliyor,” dedim.

“Kesinlikle doğru değil,” dedi. Şaşırdım. “Nasıl yani,” dedim, “sizin gelirinizin bir bölümü Alman devletinden değil mi?” Gayet sakin bir biçimde, “hayır,” dedi ve devam etti, “bizim gelirimizin tümü Alman devletinden, ancak biz bağımsız bir kuruluşuz.


Yıldırım Koç’un sorusuna yanıt veren Alman temsilcisinin söylediği: “bizim gelirimizin tümü Alman devletinden, ancak biz bağımsız bir kuruluşuz.” Her şeyi ortaya koymaktaydı.

Gelirinin tümü bir devletten olan kuruluşun, o devletin politikalarından, kültüründen, ulusal çıkarlarından ne kadar “bağımsız” olabileceği gün gibi ortadadır.

NOT: Konuyu daha iyi anlayabilmemiz için önerebileceğim kitap ve yazılar var. Dr. Necip Hablemitoğlu’nun “Alman Vakıfları ve Bergama Dosyası” kitabı, Ergün Poyraz’ın“AKPapa’nın İçgüdüsü” kitabı, benim “Sivil Casus”“Madenler ve Emperyalizm” kitapları.

____________________________________________________________________________
1 Cihan Dura, Almanlar Anadolu'da Ne Arıyor?, 15 Eylül 2008, http://www.cihandura.com
2 Ali Güler, Berlin Eyalet Başkanı Dêrsimde katliam yapıldı, 24 Kasım 2010, ANF
3 Tayyip Makedonya dönüşünde uçakta röportaj veriyor, Vatan, 02/10/2011
4 Zaman, 03.10.2011
5 Vatan Gazetesi, 16.11.2011
6 İbrahim Karagül, Dönerci Cinayetleri 'Alman Ergenekonu', Yeni Şafak, 15 Kasım 2011.
7 Aykut Küçükkaya, Yüzyılın Yolsuzluk Oyunu, Cumhuriyet Kitapları, 3. Baskı, İstanbul, Haziran – 2009, Ss. 12 – 13.
8 Aykut Küçükkaya, Yüzyılın Yolsuzluk Oyunu, Cumhuriyet Kitapları, 3. Baskı, Haziran – 2009, Ss. 165 – 169.
9 Deniz Feneri’nde savcılar değişti, tedbir kalktı, 21.10.2011, Vatan Gazetesi
10 Vatan, 21.10.2011
11 Aydınlık, 31.11.2011
12 Aydınlık, 15.11.2011, s. 8