Anadolu’daki “bazı tarikatların”, “Aydınlığa yönelik düşmanlıkları” çok eskilere dayanır. Ama en belirgin düşmanlıklar, II. Abdülhamit’in bu tarikatlar “ilericiler” üstüne salmasıyla belirginleşir. Nakşibendiliğin, devletin içine sızması da bu süreçte olur.
II. Abdülhamit’in oluşturduğu 4 bin kişilik jurnalci ordusunun nüfusunu tarikatlar oluşturmuş; Abdülhamit’in halka uyguladığı zulmün, taşeronluğunu yapmışlardır.
Osmanlı’nın halk üzerindeki sömürüsünü perdeleyen ve bu sömürü düzenini meşrulaştıran tarikatların en önemli gerici ayaklanması 1909’da olur. II. Meşrutiyet ile hesaplaşma, İngilizlerin tahriki ve maddi yardımıyla İstanbul’da gericilerin ayaklanmalarıyla sonuçlanır. Tarihte, 31 Mart gerici ayaklanması olarak bilinen bu irtica olayında, İngilizler ile işbirlikçilerin rolünün üstü hep örtülmüştür. Özellikle Cumhuriyet dönemindeki Nakşibendi işbirlikçiliği utanç belgeleri olarak su yüzüne çıkmıştır.
Kurtuluş Savaşımız devam ederken, daha sonra "Hilafet Ordusu" adını alacak olan işbirlikçi bir ordu örgütlenmesi Kuvva-i İnzibatiye‘nin kurulmasına, yine işbirlikçi-gerici tarikatlar öncülük eder. Anadolu’da Mustafa Kemal ve arkadaşları kurtuluş çareleri ararken, tarikatlardan medrese hocalarına, Şeyhülislam'dan sivil ve askeri bürokrasiye, Galata Bankerleri'nden Sultan'a kadar bütün işbirlikçiler, Anadolu Halkı’nın dini inançlarını istismar ederek henüz çekirdek halindeki bağımsızlık savaşını boğmak için işgal güçleri ile “işbirliği” yapmaktaydılar. Onların yanı sıra çeşitli tarikatlardan da yüzlerce işbirlikçi mürit Anadolu'ya dağılıyordu. Bunlar, örgütlü bir şekilde, ulusal direnişe karşı halkı kışkırtmaya ve ayaklandırmaya çalışıyorlar, işbirlikçi sultan ve din ve fetvalarıyla halkın karşısına çıkıyorlardı.
Emperyalistler açık işgalin Anadolu halkında yarattığı tepkiyi törpülemeye ve bu tepkinin Ulusal Kurtuluş Savaşı'na akmasını engellemeye çalışıyorlardı.
Yayınlanan fetvalar içinde en dikkat çekici olanı Hilafet Şeyhülislam Dürrizade Abdullah'a ait olandı. Tarihe "Dürrizade Fetvası" olarak geçen bu ihanet ve utanç belgesinde bağımsızlık savaşına katılan herkes "halifeye isyan"la suçlanıyordu. Ve halifenin düşmanı, İslam dinine karşı suçlu ilan ediliyordu. Fetvada tüm inanmış Müslümanlara, Allah adına, bağımsızlıktan yana olanları acımasızca yok etmeleri emrediliyordu. Nihayetinde Fetva şu soru ve cevapla bitiriliyordu:
"Asilerin katli caiz midir? El cevap vaciptir". Bu fetvanın ülkenin dört bir yanında dağıtılması için İngiliz uçakları kullanılır. "Dürrizade Fetvası", işbirlikçi sultana bağlı çevrelerde etki yaratsa da, halkın büyük bir çoğunluğu vatan hainlerinin bu çağrılarına cevap vermeyecektir. İşbirlikçi gericiler, Bağımsızlık Savaşımız sırasında irili-ufaklı gerici ayaklanma başlatırlar. Bunların belli başlıları: Şeyh Eşref, Birinci Bozkır, İkinci Bozkır, Konya, Birinci Anzavur, İkinci Anzavur, Ali Batı, Birinci Düzce, İkinci Düzce, Birinci Yozgat, İkinci Yozgat ve Zile Ayaklanmalarıdır.
Özellikle de Nakşibendi Tarikatı, bu ayaklanmalarda ön plana çıkıyordu. Konya ve Düzce yörelerinde yaşanan ve "Bozkır Ayaklanmaları" olarak bilinen ayaklanmalar Nakşibendilerce yönetilir. "Din elden gidiyor" diyerek bayrak açan Nakşibendilere, hem Sultan hem de İngilizler silah başta olmak üzere her türlü desteği sunarlar.
Ayaklanmaların amacı, padişahı ve halifeyi korumak, Anadolu'dabaşlayan Bağımsızlık Savaşımızın önünü kesmektir.
Cumhuriyet Dönemindeki Nakşibendi Ayaklanmaları ise şöyledir:
*1924 Şeyh Sait Kürt-İslam Ayaklanması (İngiliz kışkırtmasıylaayaklanan Şeyh Sait ve etrafındakiler Nakşibendidir)
*1925 Rize Ayaklanması (Şapka reformuna karşı ayaklananlar Nakşibendi tarikatı üyesidirler)
*1930 Menemen Ayaklanması (Kubilay’ın başını kesip bir sırığatakıp dolaştıranlar Nakşi Derviş Mehmet ile birlikte ayaklanmışlardır ve şeriat isteklerini dile getirmişlerdir)
*1933 Bursa Ayaklanması (Nakşi Şeyhi ibrahim Türkçe Ezanakarşı ayaklanmıştır)
*1935 Nakşi Şeyhi Şeyh Halid Eruh’ta kendisini mehdi ilan etmişve silahlı başkaldırıda bulunmuştur, çatışmalar bir yıl kadarsürmüştür. Bu soytarı Şeyh de Fransız koruması Suriye’ye
kaçmıştır.
*1935 Çorum iskilip ilçesinde Nakşi Şeyhi Kalaycı şeriat isteyerekayaklanmıştır.
Türkiye’de sağ siyaset ve ideolojilerin Emperyalizmden beslenerek güçlendikleri bilinen bir gerçektir.
Bunun iki nedeni vardır.
Birincisi; emperyalizm ile çıkar ilişkisi kuranların yüzlerini maskelemek ve yaptıklarını meşrulaştırmak.
İkincisi; emperyalizme karşı gelişecek olan devrimci-bağımsızlıkçı hareketlere karşı toplumsal tabanda hazırbir “vurucu güç” oluşturmak.
Biz, Türkiye’de, sağcıların liberal ekonomi politikalarından yana olduklarını ve uyguladıkları liberal politikaların tüm gelenekleri yıktığını, aile yapısını parçaladığını biliyoruz. Ahlaksal yozlaşmanın başlıca sorumlusu bu liberal ekonomik politikalar, bencilce bir yaşam ve tüketim kültürü üzerinde duruyor. 1950’den beri “manevi değerleri” savunduğunu söyleyen “sağ-muhafazakar” partiler tarafından yönetilen bu ülke, “Batı”nın öğretisi olan bu politikalarla tarihin en büyük “kültür erozyonlarından” birini yaşadı.muhafazakarlar; aileyi koruyacağız söylemlerini, liberal ekonomik politakalarıyla arka kapıdan dinamitlediler.Bunu halkın gözünden nasıl kaçırdılar.
Bu ülke, son elli-elli beş yılınıda, kendisini sağ-muhafazakar- milli\manevi değerlere saygılı-laikliği örseleyecek kadar dine saygılı olduğunu savlayanlar tarafından yönetildi ve bu insanlar,örneğin Atatürk'ün borçsuz bıraktığı ülkeyi borç batağına soktular, hiç bir ülkeye bağımlı olmadan yaşayan bu ülkeyi ABD emperyalizmine teslim ettiler. Ülke sanayisinin Atatürkçü ulusal politika ile sabırla gelişmesine tahammül etmeyip, montaj sanayisi ile dünya liberal sistemininbir uydusu olmasına neden oldular, "bağımsız bir ülkeyi" bağımlı yaptılar. Bunların hepsinin Atatürk ile de Atatürkçülük ile de birilişkisi yoktu. Bu görülmesi zor bir olay değil. Ha Said-i Nursi'ninelini eteğini öpen Menderes, ha Hikmetyar'ın dizinin dibine çökmüş ve Fettullah'tan olur almış Tayyip. İkisi de emperyalizme peşkeş çekiyor ülkeyi.
Türkiye tarihinde “eş zamanlı” gelişen iki süreç vardır.
Birincisi “sağa kaymak” ikincisi de “sömürülen bir ülke” haline gelmektir.
Birbirini besleyen bu iki sürecin formülü şudur.Bağımsızlık savaşı ve Cumhuriyetin ilk yıllarında “emperyalizm ve işbirlikçileri” bu ülkenin yetkili kurullarından tamamen tasfiye edilmiştir.
Ama iki olgu “emperyalizm ve gericilik” birbirini besleyerek tekrar kök salmıştır.
Bu sürecin başlangıcı önce;
DEMOKRAT PARTİ İKTİDARI
ADALET PARTİSİ İKTİDARI
MİLLİYETÇİ CEPHE HÜKÜMETLERİ
ANAP İKTİDARI
DYP İKTİDARI
Ve bugün AKP iktidarı.
Sağa kayma ve sömürülen bir ülke haline gelmek.
işte bu eş zamanlı gelişmenin birbirini besleyen iki boyutudur.
Peki ABD, bu işbirlikçileri nasıl beslemektedir.
II. Abdülhamit’in oluşturduğu 4 bin kişilik jurnalci ordusunun nüfusunu tarikatlar oluşturmuş; Abdülhamit’in halka uyguladığı zulmün, taşeronluğunu yapmışlardır.
Osmanlı’nın halk üzerindeki sömürüsünü perdeleyen ve bu sömürü düzenini meşrulaştıran tarikatların en önemli gerici ayaklanması 1909’da olur. II. Meşrutiyet ile hesaplaşma, İngilizlerin tahriki ve maddi yardımıyla İstanbul’da gericilerin ayaklanmalarıyla sonuçlanır. Tarihte, 31 Mart gerici ayaklanması olarak bilinen bu irtica olayında, İngilizler ile işbirlikçilerin rolünün üstü hep örtülmüştür. Özellikle Cumhuriyet dönemindeki Nakşibendi işbirlikçiliği utanç belgeleri olarak su yüzüne çıkmıştır.
Kurtuluş Savaşımız devam ederken, daha sonra "Hilafet Ordusu" adını alacak olan işbirlikçi bir ordu örgütlenmesi Kuvva-i İnzibatiye‘nin kurulmasına, yine işbirlikçi-gerici tarikatlar öncülük eder. Anadolu’da Mustafa Kemal ve arkadaşları kurtuluş çareleri ararken, tarikatlardan medrese hocalarına, Şeyhülislam'dan sivil ve askeri bürokrasiye, Galata Bankerleri'nden Sultan'a kadar bütün işbirlikçiler, Anadolu Halkı’nın dini inançlarını istismar ederek henüz çekirdek halindeki bağımsızlık savaşını boğmak için işgal güçleri ile “işbirliği” yapmaktaydılar. Onların yanı sıra çeşitli tarikatlardan da yüzlerce işbirlikçi mürit Anadolu'ya dağılıyordu. Bunlar, örgütlü bir şekilde, ulusal direnişe karşı halkı kışkırtmaya ve ayaklandırmaya çalışıyorlar, işbirlikçi sultan ve din ve fetvalarıyla halkın karşısına çıkıyorlardı.
Emperyalistler açık işgalin Anadolu halkında yarattığı tepkiyi törpülemeye ve bu tepkinin Ulusal Kurtuluş Savaşı'na akmasını engellemeye çalışıyorlardı.
Yayınlanan fetvalar içinde en dikkat çekici olanı Hilafet Şeyhülislam Dürrizade Abdullah'a ait olandı. Tarihe "Dürrizade Fetvası" olarak geçen bu ihanet ve utanç belgesinde bağımsızlık savaşına katılan herkes "halifeye isyan"la suçlanıyordu. Ve halifenin düşmanı, İslam dinine karşı suçlu ilan ediliyordu. Fetvada tüm inanmış Müslümanlara, Allah adına, bağımsızlıktan yana olanları acımasızca yok etmeleri emrediliyordu. Nihayetinde Fetva şu soru ve cevapla bitiriliyordu:
"Asilerin katli caiz midir? El cevap vaciptir". Bu fetvanın ülkenin dört bir yanında dağıtılması için İngiliz uçakları kullanılır. "Dürrizade Fetvası", işbirlikçi sultana bağlı çevrelerde etki yaratsa da, halkın büyük bir çoğunluğu vatan hainlerinin bu çağrılarına cevap vermeyecektir. İşbirlikçi gericiler, Bağımsızlık Savaşımız sırasında irili-ufaklı gerici ayaklanma başlatırlar. Bunların belli başlıları: Şeyh Eşref, Birinci Bozkır, İkinci Bozkır, Konya, Birinci Anzavur, İkinci Anzavur, Ali Batı, Birinci Düzce, İkinci Düzce, Birinci Yozgat, İkinci Yozgat ve Zile Ayaklanmalarıdır.
Özellikle de Nakşibendi Tarikatı, bu ayaklanmalarda ön plana çıkıyordu. Konya ve Düzce yörelerinde yaşanan ve "Bozkır Ayaklanmaları" olarak bilinen ayaklanmalar Nakşibendilerce yönetilir. "Din elden gidiyor" diyerek bayrak açan Nakşibendilere, hem Sultan hem de İngilizler silah başta olmak üzere her türlü desteği sunarlar.
Ayaklanmaların amacı, padişahı ve halifeyi korumak, Anadolu'dabaşlayan Bağımsızlık Savaşımızın önünü kesmektir.
Cumhuriyet Dönemindeki Nakşibendi Ayaklanmaları ise şöyledir:
*1924 Şeyh Sait Kürt-İslam Ayaklanması (İngiliz kışkırtmasıylaayaklanan Şeyh Sait ve etrafındakiler Nakşibendidir)
*1925 Rize Ayaklanması (Şapka reformuna karşı ayaklananlar Nakşibendi tarikatı üyesidirler)
*1930 Menemen Ayaklanması (Kubilay’ın başını kesip bir sırığatakıp dolaştıranlar Nakşi Derviş Mehmet ile birlikte ayaklanmışlardır ve şeriat isteklerini dile getirmişlerdir)
*1933 Bursa Ayaklanması (Nakşi Şeyhi ibrahim Türkçe Ezanakarşı ayaklanmıştır)
*1935 Nakşi Şeyhi Şeyh Halid Eruh’ta kendisini mehdi ilan etmişve silahlı başkaldırıda bulunmuştur, çatışmalar bir yıl kadarsürmüştür. Bu soytarı Şeyh de Fransız koruması Suriye’ye
kaçmıştır.
*1935 Çorum iskilip ilçesinde Nakşi Şeyhi Kalaycı şeriat isteyerekayaklanmıştır.
Türkiye’de sağ siyaset ve ideolojilerin Emperyalizmden beslenerek güçlendikleri bilinen bir gerçektir.
Bunun iki nedeni vardır.
Birincisi; emperyalizm ile çıkar ilişkisi kuranların yüzlerini maskelemek ve yaptıklarını meşrulaştırmak.
İkincisi; emperyalizme karşı gelişecek olan devrimci-bağımsızlıkçı hareketlere karşı toplumsal tabanda hazırbir “vurucu güç” oluşturmak.
Biz, Türkiye’de, sağcıların liberal ekonomi politikalarından yana olduklarını ve uyguladıkları liberal politikaların tüm gelenekleri yıktığını, aile yapısını parçaladığını biliyoruz. Ahlaksal yozlaşmanın başlıca sorumlusu bu liberal ekonomik politikalar, bencilce bir yaşam ve tüketim kültürü üzerinde duruyor. 1950’den beri “manevi değerleri” savunduğunu söyleyen “sağ-muhafazakar” partiler tarafından yönetilen bu ülke, “Batı”nın öğretisi olan bu politikalarla tarihin en büyük “kültür erozyonlarından” birini yaşadı.muhafazakarlar; aileyi koruyacağız söylemlerini, liberal ekonomik politakalarıyla arka kapıdan dinamitlediler.Bunu halkın gözünden nasıl kaçırdılar.
Bu ülke, son elli-elli beş yılınıda, kendisini sağ-muhafazakar- milli\manevi değerlere saygılı-laikliği örseleyecek kadar dine saygılı olduğunu savlayanlar tarafından yönetildi ve bu insanlar,örneğin Atatürk'ün borçsuz bıraktığı ülkeyi borç batağına soktular, hiç bir ülkeye bağımlı olmadan yaşayan bu ülkeyi ABD emperyalizmine teslim ettiler. Ülke sanayisinin Atatürkçü ulusal politika ile sabırla gelişmesine tahammül etmeyip, montaj sanayisi ile dünya liberal sistemininbir uydusu olmasına neden oldular, "bağımsız bir ülkeyi" bağımlı yaptılar. Bunların hepsinin Atatürk ile de Atatürkçülük ile de birilişkisi yoktu. Bu görülmesi zor bir olay değil. Ha Said-i Nursi'ninelini eteğini öpen Menderes, ha Hikmetyar'ın dizinin dibine çökmüş ve Fettullah'tan olur almış Tayyip. İkisi de emperyalizme peşkeş çekiyor ülkeyi.
Türkiye tarihinde “eş zamanlı” gelişen iki süreç vardır.
Birincisi “sağa kaymak” ikincisi de “sömürülen bir ülke” haline gelmektir.
Birbirini besleyen bu iki sürecin formülü şudur.Bağımsızlık savaşı ve Cumhuriyetin ilk yıllarında “emperyalizm ve işbirlikçileri” bu ülkenin yetkili kurullarından tamamen tasfiye edilmiştir.
Ama iki olgu “emperyalizm ve gericilik” birbirini besleyerek tekrar kök salmıştır.
Bu sürecin başlangıcı önce;
DEMOKRAT PARTİ İKTİDARI
ADALET PARTİSİ İKTİDARI
MİLLİYETÇİ CEPHE HÜKÜMETLERİ
ANAP İKTİDARI
DYP İKTİDARI
Ve bugün AKP iktidarı.
Sağa kayma ve sömürülen bir ülke haline gelmek.
işte bu eş zamanlı gelişmenin birbirini besleyen iki boyutudur.
Peki ABD, bu işbirlikçileri nasıl beslemektedir.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder