Bizans’ın son dönemlerini yaşıyoruz. Ülke yönetimi liyakatsizlerin elindedir ve en layık olmayanın en tepelere çıkarıldığı bir devirden geçiyoruz. Bunu en açık olarak dış politikada görüyoruz. Rusya, İran ve Suriye; Ankara’yı da vurabilecek füzelerini, Türkiye’ye karşı konuşlandırdıklarını ilan etmiş durumdadır. Türkiye, bütün komşularıyla ihtilaf hatta husumet halindedir; buna Azerbaycan’ı da dahil sayıyoruz. Dış politikada macera çağını yaşıyoruz.
Geldiğimiz noktada, Silahlı Kuvvetler’in mesuliyeti yok ve az değil, pek yüksektir. Önümüzde, dış politikanın da siyasilerin işi olduğu savı var ki, sadece aldatmacadır; bunun altında, Türk Ordusu’nun Akepe’yi hükümete getirme siyaseti yatıyor. Getirmiştir ve teslimiyetin getirdiği bir rahatlığa kavuşmuştur; arkamızda, “darbe” suçlama ve mahkemelerini özel seçilmiş kurullara bırakan bir Ordu var. Trafik için dahi özel mahkemeler varken, Türk komutanları; komutan ve yardımcısı kimdir, nedir bilmeyen, yargıçlara bırakıldılar. Çıkaramıyoruz. Acımız var. Dış siyasetin siyasilerin ya da moda sözcüklerle, seçilmişlerin “işi” olduğu, gerici bir safsata olup tekrarlıyorum. 27 Mayıs Anayasası bunu reddetmişti; Milli Güvenlik Kurulu, dört bakan ve dört komutan; Yüksek Planlama Kurulu, dört yüksek kamu görevlisi ve dört seçilmiş ile, siyasilerin tek başlarına yönetemeyecekleri düşüncesine dayanmıştı. Çift Meclis ve sağlam bir Anayasa Mahkemesi aynı doktrinin devamı oldular ve bu nazariye hâlâ doğrudur. Şimdi kanıtlanmış durumdadır. Tek başına siyasilere güveni reddeden anayasa, anayasadır. Geçerlidir. Buradan dönemiyoruz.
Artık cilalar atılmaktadır. Dış basın, İsrail ile krizin, Tayyip Erdoğan’ın kişisel alınganlığından çıktığı konusunda hemfikir olmuş haldedir. Ankara’ya gelen İsrail Başbakanı Olmert, bir gün sonra yapacakları Gazze saldırısını Erdoğan’a haber vermemiştir ve muğber olmuştur, okumuş bulunuyoruz. Erdoğan eşi Emine Hanım ile, Suriye’den Esad’ı ve eşleri Esma’yı misafir etmiş ama Esad, Tayyip Bey’in reform tavsiyelerini hızla uygulamaya koymamıştır. Erdoğan’ın pek kırıldığını ve kızdığını yine Fransız ve Amerikan gazetelerinden öğreniyoruz. Sonuçta ve şimdi, dış politika öfkeli dalgalara bırakılmış bir kayığa benziyor; Türk Silahlı Kuvvetleri sorumludur.
Bir Karay olduğunu gösterdiğim Davutoğlu, bilgisizliğin sığlığına ilaveten, yüksek politik hevesler ile maluldür. Kırımlı olup, Kırımlı büyük zenginlerden Ülker Grubu ile kurduğu evlilik yollu akrabalık, heveslerine gem vurmasını engellemektedir. Bu tabansız heveslerin de katkısıyla, Türkiye bir tek dostu kalmamış bir devlet derecesine düşmüştür. Artık ham övünmeler de istenmiyor.
Dışişleri mesleği, meslek olmaktan çıkmak üzeredir. Tarikatın eline geçtiğini söyleyebiliriz, Tel-Aviv Büyükelçisi Namık Tan, bütün merdivenleri atlayarak Washington’a sefir yapılmıştır. Diğer Tel-Aviv Büyükelçisi F. Sinirlioğlu da müsteşar oldu; Mit yöneticiliği de yapmış olan Binbaşı Kaşif Kozinoğlu, Fethullahi olduğunu not ediyor ki, inanmak durumundayız. Ben, Tan’ı bu şekilde teşhis ediyorum. Marmara Gemisi faciası için kurulan Bileşmiş Milletler komisyonundaki Türk temsilci olan Büyükelçi Özdem Sanberk’i de Israel istemişti, ekliyorum. Diğer yandan, Israel ile kavganın kayıkçı dövüşü olduğu değerlendirmesini yapan Ulusal Kanal pek haklıdır. Özetle, dış politika bir yandan çocuksu alınganlık ve kırgınlıklarla, Davos Moderatörü İgnatius, “öfkeli” ve “fevri” kelimeleri ile tarif ediyor; diğer yandan, kayıkçı dövüşleri ile bir maceradan diğer maceraya düşmektedir. Esasen, sadece düşüyor, diyebiliriz.
Acıklı ve gülünç
Atatürk’ün kurduğu partiye gelince, adını dahi telaffuz edemiyoruz. Emekli büyükelçileri, emekli milletvekili yapıyorlar, atını vuran kovboyları aratmıyorlar. İmkanları olsa, orgeneral ve koramiralleri vururlar; gölgedirler ve gölge yapıyorlar. Geçiyoruz.
Bu durumda, “Israel olmadı, Suriye’ye” mantığıyla atılan savaş naraları, herhalde Silahlı Kuvvetleri de ilzam etmek zorundadır. Naralar var ama orgeneraller ve koramiraller ne için hapsedildiklerini bilmiyorlar; ama biz, Doğu Akdeniz’de savaş naralarının kesilmesinin nedenini biliyoruz, Rus donanması inmiştir. Bundan sonra ise, hem acıklı, hem gülünçtür. Ama pek yazık, hem ağlayamıyoruz, hem de gülemiyoruz.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder