8 Tem 2012

Amerika ile yeni bir gizli ittifak


Amerika, hiç kuşkusuz, AKP hükümetini en çok isteyenlerden biriydi. Türkiye, sanayisinden aydınlarına, kendi geleceğini heba etme pahasına Amerika’nın peşinde koştuğu onca yıla rağmen, Amerika’ya bu denli bağımlı başka hiçbir hükümet görmedi. AKP döneminde Türkiye’nin Türkiye’den başka düşmana ihtiyacı olmadı; tarih, kendi ordusunu cezaevlerine hapseden ve doğusunu her fırsatta Amerika’nın kucağına iten bir ülke olabilir mi sorusunun yanıtını verdi. AKP Türkiyesi, öğretmenine hayran vasatın altı bir öğrenci gibi her fırsatta atılıp ateş altındaki Ortadoğu’da kendine durumdan vazife çıkarmaya çalışırken, üzerine aldığı görevleri sıkçe eline yüzüne bulaştırdı; gene sıkça, kendini abartarak “haddini aştı”. Şimdi, Ortadoğu’da gittikçe sıkışan ve yalnızlaşan Amerika’nın Türkiye’yi kendine daha fazla bağlama ihtiyacı duyduğunu görüyoruz. Amerikan siyasetini etkileyebilecek ölçüde güçlü think-tanklerden Council of Foreign Relations, Dış İlişkiler Konseyi, Amerikan yönetimine Türkiye ile ilişkilerinde yeni bir dönem önermektedir; önerisi, Türkiye’yi Amerika’nın gözünde daha az beceriksiz ve daha kullanışlı bir aparatçik’e, bir vassala dönüştürülmesidir.
Ölçüsüz övgüler ve gerçeklik
Överler, Amerikalılar’ın Türkiye makaleleri ve raporlarında ölçüsüz övgülerle karşılaşmak işten değildir, ciddiye almamak gerekiyor. CIA Eski Ortadoğu Şefi Graham Fuller’in Türkiye’nin artık Amerika’ya ihtiyaç duymadığına ve Ortadoğu’daki güç dengesinin kurucularından biri olacağına ilişkin yazılarını hatırlıyoruz; Türkiye’nin en Amerikancı döneminin gelişini haber vermek üzere kullandığı sözler bunlardı. Bu görüşlerini topladığı kitabı şimdi “Mesnevi Terapi” kitapları basan, cemaate yakın Timaş yayınlarının seçkin çevirileri arasındadır.
Time’ın Erdoğan kapaklı sayısını yere göğe koyamamıştık. Arap baharı isyancılarını Made in US, ılımlı İslam çizgisine yaklaştırır umuduyla, kendisini Erdoğan’ın Mısır’da bir “rock-star” gibi karşılandığını yazmak zorunda hissediyor ve ardından, okuyanlara artık “devlet adamı” olmaktan çok uzak, kendisini abartan, duygularına hakim olamayan, eleştiriler karşısında zayıf bir “adam” çıkarıyordu. Time dergisinin internet sitesinde, Arap baharına “model” olarak göstermek istedikleri Türkiye’nin ekonomisinin de övüldüğü aynı yazının tam ortasında hâlâ, Türkiye’de evsizlerin fotoğraflarına bağlanan bir link bulunuyor; övgülerin ciddiyeti bu kadardır.
CFR Üyeleri
Uçtukça yükselenler, yükseldiğini yazdıkça uçanlar
CFR raporunun ise, bu açıdan ve en nazik ifadeyle, çocukça olduğunu söyleyebiliyoruz. Çaresizlikleri büyüktür; raporu hazırlayanlar Amerikan kongresini ve yönetimini, Türkiye ile çok daha yakın ilişki kurmaya değer olduğu fikrine ikna etmeye çalışıyorlar. CFR uzmanlarının her sayfasında Türkiye “çok önemli” ve “rising power”, “yükselen güç”; Amerikan Yahudi lobisinin beyaz adamları rüya görmek istiyor, diyebiliyoruz. AKP Türkiyesi’nin neresi “güç” ve neresi “yükseliyor”; Erdoğan, Davutoğlu ve Gül çok uçağa bindikçe mi yükseliyor, Avrupa Birliği’ne mi alındı, yeni ittifaklar mı yaptı, Amerikan rüyası diyoruz. Petrolü yok; ödemeler dengesi de ithalat-ihracat dengesi de acınası durumda; Babacan dahi kazandığından fazla harcıyor diyor; bütün komşuları nefret ediyor; İsrail’e onca bağırıyor, bir ambargo dahi uygulayamıyor; cezaevleri dolu; tiyatrolarını cami yapma yolunda; Le Monde’un deyişiyle “vajina bekçiliğiyle” uğraşıyor.
CFR boys”, “CFR çocukları” gerçek yükselen güçler olarak kabul edilen Brezilya, Rusya, Hindistan, Çin ve Güney Afrika tarafından dışlanıldığını aktardıkları Türkiye’yi övebilmeyi o denli çok istiyorlar ki, AKP Türkiyesi’nin, Türk ordusunu, aydınlarını ve öğrencilerini cezaevlerine hapsederek gerçekleştirdiği şanlı demokratikleşme hamlesi çerçevesinde ölüm cezasını kaldırdığını söyleyecek denli ileri gidebiliyorlar. Ölüm cezasını AKP kaldırmışmış; cehalet, çocukluk ve çaresizlik birbirine karışıyor.
TSK’nın günahları
Kuşkusuz AKP, en büyük övgüyü, bir zamanlar Kemalizm’in nihai savunucusu kurumlar olarak görülen, ordunun ve yargının tasfiyesi girişimiyle alıyor. CFR raporcuları, eski genelkurmay başkanı terörist olmakla suçlanan, kozmik odalarına girilmiş, “sivil” yargıya teslim edilmiş, Harp okullarında Erdoğan ve orduevlerinde türban ağırlayan bir TSK görmekten memnun.
CFR raporcuları memnun, “With the armed forces less of a factor in Turkish politics, a major obstacle to a political solution for the Kurdish problem has been removed”, malumu ilam ediyorlar: Silahlı Kuvvetler’in artık Türkiye siyasetindeki gücünün azaltılmasıyla, Kürt sorununun Amerikancı çözümü önündeki çok önemli bir engeli ortadan kalkmıştır, söylenen budur. Türk ordusu Barzanistan’ı tanımıştır. Ancak, sonradan tanısa da, İlker Başbuğ’un, zamanında, asıl tehlike Barzani’dir, yollu açıklamasını hatırlıyoruz. Amerika’nın ve İsrail’in gözünde, Kuzey Irak’ta İsrail karakolu olarak işlev görecek bir Kürt devletinin buradaki Kürtler için de bir cazibe merkezi olacağını söylemenin günahı, herhalde, büyüktür ve şimdi Başbuğ “Silivri karargâhındadır”.
Geriye dönüş korkusu
CFR raporcuları, ordunun düşürülmüş olduğu durumdan memnun; ancak, AKP Türkiyesi’ne ne denli büyük övgüler düzerlerse düzsünler, ne AKP’ye, ne Türkiye’nin gelecekte izleyeceği yola güvenebiliyorlar. Bunda, AKP’nin yeni Ortadoğu düzeninde içinde bulunduğu siyasal konjonktürü anlamadaki beceriksizliğinin etkisi var. Ancak, bundan daha önemli kaygılar da var.
CFR’nin en önde gelen Türkiye uzmanı Steven Cook’un kaygılarını bir başka yazımızda aktarmıştık; AKP’yi 28 Şubat operasyonlarıyla fazla ileri gitmiş olabilecekleri konusunda uyarıyordu. Ordunun düşürülmesi konusunda, şimdiye dek alınan mesafenin yerinde olduğunu, bu noktadan sonra fevri operasyonların huzursuzluğu artan “daha genç subayları” daha da huzursuz hale getirebileceğini söylüyordu.
Cook’un kaygılarıyla bağlantılı görmemiz kaçınılmaz, CFR ne kadar övmek istese de, Erdoğan’ı “otoriterlik eğilimine” sahip olmakla eleştirenler olduğunu ve eleştiri sahiplerinin sonu gelmeyen davalar ve “indictments that appear to be based on innuendo and gossip”, iftiralara dayanan yorumlar ve dedikoduları temel alıyormuş görünen iddianameler yoluyla susturmaya başladığını belirtmeden edemiyor. “Bu demokratik düzenden geri dönüş yaşanabileceğine ilişkin yeni kaygılar ışığında” CFR’nin önerisi, altına CHP’nin de onay damgasını vuracağı yeni anayasanın gelmesi, bu arada Türk Ceza Kanunu’nun 301. maddesi ile Cook’un da vurgulayarak önerdiği gibi TSK İç Hizmet Kanunu’nun 35. maddesinin değiştirilmesidir.
Yeni bir ortaklık yeni bir gizli anlaşma
Ortadoğu’da kendini yeterince köşeye sıkışmış hisseden Amerika’nın Türkiye’yi kendisine daha fazla bağlamak istemesi normaldir, ihtiyaç duyuyorlar. Başta Erdoğan olmak üzere, AKP Türkiyesi’nin, istenmeyen ve aşırı adımlarını kontrol altına alabilmek üzere CFR raporcuları “a stronger infrastructure of bilateral cooperation”, ikili ilişkilerde daha güçlü bir enfrastrüktür inşa etmeyi öneriyor. Enfrastrüktür, bir siyasal yapının iç yönetim mekanizması anlamına geliyor. Amaç hem dış, hem de iç siyasette atılacak adımların koordine edilmesidir.
İlişkilerde kurumsallaşma
Rapor devam ediyor: “For that reason, the American and Turkish governments must deepen the process of consultation that President Obama and Prime Minister Erdogan established and institutionalize it across both governments from the highest levels down.” İstenen, Amerikan ve Türk hükümetleri Obama ile Erdoğan arasındaki istişare uygulamasının derinleştirilmesii ve ilişkilerin, her iki hükümetin de en üst seviyesinden alt seviyelerine kurumsallaştırılmasıdır. CFR’nin, Amerikan Kongresi ve yönetimine, İsrail’le kurulmuş olan statejik düzeyde iştişare ilişkisini model alan, “a cabinet-level engagement”, bakanlar kurulu düzeyinde bir karşılıklı ilişkiyi içeren, bununla kalmayıp daha alt düzeylerde de işleyen bir işbirliği önerdiğini okuyoruz. “In addition, intensive interaction and cooperation between the two countries in the field and between their respective diplomats, military personnel, and intelligence officers is critical.” İki ülke arasında, sahada, ve onların diplomatları, askeri personeli ve istihbarat görevlileri arasında yoğun bir karşılıklı ilişki ve işbirliği can alıcı önemde görülüyor. Böyle bir ilişkide, Erdoğan, gerekirse, gözden çıkarılabilirdir.
Bölgesel ortak pazar
CFR’nin önerileri arasında, ek olarak, Amerika ile Türkiye’nin, uzun süredir sözü edilen ama pek yanaşılmayan Serbest Ticaret Anlaşması’nı imzalanması ve “bölgesel bir ortak pazar” kurulması da bulunuyor. Amerika’nın buradan ihracatını arttırmasına yöneliktir.
İsrail briti, Ortadoğu’da İsrail’le işbirliği
Türkiye, bu düzeyde bir anlaşmayı daha önce de yaptı. 1996 yılının Şubat ayında Orgeneral Çevik Bir ile İsrail Savunma Bakanı Yardımcısı David Levy tarafından Askeri Eğitim ve İşbirliği Anlaşması imzalanmış, bunu aynı yılın Mart ayında Dışişleri Bakanı Emre Gönensay ile İsrail Dışişleri Bakanı Ehud Barak’ın imzaladığı Serbest Ticaret Alanı Anlaşması takip etmişti.
İsrailliler “brit” diyor, bizde “ahit” karşılığıdır. 1993’te İsrail ziyaretinden dönen, dönemin Dışişleri Bakanı Hikmet Çetin, “Türkiye-İsrail ilişkilerinin her alanda geliştirileceğini ve iki devletin “Ortadoğu’yu yeniden yapılandırmada” işbirliği içinde olacağını söylüyordu.
Mısırlılaştırma ve Diyarbakır’ı kaybetme
İsrail’in “Ortadoğu’ye yeniden yapılandırmadan” ne anladığını artık biliyoruz. Yazının ilk bölümünde, Chomsky’nin adlandırmasıyla, Osmanlılaştırma’yla andık. Ortadoğu’nun sınırları net olmayan, etnik ve dini cemaatlere, vilayetlere bölünmesi ve bu etnik ve dini vilayetlerin merkez olarak İsrail’e bağlı olması demektir. Yalçın Küçük, daha sonra, “egyptization”, Mısırlılaştırma dedi. Mısır Osmanlı mülküydü, ancak resmi olarak Osmanlı’ya bağlı olması, Büyük Britanya tarafından yönetilmesine engel teşkil etmiyordu.
Bugün AKP Türkiyesi’nin kendisinden başka düşmana ihtiyacı yoktur; doğusunu Amerika ve İsrail yönetimine vermeye çalışıyor. Resmi açıdan kimin sınırları içinde kaldığı, bu düzende önemli değildir.
Amerika ve İsrail’in Ortadoğu düzeninde, Türkiye’nin küçülmesi esastır.
Çevik Bir, İsrail, Sincan
Ortadoğu’yu yeniden yapılandırmada” işbirliğinin ve ahit’in en önemli savunucularından biri Çevik Bir oldu; 2002’de neo-con Middle East Quarterly dergisinde yayınlanan ve Martin Sherman ile birlikte kaleme aldığı yazısında şöyle diyordu: “Turkish-Israeli alignment creates, for the first time, the possibility of developing an alliance of pro-American democracies, such as exists in Europe.” Türk-İsrail işbirliği, ilk kez, Avrupa’da varolanlara benzer, Amerika yanlısı demokrasiler arasında bir ittifak geliştirme olanağı sunmaktadır. Çevik Bir, Amerikan yanlısı Türkiye’nin İsrail’le işbirliği içinde Ortadoğu’yu yeniden yapılandırmak istiyordu. Şimdi yolunu açtığı İsrail Ortadoğusu’nun Amerika yanlısı AKP Türkiyesi’nde, “karargâhı” Sincan’dır.
Silivri ve Hasdal, Sincan Amerikancı ve İsrailci yolun kaçınılmaz durakları oldular. Barzanistan’a ve Diyarbakır’ın İsrail ile Amerika’ya verilmesine açılan kapı olarak tasarlandıklarını artık biliyoruz. Tarihin cilvesi, şimdi bu yolun reddini örmeye adaydırlar.

Hiç yorum yok: