İnsanoğlunun ayağını kaydıracak çürüme noktalarına parmak basan mucize ifadelerle dolu Kur'an, uyarılarından birinde şöyle diyor:
"Korkun o musibetten ki içinizden yalnız ve özellikle zulme sapanlara musallat olmaz." (Enfâl suresi, 25)
‘Büyük musibet’, herkesin beyninde bir kıyamet borazanı gibi ses vermeye başlayan musibettir. Böyle musibetlerden kurtulmak ancak kitlesel tövbe ve seferberlikle mümkün olabilir. Böyle bir musibetin baş gösterdiği ortamlarda suçu şunun bunun üstüne atmak bir çıkış yolu gibi gösteriliyorsa, batış kader haline gelmiş demektir.
İslam dünyası, o arada ülkemiz bugün böyle bir musibetin eşiğinde bulunuyor. Ekonomiden dine, politikadan sanata kadar bütün alanlarda yıllardır işlenen zulümler ve sergilenen ahmaklıklar ülkeyi ve insanımızı ortak ürperti ve kaygı yaratan bir musibetle yüz yüze getirmiştir. Ben bunun daha çok, dine ve düşünceye ilişkin yönlerine dikkat çekmekteyim ama hepsi o değildir.
‘Ortak ve büyük musibet’ten yakayı kurtarma yolunda olmanın göstergesi, eleştiriye açık olmak ve havaleciliği bırakmaktır. Bozukluğu sürekli şuna buna fatura eden, gözünün üstünde kaşın var diyene düşman damgası vuran, eleştirenleri bir biçimde süründüren yaklaşımlar, büyük musibetin atlatılmasını geciktirmekten başka hiçbir işe yaramaz.
Büyük musibet; dini kin ve çıkarların egemenliğine sokan din istismarcıları, aklı, taklidin ipoteğine sokan aydınlar ve ahlakı madde hırsının ipoteğine sokan zenginler tarafından üretilen kötülüklerin sonucudur.
ÜÇ ZÜMRENİN AYMAZLIĞI
Kur'an bize gösteriyor ki büyük musibetin arkasında ulema (her türüyle aydınlar, özellikle dinin gerçeğini saklayan ilahiyatçılar), ümera (yönetenler, siyasetçiler) ile ağniya (servet sahipleri) zulmü vardır. Her toplumun tüm rahatsızlıklarının temelinde bu üç zümrenin gafleti ve günahı yatar.
Ülkeyi tarihsel kinleri yönünde uçuruma götürmek için oyunlar tezgâhlayan dış güçlerin tahripleri de bu üç zümrenin aymazlık veya hıyanetleri kullanılarak gerçekleştirilir. Türkiye'deki rahatsızlığın temelinde de bu üç zümrenin yanlışları, aymazlıkları, hıyanetleri var.
Bir yığın zulüm ve şeytanlıkla ülkenin imkânlarını kasalarına akıtanlarla onların kırıntılarından ya ‘çağdaşlık’ satarak ya da ‘âhiret vizesi’ vererek sebeplenenlerin açtıkları yaralar milyonları tehdit etmektedir. Subaşlarındakilerin zulümlerine karşı çıkmayan kitleler, gelecek büyük musibetten mutlaka paylarını alacaklardır. Çünkü zulme seyirci kalmak da zulümdür. ‘Türk halkı’ denen yığınların büyük çoğunluğu, zulme rıza göstermiştir. Rıza göstermek ne ki, zulme destek vermiştir.
Tövbe etmek ve günahın faturasını ödemek zamanı yaklaşmıştır.
HALK KENDİNE GELMELİDİR
Suç hepimizindir, ortak ve büyük musibette hepimizin payı vardır. O halde sorumluluğu başkalarına havale etmek yerine, onu paylaşmak ve bu paylaşımın gereğini yapmak zorundayız.
Sorumluluğun paylaşılması ilkesinin bu sütunda daha çok dinle ilgili kısmı ele alınmaktadır. ‘Çağdaşlık’ adı altında dinsizlik sömürüsü yapan inkârcılarla dini halkın keselerini boşaltmak için ahiret vizesi veren bir ‘Allah ile aldatma’ aracına dönüştüren siyaset dincilerinin açtıkları yaraları, aldatılmış halk tedavi edecektir.
İş, Hakk'ın bir görünümü olması gereken ama asla olmayan halka düşmektedir. Halkın sahiplenmesi gereken gerçek ise “Gelen ağam, giden paşam” namertliğine son vererek zulme karşı çıkmaktır. Zulme karşı çıkmanın bu ülkedeki ilk adımı, ‘Allah ile aldatan’ kahpeliğe karşı çıkmak olacaktır.
Din, Allah ile aldatan kahpeliğin elinden kurtarılıp onu gönderen kudretin kitabına teslim edilmedikçe sömürü durmayacak, büyük musibeti besleyen zulüm devam edecektir.
"Korkun o musibetten ki içinizden yalnız ve özellikle zulme sapanlara musallat olmaz." (Enfâl suresi, 25)
‘Büyük musibet’, herkesin beyninde bir kıyamet borazanı gibi ses vermeye başlayan musibettir. Böyle musibetlerden kurtulmak ancak kitlesel tövbe ve seferberlikle mümkün olabilir. Böyle bir musibetin baş gösterdiği ortamlarda suçu şunun bunun üstüne atmak bir çıkış yolu gibi gösteriliyorsa, batış kader haline gelmiş demektir.
İslam dünyası, o arada ülkemiz bugün böyle bir musibetin eşiğinde bulunuyor. Ekonomiden dine, politikadan sanata kadar bütün alanlarda yıllardır işlenen zulümler ve sergilenen ahmaklıklar ülkeyi ve insanımızı ortak ürperti ve kaygı yaratan bir musibetle yüz yüze getirmiştir. Ben bunun daha çok, dine ve düşünceye ilişkin yönlerine dikkat çekmekteyim ama hepsi o değildir.
‘Ortak ve büyük musibet’ten yakayı kurtarma yolunda olmanın göstergesi, eleştiriye açık olmak ve havaleciliği bırakmaktır. Bozukluğu sürekli şuna buna fatura eden, gözünün üstünde kaşın var diyene düşman damgası vuran, eleştirenleri bir biçimde süründüren yaklaşımlar, büyük musibetin atlatılmasını geciktirmekten başka hiçbir işe yaramaz.
Büyük musibet; dini kin ve çıkarların egemenliğine sokan din istismarcıları, aklı, taklidin ipoteğine sokan aydınlar ve ahlakı madde hırsının ipoteğine sokan zenginler tarafından üretilen kötülüklerin sonucudur.
ÜÇ ZÜMRENİN AYMAZLIĞI
Kur'an bize gösteriyor ki büyük musibetin arkasında ulema (her türüyle aydınlar, özellikle dinin gerçeğini saklayan ilahiyatçılar), ümera (yönetenler, siyasetçiler) ile ağniya (servet sahipleri) zulmü vardır. Her toplumun tüm rahatsızlıklarının temelinde bu üç zümrenin gafleti ve günahı yatar.
Ülkeyi tarihsel kinleri yönünde uçuruma götürmek için oyunlar tezgâhlayan dış güçlerin tahripleri de bu üç zümrenin aymazlık veya hıyanetleri kullanılarak gerçekleştirilir. Türkiye'deki rahatsızlığın temelinde de bu üç zümrenin yanlışları, aymazlıkları, hıyanetleri var.
Bir yığın zulüm ve şeytanlıkla ülkenin imkânlarını kasalarına akıtanlarla onların kırıntılarından ya ‘çağdaşlık’ satarak ya da ‘âhiret vizesi’ vererek sebeplenenlerin açtıkları yaralar milyonları tehdit etmektedir. Subaşlarındakilerin zulümlerine karşı çıkmayan kitleler, gelecek büyük musibetten mutlaka paylarını alacaklardır. Çünkü zulme seyirci kalmak da zulümdür. ‘Türk halkı’ denen yığınların büyük çoğunluğu, zulme rıza göstermiştir. Rıza göstermek ne ki, zulme destek vermiştir.
Tövbe etmek ve günahın faturasını ödemek zamanı yaklaşmıştır.
HALK KENDİNE GELMELİDİR
Suç hepimizindir, ortak ve büyük musibette hepimizin payı vardır. O halde sorumluluğu başkalarına havale etmek yerine, onu paylaşmak ve bu paylaşımın gereğini yapmak zorundayız.
Sorumluluğun paylaşılması ilkesinin bu sütunda daha çok dinle ilgili kısmı ele alınmaktadır. ‘Çağdaşlık’ adı altında dinsizlik sömürüsü yapan inkârcılarla dini halkın keselerini boşaltmak için ahiret vizesi veren bir ‘Allah ile aldatma’ aracına dönüştüren siyaset dincilerinin açtıkları yaraları, aldatılmış halk tedavi edecektir.
İş, Hakk'ın bir görünümü olması gereken ama asla olmayan halka düşmektedir. Halkın sahiplenmesi gereken gerçek ise “Gelen ağam, giden paşam” namertliğine son vererek zulme karşı çıkmaktır. Zulme karşı çıkmanın bu ülkedeki ilk adımı, ‘Allah ile aldatan’ kahpeliğe karşı çıkmak olacaktır.
Din, Allah ile aldatan kahpeliğin elinden kurtarılıp onu gönderen kudretin kitabına teslim edilmedikçe sömürü durmayacak, büyük musibeti besleyen zulüm devam edecektir.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder