"Düşüncenin ikinci ve sonraki gözlerini açmak için "yüreğiniz" olmalı. Kendinden vazgeçmeyen insanlar düşüncenin ikinci gözünü göremez, hayatlarını köle olarak bitirir" diyor Nihat Genç.
Sığ düşüncenin esaretinde tıkananlar, kitlesel örgütlenmeye dönüşemez. Bilinçli örgütlenmenin dokusunu üretken düşünce ile işlemeyen vizyon yoksunu faaliyetler "devrim" değil, cahil cesaretinden kaynaklanan "isyan" olabilir ancak. İsyanlarda her zaman bastırılmaya mahkûmdur.
Bilgi yoksunu insanlar devrimci olamaz. Çünkü bilgi birikimi olmayan yerde ideoloji de olmaz. Fikri bol insan bilgisi kıt olandır. Fikrin bol olduğu yerde türeyen devrim çizmeden öteye aşamaz.
Anadolu`da, yakın tarihten günümüze değin bahsi edilen devrimler, çıkış samimiyeti inkâr edilemeyecek olsa da, süreç içinde çıkar çatışmalarından öteye gidememiştir. Yani, birileri birilerini birilerinin güdümünde hep kullanmıştır.
Devrim dediğin uyanıştır, yeniden doğmaktır, yeri ve zamanı geldiğinde ayağa kalkmaktır, mazlumun safında zorbaya ve zulüme başkaldırmaktır.
Karanlığın hortladığı yerde saçtığı ışık huzmesi altında yeşerttiği özgürlüğü eşit paylaştırmaktır.
Devrim dediğin üretken olmaktır, yerinde durmamaktır.
Devrim dediğin yolu sonuna kadar gitmektir.
Devrim dediğin karanlığı aydınlığa mahkûm etmektir.
Ebedi çıkar çatışmalarına gömülmüş Anadolu bataklığında devrimlerin her dönem kimlere yaradığını görüyoruz. Zifiri karanlığın hüküm sürdüğü bu devirde bu mu özgürlük, bu mu aydınlık?.. Hani, devrim dediğiniz o illet?
"Devrim" adı altında efsanelere sırtını yaslamış birileri mücadele ediyor görünse de, aslında hiç kimse kime-neye- niçin tavır aldığının farkında değil sanki.
Anadolu denilen, "vatan" aldatmacasıyla sahiplenildiği zannedilen bu topraklarda birileri devrim kisvesiyle köşe kapmaca oynuyorlar. Cahillik batağına terk edilmiş Anadolu halkı da ağzı açık bunları seyrediyor.
Aslına bakarsanız hiç kimse istemiyor bu topraklara özgürlük ve huzur gelmesini. Çünkü böyle daha kolay sömürüyorlar. Bu topraklarda herkes her devirde makam-mevkii kapma derdinde olmuştur.
Bir de "memleket elden gidiyor, emperyalizme köle olacağız" söylemlerini duydukça gülsem mi ağlasam mı bir türlü karar veremiyorum. Yahu, bu ülke ne zaman kendi iradesi ile yönetildi ki, mücadelesini verelim. Hiç kimse burada bir şeylerin yitirildiğini iddia etmesin. Olmayan bir şeyin yitirilmesi mümkün değildir.
Doğuştan acizleştirilenlerin, kökten teslim bayrağını çekmişler tarafından idare edildiği bu coğrafyada birileri aslında sadece kendi çıkarlarının derdine düştüler. Çünkü kökten değişen rejimi hazmedemeyen eski sömürenler, kaymağın üstüne yeni oturanların önünü kesmek için isyana davetiye çıkarıyorlar. Ve bir de utanmadan bunun adına devrim diyorlar.
Diyelim ki sizleri dinleyecek bir sığır sürüsünü kaldırdınız ayağa ve sebep olduğunuz kargaşada yüz binlerce kardeşin kardeşi öldürmesine yeterince seyirci kaldıktan sonra idareyi İslamistlerden yani diğer meşhur tanımı ile "Dinciler"den devraldınız... Eeee...? Ondan sonra başa geçenler ve onların yandaş ve yanaşmaları vazgeçecekler mi yalan-dolan ve soytarılıklardan?
En nihayetinde herkes insan doğasına özgü "ego"sunu tatmin etmek için mubah gördüğü her yolu çıkarları uğruna kullanarak halkı sömürmeye devam etmeyecek mi?
Devrim zırvasıyla kimseyi daha fazla aldatmaya hakkınız yok; Efendiler!
"Bizim parti başa geçsin onlara gününü gösteririz!" sözünü her daim ağzında geveleyen bu ülke insanı "particilik" adı altında sürdürdüğü sığ zihniyetle kendi insanını ötekileştirip, diş bilediği ötekileri ezmeyi hep marifet saymıştır. Böylesi insan türü sizlerin eseridir. Sizler hiçbir zaman birleştirici olmadınız, hep ayrıştırdınız, düşman ettiniz birbirine bu ülke insanını!
Maymun gözünü açtı diyorlar. Halk artık bıktı "sizin devrimleriniz" uğruna evlatlarını feda etmeye. O yüzden herkes "bana dokunmayan yılan bin yaşasın" sözünü ilke edinmiş ve değişimi geldiği şekliyle kabulleniyor.
İşte bu sebeple herkes suskun!
Birlik ve beraberliğin hiç özümsenmediği bu topraklar üzerinde faili meçhulleri sonlandırmadıkça, adam kayırmacılığın, akraba- ve hemşeri mafyacılığının önüne geçmedikçe bir yere varamazsınız. Devletçiliğin temeline, o devletin idarecilerinden "her daim" hesap sorabilecek, milli onuru benimsemiş bir sistem oturtulmadığı sürece bana anlatılan devrim iki paket makarna ve bir torba kömürden öteye geçmiyor.
Cumhuriyetin yükseliş dönemi hariç, dünya tarihinde Osmanlı`dan beri bu denli devrimci zihniyet katleden bu ülkeden başkasını göremezsiniz.
Unutmayın bu coğrafya devrimi hep sömürmüştür.
Bu uğurda can verenler hep öldüğüyle kalmıştır.
Devrimin getirdiği özgürlükler dar kafaların çıkarlarına hibe edilmiştir.
Çünkü, Anadolu`da her daim gelen gideni-giden geleni arattırmıştır.
Haini fazla uzakta aramamak gerek, o hep yakınımızda yanı başımızda olmuştur.
Şu an yaşanılanlara kimileri sivil darbe dese de bu "Dincilerin Devrimidir(!)"
Çünkü nesilden nesile aktarılan toplumsal ve kültürel çürümeyi destekleyenler ve buna seyirci kalan bizler hepimiz hak ediyoruz sömürü devriminin doruğa çıktığı bu dönemi...
Bu ülkenin ve insanının kaderi okyanus ötesi laboratuarlarda çok öncelerden tayin edilmiş ve günümüze değin sistemli uygulanmıştır. Bu çöküş, ülkedeki her nevi meslek grubundan insanı kapsayan bir kobay kitle tarafından çıkarları pahasına daha hızlı ve detaylı pekiştirilmiştir. Adalet mekanizmasının intikam aracına dönüştürüldüğü her dönemde olduğu gibi bu dönemde de kurunun yanında yaşın da yanması işte bu sebeptendir.
Memleketin hali içler acısı. Yazık oldu hepimize. Öldük gömenimiz yok!
Anlayın artık...
"İyi bilirdik!" denildikten sonra defnedilmeyip, mezar yolunda
"Akbabalara" terkedilen, çürümeye yüz tutmuş Merhum(!) haykırıyor;
"Ört ki ölem!"
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder