Şule Perinçek |
Eskiden gazetecilikte haber atlatmak diye bir tatlı telaş olurdu. Ama, bizden önce kimse yazmasın diye koşturur gelirdik.Öyle internet falan da olmadığı için çok daha zor koşullarla boğuşarak haber yetiştirirdik. Geçen hafta Cuma günü programımızda Balyoz duruşmasına gitmek vardı. Gittik, ancak yaşam programa bakmıyor.Yeni tutuklanan arkadaşlarımızı Perşembe akşamı Silivri'ye getirmişler. Araya Mehmet'le görüşü de ekledik. Eşyalarını götürdüm. İnönü Üniversitesi eski rektörü değerli bilim adamımız Prf. Dr. Fatih Hilmioğlu ile birlikte kalıyorlar. Hemen bir masa almış. Çalışma düzenine girmiş. Rusya'dan döndüğünde daha sokak kapısının önünde bavulunu açmış heyecanla bulduğu belgeleri tek tek çıkarıp gösteriyordu. Biz de sabırsızlıkla bekliyorduk. Ne yapalım, bizden başka niyetlerle bekleyenler de varmış. Ancak bilim ve paylaşma heyecanı cezaevi duvarlarını dinlemiyor. Vakit kaybetmeye gelmez. "Çalış benim güzel oğlum" dedik, koştuk tekrar balyoz duruşmasına. Nasıl olsa rahatız. Haber yetiştirme derdimiz yok. Orada yer yerinden oynasa kimse yazmıyor ki. Uyduruk e-postalar çarşaf çarşaf yayımlanıyor; sanıklar birbiri ardına bu yalanları, tahrifatları belgeleriyle, görüntüleriyle, sergiliyor; duyan yok, duyuran yok. Öyle belgeler; öyle belgelere dayanan bir iddianame ki neresinden tutsanız elinizde kalıyor. 6 yıl sonra sokak adlarının ve adreslerinin nasıl değişeceği; hangi yurtların, kiliselerin, vakıfların açılacağı; büyük bir maharetle öngörülmüş. Kopyala kes yapıştır yöntemiyle farklı tarihli yeni "sözde" belgeler üretilmiş, aynı yazım hataları da aktarılmış. Şöyle özensizlikler de var, aynı belgede (adı "keşif raporu) Eyüp Camii diye başlıyor, Fatih Camii diye devam ediyor, sonunda yine Eyüp Camii diye bitiyor. o kadar açık ki baştan aşağı her şey yalan, yalan; sahte! Tertip kanıtlarıyla mizahi bir biçimde gözlerimizin önünde. Kimi zaman tutamıyorsunuz kendinizi, kahkahalar duyuluyor savunmalar yapılırken. Hani bu kadar da olmaz türünden. İnsanın ağırına gidiyor bir yandan da. Bari biraz ciddi olsaydınız diyeceğiniz geliyor. salona bakıyorum. Koskoca 5. Ordu! Orada sıra sıra oturuyorlar. Pırıl pırıllar. Hepsi özellikleri olan askerlerimiz... Üfleyince havada binbir parça olan bir iddianame...."Vicdanlarınız rahatsız olmuyor mu... " tümcesi sıklıkla geçiyor.
Artık yakınlarda "adaletin yerini bulacağı" aşamasından çoktan geçmişler. "Dualar", "beddualar" yapılıyor. Yakında o kapıda kapanır. Çare olmuyor. Tecrübe ile biliyoruz.
Hakim ve savcılarmı?
Elleri şakaklarında öyle boş boş bakıyorlar. "Of, biran önce bitse de gitsek" havasındalar. Hani "ayıp olmasın, bari bütün saçmalıklara bir yanıt, bir açıklama bulmaya çalışsak" zahmeti içinde bile değiller.
Sanıklar (dilimiz varmıyor "sanık" demeye aslında) gümbür gümbür sesleniyor;
Bizi bu davaya bulaştıran çete ve kurumlardan şikayetçiyim!
Söz bitmiş. Her şey ortada ya artık, birbirlerinin savunmalarına aynen katılıyorlar, avukatlar bile..Şöyle ufak tefek düzeltmeler oluyor:
- 20 yıllık arkadaşıyım dedin, ben senin 27 yıllık arkadaşınım...
Mahkeme heyeti erkenden bitiriyor duruşmayı. itirazlar oluyor, ama nafile elbette. Ara karar için çekiliyor.
Tahta parmaklıkların üzerinden bağrış çağrış görüşmeler başlıyor. Emekli, hala emekçi, ast üst subaylar arasında artık rütbe farkı kalmamış, herkes omuz omuza tutuklu. Kıyafetlerinden de ayırt edemiyorum. Takım elbiseler çıkmış. Hemen hepsi tişörtlü, gömlekli...
Bize geçmiş olsun dileklerini ileten çok oluyor. Bu arada bir anne iki çocuğuyla kendini tanıtıyor, eşinin adını söylüyor. Tanımam mı lazım, hemen belleğimi yokluyorum. Sonra açıklıyor, güya bir albay bana"abla" diye başlayan düzmece bir e-posta yazmış (ya da bir mektupmuydu tam anımsayamıyorum) diye malum gazetelerde çıkmıştı. Neyse bu vesile yıllar sonra ilk kez tanışıyoruz.Yaşamları bir yalanla altüst olmuş elbette. Ne kadar kolay değilmi! Ailelerin çoğu zor durumda. Bir bölümü İstanbul dışından geliyor. Masraf bir yana çocukların okulu açılacak, gelmek zor. Tayinler olmuş, eşler tek başlarına evlerini taşımışlar. Tahribatları o kadar çok yönlü ki...
"Hadi gidin beklemeyin"
"İyi bayramlar"
Kimse ayrılmıyor. İki taraf da diğeri üzülecek kaygısında.
Heyet geliyor. Karar okunuyor. Tahliye talepleri gerekçesiz ret! Ama "Beni de alın içeri, onların yanında kalmak benim için bir şereftir" demek suç duyurusun gerekçe! Cübbelerini çıkardıkları gibi aceleyle gidiyorlar. Arkalarından atlı değil, ama bu kadar haksızlık karşısında canlarına tak etmiş yakınların yürekleri kovalıyor...
Bir tuğgeneralin ablası bağırıyor: "Yeter artık,kimseden korkum yok...Jandarmalar filan derken bir kargaşa oluyor. Abla bayılıyor. Dışarda bir ambulans var. Neyse sedye geliyor. Onu dışarı çıkaracaklar. O sırada kendisininde sağlık durumu iyi olmayan bir amiralin kanser tedavisi gören eşi bayılıyor. Arkasından emekli deniz kurmay albayın eşi fenalık geçiriyor. Tek doktor bir oraya bir buraya koşuyor.
Bakın biliyorum öyle kaptırdınız okuyup gidiyorsunuz. Ama isterseniz bir toplu iğne filan batırayım, uyanın! Bu anlattıklarım sinema filmi değil! İstanbul'un az ötesinde kanlı canlı yaşana gerçekler.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder