25 Ara 2011

Devrim Ayetleri, Hortum ve Tortum


Yaşama hakkı!
Bir devlet meşruiyetini adaletten alır. Adalet varsa meşru olabilir. Yoksa, meşru değildir.
Düşünelim;
Bugün evden kovuldunuz. Sokakta kaldınız. Nasıl bir son ile karşılaşacağınız hakkında en ufak bir fikriniz var mı ?
Evet, kapitalizm; önce “toplumu” bireylere böldü. Daha sonra, o bireyleri “birbirine yabancılaştırdı.” Akabinde, aç kaldığında; tok dostuna gidemediğin bir toplum paradigması ortaya çıktı.
Bencil, egoist, kendine yontan tipler sokakları sardı...
Dün gece bir yerde bekliyorum. Otobüs bileti alacağım. Sağlam bir yağmur yağıyor. Önüm, arkam şemsiyeli insanlar ile dolu. Bir tane insan çıkıp, gel kardeşim; ıslanıyorsun, şemsiyemin altında dur demedi...
Demeyecekler.
Çünkü “her biri bir birey olmuş.” Birey, toplumdan daha ileri bir hale gelmiş...
İşsizlik, yoksulluk, açlık, kaos...
Bireyi yaratan nedenler bunlardır.
Vazife ve hak?
Efendim insan için vazifeler, haklardan önce gelir. İslam bunu bu şekilde düzenlemiştir. Toprağı ekmeden, üzerinde hak iddia etmek gülünç olur. Çünkü ortada bir şey yoktur. Kapitalist tüketim toplumlarında ise “haklar, vazifelerden önce gelir.”
Zaten bu iki paradigmanın kavgasıdır bütün mesele. Hak bireyi, vazife bilinci ise toplumu yaratır.
Örnek toplum sözleşmesi: Medine
Medine’de bir sözleşme imzalanmıştı. Hz.Peygamber Efendimiz, Medine vesikasını üç temel üzerine oturttu;
Ekonomik yöntem : Herşeyin sahibi Allah’tır.
Siyasal yöntem : Tek hükmeden Allah’tır.
Kültürel yöntem : Herşeyi tek bilen Allah’tır.
Bu üçleme şu sorunsallar karşısında vücut bulur;
Firavun (Siyasi güç), Karun (İktisadi güç), Bel’am (Kültürel güç)...
Bu üç gücün yarattığı toplum, hakların vazifelerden önce geldiği toplumdur. O toplumda yoksulluk, işsizlik, açlık, düşmanlık ve nefret; barış, kardeşlik, eşitlik ve refahın yerini almıştır.
Ve o toplumda, insani eylemler “ayıp”, zulümler ise “mübah” hale getirilmiştir. İşte o toplumdayız, ve zulüm bataklığını kurutmaya çalışıyoruz...
Allah cümlemize basiret ihsan eylesin diyorum...


HORTUM VE TORTUM



Erzurum Tortum’da Hes direnişi yapılmıştı. Belki hatırlarsınız; hidroelektrik santrali kurulmasına karşı duran köylü halk, polis tekmeleri altında ezilmişti. Yaşlı analarımız, toprağın masum insanları; copların, dipçiklerin ve çizmelerin altında inletilmişti...
Öz annesine cop kaldıran “polisler”, emri yerine getirmenin dayanılmaz hazzı ile evine dönmüştü muhtemelen!
Ne acı! Ülkemin insanı, toprağının saflığını korumak isterken, haklarına memurluk etmesi gereken devletin copuyla inletiliyor...
İlginç olan ise o eylemdeki annelerimizin yaş ortalaması 55-60 civarındaydı.
Yerlerde sürüklendiler!
Horlandılar! İtildiler!
Bir teyze bağırıyordu: “Ey Başbakan! Sırat Köprüsü’nde polis, jandarma yok! Orada görüşeceğiz seninle.”
Emir kulluğu!
Evet. Size bunu açacağım!
‘Rabbimiz Allah’tır!’
Kur’an’da geçen “Rabb” kelimesi, efendi manasına gelir. Genel karakteri hasebi ile “ekonomi-politik” bir sıfattır.
(Yunus Suresi 85. Ayet): “Şöyle yakardılar: Yalnız Allah’a dayandık. Rabbimiz! Bizleri, zulmedenler toplumu için bir imtihan aracı yapma!”
(Hac Suresi 40. Ayet): “Onlar sırf, ‘Rabbimiz Allah’tır’ dedikleri için yurtlarından çıkarıldılar. Eğer Allah’ın, insanların bir kısmını bir kısmıyla defetmesi olmasaydı, içlerinde Allah’ın adı çokça anılan manastırlar, kiliseler, havralar ve mescitler herhalde yerle bir edilirdi. Allah, kendisine yardım edene elbette yardım eder. Allah elbette Kavi, Aziz’dir.”
‘Mollarşi’nin oyunu
Bu ayetleri “bilinçli” olarak gündeme getirmeyen “mollarşi”, “Rabbimiz Allah’tır” vurgusunun anlamını gizliyor.
Bu ifadenin bugünkü karşılığı tam olarak şudur:
“Onlar sırf, altına, gümüşe, dolara, bunlara kul olanlara ‘boyun eğmedikleri için’ yurtlarından çıkarıldılar.”
Yani “birilerinin sizi yurtlarınızdan çıkarmasının” temel nedeni, “Rabbimiz Allah’tır”, yani “Senin Rabb’liğini reddediyoruz” demenizden ileri gelir.
“Rabbimiz Allah’tır” demek, “Allah’ın yarattığı koşullar, tabiat kanunları, fıtrat ve hakikat dışında kalan, ademi gerçekliğe (insanlığa) karşıt konumlanan, bireyci-şeytani her türlü fikri reddediyor, itiraz ediyorum” demektir...
Bunu söyleyenler “tecrit” edilir. Söylemeyenler ise ödüllendirilir...
Hz. İsa’dan önemli sözler!
“Vay halinize ey din bilginleri ve Ferisiler, ikiyüzlüler! Bardağın ve çanağın dışını temizlersiniz ama bunların içi açgözlülük ve taşkınlıkla doludur. Ey kör Ferisi! Sen önce bardağın ve çanağın içini temizle ki dıştan da temiz olsunlar. Vay halinize ey din bilginleri ve Ferisiler, ikiyüzlüler! Siz dıştan güzel görünen ama içi ölü kemikleri ve her türlü pislikle dolu badanalı mezarlara benzersiniz. Dıştan insanlara doğru kişilermiş gibi görünürsünüz ama içte ikiyüzlülük ve kötülükle dolusunuz. Vay halinize ey din bilginleri ve Ferisiler, ikiyüzlüler! Peygamberlerin mezarlarını yaparsınız, doğru kişilerin türbelerini donatırsınız.” (Matta 23: 25-28)
“Allah’ın evini ticarethaneye çevirdiniz! Ey engerek soyları!” (Hz. İsa)
Ve daha evvelce yazdığımız “Tebbet Suresi” makalesinde de incelediğimiz gibi, aynı çığlık ve feryat, Hz. Muhammed’in dilinde de vücut bulmuştur.
Allah’ın evini ticarethaneye çeviren “engerek soylarına karşı”, okkalı bir tevhid tokadı indirilmiş, oyunlar bozulmuş ve bundan ötürü rahatsızlık ortaya çıkmıştır...
“Ey Allahım, beni seni unutacak kadar fakir, sana karşı azgınlık edecek kadar zengin kılma.” (Hz. Davud, Kitabu’z zühd, s. 101, 368)
Kimin kuluyuz?
(Fatır Suresi 5. Ayet): “Bir kişinin iki Rabb’i olamaz. Allah’a iman eden kişi; doları, altını, gümüşü ve bunlar üzerinde yükselmiş olan payitahtı reddeder. Ama paraya tapanların en kötü yönü ise sizi Allah ile aldatmasıdır.”
Hz. Ali der ki:
“Bir toplumun yaptığına ‘razı olan/ses çıkarmayan/engellemeyen’ onlardan sayılır. Onlardan sayılan her kişinin ise iki suçu vardır. O işi işlemek suçu, o işe razı olmak suçu...” (Hz. Ali, Nehc’ul Belağa, S. 426)
Ve devam ediyor:
“Tamah en büyük köleliktir!” (Age, s. 426)
Ve yine Allah’ın Aslanı ile tamam edelim:
“Hain kişilere vefada bulunmak, Allah’a hıyanette bulunmaktır; hainlere karşı durmak ise Allah’a vefa etmek demektir...” (Age, s. 427)
Annesine cop kaldıran arkadaş! Silkelen, kendine gel! Zulme ortak olma...
Esenlikle...


ADEM İLK İNSAN MI?

Şu günlerde Yılmaz Baba’nın (Yunak) kitabını okuyorum: “Kur’an’daki Maymun”
“Şeytan Evliyaları” adlı kitabımın da giriş bölümünde yoğunca ele aldığım “Adem” meselesini enine boyuna açmış, tartmış... Sağ olsun, güzel bir hizmet sunmuş.
Kütüphanenizde muhakkak bulundurmanız gereken bir kitap. Yılmaz Baba bu konuyu çok yoğun tefekkür etmiş. Ölçmüş, tartmış, Kur’an-ı Kerim’in ilk emri olan “Oku” emrinin gereğini yerine getirmiş...
Bu meseleyi neden gündemde tutuyoruz? Çünkü, Kur’an’ın sosyal-siyasal çıkarımlarını anlamanın yolu, kainatı ve insanı anlamaktır. Allah’ın sünnetini (davranış biçimini) idrak edebilmektir.
Velev ki bugün “gökten aşağı paraşütle indirilen Adem” düşüncesi ile başlayan bir dinsel serüven, mutlak bir “dikey hiyerarşi” inşa edecektir.
Ama Kur’an’ın deyimi ile; halden hale, evreden evreye geçerek yaratılan insanın en üst bilinç formu olan Adem’i anlamak ise süreci daha iyi analiz edebilmemizi sağlayacaktır...
Adem meselesinin başlangıç noktası
“Hani Rabbin sizin için anlamı olmayan bir zamanda meleklere ‘Ben yeryüzüne bir halife tayin edeceğim!’ demişti. Bunun üzerine melekler ‘Ya Rabbi, sen yeryüzünde ifsad edip kan dökmekte olan birini mi halifeleştireceksin, hele ki biz seni takdis edip tenzih ediyor iken’ demişti. Bunun üzerine Allah; ‘Ben sizin bilmediklerinizi bilmeye yeterliyim’ dedi.” (Bakara Suresi, 30. Ayet)
Meleklerin tepkisine baktığımızda, varlık aleminde “müfsid” ve kan dökücü bir unsurun var olduğunu gözlemleriz. Ayetlerde kullanılan “ifsad” kavramı bu noktada önem arz eder.
“Fesad, f-s-d kökünden gelen; bir şeyin az ya da çok, hak edilen ölçüden çıkmasıdır. Beden, nefs ve eşyanın istikametinden çıkması yönünde kullanılan bir kelimedir.” (Ragıp el İsfehani-Müfredat “fsd maddesi”)
Ve devamında kullanılan “yesfiku” kelimesinin temel anlamı ise kan dökmektir.
Kan dökücülük
Aslanların ceylan avlaması “fesad” değildir. Doğal bir süreçtir. Ekolojik denge içinde “dökülen kan” asla fesad olmaz. Doğal, tabiat gereği var olan dengenin ürünüdür.
Ortada, bunun çok dışında kalan bir şey var. Meleklerin tepkisine dikkat ediniz. Yeryüzünde “ölçüyü bozan” ve bunu “kan dökerek” yapan bir varlıktan söz ediliyor. Şehvi ihtiraslarına bağımlı, ölçüyü hedef almış bir ifadedir.
Demek ki “insanın halifeleştirilmesi” evvelinde, şehvi-saldırgan-müstağni bir tip iken, bir “aydınlanma” süreci yaşayarak “halife”, yani koruyucu-düzenleyici forma erişen insanın yolculuğudur.
Halife nedir?
Halife, yöneten manasına gelmez. Halife, ardıl demektir... Allah’ın halifesi, Allah’ın ardılı manasına gelir. Yani Allah’ın yapmakta olduğunu yapacak olan varlık.
Allah’ın halifesi demek, Allah yeryüzünde ne yapıyorsa onu yapan demektir... Yani, bir toprak solucanının hayatını ve mahiyetini dahi koruma ve güvence altına almanın bir diğer adıdır halifelik. Yönetimsel, siyasal bir araç değildir. İnsani bir vasıftır.
Halifeleştirme süreci!
“Peki, o varlık nasıl halifeleştirildi? Ve Adem’e bütün isimleri öğretti ve meleklere, ‘Eğer sadıklardansanız, hadi bakalım bunlar hakkındaki bilginizi paylaşın’ dedi.” (Bakara Suresi, 31. Ayet)
Hemen ilgili ayetin akabinde gelen bu ayet, bütün mevzuyu gözler önüne seriyor. Kan döken o varlık, eşyanın hakikatinden, tabiatından gafil olduğundan bunu yapmakta idi.
Doğayı, tabiatı anlayamamıştı. Kendisine yabancılaşmış, heva ve ihtiraslarına kulluk eden bir varlığa dönüşmüştü. Evet, isimler öğrendi. Ortaya “Adem” çıktı...
Zamanımızda halife olarak lanse edilen “ilim ve irfan yoksunu” gafil mollaların kenarından dahi geçemeyeceği bir aydınlanmadan bahsediyoruz...
Ya sonra?
“Böylece onları kandırarak yasağa sürükledi ve şecereye/ağaca yaklaştıklarında çirkinlikleri açığa çıktı. Derhal ayıplarını ‘Cennet’ül Varak’ ile örtmeye başladılar. Rabbin de nida ederek ‘Ben sizi bu işten alıkoymadım mı? ‘Şeytan sizin apaçık düşmanınızdır’ demedim mi?’ dedi.” (Araf Suresi, 22. Ayet)
Kur’an’ın genel mantığı gereği şunu söylemek gerekir; Allah bir önceki süreçte yaşananlardan ötürü, sonraki süreçte; önceki sürecin müsebbibi olan tavır ve davranışları yasaklamıştır!
Yani daha evvelce “yasak ağaç” nedeni ile kan dökmesi gerekir ki daha sonra bu yasak olabilsin. Peki, bu ağaç nedir?
“Şecer” sözcüğü, “ihtilâf” (Nisa Süresi, 65. Ayet) ve “sarf etme” anlamlarında da kullanılır. Çünkü ihtilafların ekserisi “mal” yüzündendir, en çok harcaması yapılan da “mal”dır. (Lisan ül Arab, c. 5, s. 32, 33. “Şcr” mad.)
Ayette kullanılan şecer sözcüğü, anlam olarak “mal-mülk” manalarına işaret etmektedir. Aynı şekilde Cennet’ül Varak/Cennet Yaprağı olarak ifade edilen kavram da altın, gümüş ve benzeri “meta” araçlarına işaret eder ki meta kelimesinin manası “hoşlanılan şey” demektir. Bu anlamı itibarıyla cennette bulunan unsurların “meta” olduğunu söylemek mümkündür...
Yani, meleklerin tepkisine mazhar olan bu “bozguncu varlığın” genel problemi “paylaşımdır”. Bu meseleyi “Şeytan Evliyaları” adlı kitabımda enine boyuna inceledim. Buradan da zaman zaman anlatacağım...
Ama Yılmaz Yunak’ın Kur’an’daki Maymun adlı kitabı mutlaka okunmalı. Doğu Kitabevi’nden çıktı. Bütün D&R mağazalarında mevcut. Okumakla kalmayıp okutmalı...

Hiç yorum yok: