Türkiye’de uzunca süredir devletin yeniden yapılandırılması konuşuluyor…
Bazen açık, bazen üstü kapalı olarak yürütülen bu tartışma, kâh başkanlık sistemi çerçevesinde, kâh Kürt dilinin kullanımı ile Kürt sorunu, kâh yeni anayasa önerileri kapsamında ortaya atılıyor. Ve sürekli bölük pörçük, kenarından köşesinden sürdürülüyor. Çoğu defa ağızlarda gevelenerek ifade edilen meramın her halükârda yerelleşme yönünde atılmak istenen adımlar olduğu anlaşılıyor...
İspanya, 1970’ler sonu ile 80’ler başında Avrupa’da yaşanan en büyük yerelleşme reformunu gerçekleştirdiği için bu bağlamda çok özgün bir örnek teşkil ediyor.
Ülkenin demokrasiye geçiş süreci kapsamında bu örneği yerinde izlemiş olduğum için, İspanya tecrübesinden çıkarılacak derslerin bizim için önemli olduğunu düşünüyorum.
Adı konmadan tartışılan, bu yüzden tam neyin tartışıldığı her zaman pek belli olmayan, Türkiye’nin “devlet reformu” projeleri konuşulurken, İspanya’nın dünü ve bugününe bakmakta yarar var.
İspanyollar hangi niyetle yola çıktılar ve bugün “yerelleşmede” nerelere vardılar?
İspanya’ya yaptığım son gezide kavramaya çalıştığım başlıca konulardan biri de bu oldu. Beklemediğim ölçüde çarpıcı saptamalarla karşılaştım. Değerlendirmeler tersine dönmüş desem yeridir.
“Demokratikleşmenin olmazsa olmazı” sayılan yerelleşme ve yerinden yönetimler, “egoizmi beslediği”, “eşitlik” ve de “dayanışma” duygularını zedelediği için neredeyse bugün demokrasinin düşmanı sayılmaya başlamış…
“Demokratikleşme” namına tartışılmaz addedilen “yerelcilik” ile “özerk devlet modeli” her halükârda tartışmaya açılmış…
Sırayla gidelim…
Demokratikleşmenin bayrağıydı
Benim İspanya’da yaşadığım 80’lerde, bölgesel özerklik getiren demokratik 1978 anayasası yeni geçmişti. “Fueros” adı verilen tarihi haklara sahip Basklarla Katalanlara ayrıcalık yapmamak için; Franko faşizminden demokratik devlete geçilirken İspanya’nın 17 bölgesine birden özerklik verilmişti.
Gerçekte her birinin ayrı parlamentoları ve başkanları olan bu özerk bölgeler, bildiğimiz federal devletlerden başka bir şey değildi. Üniter yapıyı korumak hassasiyetini gösteren ve bu hassasiyet uğruna darbe yapmaktan çekinmeyecek olan askerleri kızdırmamak için jargonda “federasyon” yerine“özerk topluluklar” deyimi yeğlenmişti.
“Özerkliklerin” bizatihi mimarı olan “
demokrasiye geçiş dönemi” başbakanı
Adolfo Suarez;
“Cumhuriyet”te yaptığımız (6-8/1/1985) tarihli söyleşisinde konuyu,
“Özerklik sorunu, başlıcaları Bask ülkesi ve Katalonya olmak üzere, yüzyıllar öncesine uzanan bir sorun” diye anlatmıştı:
“Benim işbaşına geldiğim 1976’da tüm siyasi güçler tarafından hissedilen bir sorundu bu. O yıllarda sokaklarda işitilen sloganlar ‘özgürlük, siyasi af ve özerklik’ti. Özellikle Bask ülkesi ve Katalonya’da yüzyıllar boyunca sorun olmuş özerkliklere çözüm aramak gerekiyordu. Özerk yönetimde devletin, merkeziyetçi yönetimden daha etkin çalışacağına inanıyordum. İspanya’nın birliği ve bütünlüğüne inancım sonsuz olmakla birlikte özerklikleri tanımanın kaçınılmaz olduğunu, karar mercilerini vatandaşlara yakınlaştırmanın etkin yönetim için şart olduğunu düşünüyordum.”
Sadece sistemin yaratıcısı Suarez’le değil, o yıllarda İspanya’da kiminle konuşsanız, “ademi merkeziyetçilik” ve “özerklik” hakkında alınan yanıtlar, üç aşağı bir yukarı bunlar oluyordu. İspanya’nın modernleşmesi, otoriter geçmişinden kurtulmasının tek yolu, “cafe para todos / herkese bir kahve”diye tabir edilen 17 bölgeli bu özerklik sistemiydi…
Madalyonun öbür yüzü
Ekonomik kriz ve Katalan bağımsızlığı talepleriyle bugün çok ağır baskı altında olan Madrid’de, bu söylemler ters yüz edilmiş.
“Özerklik” lafını telaffuz ettiğinizde, “demokrasiye geçiş yıllarının en büyük hatası oldu” demekten çekinmeyen sol entelektüellerle bile karşılaşabiliyorsunuz.
Şikâyetlerin ortak dayanak noktası, sistemin “bölgesel dayanışmayı ortadan kaldırmasından” başlıyor; “merkezdeki yoz politikacıları yerelde klonlamasına”, dolayısıyla “yolsuzluk”, “rüşvet” ve “yozluğu” çarpan etkisiyle katlamasına varıyor...
Vatan, millet, Sakarya, ulusun bütünlüğü dışında, en önemli sıkıntı bu: Kaynak darlığı.
“Bölgelesel parlamentolar ve yönetimler, bölgesel dillerin kullanımı, çok masraf isteyen, büyük bürokrasiler gerektiriyor” diyor özerkliği eleştiren İspanyollar ve devam ediyorlar: “Vergiler artarken, refah devleti, sağlık, eğitim kalemlerine harcanması gereken paralar, birer derebeyliği andıran bölgesel yönetimlere gidiyor. Bölgesel idarelere eş dost, fuzuli personel dolduruluyor; bunlar merkezle üst üste çakışan işler yapıyorlar, merkezi ve bölgesel yetkiler gereksiz bağlamda birbiriyle örtüşüyor, vergilerden alınan paralarla bölge yönetimleri sonra yurtdışında ne işe yaradığı belli olmayan temsilcilikler açıyorlar, kendi yağlarıyla kavrulamayıp üstüne bir de merkeze borçlanıyorlar…”
AB kaynakları daralıp krediler suyunu çekince, “demokratikleşme bayrağı”olarak görülen “yerelleşme” ve “özerklikler” böyle birden tukaka oluvermiş. Duyduğum şeylere inanmakta zorluk çektim.
Düşünür Fernando Savater: ‘Özerklikle Milliyetçilik Yumuşamadı, Bilendi’Fernando Savater’i Vikipedi; “İspanya’nın yaşayan en popüler filozofu ve deneme yazarı” olarak tanımlıyor.
Ayrılıkçılık sorunları ile özerklik meselesine harcadığı özel mesai ile tanınan Savater’i, Cumhuriyet için Madrid’de bulduk. Ayrılıkçılık, bölgecilik ve bölgesel milliyetçilik konularını “fırsatçı bir hastalık” olarak tanımlayan tanınmış yazar; bu hastalığın “zayıflayan organizmalara saldırdığını”, İspanyol devletinin de“zayıflayan bir organizma olarak şu anda saldırı altında” olduğunu söylüyor.
Ülkesi İspanya’da kitapları satış rekorları kıran, Türkçeye de “Oğluma Ahlak Üzerine Öğütler” isimli bir eseri ile çevrilen İspanyol solunun ünlü düşünürüyle Madrid’de kitapları ile çevrili evinde gerçekleştirdiğimiz söyleşi şöyle:
- Geçen 30 yılın sonunda, demokrasiye geçiş sürecinde kurulan özerklik sistemini nasıl değerlendiriyorsunuz? Özerklikler yenilgi mi oldu, başarı mı?
“Bir bilanço yapmak mümkün ama bu siyah-beyaz bir bilanço değil. Özerklikler her şeyden önce milliyetçilik ateşini söndüremedi. Bir ‘özerklikler devleti’ oluşacağına, ortaya çıkan devlet; ‘milliyetçilikler devleti’ oldu. Murcia ile (Portekiz sınırındaki) Ekstramadura gibi milliyetçiliğin esamesinin olmadığı yerlere bile milliyeçilik bulaştı. Bask, Katalonya gibi özerk bölgelerin,‘milliyetçilik tehdidi’ ile ayrıcalıklar aldığını gören öteki bölgeler de; ‘Bizim de özelliklerimiz var. Biz de ayrıcalık isteriz’ demeye başladılar. Etkin olmayan merkezi devleti, özerklikler, ademi merkeziyetçileştirdi. Yerel hükümetlerin devreye girmesiyle unutulan köşelerin de ilerlemesini sağladı. Ancak bu çok pahalı bir sistem oldu ve krizde bize ağır bilanço çıkardı. Almanya dahi‘eyalet/lander’leri sorgularsa, gerisini siz düşünün.”
Özerklikler problem oldu
- Almanya’da böyle bir tartışma mı var?
“Eski Alman Cumhurbaşkanlarından Johannes Rau, son konuşmalardan birine, ‘lander’leri idame ettirmenin güçlüğünden söz etmişti. Sistemin ekonomik yükü ve federal yasaların farklı eyaletlerce sürekli veto edilmesinden yakınmıştı. Almanya ki zengin ve çok örgütlü bir ülke, yakınırsa; İspanya gibi kötü örgütlenmiş ve etkin olmayan bir ülkeyi varın siz düşünün. Özerklikler problem haline geldi.”
Resmi dil ‘out’, tedrisat bölündü
- Nasıl problem?
“Örneğin eğitim sistemi problem oldu. Bugün İspanya’nın 17 özerk bölgesinde 17 tedrisat var. Her bölgenin tedrisatı ayrı. Bazı bölgelerde ‘resmi dil İspanyolca’ ile eğitim yapılamıyor. Avrupa’da başka böyle bir ülke yok.”
- Katalonya’da İspanyolca tedrisat yapılamıyor galiba!
“Katalonya’da yapılamıyor. Bask’ta, (Portekiz’in kuzeyi) Galisya’da, (Akdeniz adaları) Balear’da zorlukla yapılıyor. Çocuklarının İspanyolca öğrenmesi isteyen velinin, bu hizmeti alabilmesi için paralı okul seçmesi lazım. İngilizceyi orada çocuk nasıl öğreniyorsa; İspanyolcayı da öyle öğreniyor. (Özerk) Kamu okulları bu hizmeti vermiyor.”
- İspanyolcayı çocuk nerede öğreniyor bu durumda?
“TV ve sokakta! Aynı şey değil tabii. Ama ‘İspanyolca nasılsa hâkim dil. Okulda yerel dili öğrenecek!’ diye diretiyorlar. O zaman aritmetiği de öğretmeyelim. Alışveriş yaparken nasıl olsa aritmetik öğrenilmiyor mu? Böyle mantık olur mu? Ama işte oluyor.”
Yetkiyi geri almak mücadelesi
- Geriye dönseniz, özerklikte nereye dek giderdiniz?
“(Sosyalistlerden kopan) İlerleme ve Demokrasi Birliği adlı partiyi (2007’de) kurduğumuzda, isteklerimizden biri devletin, özerkliklere devrettiği yetkilerin bazılarını geri almasıydı. Özerk bölgeler, devletin ademi merkeziyetçilikle daha iyi çalışması için kurulmamış mıydı? Bu neticeye ulaşılmadığına göre mantıklı olan eğitim gibi bazı yetkilerin geri alınması...”
Geri dönüş zor
“Ne var ki milliyetçilik tüm özerk bölgelere yayıldığında, geri dönüş olanaksız oluyor. Tavizler, alanın yanında kalıyor. Üstüne hep daha çok isteniyor. Bunun geri dönüşü yok. Hiçbir yolcunun olmadığı, kervan geçmez yerlere hızlı tren istasyonu yapıyorlar. Uçakların inmediği kuş uçmaz yerlere havaalanı konduruyorlar. Profesör ya da öğrencinin bulunmadığı, beş bin nüfuslu kente üniversite yapıyorlar. Milyarlar havaya gidiyor. Niye? ‘O özerk bölgede var. Bende de olacak!’ deniyor. Mantık bu.”
- Merkezi devlet etkin olmadığı için özerklik yeğlendi, dediniz başta. Ama ademi merkeziyetçilikte de benzer şekilde etkinlik sorunu çıkıyor demek…
“Evet değişmeyen tek gerçek, etkin olmamak… Bazılarının rüyası özerkliklerle bu sorunu aşmaktı. Ama ‘İspanya devletini’ de korumak istiyorlardı. Hedef 17 devlet yaratmak değildi. Biz yalnızca daha iyi bir yönetim istiyorduk. Özerklikten çıkarılan dersle bugün söylenecek şey, bazı yetkilerin geri alınmasıdır.”
Sürecek.
‘Sol, Bütünlüğü Savunmalı’
“İspanya’nın en popüler filozofu” Fernando Savater’le Madrid’de kitaplarıyla çevrili evinde sohbet ediyoruz.
Denemeler, tiyatro oyunları, roman, öykülerden oluşan 50’nin üstünde eseri olan, İspanya’nın prestijli sosyal-siyasi analiz dergisi “Anahtarlar/Claves”i yöneten ve “El Pais” gazetesine yazılar yazan İspanya’nın ünlü düşünce adamı; bir Kolombiya gezisi öncesinde beni evinde kabul ediyor.
Söz Kolombiya’dan açılınca; Kolombiyalı yazar Garcia Marquez’i anmadan edemiyoruz. Savater, “Alzheimer” yüzünden artık yazamayan ünlü yazarla en son bir yemekte buluştuğunu, ancak koca Marquez’in yemekte uyuyakaldığını anlatıyor…
“İspanya’nın iki büyük baş belası var: Biri Katolik kilisesi, diğeri de ayrılıkçı yerelcilik ve milliyetçilik” diye konuşan Savater’le görüşmemizin devamı şöyle:
‘Ortak aidiyeti yitirdik’
- Bask, Katalan sorununda gelinen nokta nedir?
“İkisi de giderek bileniyor. Katalonya’da da, Bask bölgesinde de çoğunluk ayrılıkçı değil. Ama (yerel) milliyetçiler çok faal. Ekonomik krizden istifade ederek Katalonya’da sürekli ‘Biz İspanya ekonomisine aldığımızdan çok veriyoruz’ propagandası yapıyorlar. Oysa böyle bir şey yok. Vergileri, bölgeler değil vergi mükellefleri öder. Zengin mükellef, Katalonya’da da, Endülüs’te de çok öderken, fakir az öder. Gerçek şu ki biz ‘bien comun’deyimiyle ifade edilen ‘kamu yararı, ortak refah, ortak değerler ve ortak aidiyet’i yitirdik. ‘Bien comun/ortak yarar’ dendiğinde bu hemen Frankist, diktatoryal bir çağrışım yapıyor. Frankizmin bir mirası bu. Franko sürekli‘İspanyol bayrağı’ ve ‘bölünmez bütünlük’ten söz ettiği için, bu kavramlar aşındı. Biz solda belli bir kesim.. (iç savaş öncesindeki) Cumhuriyetçi İspanya’nın da ‘ortak bir İspanya fikrini’ savunduğunu anlatmaya çalışıyoruz. Cumhuriyetçiler evet, demokratik, çoğulcu bir İspanya’yı savunuyorlardı ancak savundukları İspanya ‘bir İspanya’ idi; ‘50 İspanya’ değil. 1931’deki Cumhuriyet anayasasında ‘yerel dillere saygı duyulacaktır, resmi dil tektir’deniyordu. Demokratik 1978 anayasasında da ‘bölgesel dillere saygı duyacağız’ ifadesi kullanılırken aynı tutum yansıtılıyor. Ancak bu yapılırken kimse ortak dilin yok edileceğini varsaymamıştı...”
Bölgesel şantaj
- İspanya’da ayrılıkçılık tehdidi var mı?
“Bölgeler arası karşıtlaşma yeterince büyük rahatsızlık zaten. Katalanların, diğer bölgelere kendilerini soyuyorlarmış gibi bakmaları, ülke gerisinin de onlara hasmane yaklaşmaları yeterince sevimsiz. Kopmayla sonuçlanmasa bile, bu artık içimize girdi bir defa. Üstüne sürekli ‘Şunu bana vermezsen giderim haa!’ şantajı eklenince; durum hepten tatsızlaşıyor. ‘Üstüme şunu yapmazsan, kariyerini bir boşanma davasıyla yıkarım’ tehdidi savuran çiftler gibiyiz. Bask ülkesi küçüktür. Ayrılsa da tek başına var olamaz. Fransa yanındaki Basklarla bütünleşmesi gerekir ki bu zor. Ancak Katalonya başka. İspanya Katalonya olmadan var olamaz. Katalonya büyük bir endüstriyel güç. Nüfusu da 6 milyon. Az değil.”
- Yani kopma tehdidi var, öyle mi?
“Ee var tabii. Yakın dönemde olmasa dahi var!”
- Ama baskın görüş bunun kolay olmadığı, AB’ nin buna yeşil ışık yakmayacağı şeklinde...
“Doğrudur. Hukuken kopuş olanaksız. Katalanlar bunu tek taraflı yapamaz. Bir birlikteyseniz, birliği bozmak için tüm diğer üyelerin de rızasını almanız gerekir. Dolayısıyla konu (referandumla) sadece Katalanlara sorulamaz. İspanya genelinde referandum yapmak gerekir. Tek taraflı referandum ise legal olmayacağı için muhtemelen Avrupa bunu kabul etmez. Ancak bir kez ok yaydan çıkınca, böyle şeylerin nasıl biteceği belli olmaz.”
Sol için kötü dönem
- İspanya’da ben Felipe Gonzalez’in parlak zafer dönemlerinde yaşadım. O Felipe sosyalizminden geriye ne kaldı?
“O günler geride kaldı. Sol, her yerdeki gibi kötü bir dönem yaşıyor. Zira bir başınıza konulara hâkim olmanız mümkün değil, genel bir çerçeve var. Bu sebeple solun bugün devrimci söylemlere sahip çıkması olanaksız. Daha iyi yönetim, siyasi yozlaşmaya karşı şeffaflık, kamu hizmetlerine ağırlık vermek, eşitliği önemsemek gibi konulara bugün odaklanabilir sol.”
- Az mı?
“Değil tabii. Kamu hizmeti, ekonomik kaynakların yeniden dağıtılmasından başka bir şey değil. Güney Amerika’ya sık seyahat eden bizler, bunu net görüyoruz. Güney Amerika’da toplu taşımacılık yok. Bogota periferisinde yaşayan biri, şehre otobüsle gidip gelemediği için metropolde çalışmak şansına sahip olamıyor. Solun tüm bunları önemsemesi gerekiyor. Ancak (gelişmiş) İspanya’da durum farklı. Burada solun o eski gücü yok. Halkın coşkulu desteğini sol arkasında bulamıyor. Tutkuları yeniden harekete geçirmek için demagojik biçimde yerel milliyetçiliklere yanaşıyor. Ancak bu da partiyi batırıyor. İşbaşındaki muhafazakâr Rajoy hükümetinin kemer sıkma politikalarından ötürü destek yitirdiği dönemde, sosyalistler çıkış yapamıyor.”
- Neden?
“Ülkenin nabzını tutamıyorlar. Başbakan Rajoy krizin üstesinden gelemiyor ama (eski sosyalist başbakan) Zapatero İspanya’nın krize girdiğini dahi fark etmemişti. İnsanlar bunu unutamıyor. İspanya’da çoğunluk, monolitik/tek kalıptan çıkmış bir merkeziyetçi ülke arzu etmiyor. Ama aynı çoğunluk ülkeyi de yitirmek istemiyor. Uyumla bütünleşen bir ülke istiyorlar. Sol, bu bütünleşmeyi yaratmanın mücadelesini vermeli.”
Siyasetçi Filozof Fernando Savater:‘Sol Yerine Tercihim İlericilik’
“21. yüzyılda sağ-sol şablonundan çıkıp, ilericiliği, gericiliği tartışmamız gerekiyor” diyor, Madrid’de Cumhuriyet için görüştüğümüz İspanya’nın tanınmış düşünürü Fernando Savater.
Savater’in kurucuları arasında bulunduğu İspanya’nın yeni “İlerleme ve Demokrasi Birliği” partisi, kendisini böyle “ilerici” bir parti olarak tanımlıyor.“Eşitlik”, “özgürlük”, “laiklik” söylemlerini vurgulayan parti; düşünürün söz ettiği “Aydınlanma değerlerini hayata geçirmek” misyonu ve ayrılıkçı milliyetçiliğe taviz vermeyen duruşu ile öne çıkıyor. Kısa sürede İspanya’nın 4. partisi olan partinin, parlamentoda 5 milletvekili bulunuyor.
50’nin üstünde eseri ile sadece düşünce düzleminde değil, siyasi platformda da aktif olan felsefe profösörü Savater; “Demokrasilerde” diyor; “siyaseti sadece o an için hükümette bulunanlara bırakamayız. Hepimiz siyasetçi olmak zorundayız. Sen politikaya bulaşmazsan, er geç politika sana bulaşır!”
ETA’nın ölüm listesinde olduğu için yakın zamana dek korumalarla gezen Savater ile görüşmemizin gerisi şöyle:
‘Ayrılıkçılığa destek gericiliktir’
- Solun geleceği var mı? Sol için bir gelecekten bahsedebilir miyiz?
“İlerleme ve Demokrasi Birliği adlı partiyi (2007’de) kurduğumuzda ben sol yerine ‘ilericilik’ten söz etmeyi yeğledim. 21. yüzyılda, gerici bir sağ olduğu gibi gerici bir solun da olduğunu biliyoruz. Castro ya da Chavez için‘ilericilik’ kriterleri uygulamak anlamsız olduğu gibi sağda da icabında ilericilik bulunabilir. Anayasacılık örneğin Alexis Tocqueville gibi sağ kesim isimlerden gelmiştir. Sol ilericiler beri yandan kadın-erkek eşitliği, işgücü haklarının korunması, çalışma saatlerinin azaltılması gibi konulara odaklaşmışlardır. Solda olduğu gibi sağda da sonuçta ilericilik olabilir. Gericilik/reaksiyonerlik, sağda olduğu gibi solda da barınabilir. İspanya solunun gericiliği örneğin ayrılıkçılık ve (yerel) milliyetçilikleri desteklemesidir. Bu nedenle sağ-sol şablonundan çıkıp, ilericiliği, gericiliği konuşmak lazım.”
‘İlericilik, Aydınlanmanın uygulanması’
- Günümüz için ilericilik tarifiniz nedir?
“Ne desem bilmem ki… Tek bir formül olduğunu düşünmüyorum. Üzerine bir kitap yazılabilir. Sanırım son kertede ilericilik Aydınlanma ideallerinin uyarlaması oluyor. Aydınlanma, eğitimdir ve bu tabii laikliktir. Bu, fırsat eşitliği arayışı da demektir. Kamu hizmetleri, azınlıklara ayrımcılık yapmamak gibi şeyler gene hep ilericiliğin unsurlarıdır. Gerici, reaksiyoner değerler; bunların ters yönünde gider.”
Öfkeliler demokrasi folkloru
- Madrid’in iki yıl önceki ‘öfkeliler’ hareketinden geriye ne kaldı? Puerta del Sol meydanının protesto eylemlerinden söz ediyorum…
“Bir ülkede 6 milyon işsiz varsa, o ülkede öfkelilerin olması doğaldır. Ancak öfkeli eylemlere katılan aynı insanlar, kriz öncesinde sistemden memnundu ve apolitikti. Yaşamım okullarda gençlerle konuşmakla ve onları siyaset üzerinde daha duyarlı olmaya uyarmak için geçti. Gençlere hep, ‘Demokratik bir toplumda yaşıyorsak, siyaseti sadece hükümette bulunan insanlara bırakamayız. Hepimiz politikacı olmak/politika yapmak durumundayız’diyordum. Kimse bu uyarılarıma kulak asmıyordu. ‘Politika’ eski kafaların işi, diyorlardı. Kriz öncesinde herkes kendisini milyarder hissediyordu. Herkes ikinci evini almak peşindeydi, bankalardan nasıl geri ödeyeceklerini bilmedikleri çılgın krediler alıyorlardı. Derken İspanya ‘balonu’ patladı. Birlikte batıldı. O zaman herkes bir anda ‘sistem karşıtı’ oldu. Hayatta politikayla iştigal etmemiş insanlar, ‘siyaseti’ ve siyasetçileri suçlamaya başladı. Bu öfkeyi anlıyorum ancak işlerin bu noktaya gelmesinde yurttaşların payı yok mu? Puerta del Sol, ilginç bir andı. İnsanlar bir araya gelip tartışmaya, konuşmaya başladı. Sonuçta TV seyretmelerinden iyidir...”
- Hepsi bu mu? Politik duyarlılıkta artış olmadı mı?
“Keşke olmuş olsaydı. Yalnızca sosyal ağlarda varlık gösteren, kendisini ‘X partisi’ olarak tanıtan bir internet partisi ortaya çıktı. (İnternet eylemleriyle tanınan) ‘Anonymous’ gibi biraz... ‘Modernlik formatı yaratıyoruz’ havasında yapılan bir nevi demokrasi folkloru bunlar.
Hakları yitirmek korkusu
- İspanya krizinin geleceğini nasıl görüyorsunuz?
“Sorunun çözümü hakkında fikrim yok. Çünkü sorun yalnız bir İspanya problemi değil. Kredilerde Avrupa ve Almanya’ya bağlıyız. Kemer sıkma politikaları korkunç oldu. Bütün kamu hizmetleri çözülüyor. Sağın en reaksiyoner/gerici kesimleri; sağlık, eğitim gibi kamu hizmetlerine saldırmak adına krizi kullanıyor. İnsanlar daha kolay işten çıkarılıyor. Şirketler bu vesileyle istemedikleri elemanlarını eliyorlar. Kriz geride kaldığında, haklarımızın ne olacağını bilmiyoruz. O kazanılmış haklar geri alınabilecek mi bilmiyoruz. Gördüğüm en önemli sorunlardan biri bu.”
Sürecek.