Geçtiğimiz günlerde Cübbeli Ahmet gözaltına alındı. Fuhuş çetesi üyesi olduğunu iddia ettiler. Açıkçası güldüm...
Cübbeli Ahmet ile itikaden çok farklı düşünüyoruz. Hatta %100’e yakın bir farklılığımız var. Lakin, o cemaatin fuhuşla, bilmemne ile hiçbir alakası olmayacağını çok iyi bilenlerdenim.
Peki Cübbeli Ahmet neden göz altına alındı ?
Hemen söyleyelim;
Okyanus ötesinin çok üstüne gitti. Söylenmesi gerekenleri söyledi. Çok oyun bozdu.
Kendi itikadı çerçevesinden; Nurculuğu yoğun bir eleştiriye tabi tuttu. Dinler arası dialog, Ilımlı İslam üzerine gitti. “Çok konuştu.”
Dokundu.
Yandı!
Öte yandan, iktidarın Yahudi politikalarını, emperyalizmle ilişkilerini gündeme getirdi. Hükümeti tekfir/aforoz etti. Hiç yapılır mı be hoca ?
Bu kadar demokratik bir ülkede, hiç söylenir mi bunlar ?
İsmailağa cemaatini iyi tanırım. Öyle fuhuş gibi iftiraların tutmayacağı bir örgütsel karakteri vardır. Efendim, cemaat mensupları “kadın ayarlıyormuş.”
Adamı ne yaparlar biliyor musunuz ?
Fatih, Çarşamba!
Fuhuş?
Saçmalık...
Mesele belli, dokunan yanıyor. Ve benim gördüğüm kadarı ile; İslami muhalefete geldi sıra. Zannediyorum; muhalif İslamcıları teker teker alacaklar. Vaziyet öyle görünüyor...
Ama dediğim gibi, medyanın gazına gelmeyelim. Cüppeli Ahmet’in öyle işler ile alakası olmayacağından şahsım adına eminim...
Evet! Kendisi servetçidir, mala mülke karşı değildir, hatta gösterişli bir hayatı vardır. İtikaden, bize uymaz, ama adalet; bizi hakikati söylemekten alıkoyamaz...
Efendim, adamların derdi belli...
İslamiyet ile kapitalizm uzlaşmıyor. Hatta, kavga ediyor.
Ne yapılacak peki ?
Yeni bir İslam yaratıp, Kur’an’i ve Muhammedi İslamı yok etmeli...
Uysal, ılımlı; bastırılmış, sindirilmiş bir İslam yaratıp, doğrudan kapitalizme entegre etmeli...
Bugün yapılan işin adı budur!
İslam’ın tevhid akidesini; salt bir itikada dönüştürüp, sosyal-siyasal sahneden çekerseniz; bir ekonomi-politik ve sosyo-kültürel eklenti ihtiyacı baş gösterir.
Bu ihtiyaca binaen, Allah’a inanan, ama güvenmeyen, Allah diyen ama haram yiyen bir tip üretmek çok daha kolaylaşır...
“İhtiyaçtan artanı verin”, zalimler ile savaşın, sizi yurtlarınızdan çıkartanlarla savaşın diyen ayetleri görmeyip, namaz kılın, oruç tutun diyen ayetleri parlak ışıklarla sunarak; Kur’an’ın bir kısmına inanıp, diğer kısmını reddeden bir tavır inşa edilir.
Ki bugün yapılan işin tam karşılığı budur...
Mücahitlikten müteahhitliğe transfer olanlar, Allah deyip; cukka dolduranlar çoğalır; din, bir mollarşi eğlencesi oluverir.
Kapitalizmin dayattığı moderniteyi “ideolojiye dönüştürmenin” neticesinde ise; kafası liberal, bel altı muhafazakar bir tipin hakim sınıfı teşkil etmesi ayrı bir sorunsaldır. Batıya entegrasyon, Doğu ile kavga sürecin geldiği son noktadır...
İran, Suriye gibi bölgesel “kardeşliklerin”, adeta canavar ve düşman misali yaftalanması, ABD çıkarlarına uygun bir dinselliğin yarattığı sonuçtur.
Emperyalizm ile işbirliği; Allah ve Resulüne savaş açmanın 2011 karşılığıdır...
Bu hakikat üzre, bu durumu; dinsel anlamda eleştiren herkes “ileri demokrasinin en sert tehlikeleri ile karşı karşıyadır.”
Benim gördüğüm şu ki, Cübbeli Ahmet; bu durum karşısında dayanamayıp; ilgili CEMAAT ve İKTİDARI çok sert biçimde eleştirdiğinden, bu muameleye tabi tutulmuştur.
İnsülin alan bir adamın “fuhuşperest” olmasını iddia etmek, saçma bir komedyanın ürünüdür.
İsmailağa cemaatini, dünkü çocuk sanmak ayrı bir abesliktir. Orada değil Cübbeli Ahmet, Haşa Cebrail bile “zinaya teşebbüs etse” aforoz edilir...
Dedim ya, inanç ve itikadda “katılmadığım” bir cemaat olsa da, adalet gereği yapılması gereken; hakikati savunmaktır. Evet, bugün; süreci, yaygın medyanın pompaladığı gaz ile iliştirenler ve bu çerçeveden bakanlar, resmi göremiyor olabilir.
Fakat resmi dikkatli inceleyelim!
Altındaki detaylar önemli...
Şeytan, ayrıntıda gizlidir.
İran ve füze kalkanı
İran’lı bir M.Vekili, herhangi bir saldırı halinde Malatya’daki Füze Kalkanını vuracaklarını söyledi. Açık konuşmak gerekirse “haklı bir tepkidir.”
Düşünsenize, ABD ile İran ittifak yapıyor. Sizi hedefleyen kalkanlar kuruyorlar. Akabinde size saldırı oluyor. İlk hedefiniz kim olurdu ?
Evet...
İran, geçtiğimiz günlerde bir ABD uçağı düşürdü. Emperyalizm ile kavga ediyorlar. Bizim yerimiz neresi ?
ABD’nin yanı...
Ne oldu İslami kardeşlik ? Ne oldu komşuluk ?
Ne oldu insanlık ?
Ele geçirilen casus uçağı Sentinel ABD’ye teslim edilmeyecekmiş. Edilmesin...
ABD, harıl harıl yol arıyor. Çünkü çok iyi biliyor ki; Suriye ve İran düşerse, Doğu düşer...
İş biter.
Bugün daha fazla “kardeş” olmamız gerekiyor. Emperyalizm ve yerli uşaklarına karşı, tek vücut olmalıyız.
Unutmayalım ki, baki olan bizim kardeşliğimizdir.
Allah hepimizin yardımcısı olsun.
Selamlarımla...
Diyanet İşleri Başkanlığı yeni bir proje icat etti. Mucitlerin kafasından nelerin geçtiğini bilmiyorum. Lakin ortaya konulan proje, ileri derecede absürt, din ile hiçbir bağı olmayan, hatalı bir projedir.
Projenin adı, “mele” projesi. İçeriği ise Anadolu’da toplumun muteber gördüğü dinsel öncülerin “devlet tarafından statü verilerek kadroya alınması” noktasındadır.
Bu ülkenin “öğretmenlerine kadro vermeyen devlet” sömürücü feodal ağaların şıh bozmalarına kadro verecekmiş...
Kur’an’dan gafil şıh-şeyh bozmalarını resmi statü ile onore etmenin akabinde, kurumsal din inşa edilip tıpkı Muaviye zamanında olduğu gibi; saray mollarşisi üretilecek...
Yalnız, birkaç bakanlığın bütçesine denk bir bütçesi olan Diyanet’in bu projeye verdiği isim de çok fazlaca enteresan...
Mel’e projesi! Mel’e, dolmak manasına gelen, kavmin; servet ve refahla şımarmışlarına atfen kullanılan bir kavramdır. Mel’e, mide fesadı geçirecek kadar yemiş kişi manasına da gelir. Kenz, riya, riba üçgeninin ürettiği tipolojidir.
Bu üçgene kısaca değinelim... Kenz (sermaye birikimi), riya (iki yüzlülük), riba (emeksiz kazanım) üçgeni; dinin savaştığı bir ideolojik karakter ihtiva eder.
Kur’an, ruhbanları kenz ile, iktidarı riya, iktisadi sömürüyü de riba olarak tanımlar... Yani, Firavun riyakâr, Karun ribakâr, Bel’am Baura ise kenzodur. Sisteme göre, Bel’am Baura; Firavun ve Karun’u yıpratmayacak fetvalar verir. Firavun Karun’u, Karun’da Bel’am Baura’yı ödüllendirir.
Firavun Karun’a ihalelerde kıyak yapar! Çünkü Karun; sermayedir. Firavun, sermaye ve ruhban (bel’am) ikilisinin yarattığı tekniğe iman eder... Tıpkı sanayi devrimi sonrası gelişen teknolojiye benzer. Alim ile zenginin gayrimeşru ilişkisinden doğan makine, sömürgeciliğin kimliğini dönüştürür.
Feodalizm ile kavga eden burjuvazi, devrim diye “kapitalist moderniteyi dayatır”. Ama feodalizmi bir anda yok edemez. Çünkü varlığı buralara dayanır. Feodalizmin koruduğu mukaddesatçı kimya, burjuvazinin ihtiyaç duyduğu toplumu üretir. O zaman feodalizmin kontrol altına alınması gerekir. Bel’am Baura rolünü üstlenmesi gerekir...
Evet, şıhlar, şeyhler, hocaefendiler “resmi statü kazanmalı”, böylece kurumsal kimlik edinmeli ve bu statü gereği yönelimler edinmelidir. Diyanet bu işi hep yapıyor. Bu ülkede insanlar asgari ücretle geçinme mücadelesi verirken “imamlar maaş alıyor”.
Efendim, maaşlı imam olmaz! Kur’an ruhuna tamamen aykırıdır. Cami cemaati namaz vakti mescide gider, cemaatten biri çıkar namazı kıldırır. Ne maaşı, ne imamı?
İslam’da imamet, önderlik manasına gelir. Mekke’de halkın imamı; namaz duaları ezberleten biri değildi. Allah’ın Resul’ü Muhammed (Selam olsun), “Devrim” diyen; ezilenlerin haklarını koruyan, kodamanlar ile savaşan “silahlı” bir imam/önder idi.
Şimdi ise statükonun eline tutuşturduğu hutbeleri papağan misali şakıyan, ay sonu aldığı maaş ile keyif çatan, para karşılığı namaz kıldıran ve bunu mesleğe dönüştürmüş bir yapıya evrildi imamlık...
Hatta o kadar ileri gidildi ki “Diyanet-Sen” adında bir sendika bile kuruldu. (http://www. diyanet-sen.org.tr/)
İmamlar memur oldular. Kadrolara girdiler... Ama bizim gariban “inşaat işçisi Mahmut” halen sözleşmeli, ve aç! (Kış geldi...)
Hz. İsa, ruhbanların tapınağına girip bağırır: “Ey engerek soyları! Allah’ın mabedini ticarethaneye çevirdiniz!!!”
Ona karşı duyulan öfkenin ana nedeni buydu. İnsanlara itikat anlattığı için değil, işlere çomak soktuğu için kendisinden nefret edildi.
Aynı şey Hz.Muhammed için de geçerlidir. Eğer hakikat babında İslam istiyorsanız, Diyanet’i ve kurumsallaşmış tüm dinsel yapıları derhal lağvediniz... Böylece İslam, statükonun bekçisi olmaktan kurtulup devrimci özüne dönecektir...
Bu topraklarda insanlara İslamiyet anlatılmıyor! Hanefi mezhebinin ictihatları anlatılıyor... İslamiyet sadece Ebu Yusuf’un yorumundan mı ibarettir ? Kaldı ki Hanefi mezhebinin en temel eserleri dahi okutulmuyor. (Örn. Serahsi, el Mebsud)
İlköğretim çağında din dersi gören gençler, İslam öğrenmiyor. Kabalistik bir Yahudi mitolojisini; İslam diye öğreniyorlar...
Deccaller, mehdiler, namazın faziletleri, namaz dualarından ibaret bir müfredat, akabinde; mescide sıkışmış ve sosyal hayattan çekilmiş bir din, neticesinde de bu bilgisizlikten nemalanan okyanus ötesi unsurlar...
Akıllar başa devşirilmeli! Sap ile saman ayrılmalı...
Mel’e projesiymiş! Koyun “meletmek” mi istiyorsunuz?
Selamlarımla...
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder