11 Ara 2012

GİZLİ TANIK DOSYASI


TÜRK YARGISINDA İLK KEZ TANIK, SANIK, GİZLİ TANIK AYNI

Ceza yargılamasının en önemli unsuru “delil”dir. Delil yoksa yargılama olmaz. Savcı dava açamaz, iddianame tanzim edemez. Mahkeme yargılama yapamaz. Ergenekon davasında savcıların ve mahkeme heyetinin en önemsediği “delil” gizli tanık ifadeleridir.
Nasıl ki “Balyoz davası” denilince sayıları binleri aşan sahte dijital belgeler, “Odatv davası” denilince uzaktan gönderilen virüsler akla geliyorsa, Ergenekon denilince ilk akla gelen gizli tanıklardır. Ergenekon davası, gizli tanık beyanları üzerine kurulmuştur.

Ergenekon’dan 17 gün önce
Bugün yürürlükte bulunan 5726 sayılı Gizli Tanık Koruma Yasası, temel hak ve özgürlüklere ağır bir darbe indirmiş, yargı gücü kullanılarak tertip edilebilecek her türlü siyasi komplo ve iftiranın yolunu açmıştır. Çeşitli nedenlerle husumet duyulan kişilerin suçlanarak mağdur olabileceği ortam sağlanmıştır. Yasanın getirdiği menfaatler karşılığında (ceza indirimi, tahliye, parayla ödüllendirilmek, vb.gibi.) başkalarının suçlanması sağlanarak, toplumsal ahlaka da darbe vurulmuştur.
Nitekim Ergenekon davasında gizli tanıklığa müracaat eden kişilerin istisnasız hemen tümü çeşitli terör örgütlerinin itirafçıları, ağır ve yüz kızartıcı suçlar işleyen ve cezalara çarptırılan hükümlülerden ve sabıkalılardan oluşmuştur. 5726 sayılı Gizli Tanık Koruma Yasası’nın, 2007 yılında TBMM gündemine sunulması ve Ergenekon soruşturmasının başlamasından 17 gün önce, 5 Ocak 2008 tarihinde kabul edilmesi son derece dikkat çekicidir. Yasa, sanki Ergenekon tertibi için çıkarılmış gibidir. Nitekim dava klasörleri açıklanınca bunun böyle olduğu görülmüştür.

Yalnızca Türkiye’de böyle
Yapılan araştırmalar göstermiştir ki; 100’e yakın gizli tanık uygulamasının yüzde doksanı Ergenekon ve benzeri davalarda görülmüştür. Bu ise yasanın siyasi bir hedef ve amaçla kabul edildiğinin bir başka emaresidir. AKP iktidarı tarafından yasalaştırılan gizli tanıklık uygulaması, Türkiye’de uygulandığı bi-çimde dünyanın hiçbir ülkesinde mevcut değildir.
Ergenekon Davası’nda gizli tanık uygulaması nasıl yapılmaktadır?

“Ergenekon tutsakları”nın saptadığı bilgilere göre;

● Soruşturma aşamasında, yapılan hiçbir gizli tanıklık başvurusu, şimdi “özel yetkileri” kaldırılan savcılar tarafından geri çevrilmemiş, tanıklığa taliplerin yasal şartları taşıyıp taşımadığına bakılmaksızın tümü gizli tanık yapılmıştır.

● Davanın birçok şüphelisine gizli tanık olması teklif edilmiş, özellikle soruşturması devam eden başka suç faillerinin hukuk dışı vaatler karşılığı gizli tanık olması teşvik edilmiştir.

● Gizli tanıklığın ana kuralı, kişilerin ve yakınlarının mal ve can güvenliklerinin yakın tehlike altında olması iken, bu kurala hiç dikkat edilmemiş, gizli tanıkların hiçbirine sanık ve yakınları tarafından tehdit yapılmadığı halde başvuruların hiçbirinde bu yasal şart aranmamıştır.

● Gizli tanıklığa başvuranların beyanlarının hiçbirinin denetimi yapılmamış ve her türlü mantık ve gerçek dışı, aksinin ispatı kolaylıkla kanıtlanabilecek maddi vakıaların araştırılması gerçekleştirilmeden doğru olarak kabul edilmiştir. Tek aranan özellik, Ergenekon sanıkları aleyhine beyanda bulunulmasıdır.

● Gizli tanık ifadelerinin emniyette alınması kesinlikle yasa ihlali oluşturmasına rağmen, Bilgi Alma Tutanakları adı altında, bazen bu mazerete dahi sığınılmaksızın, ifadelerin önemli bir kısmı emniyet tarafından alınmıştır. Gene emniyette alınan ifadelerin büyük çoğunluğu malum cemaatin denetimi altındaki Terörle Mücadele Şubesi tarafından alınmıştır.

● Gizli tanıkların tanıklığa kabul programından sonra dahi emniyetle kurulmuş irtibat sürekli hale getirilmiş, davanın seyrine göre alınan ifadeler “güncellenmiştir.” Gizli tanıkların mahkemede “şimdi hatırladım” diyerek verdikleri ifadeye yeni olaylar ve yeni isimleri eklemeleri olağan hale gelmiştir.

● Gizli tanığa duruşmada anlattıklarının kontrolü noktasında hiçbir soruya izin verilmemiş, tam tersine mahkeme, gizli tanığın bu konuda sorulan sorulara cevap vermemesi konusunda sürekli uyarılar yapmıştır.

● Sanıkların aleyhine ifade veren gizli tanıklar, mahkemece açıktan koruma altına alınmakta, sanık ve müdafilerinin birçok sorusu çeşitli gerekçelerle engellenmektedir,
Mikrofonunu kapatmak, mahkeme salonu dışına çıkartmak, duruşma cezası vermek, duruşmalardan sürekli yasaklamak süreklilik kazanmıştır. Şu anda 6 tutuklu sanığın esas hakkındaki savunmaya kadar duruşmalara katılması yasaklanmıştır.

● Gizli tanıkların, sanıkların kişilik haklarına saldırılarda bulunması mahkemece serbest bırakılmış, fakat yanıt vermek yasaklanmıştır. 14 Kasım 2012 günlü duruşmada “Gizli tanık 9”un hakaretlerine tepki gösteren Veli Küçük, Oktay Yıldırım ve Mehmet Demirtaş’ın duruşmalara katılmaktan süresiz yasaklanmaları bunun son örneğidir.  Gizli tanık terörü yargılamaya öylesine hakim olmuştur ki, istedikleri takdirde sadece ses ve görüntüleri değiştirilmekle kalınmamış, tüm sanıklar dışarıya çıkarılarak, sanıkların yokluğunda ifade vermesi yoluna bile gidilmiştir.
Bu dizide Ergenekon davasında dinlenen gizli tanıkların ifadelerine ve duruşma tutanaklarına dayanarak bazı örnekler vereceğiz.
“Ergenekon’un Gizli Tanıkları” yakında kitap olarak yayımlanacaktır.
“Ergenekon tutsakları” tarafından kamuoyuna duyurulan açıklamaya göre;
■ Dava toplam 19 iddianamenin birleşiminden oluşuyor. Hala sürmekte olan 6 büyük davanın daha Ergenekon Davası ile birleştirilmesi isteniyor.

■ 100 binden fazla telefon izlendi.

■ 60 bin telefon dinlendi.

■ 3 bin kişi hakkında takip yapıldı.

■ 1.360 kişi ifade verdi.

■ Toplam 287 sanık yargılanıyor. 

■ Halen 65 sanık tutuklu yargılanıyor.

■ Dava 6 yıldır devam ediyor.

■ 7 sanık ifadesini veremeden öldü.

■ 7 sanık kansere yakalandı.

■ Halen cezaevi revirinde ve hastanelerde tedavi gören 10 sanık bulunuyor.

■  19 iddianamenin toplam sayfa sayısı 17 bini aştı.

■ Davanın ek klasör arşivi 5 terabayt büyüklüğüne ulaştı. Bu ise toplam en az 120 milyon sayfa doküman demek.

■ Davada 44 gizli tanık var.

■ 1 Kasım 2012 tarihi itibari ile 19 iddianame ile ilgili 600’ü aşkın duruşma yapıldı. Bu, Türk Yargı Sisteminde yaklaşık 150 yıllık ağır ceza yargılamasına denk geliyor.

Türk yargı tarihinde ilk kez sanık - tanık - gizli tanık olarak aynı kişiler ifade verdi. 

Takvimler 13 Nisan 1998’i gösteriyordu. Özel Kuvvetler’in seçkin subayı Albay Levent Göktaş, komutanlığını kendisinin yaptığı time bağlı askerlerin dönüşünü merakla bekliyordu. Fakat kaygılı değildi. Nice badireler atlatmış, sayısız kere ölümle yüz yüze gelmiş askerleri için çok da zor olmayan bir görevdi. Nihayetinde Irak’ın kuzeyinden bir “paketi” teslim alacak, helikoptere atacak ve Diyarbakır Hava Üssü’ne getireceklerdi.
O paketten Şemdin Sakık çıktı. Aradan 14 yıl geçti. Kısa süre sonra, Silivri Cezaevi’nde esaretinin dördüncü yılına girecek olan (7 Ocak) emekli Albay Mustafa Levent Göktaş sanık sandalyesinde iken Şemdin Sakık tanık oldu! Sadece Göktaş mı? O dönemde ÖKK Komutanı olan emekli Korgeneral Engin Alan, Sakık’ın ilk sorgusunu yapan emekli Jandarma İstihbarat Albay Cemal Temizöz de hayatlarının bir döneminde “Parmaksız Zeki” grubu ile Muş/Varto, Kulp-Silvan, Şırnak/Ciraf, Siirt/Eruh, Diyarbakır, Tunceli-Bingöl ve benzeri yerlerde karşı karşıya gelen, çatışan nice subay da sanık.

Habur gibi Şemdin Sakık, 6-7 Kasım 2012 günlerinde Ergenekon’un 255 ve 256. duruşmalarında, “Gizli Tanık Deniz” olmaktan vazgeçti ve gerçek kimlik ve görüntüsüyle ifade verdi. Verdi ama Silivri’ye getirilmeden!  Sakık’ın bazı cümlelerinden ve  Yalçın Küçük‘ün avukatı Hasan Fehmi Demir‘in sorularına Mahkeme Başkanı Hasan Hüseyin Özese‘nin verdiği yanıttan anlaşıldı ki, Şemdin Sakık Diyarbakır’daydı. Mahkeme Sakık‘ın ayağına gitmişti. Sadece Sakık değil, sonraki günlerde ifadeleri alınan gizli tanıklardan “Huzur” ve “Emek” de Silivri’ye gelmek yerine “tele-konferans” yöntemiyle ifade verdiler. Ankara Barosu Başkanı Prof. Metin Feyzioğlu, Sakık‘ın tanıklığını “ikinci Habur skandalı” olarak nitelemekte haklıydı.

“1978’de kurulduğunu sonradan öğrendim” dediği PKK’ya, 80’lerin hemen başında dağa çıktıktan sonra katılıyor Sakık. Diyarbakır’da verdiği ifadeye göre, 14 Temmuz 1985’te Kozluk Şelmo Dolum Tesisleri’ne baskın, Sakık‘ın “ilk fiili savaşçı eylemi” oluyor.

90’lı yıllarda Diyarbakır “eyalet sorumlusu” olarak birçok kanlı eylemi yönetiyor. 1993’te ilk “hareketli tim”le Mardin üzerinden Tunceli-Bingöl kırsalına geçiyor. Bingöl katliamı onun talimatıyla gerçekleşiyor.

PKK içinde çeşitli gerekçelerle birkaç kez “yargılanıyor”, tutuklanıyor. 1998 yılında PKK’nın 6. kongresinde hakkında karar verilecekken Zere Kampı’ndan kaçıyor. 15 Mart 1998’de KDP’ye sığınıyor. Bir ay sonra, kimine göre 200 bin, kimine göre 600 bin dolar karşılığında Türkiye’ye teslim ediliyor.

Artık o da “bey” oldu “Buyrun Şemdin Bey, sizi dinliyoruz.”
Mahkeme Başkanı  Özese  böyle deyince “Şemdin Bey” de kanılarını, yorumlarını, düşüncelerini anlatmaya başlıyor. Ergenekon’un itibarlı tanığı, “ifademde somut bilgiden çok sonuçlardan yola çıktım” diyor. Şemdin Sakık‘ın somut bilgi değil de “çıkardığı sonuçları” özetlersek:

-Doğu Perinçek, PKK’yı bir silah olarak elde tutmak istedi. Onun ziyaretiyle Öcalan‘ın toplumdaki imajı değişti. Perinçek, her nedense geri çekildikten sonra boşluğu Yalçın Küçük doldurdu ve daha da ileri bir boyuta vardırdı.
-Beni yakalayanlar arasında Yeşil‘i (Mahmut Yıldırım) tanıdım.

-Yeşil, Çankaya Köşkü’nde Cumhurbaşkanı  Süleyman Demirel  ile görüştü. 2001’de CASA uçağında askerlerle birlikte öldü.

-Gaffar Okkan suikastı ne Hizbullah ne de PKK işidir. Diyarbakır’da bu suikast devlet olmadan olmaz.

-Akın Birdal‘a suikast girişimi, Yaşar Büyükanıt‘ın bilgisi dahilinde yapılmıştır.

-Tuğgeneral Bahtiyar Aydın‘ı askerler öldürdü.

-Öcalan‘ın Şam’dan çıkarılması benim fikrimle sağlandı.

-Şiddeti durduracağı için, Kürtleri sevdiği için AKP’ye düşmanlık yapıyorlar. 

“Doğu Perinçek ve Yalçın Küçük için söyledikleriniz, mahkememiz için önem arz etmektedir” diyor Savcı Mehmet Ali Pekgüzel. Sonra 20. yüzyılın (ve bu gidişle 21. yüzyılın da!) en çok basılan, o Öcalan-Perinçek fotoğraflarını gösteriyor ve “Röportaj için gittiğini iddia eden Perinçek” diye konuşuyor.

O fotoğraflar 2000’e doğru dergisinde basılmış, sonra kitap olmuş, sonra mahkemelik olmuş ve aklanmış. Ne gam, savcı hâlâ “iddia” diyor! Şemdin Sakık da bu aklanma meselesine kafayı takmış: “Hakim olduğunuz mahkemede aklandınız. Bunun hukuki değeri yok.”
“O dönemde kendi denetimlerinde olan DGM kararının doğruluğuna niye inanayım?”
“DGM, benim değil onların mahkemesiydi.” Sakık‘ın bu sözlerine mahkeme heyetinden tek bir cümle bile itiraz gelmiyor. “Bizim ve onların mahkemesi” ayrımı anlaşılan “onların” da pek hoşuna gidiyor.

Bozacının şahidi şıracı
Gizli tanık beyanları tek başına delil olarak kabul edilemez. Başka bilgi, belge vs. ile kanıtlanması gerekir. Hukuk böyle diyor. Ancak Ergenekon mahkemesi böyle yapmıyor. Bu gizli tanığın ifadesini bir başka gizli tanığa sorarak “doğrulatıyor!” Nitekim “Deniz”e (Sakık) daha önce beyanlarda bulunan “İsmet”, “İlkadım”, “Kıskaç”,
“Galip” gibi gizli tanıkların ifadelerini soruyor, doğrulatmaya çalışıyor. Bu yöntem daha sonra da devam ediyor . “Huzur” ve “Emek”e önceki ifadeler soruluyor. Böylece gizli tanık ifadesi “delillendirilmiş” oluyor.
Gizli tanık” Huzur”

GAZETELERDEN OKUDUKLARIMI YORUMLADIM
“04.11.2009 tarihinde gelerek iddia olunan Ergenekon terör örgütü hakkında bilgi vermek istediğini beyan eden” gizli tanığa “Huzur” adını uygun görmüşler. Ancak gizli tanığın pek “huzur içinde” biri olduğu söylenemez.
“Bir dönem DHKP-C içinde sorumlu düzeyde faaliyet yürütmüş birisiyim” diyen “Huzur”, aynı zamanda bir kiralık katil. Şimdi Ergenekon davasında “kamu tanığı.” DHKP-C’den ne zaman ayrıldığı, ne zaman itirafçı olduğu belli değil. Ancak “Ergenekon adlı karanlık yapı”nın farkına 13 yıl önce varmış fakat “adını koyamamış.” 1996 yılından söz ediyoruz!
“Kiralık katil” dememiz boşuna değil. “Huzur”, Diyarbakır Belediye Başkanı Osman Baydemir‘in öldürülmesini yapıp yapamayacağının kendisine sorulduğunu, o da 200 milyara “bu işi yapabileceğini” söylediğini 4 Kasım 2009’da TEM şubede verdiği ifadede söylüyor.
Aslında bu eylem, “Veli Küçk’ün talimatıyla cezaevinden iki itirafçının tahliye ettirilmesiyle” yapılacakmış. “Ancak bu kişilerin korkarak bu eylemden vazgeçtikleri” için kendisine teklif edilmiş. “Huzur” da 200 milyar istemiş. 200 milyar az para mı? Ancak “Huzur” 8 Kasım 2012 günlü duruşmada, böyle ifade verdiğini mahkeme başkanı söyleyince hatırlıyor, “Evet Baydemir eylemine ilişkin 200 milyar lafı konuşuldu” diyor. Vicdanlı bir kiralık tetikçi “Huzur.” “Kürt-Türk çatışması çıkarılması istendiğini anladığım için eylemden vazgeçtim” diyor.
İstanbul Sarıyer’de “Ergenekon yapılanmasının karargahı niteliğinde bir yer” olduğunu saptamış gizli tanık. Hatta o yere kendi elemanını aşçı olarak yerleştirmiş. Oraya eylem yapacakmış ancak örgütün talimatıyla vazgeçilmiş.
Gizli tanık, polis ifadesinde uzun uzun Dursun Karataş‘tan, Bedri Yağan‘dan, “Devrimci Karargah Örgütü”nden, bu örgütün liderlerinin “Jitem elemanı” olduğundan söz ediyor. Ancak duruşmada, “Bu bilgilerin tamamı başkalarından duyduklarım. Ben bilmiyorum” diyor.

Peki Veli Küçük hakkında anlattıkları:
“Televizyon ve gazetelerde duyduklarımı yorumladım. Herhangi bir belgeye dayalı değil, yorumum.” “Huzur”un tanıkları “Jitemci Astsubay”, “Özcan Yüzbaşı”, “Sait Astsubay.” Soyadları yok,
bilmiyor. Tıpkı Sarıyer’deki “Ergenekon karargahı” gibi, Adana’da da bir “Jitem karargahı” keşfetmiş, Huzur.” “Adana’da yeni baraj gölü yakınında, MİT binasının yanında, kapıda levha falan yok.”
Peki nasıl anlamış “Jitem binası” olduğunu? “Saçı kısa, sivil giyimli kişilerden Jitem binası olduğunu anladım.” Polis ifadesinde aşağıdaki cümleler “Huzur”un mu, yoksa polisin mi belli değil. Çok da
önemi yok: “Dünyada hâlâ ikinci sınıf ülke oluşumuzun, uluslararası arenada söz sahibi olamayışımızın sorumlusu; yabancılar hesabına çalışan ve bu millet ve vatanın menfaatini düşünmeyen Ergenekon çetesidir.”
“Yapılan bu ve benzeri eylemlerin altında ülkede kaos ve kargaşa çıkarma planlarının yattığını ve arkasında da demokrasiye pusu kuran cuntacıların bulunduğunu bugün net olarak görüyorum.”

OTUR LAN YERİNE
Bir yargıcın ayağa kalkarak, elini kolunu sallayarak bir sanığa “Otur lan!” diye seslendiğini hiç duydunuz mu, gördünüz mü, okudunuz mu? Sıkıyönetim dönemlerinde bile yaşanmayan bu sahne Ergenekon duruşmasında yakalandı.
Tanık kürsüsünde, daha doğrusu ekranda mahkeme heyetinin ve savcıların en itibarlı tanığı “Gizli Tanık 9” vardır. Nasıl itibarlı olmasın? Sadece ve sadece onun tanıkığı ile Ergenekon davası ile Danıştay cinayeti aynı torbaya tıkıştırılmıştır. Böylece Ergenekon davası için gereken silahlı eylem
(Danıştay cinayeti ve Cumhuriyet gazetesinin bombalanması) imal edilmiştir.
“Gizli tanık 9”, gerçek kimliğiyle ekranda. Hem sanık, hem tanık hem de gizli tanık. Aslında 9’un kimliğini daha başından beri sanıklar biliyor. Adı, duruşma tutanaklarında sayısız kez geçmesine rağ men mahkeme, adının açıklanmasına yasak getirdi. Onun için sizler, gazetelerde “gizli tanık 9, Ergenekon sanığı çıktı” diye okudunuz.
Peki herkes bildiğine göre bu yasak neden? Tek nedeni var: Mahkeme, “gizli tanık Deniz”in Şemdin Sakık çıkmasından sonra, ikinci bir rezaleti kamuoyundan gizlemek istedi. İşte başlığa çıkardığımız “Otur lan yerine” lafları, gizli tanık 9’un dinlendiği Ergenekon davasının 14 Kasım 2012 günlü 261. duruşmasında söylendi. Söyleyen duruşma yargıcı Sedat Sami Haşıloğlu. Karşısında, Ergenekon’un en uzun süredir (5 buçuk yıl) hapiste olan sanığı Mehmet Demirtaş var. Yargıç Haşıloğlu‘nu böle öfkelendiren, gizli tanık 9’un küfürlerine Oktay Yıldırım,
Veli Küçük ve Mehmet Demirtaş‘ın tepki göstermeleri ve mahkeme başkanından, gizli tanığın söylediklerine müdahale etmesini istemeleri karşılığı “Otur lan yerine” oluyor. Bir de ceza geliyor. Üç sanık, son savunmaya kadar duruşmalardan yasaklanıyor!

“OSMANIMIN YALANLARI”
Ergenekon davasının tutuklu sanığı emekli kıdemli albay Muzaffer Tekin, Danıştay saldırganı ve sözde “gizli tanık” Osman Yıldırım‘ın emniyet ve savcılık ifadelerini, Ankara’da Danıştay davası ve İstanbul’daki Ergenekon davası tutanaklarını, Yıldırım‘ın mahkemeye ve savcılara gönderdiği dilekçeleri günlerce inceledi. Yıldırım‘ın bir değil onlarca yalanının bir dökümünü çıkardı.
Osman Yıldırım gelişi güzel yalan söylemiyor. Aklına ilk gelen kişiye iftira atmıyor. Önceden kurgulanmış, hedef kişiler belirlenmiş. Osman Yıldırım, kendisine dikte ettirilen ifadeleri tekrar ediyor. Bunu yaparken şaşırıyor, bocalıyor. İstanbul Ataşehir’de yapılan ev gösterme keşfinde olduğu gibi “bombaları aldım” dediği evi bulamıyor.
Muzaffer Tekin, haklı olarak “Türkiye Cumhuriyeti’nde bir başka mahkemenin bu kadar yalan ve iftiraya müsaade edeceğini düşünemiyorum” diyor. O dönemin Mahkeme Başkanı Köksal Şengün‘ün “Bu davalar senin beyanların ile birleştirildi” dediği Osman Yıldırım‘ın yalanlarının bir özeti şöyle:
30 Mart 2007. Ankara 11. Ağır Ceza Mahkemesi’ne sunduğu dilekçede “Ben Muzaffer Tekin‘i tanı mıyorum” diyor. Ceza aldıktan sonra ise “Bombaları Muzaffer Tekin‘den aldım” demeye başlıyor.
Ankara Cumhuriyet Savcılığında Cumhuriyet gazetesinin bombalanmasını “herkes gibi basından duydum” derken, 13 Mart 2008 günü Savcı Zekeriya Öz ve Mehmet Ali Pekgüzel‘e “Cumhuriyet gazetesine birinci ve ikinci bombaların atılması eylemine iştirak ettim” diyor. Yıldırım’ın kabul ettikleri, patlamayan bombalar! 20 Mayıs 2006, Ankara TEM: “Aile ve akraba çevrem genellikle muhafazakârlardan oluşur. Ben de muhafazakar ve sağ görüşlü bir insanım.”
29 Ağustos 2006, Ankara 11. Ağır Ceza Mahkemesi: “Ben mesleğim gereği içkici ve kumarbaz bir adamım. Dindar insanlarla benim işim olmaz. Hele ki gericilerle hiç olmaz.”
DVD çözüm 2, sayfa 11: “Ben kimsenin askeri değilim.” 11 Eylül 2008, Ankara 12. Asliye Ceza Mahkemesi: Ergenekon terör örgütü üyesiyim, örgütü çökerttim, ailem için can güvenliği istiyorum.”
Bugün: “Örgüt üyesi değilim. Bu işi (bombalama) çıkar amaçlı olarak yaptım.”

Bombaları kim verdi?
6 Şubat 2008 günü kendisini ziyaret eden avukat Mehmet Ener’e: “Bombaları Veli Küçük’ün Alparslan Arslan’a verdiğini söylesem mi?”
 12 Mart 2008: “Bombaları Muzaffer Tekin’den aldım.”
1 Nisan 2008: “Bombaları Veli Küçük verdi.” 12 Mart 2008: “Bombalar 10-15 kişilik bir grubun önünde verildi.”
 1 Nisan 2008: “Sadece benim ve Alparslan Arslan’ın olduğu bir ortamda Veli Küçük tarafından verildi.”
12 Mart 2008: “Talimatı Muzaffer Tekin’den aldım.”
1 Nisan 2008: “Talimatı Veli Küçük’ten aldım.”
12 Mart 2008: “Muzaffer Tekin 500 bin dolar vereceğini söyledi.”
1 Nisan 2008: “Parayı Veli Küçük verecekti.”
14 Kasım 2012: “Benim ifademde hiçbir çelişki yok. Çelişkileri sizler yaratıyorsunuz.”

“GİZLİ TANIK 9”
Şimdi gelelim gizli tanık 9’a! Ergenekon davasının en ünlü gizli tanığı “9”dur.  “Gizli tanık 9”, aynı zamanda Türkiye’nin ilk gizli tanığıdır. Gizli Tanık Yasası yürürlüğe girdikten sonra gizli tanık olması için kendisine başvurulan ilk kişidir. Ergenekon savcıları Zekeriya Öz ile Mehmet Ali Pekgüzel, 12 Mart 2008 günü Ankara Sincan 2 Nolu F Tipi Cezaevi’ne gelerek gizli tanık 9’un ifadesini görüntülü olarak alırlar. “Gizli tanık 9”
“hiçbir tesir altında kalmaksızın tüm bildiklerimi açık yüreklilikle” anlatır. Başka hiçbir belge, tanık, kanıt olmamasına rağmen gizli tanık 9’un anlatımları esas alınarak Danıştay cinayeti Ergenekon davasına bağlanır.
Gizli tanık 9’un, çözümü dava klasörlerinde bulunan ifadesinde şöyle bir konuşma geçiyor:

DVD 2 Çözümü Sayfa 35
Görevli- Şimdi Osman’ım bu kamuoyu ve Ergenekon operasyonu filan takip ediyorsun herhalde.
Gizli tanık- Takip ediyorum.
Görevli- Bu operasyonda ismi geçenlerden istersen ben tek tek de okuyabilirim. Listesi var. Senin tanıdıkların, kimse var mı burada?
Gizli tanık- Sen hiç söyleme! Ben, ben söyliyeyim yani. Daha yeni siz isim verdiniz diye ben tanıyorum izlenimi doğmasın. Benim tanıdığım Veli Küçük‘tür, Muzaffer Tekin‘dir.

Sayfa 137
Görevli- Bir de şunu söyleyeyim. Yani eee şu anda kameramız falan çalışmıyor, “gizli tanık” rahat olabiliriz...
Böyle devam ediyor, “gizli tanık”ın DVD çözümleri. Çözüm metninde geçen “Osman’ım” sözcükleri, Ergenekon’un birinci davasında tutuklu sanıkların dikkat çekmesi üzerine daha sonradan metinden çıkarılıyor, “gizli tanık” olarak düzeltiliyor.
Yukarıda görevlinin “kameralarımız falan çalışmıyor, rahat olabiliriz” sözlerinden ve gizli tanığın DVD 2 çözüm, sayfa 41’de “şimdi Danıştay olayını anlatalım, çekiyor mu?” deyişinden anlaşılıyor ki kayıt istendiği zaman durduruluyor, sohbet ediliyor, sonra kayıtlara devam ediliyor. İşte Ergenekon sanıklarının en önemli eylemi Danıştay saldırısı ve Cumhuriyet’in bombalanması, gizli tanık “Osman’ım”ın ifadelerine dayanılarak böyle kotarılıyor.
Ankara 11. Ağır Ceza Mahkemesi’nin 13 Şubat 2008 günü verdiği Danıştay saldırısı kararından tam bir ay sonra, 12-13 Mart 2008 günlerinde Osman Yıldırım‘ın Sincan F Tipi’nde alınan ifadesinden sonra, kararı açıklanan davanın seyri Ergenekon’a doğru değiştirildi. Ardından Osman Yıldırım‘ın cezaevinden “hatırladıkça” kaleme aldığı sayı- sız dilekçe geldi. Hepsinde aynı hikaye tekrar edildi. Fethullahçı medya bunları çarşaf çarşaf haber yaptı, kitaplar yazdı. Kamuoyu yıllardır bu yalanlarla beslendi.

Sincan F Tipi’ne giren fare!
Cezaevine dışarıdan gelen herhangi bir kişi ister ziyaretçi, ister avukat ya da resmi bir görevli olsun hep aynı süreçten geçer. Önce dış nizamiyenin güvenliğinden sorumlu jandarma, daha sonra da cezaevi görevlileri tarafından kaydı yapılır, kimlerle görüşeceği saptanır, arama tarama vs. bilinen uygulamalardan geçirilir.
Peki herhangi bir kişinin hiçbir kayıt tutulmadan, elini kolunu sallaya sallaya “içeri” girmesi, istediği tutuklu ya da hükümlü kişi ve kişilerle görüşmesi sonra da aynı şekilde çıkıp gitmesi mümkün müdür?
Evet, fakat ancak “fare” olursan mümkündür!
İngiliz fantastik edebiyatının tanınmış isimlerinden Chine Miêville‘nin “Kral Fare” adlı romanında böyle bir öykü anlatılır. Haksız yere tutuklanan roman kahramanı cezaevindeki hücresine gizlice giren
bir fare özgürlüğüne kavuşturur.  MiêvilleMarksist bir yazardır, romanda anlatılan bir dedektiflik öyküsü içinde Londra’nın görünmeyen yüzü, karanlık varoşlarıdır.

Bir Türk faresi!
11-13 Mart 2008 tarihleri arasında Sincan F Tipi Cezaevi’ne de bir fare girdi! Ancak bu fare romandaki gibi değil fakat kötülük yanlısıdır. Bir tertip hazırlamak, Danıştay cinayetini Ergenekon soruşturmasına bağlamak, sahte deliller üretmek, yalan ifadeler düzenlemek için gelmiştir cezaevine. 

Şimdi size bu farenin öyküsünü anlatalım:
Ergenekon soruşturmasını yapan özel yetkili savcılardan Zekeriya Öz ile Mehmet Ali Pekgüzel‘in 11- 13 Mart 2008 tarihlerinde Ankara’ya girmeleri konusunda bir görevlendirme yazısı dava dosyasında bulunuyor. Bu yazıda iki savcının, Sincan F Tipi 1 ve 2 No’lu cezaevlerinde bazı tutukluların tanık sıfatıyla ifadelerini alacakları belirtiliyor. Kimlerin ifadesinin alınacağı da yazıda ifade ediliyor. Görevlendirme yazısında Öz ile Pekgüzel dışında kimsenin adı geçmiyor.
12 Mart 2008 günü Sincan F tipinde Danıştay sanığı Osman Yıldırım, daha doğrusu “gizli tanık 9” ifadesinin 133. sayfasında “Dün, ben size aslında bütün bunları anlattım” diyor. İfadesini alan görevlinin bu cümleye bir itirazı olmadığı anlaşılıyor. Yani 11
Mart 2008 günü cezaevine birileri gelmiş, “gizli tanık 9”un ifadesini almış. Ancak bu ifade dava dosyasında bulunmuyor, kayıtlara geçmiyor. Ergenekon duruşmaları sırasında konu gündeme geliyor. Tutuklu sanıklardan avukat Kemal Kerinçsiz‘in sorusu üzerine bir açıklama yapan Savcı Mehmet Ali Pekgüzel, 11 Mart 2008 günü savcıların bir cezaevi ziyareti olmadığını söylüyor. Pekgüzel’in dediği doğru, çünkü o gün savcılar Ankara Adliyesi’nde tanık sıfatıyla Avukat Mehmet Ener‘in hani Osman Yıldırım‘dan duyduklarını anında gazeteci Şamil Tayyar‘a aktaran avukat Ener’in ifadesini alıyorlar. Dava dosyasından anlaşılıyor.

Cezaevi değil yolgeçen hanı
Bu esrarengiz ziyaretle ilgili Sincan Cumhuriyet Savcılığı’nda bir soruşturma yürütülüyor. Savcılığın bu soruşturma kapsamında Sincan Cezaevi Müdürlüğü’ne yazdığı yazıya cezaevi müdürünün yanıtını, Ergenekon davasının 21 Nisan 2011 günlü 182. duruşmasında Avukat Kemal Kerinçsiz şöyle anlattı:
“İki savcının yanında bir ekibin geldiğini, bu ekibin savcıların yanında olması dolayısıyla ve onların da ‘bizim ekibimiz’ demesi nedeniyle kimlikleri sorulmadan, ziyaretçi defterine kaydı alınmadan, hiç bir tespit yapılmadan içeriye alındığını ve bu konudaki bütün kamera kayıtlarının da imha edildiğini belirten bir yazı gönderdiler. Savcılığın da bunun idari bir soruşturmaya konu yapılması gerektiğine ilişkin görüşleri var... 11’inde, 12’sinde, 13’ünde cezaevi yolgeçen hanına dönmüş, kimin girdiği belli değil.” (celse no: 182, s.8)
Ergenekon savcılarının yalnızca kendileri için görevlendirme izni aldıkları anlaşılıyor. Fakat yanlarındaki ‘ekip’ için bir izin veya görevlendirme belgesi dava dosyasında bulunmuyor. Hatta cezaevi müdürü cevabi yazısında öyle bir ifade kullanıyor ki, bu ekibin “içeride hangi tutuklunun ifadesi alındığı konusunda da bizim herhangi bir dahilimiz olmadı” diyor. (celse no: 182, s. 8-9)
Peki o zaman 11 Mart 2008 günü cezaevine giren ‘fareler’ kim? Hangi örgütlü güç buna cesaret edebiliyor? Hanefi Avcı‘nın deyişiyle “Cemaatin isteğine göre davranan polisler” olmasın?

SAVCILARLA TAHLİYE PAZARLIĞI
‘TSK’nın içinde olduğunu düşündüğüm örgütlenme hakkındaki bilgileri size ifademde aktarmıştım. Karşılıklı görüşmemizde ifademi verdikten bir süre sonra tahliye olacağım konusunda söz vermiştiniz.’

Ergenekon davasının 7 Aralık 2009 tarihli 124. duruşmasında gizli tanık “Anadolu” dinlenecekti. Bu arada sanıklardan Ümit Sayın söz alarak mahkemeye verdiği dilekçede gizli bir oturumda dinlenmek istediğini, ancak bu talebine mahkeme tarafından herhangi bir yanıt verilmediğini söyledi. Savcı Mehmet Ali Pekgüzel sanığın talebinin kabul edilmesini istedi ve Ümit Sayın dışındaki tüm tutuklu ve tutuksuz sanıklar salondan çıkarıldı. Ümit Sayın, avukatlar ve izleyiciler huzurunda ifadesini verdi.
Böylece Ümit Sayın, gizli tanık “Anadolu” olduğunu açıklamış oldu. Sayın, daha önce verdiği ifadesinde Savcı Zekeriya Öz‘e bildiklerini anlattığını, bunların çeşitli zamanlarda bazı subaylarla yaptığı konuşmalara dayandığını belirtti. Savcı Öz, kendisine “böyle bir örgütlenme olup olmadığını” sormuş. Sayın da çeşitli zamanlarda değişik askerlerle yaptığı konuşmaları Öz’e anlatmış.
Sayın duruşmada şunları söylüyor: “Ergenekon diye bir örgütün olup olmadığını bilmiyorum. Fakat komutanlar bir örgütten bahsettiler, örgütlenme yapısından bahsettiler bana. İlk olarak, Kayseri’ye bir konuşma yapmaya gittiğimde 2004 yılında Tümgeneral Reha Taşkesen tarafından bahsedildi. Daha sonra iki kere daha gittim Kayseri’ye. Ondan sonraki komutanlarla da konuştuğumda, biz birtakım toplantılar yapıyoruz, işte Türkiye deki gelişmelerle ilgili, merak etme, her şey kontrol altında olacak falan gibi sözler sarf edildi Kayseri’de.”

Generaller Sayın’ı bekliyor
Daha sonra Tümgeneral Can Teler, Sayın‘a “Gidişatın iyi olmadığını ve asker içinde bir hareket olduğunu” söylemiş. 2006 yılında ise bu kez Orgeneral Hurşit Tolon “Merkez orduevinde bir örgütlenmeden bahsetti” diyor, Sayın. Sanırsınız ki generaller “örgütü” anlatmak için Sayın‘ın gelmesini bekliyorlar!
Mahkeme Başkanı Köksal Şengün‘ün “Ne söyledi?” sorusuna Sayın şöyle yanıt veriyor: “Ordu içinde, TSK içinde bir yapılanma olduğunu ve bu yapılanmanın gidişata dur diyeceğinden bahsetti.”
Hızını alamıyor Sayın, sıra Şener Eruygur’a geliyor: “Daha sonra 2006 yılında Şener Eruygur Fenerbahçe orduevinde oturduğumuz bir konuşmada böyle bir örgütün varlığından sivil toplum örgütleri ile, ama Ergenekon olup olmadığını bilmiyorum, baştan söyleyeyim. Ergenekon adı geçmedi hiç.
Bir örgütlenme yapısı olduğundan.” Daha sonra 2006 yılında emekli Tümgeneral Alaattin Parmaksız, TESAV’dan çıkışında Sayın’a “sivil toplum örgütleri ile ilgili bağlantı kurulacağından ve bu gidişata bir dur deneceğinden, Genelkurmay istihbaratının bu örgütlenmenin farkında olduğundan” söz ediyor.
Sonra TESAV’da Agâh Oktay Güner aynı şeyleri anlatıyor...

Herkes  Sayın’a koşuyor.
Ümit Sayın, duyduğu bütün isimlere akıl dışı iftiralarda bulunuyor. 2004 yılında İstanbul Üniversitesi Rektörü Kemal Alemdaroğlu‘nun da kendisine “asker içinde bir yapılanma olduğunu, örgütlenme olduğunu, bunun sivil toplum kuruluşları bağlantısı olduğunu ve böyle bir örgütlenme hakkında ne düşündüğünü sorduğunu” söylüyor.
2005’te Fenerbahçe orduevinde bu kez emekli Genelkurmay Başkanı Hüseyin KıvrIkoğlu ile karşılaşıyor; o da “TSK içinde bir örgütlenme olduğunu ve bu gidişatın iyi olmadığını”  anlatıyor. Kıvrıkoğlu bununla yetinmiyor
Sayın‘a Moda’da yapılan “Encümen-i Daniş” toplantılarını da aktarıyor!
Ümit Sayın, cezaevinde aylarca psikolojik tedavi gördü. Akıl sağlığı yaşadıklarını kaldıramamıştı. İki kişi kaldıkları koğuşta bütün ihtiyaçları koğuş arkadaşı Emin Gürses tarafından karşılandı. Öyle ki banyosunu bile  Gürses yaptırıyordu. Ama Sayın, Emin Gürses‘i suçlamaktan da geri durmadı!

Pazarlıkla ifade
Mahkeme Başkanı: Savcı bey bir şey soracak mısınız?
Savcı Mehmet Ali Pekgüzel’in “Savcı Zekeriya Öz‘e ifade vermeyi siz mi istediniz?” sorusuna Sayın, “Evet bir dilekçeyle başvurmuştum. 221’e girmek için 221 no’lu yasadan yararlanmak için ve tahliyem mümkün olursa, yani tahliyemin mümkün olması durumunda böyle bir ifade vereceğimi söylemiştim kendisine” cevabını veriyor.
Mahkeme Başkanı Köksal Şengün dayanamıyor: Pazarlıkla mı verdiniz o ifadeyi?
Ümit Sayın: Pazarlıkla vermedim.
Mahkeme Başkanı:
Mümkün olursa böyle bir ifade vereceğim demek pazarlıktır.
Ümit Sayın: Hayır, sadece dilekçemde tahliyem söz konusu olursa böyle bir ifade vermek istiyorum dedim.
Mahkeme Başkanı:
Yani tahliye olamazsın denildiğinde vermeyecek miydin o ifadeyi? Ümit Sayın: Hayır verecektim yani. Yani zaten tahliye olmadım uzun süredir. Altı ay geçti ifadeyi vereli, tahliye, tahliyem söz konusu olmadı o zamandan beri.
Üye Hakim Sedat Sami Haşıloğlu,  Ümit Sayın‘ın “Gizli tanık olmamam için ablam bana baskı yaptı” sözlerini hatırlatıyor. “Neden ablanız size baskı yapıyordu, baskı yapmasının mantıklı gerekçesi nedir?” diye soruyor.
‘Ablam itirafçı konumuna düşmemi istemiyor’ Ümit Sayın, “Ablam istemiyor itirafçı konumuna düşmemi. Dolayısıyla bu yolla, bu yola girme bu yol yanlış yol diyor. O nedenle bir baskı yaptı. Aile
içinde de insanlarda infial uyandırmış ablamın söylediği kadarıyla. Rahatsız etmiş onları. Gerek telefon konuşmalarımızda, gerek karşılıklı yaptığımız açık görüşmede bana bunu ifade etti. Mutlaka geri çekil işte gizli tanıklıktan çekil şeklinde ifadeler kullandı” yanıtını veriyor. İfadesinde çok sayıda sivil ve asker kişilerin adı geçen Sayın‘a mahkeme başkanı Şengün soruyor: Ümit Sayın, bu kadar bilgi size niye aktarılıyor? Ne özelliğiniz var sizin?
Ümit Sayın: Çok fazla bilgi aktarılmadı.
Mahkeme Başkanı: Bilmiyorum yani, gö-
rüşmediğin adam kalmadı burada anlaşıldığı kadarı ile.
Ümit Sayın: Sadece yedi sekiz kişi başkanım.
Mahkeme Başkanı: Askeri şahıslar ağırlıklı olmak üzere, bunun için sebep ne yani onlarla alıp veremediğin nedir?
Ümit Sayın: Alıp veremediğim bir şeyden değil, hepsinde konu Türkiye’nin ne olacağı işte derin devlet konularına geliyor, derken konu buraya geliyor. Ve orda bana böyle bir yapılanma olduğundan bahsediyorlar. Yani. Mahkeme Başkanı da inanmıyor
Mahkeme Başkanı: İyi ama niçin sana niye
o yapılanmadan bahsetsinler yani, hem gizli bu yapılanma, hem nedir, nasıl bir şey bu, yani size duyulan güvenin kaynağı ne?
Ümit Sayın: Birincisi kitaplarımı okumuştu çoğu. İkincisi birinci görüşmelerinde değil, ikinci veya üçüncü görüşmelerde ya da daha uzun görüşmelerde söylenen şeyler.
Mahkeme Başkanı: Bir ve ikinci görüşmede bu kadar detay anlatır mı insan, gizli detaylar.
Gizli örgüt diye bahsediyorsun yani adını koymuyorsun ama bir gizlilikten bahsediyorsun en azından. Öyle değil mi ?
Mahkeme Başkanı: İki konuşmayla güven sağlanıyor mu, nasıl oluyor bu?
Ümit Sayın: Valla her komutan söylemedi bunu, başka komutanlarla da konuştum. Sadece bunlar söyleyenler. Sadece bahsedenler 4-5 kişi, hepi topu.
Mahkeme Başkanı: Demin sordum, tam net cevap vermiyorsunuz. Size nasıl bu kadar güvendiler de bu kadar detayı anlattılar size?
Ümit Sayın: Bana anlattıkları çok fazla bir detay değil sadece.
Mahkeme Başkanı: Gizli bir örgüt askeriyenin içersinde gizli bir örgüt bunun yan kuruluşları sivil örgütleri de var, bunlar da şunlar şunlar diyor size. Yani çok güven veren bir kişisiniz ki bu anlatılır yoksa ulu orta konuşulmaz bunlar herhalde?
Ümit Sayın: Fakat neden anlattıklarını ben tam anlamıyorum.
Mahkeme Başkanı: Kaldı ki siz çok konuşan bir kişisiniz. Çok konuşan yani e-maillerinize, telefon görüşmelerinize baktığımızda bayağı yoğun konuşan bir kişiliğiniz var. Öyle mi, yanılıyor muyuz?
Ümit Sayın: Son dönem telefon konuşmalarım biraz fazla, evet çok fazla.
Mahkeme Başkanı: Yani bu kadar çok konuşan insan muhakkak bunları birilerine söyler anlatır yani. Nasıl bağdaştırıyorsunuz bunu?
Ümit Sayın: Fakat komutanların o yönümü düşündüklerini sanmıyorum. Yani kimseye anlatmadım sonuçta. Şimdi söylüyorum sadece.
Sayın’dan Savcı Öz’e mektuplar
13 Ekim 2009.
“Sayın Savcım,
Mayıs 2009’da yanınıza gelerek gizli tanık olarak ifade verdim... 5 ay geçmesine rağmen henüz mahkeme tarafından gizli tanık olarak çağrılmadım. Habertürk gazetesinde 21 Ağustos 2009’da kimliğim açıklandığı için duruşmalara katılmıyorum. Acilen gizli kapalı bir oturumda dinlendikten sonra tahliye olmak istiyorum... Eğer yardımlarınızı esirgemez, tahliyem konusunda bana yardımcı olursanız minnettar kalırım.”

‘Minnettar kalırım’
20 Ekim 2009.
“Sayın Savcım,
... Defalarca kapalı bir oturumda dinlenmek için mahkeme başkanlığına yazdıysam da bir netice alamadım. Karşılıklı görüşmemizde dinlendikten sonra tahliye olabileceğimi söylemiştiniz... 21 aydır cezaevindeyim, artık dayanacak takatim kalmadı.
Dinlenmem veya tahliye olmam konusunda yardımcı olursanız minnettar kalırım. Saygılarımla.”

‘Tahliye sözü vermiştiniz’
2 Kasım 2009
“Sayın Savcım,
... Henüz tahliye olmam konusunda herhangi bir gelişme yok... Sayın Savcı Mehmet
Ali Pekgüzel birkaç kez gizli tanık ‘Anadolu’nun dinlenmesini talep ettiyse de mahkeme net bir karar almadı.
(...)Size de açıkladığım gibi ben ne Ergenekon örgütüne üyeyim, ne de başka bir gizli örgüte. TSK’nın içinde olduğunu düşündüğüm örgütlenme hakkındaki bilgileri size ifademde aktarmıştım.(...)
Karşılıklı görüşmemizde ifademi verdikten bir süre sonra tahliye olacağım konusunda söz vermiştiniz. İfademden bu yana 6 ay geçti; hiçbir gelişme yok.
Avukatım ve çevrem ifademi geri çekmem için ağır baskı yapıyorlar... Dayanacak takatim kalmadı. Eğer Kasım 2009 sonunda kadar tahliyem konusunda herhangi bir gelişme olmazsa yine 221. maddede ve ifademde yazıldığı üzerine “kimliğimin gizliliğine” riayet edilmediği için baskılara dayanamayıp gizli tanıklıktan çekilmeyi düşünüyorum... Sizden olumlu veya olumsuz bir cevap bekliyorum.”

‘Sanırım tahliyeyi hak ettim’
6 Kasım 2009
“Sayın Savcım,
(...) Daha garantili olsun diye bu seferki mektubu APS ile gönderiyorum. Henüz tahliye olmam konusunda herhangi bir gelişme yok. Sayın mahkeme başkanının şerh koyarak imzaladığı ara karardaki tahliye listesinde de adım yok. (...) kaldı ki PKK teröristlerine ait bir grup dağdan inmiş, bunlar tutuklanmamıştır, üstelik 221’i imzalamamışlardır bile.
(...) Oktay Yıldırım‘la Behiç Gürcihan
aracılığıyla bir iki kez görüşmüştüm. Ümraniye bombaları olayı ortaya çıkınca Oktay Yıldırım‘la ortak yazı yazdığımız sitelerden (acikistihbarat.com ve kuvaimilliye.net) hemen ayrıldım ve oradakilerle aram bir daha düzelmemek üzere açıldı.
(...) Artık cezaevi dayanılmaz hale geldi.
Ağır depresyondayım. İlaçla ayakta durabiliyorum.
(...) Sizden ricam, acilen tahliye konusunda desteklerinizi esirgememenizdir; sanırım bunu hak ettim.”
‘Doğu Perinçek hakkımda çok ağır konuşmuş’
16 Kasım 2009
“Sayın Savcım,
(...) Son APS ile attığım mektubu Sayın Nihat Taşkın ile Sayın M. Ali Pekgüzel‘e de
APS ile göndermiştim. (...)
Geçen Cuma günkü duruşmada mahkemenin aldığı kararlardan biri tüm sanıkların mahkemeye getirilmesiymiş. Biliyorsunuz ifadem 3. iddianameye eklendikten sonra basında kimliğim açıklandı. Bunun üzerine tutuklu sanıklardan pek çoğu hakkımda çok saldırgan konuşmalar yapmış.
Doğu Perinçek, Oktay Yıldırım, Mehmet Demirtaş, İşçi Partililer, Muzaffer Tekin ve diğer pek çok tutuklu sanık hakkımda çok ağır konuşup saldırmışlar. Bu nedenle diğer sanıklarla aynı yerde bulunmam olanaksızdır. Onlarla bir araya gelmem güvenlik sorunu oluşturacaktır. (...) Avukatım İşçi Partili olduğundan sanırım gizli tanıklıktan çekilmezsem avukatlığımı bırakacağını söyledi... Çevremden de gizli tanıklıktan çekilmem için büyük baskı var... Tekrar yazacağım.

Gelmekte olan Kurban Bayramınızı kutlar, yardımlarınızı esirgememenizi dilerim.”
Tahmin etmişsinizdir. Bütün bu mektupların altındaki imza Doç. Dr. Ümit Sayın‘ın. Hepsi Ergenekon savcısı Zekeriya Öz‘e gönderilmiş.
Mayıs 2009’da, Savcı Öz‘ün duruşma tutanaklarına da yansıyan “35 yıl yatarsın” tehditlerine dayanamadı, gizli tanıklığı kabul etti ve adı “Anadolu” oldu! İnsanlıktan çıkarıldı, sefil bir duruma düş tü. Ümit Sayın‘ın “posasını” 29 Ocak 2010 günü tahliye ettiler. Ne eski dostları kaldı, ne de ailesi. Ümit Sayın artık özgür.
BAŞSAVCIDAN GİZLİTANIK HİSARA RAKI İKRAMI
‘Başsavcının odasındaydık, yemekler geldi. Bana rakı içirdiler ben istemememe rağmen. Beni orada tesir altında bırakıyor. Orada iki duble rakı içtim, ısrar ettiler. Ya bitir diyorlar, bir şey olmaz. Yemekleri de yiyemedim, yemek doluydu. Başsavcının odasına oluyor bunlar’
26 Nisan 2012 günü 224. celsede Gizli Tanık
“Hisar” dinlendi.
Gizli Tanık Hisar, oturumdan önce bir dilekçe vererek sanıkların huzurunda ifade vermek istediğini, ancak açık kimliğinin basında yer almasını istemediğini beyan etti. Talebi kabul edildi, Hisar açık tanık olarak dinlendi. Ancak açık kimliğinin, ses, görüntü ve eşkalinin yayınlanmasına yasak konuldu.
Hisar’ın ilk sözü “Veli Küçük‘le düşmanlığım var” oldu. Mahkeme Başkanı Hasan Hüseyin Özese‘nin “Nereden kaynaklanıyor bu düşmanlık?” sorusuna Hisar, “Şey, cezaevinden doğru kaynaklanıyor” yanıtını verdi. Başkan için bu yanıt yeterli olmuş ki başka soru sormadı.
İtirafçılar cezaevi
Gizli Tanık Hisar 10 yıl cezaevinde yatmış. 10 yılın 8 yılını “itirafçılar cezaevi” olarak bilinen Kırklareli’nde geçirmiş. Çoğu sabıkalı ya da hükümlü olan gizli tanıkların hangi suçtan ceza aldıkları, “kimliği açıklanmış olur” gerekçesiyle sorulamıyor, bu tür sorulara mahkeme başkanı anında “bu soru kabul edilmedi” yanıtını veriyor.
Sabancı suikastini Ergenekon’a yıkma çabası
1992 yılının son ayında Kırklareli Cezaevinden Edirne Yarım Açık Cezaevine gönderilmiş. Oradan firar etmiş. 1994 yılının Eylül ayında İstanbul’da yakalandıktan sonra tekrar Kırklareli Cezaevine gönderilmiş. 2001 yılında tahliye olmuş. Hisar’ın anlatımları somut bir bilgi ve belgeye değil “itirafçılar cezaevi” olarak bilinen Kırklareli cezaevinde “duyduklarına” dayanıyor.
Bu cezaevinden gelip Ergenekon davasında “gizli tanık” olan tüm kişiler, adeta ezberletilmiş gibi benzer ifadeler verdiler. Bu ifadelerin ortak noktası, Sabancı suikastının bir DHKP-C eylemi,  Mustafa Duyar‘ın da tetikçi olmadığı şeklindeydi. Gizli tanıklara göre Sabancı suikastı Ergenekon eylemiydi ve Mustafa Duyar tam gerçekleri anlatacağı sırada Afyon Cezaevi’nde “Veli Küçük‘ün talimatıyla” Ergin kardeşler tarafından öldürülmüştü!
‘Başgardiyandan duydum’
Hisar, cezaevinde Mustafa Duyar‘la tanıştıktan sonra “duyduklarını” anlatmaya başlıyor. Duyar‘ın öldürüleceğini başgardiyandan duyduğunu, bunu öğrendikten sonra hemen Kırklareli Cumhuriyet Başsavcısıyla görüştüğünü söylüyor. “Başsavcı dedi, öyle şey olur mu dedi, öyle bir şey yok dedi, bizim kontrolümüz altında dedi zaten dedi.”
(...)
“Baktım olacak gibi değil, ben Mustafa Duyar‘a bunu söyledim, buradan gitmen gerekiyor dedim. Sonra Başsavcı Hüseyin Bey’le Mustafa Duyar da görüştü, üçümüz beraber görüştük. Mustafa Duyar‘ı Muğla cezaevine gönderecekti, sonra Muğla cezaevine göndermedi, Afyon Kapalı Cezaevine gönderdiler. Afyon’da öldürülecekmiş, sonra bir öğrendik baktım benim öldürüleceğim de ortaya çıktı.”

‘Yemek ikram ettiler’
Başsavcılık makamı, Hisar için yolgeçen hanı gibi. Çat kapı geliyor, yemek yiyor, rakı bile içiyor! “(...) Bir gün yine beni Hüseyin Bey çağırıyor, orada bir albay var, Kırklareli, ben öyle zannediyorum, Kırklareli Alay Komutanıydı herhalde albay, orada oturuyoruz. Orada beraber Türkiye tarihinde belki bilmiyorum ben duymadım rakı içen mahkûm.
Başsavcının odasında enderdir mahkûm olarak. Ben orada yemekler geldi, o yemeklerle beraber ben orada, bana rakı içirdiler ben istemememe rağmen. Yani o beni orada tesir altında bırakıyor. Ben bunun orada farkındayım bilincindeyim. Orada bana iki duble rakı içtim, ben içmedim, yani ısrar, ya bitir diyor bir şey olmaz. Zaten yemeği bile yiyemedim. Yemekleri de yiyemedim, yemek doluydu. Başsavcının odasına oluyor bunlar.”
Devam edelim.

‘5 katlı ev aldı’
Hisar, Mustafa Duyar‘ın ve kendisinin öldürüleceğinden Kırklareli Cumhuriyet Başsavcısının, cezaevi 1. ve 2. Müdürlerinin haberi olduğunu iddia ediyor. “1. Müdür zaten izine ayrılmıştı, bilinçli bir şekilde izne ayrılıyor, bizim olaylar olduktan sonra cezaevinde de kalmadı. Edirne Tarım Açık Cezaevine gitti Mustafa Bey, kendini oraya aldırdı. Bu Mustafa Bey her taşın altındaydı zaten. Ayhan Bey’le, eğer mademki 5 katlı evi nasıl almış oradan? Ondan sonra zaten görevi de bıraktı 5 katlı ev aldıktan sonra Çanakkale’den alıyor bunu, ama ben ev olarak mı, otel, ya otel ya üstü ev, ya otel ya ev yalnız beş katlı Korkmaz Yiğit tarafından alındı buna, bu parayı o kendisine de ödeyen Korkmaz Yiğit‘ti yani bunların hepsini biliyoruz....”
‘Veli Küçük’le düşmanlığım var’
Peki, Hisar’ın bu anlattıklarının Veli Küçük‘le ilgisi ne? Oraya geliyor:
“Biz bu olaylarda Veli Küçük‘ün olduğunu biliyoruz, çünkü Veli Küçük ağa olarak, reis olarak, başkan olarak tanınıyor. Çünkü 300 bin dolar para verildi bu insanlara, 300 bin doların verildiğini net biliyorum, çünkü aralarında kendilerine ne kadar para geleceğini, 300 bin dolar alındığını söylediler, o anda bu para ödenmişti.”
Mahkeme Başkanı: “Kim kime para verdi?” Gizli Tanık Hisar: “Karagümrük çetesine.”
Mahkeme Başkanı: “Kim verdi o parayı?”
Gizli Tanık Hisar: “Parayı Veli Küçük tarafından ödendi bu para, ama.”
Mahkeme Başkanı: “Nerede?”
Gizli Tanık Hisar: “Ama Veli Küçük direkt bunlara gidip verdi mi onu bilmem, aracı kurum, aracı kişilerle de vermiş olabilir...
Bu parayı Sabancı verdi, bu parayı da Sabancı ailesinden aldılar, nereden buldu, gözümüzle gördüğümüz bir şey yok, Veli Küçük‘le bu parayı 300 bin doları cebinden bu insanlara veremez. E demek ki bu parayı vuran, ya şimdi Özdemir Sabancı‘nın vurulmasını aynı kişiler yapıyor... Sabancı ailesinden alındı bu para.”
‘Tahmin ediyorum’
Mahkeme Başkanı “yeter bu saçmalık”demiyor, “Tamam o 300 bin doların Sabancı ailesinden alındığına dair herhangi bir duyumunuz var mı?” diye soruyor. Hisar cevap veriyor: “Duyumum yok, ama ben kendi tahminlerimi söylüyorum, görmedim, oradan alındığını duymadım ama tahmin ediyorum, bu parayı bu kişiler cebinden ödeyemez.
Sabancı ailesini de susturmuşlardır.”

KOYUN HIRSIZI GİZLİ TANIK
Batman’da 1996 yılında koyun çalarken yakalandı. Beş ay cezaevinde kaldıktan sonra tutuksuz yargılanmak üzere serbest bırakıldı. 1997 yılında askerden firar suçundan gene yakalandı. Mayıs 1997’de tahliye oldu.
2000 yılının Temmuz ayında Davut Dağ adlı şahsı gasp etmekten yakalandı. Mayıs 2001’de Osmaniye cezaevinden tahliye edildi. 2002 yılının ekim ayında gene gasp ve sahte kimlikten yakalandı. Bayrampaşa cezaevinde kaldı. Sonra Kartal Cezaevi, İzmit Cezaevi derken 2005 Mayıs ayında tahliye oluyor.
Son eylemi İstanbul Kartal Aydos’ta bir cinayet. Hâlâ hapiste. Ergenekon’un gizli tanığının adı buradan geliyor. “Aydos”. “Aydos”, 16 Ekim 2012 günü “kamu tanığı” olarak dinlendi.
Bilgi, belge, kanıt yok ama “Aydos”, Veli Küçük ile Hasan Atilla Uğur hakkında akıl dışı suçlamalarda bulunuyor. ‘Damla halindeki uyuşturucu’ Hayal gücü sınırsız. Daha doğrusu, cezaevlerinde kimlerle kaldıysa, duyduklarından kötü bir film gibi senaryolar üretiyor. İfadesi boyunca bir “damla halindeki uyuşturucu” anlattığı hemen her olayda kullanılıyor. İlk kez, Hasan Atilla Uğur‘un bir kişinin yemeğine damlattığını görmüş.
“Bu uyuşturucuyu jandarma kendi özel işlerinde kullanmaktaydı. Bu uyuşturucu küçük şişe içinde olmaktaydı. Üzerinde Roche yazısı yazmaktaydı. Daha sonra bu damlayı eczanelere sorduğumda bu ilacın yararlı olduğunu bulamayacağımı söylediler.”
Saddam’ın ajanı ve generali ilaçla uyutulmuş
“Aydos”,  Veli Küçük‘ten aldığı bu damla ile Cilvegözü sınır kapısından giren “Saddam Hüseyin”in şahsi ajanını” uyutuyor. Belgeleri “Veli Amca’ya” teslim ediyor, adamın üzerinden çıkan 63 bin dolar için Veli Küçük “Sende kalsın” diyor.
Daha sonra sınavda “Saddam’ın eski bir generali” var. O da aynı şekilde uyutuluyor. Bu kez yemeğe değil, neskafeye katılıyor. Evraklar Veli Küçük‘e, paralar Aydos’a.
Bitmedi. Bu kez sırada “Kanadalı bir şahıs” var. O da aynı biçimde uyutuluyor. Ama üzerinden çıkanlar Veli Küçük‘e verilmiyor. “Çünkü artık Veli Küçük‘ten bıkmıştım ve kopmak istiyordum” diyor,
“Aydos.”  Ama buna rağmen Veli Küçük, ayrılırken “Aydos”a “Bir adet kılıç, bir adet yivli setli tüfek ve bir adet Layd marka toplu tabanca vererek, al bunları sana hediyemdir” diyor.
Artık “Aydos” değil ama bu ifadeyi dinleyenler “kopuyor.” Hasan Atilla Uğur‘un avukatı Murat Bülent Hattatoğlu, 20 Nisan 2011 günlü Aydınlık’ta “Aydos” hakkında çıkan bir haberi hatırlatıyor. Duruşma sona ererken mahkeme heyeti, “gizli tanıkların kimliklerini açığa çıkartıcı yayınlar konusunda suç duyurusunda bulunulmasına” karar veriyor.

GİT GEL BİTMEYEN İFADE
Gizli tanıklar içinden bir tane, ama bir tane olsun şöyle sıradan, eli ekmek tutan, mesleği olan bir vatandaşımız yok. İtirafçılar, cinayetten ya da uyuşturucudan hüküm giymiş, bu mahkûmiyetten kurtulmak için her türlü yalanı, istenilen beyanı vermeye hazır tipler. Ortak özellikleri, başka kanıtlarla doğrulanmayan akıldışı suçlamalar yöneltmeleri. Bunlardan biri de “Kıskaç”. Ergenekon’un üçüncü iddianamesinin gizli tanıklarından. 30 Kasım 2008 günü İstanbul TEM’de verdiği  ifade dava klasöründe bulunuyor.

Görev adamları
“İstanbul Ülkü Ocakları Başkanlığını yapmış olan Levent Temiz’le, İşçi Partisi lideri Doğu Perinçek‘in oğlu Mehmet Perinçek‘i aynı eylemde buluşturan güç, aslında baştan beri bu grupları kontrol eden güçtür. Bu kişiler kirli tezgâhta köşe başlarına oturtulan görev adamlarıdır.”
Böyle diyor “Kıskaç” ifadesinde. Bu yalanın başı ya da devamı yok. Bu kadar. Birileri “şunu da söyle” demiş, “Kıskaç” da söylüyor! Eski CHP Sivas milletvekili ve bakan Ziya
Halis‘in “PKK’ya eleman topladığını”, 2 Temmuz 1993 Sivas kışkırtmasının, “ateist yazar Aziz Nesin‘in halkın inançlarını tahrik edici konuşmasından” çıktığını, katliamda kaybettiğimiz ozan Hasret Gültekin‘in “DHKP/C’li” olduğunu eklemeyi unutmuyor.
9. Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel‘e, eski bakanlar İsmet Sezgin ve Azimet Köylüoğlu‘na ağır suçlamalar yöneltiyor, atıp tutuyor.

Köylüler militan
“Kıskaç”, 19 sayfalık ifadesinde kendisini jandarmanın “istihbarat elemanı” olarak tanıtıyor. Sivas’ta muhbirliğinden dolayı köylülerden dayak yediğini anlatıyor. Şimdi köylülerin hepsini “DHKP-C militanı” ilan ediyor. Sabancı’nın vurulacağı bilgisine de ulaşmış “Kıskaç”, ancak ihbarına itibar eden olmamış!
Osman Gürbüz hakkındaki davasından vazgeçmesi için Veli Küçük kendisine “1 milyon dolar” teklif etmiş ama “kıskaç” kabul etmemiş! 2007 yılının Nisan ayında Çamlıca Kız Lisesi’nde bir “örgüt toplantısına” tanık oluyor “Kıskaç”. Toplantıda Bekir Öztürk, Oktay Yıldırım, Aziz Ergen, Birol Başaran, Ahmet Ceyhan, Kuddusi Okkır, Ergün Poyraz, Güler Kömürcü ve Neriman Aydın ve hatta “resmi elbiseli askeri öğrenciler” bile var!

İfadede düzeltme
“Kıskaç” duruşmada poliste verdiği ifadede bazı düzeltmeler yapma ihtiyacı duyuyor:
“Veli Küçük‘le 22 Nisan 2007 günü -Terörle Mücadele Şubesi’nde verdiğim ifadede Çamlıca Kız Lisesi olarak yazılmış ama doğrusu Validebağ Ögretmen Evi olacak görüştüm. Benden Osman Gürbüz hakkında açtığım davadan vazgeçmemi istedi.”
Avukat Zeynep Küçük soruyor:
“Emin misiniz o tarihte konuştuğunuzdan?”
“Elbette eminim. Hatta o gün Boğaz Köprüsü’nden geçerken ceza yedim. Saat tam 11.32’de.”
Küçük devam ediyor:
“Kanıtlayabilir misiniz?”
“Elbette, o tarihte ve saatte kesilen ceza makbuzu var, mahkemeye sundum.” Zeynep
Küçük artık dayanamıyor. “Gizli tanık Kıskaç yalan söylüyor” diyor. “Kıskaç”ın Veli Küçük‘le görüştüğünü iddia ettiği gün 22 Nisan 2007. Oysa Veli Küçük 20-23 Nisan tarihleri arasında bir yakınının düğününe katılmak için gittiği Gaziantep ve Şanlıurfa’da!
“Yanında eşi vardı, kızı yani ben vardım ve torunu vardı” diyor Avukat Küçük. Veli Kü- çük‘ün o tarihler arasında Urfa ve Antep’te olduğunu gösteren HTS baz istasyonu kayıtlarını mahkemeye sunuyor. “İsterseniz bu kişilerin 20 Nisan 2007 günü İstanbul Sabiha Gökçen’den Antep’e uçtuklarını gösteren kayıtları da getireyim” diye ekliyor.

İfade vermek 1 ay sürer mi?
“Kıskaç”, 30 Kasım 2008 tarihinde İstanbul Terörle Mücadele Şubesi’nde 19 sayfalık ifadesini nasıl verdiğini, 6 Mart 2012 günü Ergenekon duruşmasında şöyle anlatıyor:
“İfademi vermem bir ay sürdü. Bir ay şubeye gittim geldim. Polis konuya vakıf değildi. İfademi parça parça aldılar. Hatta ifade vermeyeyim dedim ama verdim bir kere.”
“Böyle ifade mi alınır” diye ne mahkeme heyeti ne de savcı soruyor. Silivri’de artık her şey olağan!
Öyle olağan ki, “Kıskaç” TEM’de verdiği ifadede polislerin demediği şeyleri eklediğini, bu durumu Bakırköy’de bir kafede karşılaştığı savcı Zekeriya Öz‘e anlattığını, Öz‘ün de “Mahkemede düzeltirsin” dediğini söylüyor.
“Kıskaç” 1995 sonundan 1999’a kadar cezaevinde kalmış. Hangi suçtan açıklamıyor. Ancak cezaevindeyken “Öcalan ‘a suikastı” kendisine teklif ettiklerini ama kabul etmediğini söylüyor.
Gene cezaevindeyken Sabancı  suikastı sanığı Fehriye Erdal‘ın adresine ulaştığını, bunu MİT’e verdiğini, ancak MİT’in bu adresi 15 bin dolar karşılığında Kanal D’ye “sattığını” söylüyor!

Operasyon bile yönetmiş
“Kıskaç” askerliğini er olarak, bir tabur komutanı binbaşının postası olarak yapmış. Ancak 3. Ordu Komutanı ile teklifsiz görüşüyor, 4. Zırhlı Tugay Komutanı ile haritaların başında harekat planlıyor, operasyon yönetiyor, JİTEM elemanı olarak Erzurum, Erzincan, Elazığ ve Diyarbakır’ın tozunu attırıyor. Bunları ciddi ciddi anlatıyor, mahkeme heyeti de ciddi ciddi dinliyor. Zaten kod adım da “Yalnız Tilki” diyor!
“Kıskaç”la hangi hakikate yaklaştığımız belli değil. Silivri’de yargı, yargı olmaktan böyle çıkıyor.
Kozinoğlu,  “Kıskaç”ı yalanlıyor Kaşif Kozinoğlu, yargılandığı mahkemeye çıkabilseydi, yapacağı savunmasını yazılı olarak hazırlamıştı. Kozinoğlu, kendisiyle MİT binasında görüştüğünü iddia eden “Kıskaç” hakkında şunları söylüyor:
“Gizli tanık olarak belirtilen Kıskaç kod adlı şahıs Eylül 2009 tarihli Tempo dergisi ve basında Ergenekon sanıklarından birinin ifadesinde adının açıklanması sebebiyle deşifre olmuştur.
Deşifre olan bu ismi tanımadığım ve görüşmediğim gibi, ifadesinde belirttiği şekilde Müsteşarlık’ta yani makamımda misafir kabul etmem yasaktır.  Gelen misafirler, Müsteşar’ın misafirleri hariç, giriş kapısının yanındaki görüşme odalarında ve isimler kayıt altına alınır. Ben bu görüşme odalarında MİT’te göreve başladığım yıldan bu yana hiç görüşme yapmadım. Gizli tanığın ifade tarihi olan 2008 yılı ve öncesine ait misafir kayıtlarının MİT Müsteşarlığı’ndan istenmesi halinde bu kişinin, hakkımda yalan beyanda bulunduğu ortaya çıkacaktır. Soruşturma makamı bu hususu araştırmamıştır.”

İMDAT
Ergenekon davasının 15 Ekim 2012 günü görülen 245. duruşmasında, artık sayısını sanıkların da unuttuğu gizli tanıklardan biri “İmdat” dinlendi. “İmdat” 5 Mart 2009 günü İstanbul TEM’de, bir gün sonra savcı Fikret Seçen‘e ifade veriyor.
İki ifade de dava tutanaklarında bulunuyor. Davanın tutuklu sanıklarından Veli Küçük, iki ifade arasındaki çok ilginç benzerliklere ne zaman dikkat çekti biliyor musunuz? Tam üç yıl önce! 29 Aralık 2009 günlü duruşmada. “Aynı kişinin iki ifadesi, elbette benzerlik olacak” demeyin. Kazın ayağı öyle değil. Üç yıl sonra bu kez Avukat Zeynep Küçük aynı konuya değindi. Bakın neler oldu?
“İmdat”ın polis ifadesinin ikinci sayfasında “götürücü tim” diye, daha önce hiç duyulmayan bir deyim, savcılık ifadesinin birinci sayfasında aynen tekrarlanıyor. Polis ifadesinin üçüncü sayfasında “Sen 28 Şubat sürecinde” diye başlayan cümle, savcılık ifadesinin ikinci sayfasına aynen alınmış.
Polis ifadesinde bir sanayi sitesinin adı önce “Beysan”, sonra “Baysan”, daha sonra tekrar “Beysan” yapılmış. Hatta aynı sırayla savcılık ifadesinde de var. “Türki cumhuriyetler” yerine “Türkiye Cumhuriyetleri” yazılmış polis ifadesinde, savcılıkta da aynısı.
“Kapora” sözcüğü ikisinde de “kaparo” diye yazılmış ve daha neler, neler. Sözcük, imlâ, yazılım hataları ikisinde de aynı. Polis memuru yanlış yazmış, savcılık kâtibi de mi? Hayır.
“Kes yapıştır” ifade
Savcı, gizli tanığın ifadesini almamış! Polis ifadesini “kes yapıştır” yöntemiyle kopyalamış. Veli Küçük üç yıl önce savcı Seçen‘in görevini kötüye kullandığını, almadığı ifadeyi “almış gibi” gösterdiğini belirterek mahkemenin savcı hakkında yasal işlem yapmasını talep etmişti. Tabii ki hiçbir şey yapılamadı.
Polis ifadesinin bilgisayarda kopyalanıp “savcılık ifadesi” yapılması, yasal bir uygulama olmadığı gibi aynı zamanda suç. Avukat Küçük de savcı hakkında suç duyurusunda bulundu. Yani üç yıl önceki talebin tekrarı. Bakalım ne çıkacak?
Avukat Küçük, iki ifade arasındaki bu garip benzerliği nasıl açıkladığını gizli tanık İmdat’a da sordu. Ancak yanıt Mahkeme Başkanı Hasan Hüseyin Özese‘den geldi: “Bu soru kabul edilmedi!”
Gizli tanık ifadelerinde benzer bir yöntem uygulanıyor. Gizli tanık, polis veya savcılık ifadelerinde hiç değinmediği bir konuya, duruşmada “şimdi hatırladım” diyerek giriyor. Bir başka deyişle, gizli tanık ifadesi siyasal gelişmelere bağlı olarak “güncelleniyor.”
“İmdat” da ifadelerinde olmayan bir iddiayı ortaya attı. Danıştay katili Alparslan Aslan‘ın 1990-92’lerde  Ali Kalkancı‘nın yanına gelip gittiğini ifade etti. Arslan, o tarihlerde avukat mıydı? “İmdat”a göre hayır, hukuk fakültesi öğrencisiydi.
Zeynep Küçük, Arslan‘ın 1977 doğumlu olduğunu, 90-92’lerde 13-15 yaşlarında fakülte öğrencisi olamayacağını belirttikten sonra, “Arslan“ın, Kalkancı‘nın yanına geldiğinden emin misiniz?” diye sordu. İnanılmaz, ama Mahkeme Başkanı  Özese bu soruyu da kabul etmedi, “yönlendirici” buldu!

Aydınlık yazdı, Meclis Kalkancı’yı dinlemekten vazgeçti
Hani şu 28 Şubat sürecinin sahte şeyhi Ali Kalkancı, İstanbul Narkotik Şube ekiplerinin Şubat
2009’da yaptığı operasyonda yakalandı. Oğlunun adına ortağı olduğu bir kimya şirketinde çok miktarda uyuşturucu (coptagon) ele geçirildi. Sahte şeyhin imdadına cemaat polisleri yetişti. Terörle Mücadele’de Ergenekon aleyhine ifade vermesi karşılığında “etkin pişmanlık” yasasından yararlandırılma sözü verildi. Kalkancı da “28 Şubat’ta benimle uğraşanların Ergenekoncular olduğunu anladım. 28 Şubat süreci Ergenekon terör örgütünün bir parçasıdır” diye ifade verdi.
Kalkancı‘nın “samimi beyanları” Meclis Darbeleri Araştırma Komisyonu’nun ilgisini çekti. Komisyonun Kalkancı‘yı dinleme kararı aldığını geçen hafta yazdık. (Aydınlık, “Meclis’in saygın tanığı”, 21 Ekim 2012)
Sonra ne mi oldu?
Aydınlık’ın haberinden sonra Komisyon Kalkancı‘yı dinlemekten vazgeçti! Komisyon’a bağlı 28 Şubat Alt Komisyonu Başkanı Yaşar Karayel, Ali Kalkancı, Müslüm Gündüz, Fadime Şahin gibi isimleri dinlemekten vazgeçtiklerini açıkladı. Karayel, “Meclis’in onurunu da korumak lazım” diye konuştu!

İTİRAFÇININ KAYNAĞI İNTERNET
Ocak 2012 günü dinlenen gizli tanığın kod adı “Dilovası.”
Gelin şu tanığı daha yakından tanıyalım.
Bütün diğer gizli tanıklar gibi Dilovası’nın da gerçek kimliği biliniyor. Öyle ki medyada soyadı yanlış yazılınca, Ergenekon davası sanıklarından Veli Küçük duruşmada doğrusunu söyleyerek tutanaklara geçirtmişti!
Gizli tanığa Dilovası adı verilmesinin bir öyküsü var. Yeni adı Dilovası Nakliyeciler Birliği olan Dilovası Motorlu Taşıyıcılar Kooperatifi, 1978 yılında solcu gençler tarafından kuruldu. Ve kuruluşundan itibaren mafyanın gözünü diktiği, sert çıkar çatışmalarının yaşandığı bir alan oldu.
12 Eylül darbesinden sonra kapatılan kooperatif, 1987 yılında tekrar faaliyete geçti. Bu alanda egemenlik kavgası veren mafya gruplarına, hapisten yeni çıkmış, işsiz eski militanlar da dahil oldu. Özellikle sigara, akaryakıt ve yedek parça kaçakçılığının yaşandığı Dilovası limanı, Dev-Sol’dan İBDAC’ye, ülkücü mafyadan Karadeniz mafyasına kadar birçok grubun çatışma alanına dönüştü.

Yakalanınca itirafçı oldu
Arkadaşları arasında lakabı “tatlı” veya “kepçe” olan gizli tanık Dilovası, 90’lı yılların başında bir Dev-Sol militanı olarak bu sürece dahil oldu. Kooperatifte onu tanıyan kimse yok. Dev-Sol’un getir götür işlerini yapan, ayak takımından.
1994’te bir operasyonda yakalanıyor, birkaç ay
sonra serbest bırakılıyor. 1996’da Gebze’de DevSol’a yönelik bir operasyonda tekrar yakalanıyor. İtirafçı oluyor. Kendisine selam verenler dahil ilgiliilgisiz herkesin adını veriyor. Polis onu cezaevinde de kullanıyor. Gerektiğinde dışarı çıkarılıyor; operasyonlara, yer göstermelere katılıyor, birkaç yıl sonra da serbest kalıyor.
‘Ergenekon’ çıkınca...
Yıllar sonra bu itirafçıya bir kez daha ihtiyaç duyulur. Bu sefer görevi diğerlerinden farklıdır: Ergenekon tertibinde “gizli tanık” olmak!
“Dilovası”nın 17 Mayıs 2008 günü savcı Zekeriya Öz‘e verdiği ifadenin neredeyse her paragrafı, “Dev-Sol terör örgütününVeli Küçük‘le bağlantısı
olan Dilovası Motorlu Taşıyıcılar Kooperatifi”
diye başlıyor. Peki “Dilovası” gerçekten Veli Küçük‘ü
tanıyor mu?
Aydınlık Dergisi, 11 Ocak 2009 tarihli sayısında bir haber yaptı. Dilovası’nın eski örgüt arkadaşlarını buldu, onlarla konuştu. İşte eski arkadaşlarının söyledikleri: “Tamamen uydurma. Örgüt hakkında doğru bildiği bazı şeylerle, polisin dikte ettirdiğini harmanlamış. (...) Bir amaç doğrultusunda dizayn etmiş veya ettirilmiş. Yoksa Veli Küçük‘ü, onu bunu görmesi, tanıması zaten mümkün değil. İfadelerini okudum. Veli Küçük örgütle ilişkiliymiş. Düşman gruplar 24 saat tetikte birbirini beklerken, Veli Küçük gelecek, hem de herkesin gözü önünde kooperatifte örgütle ilişki kuracak! Yalanın sınırı yok.”

‘Yazılanları okumamıştır bile’
Eski örgüt arkadaşı devam ediyor: “Zavallının üzerine çok yük bindirmişler. Hazır ifadesini almaya baş lamışken, Doğu Perinçek‘i, Gazi olaylarını da aradan çıkartalım demişler, başlamışlar yazmaya: ‘Doğu Perinçek, Mahir Çayan ve İbrahim Kaypakkaya‘larla birlikte başından beri silahlı mücadeleyi savunuyordu. Ülkemizde yıllardır süren kanlı terör olaylarının başını çekiyordu.’ İfadesi böyle. Savcıların, polislerin onun adına yazdıklarını kendisine okuttukları bile şüphelidir. Büyük ihtimalle, kendi ifadesini hepimiz gibi o da internetten okudu.

ADI KURŞUN AMA KURUSIKI
“Verdiğim isimler ve anlattığım olaylar tamamen gerçektir. Bu konuda herkesle gerekli aşamada, gerekli şartlar sağlanırsa Emniyet ve Cumhuriyet Savcılığı’nda güvenlik için gerekli memurların refakatinde yüzleşmeye hazırım.” 16 Kasım 2009 günü Savcı Zekeriya Öz‘e ifade veren tanık “Herkesle yüzleşmeye hazırım” diyor, ama “gizli tanık”, “Kurşun” adını vermişler.
“Kurşun” uzun süre jandarma istihbaratı için çalıştığını iddia ediyor. Haber elemanı veya muhbir, belli değil. Anlattıkları hep Kırıkkale ile ilgili. Bu ilden CHP’li ve İşçi Partili çok sayıda kişinin adını veriyor.
En akıl dışı suçlamayı o dönemde İP Genel Sekreteri olan Mehmet Bedri Gültekin için söylüyor. 2004 yılı Eylül ayında İP’ye üye olduğunu söyleyen “Kurşun”, bir ay sonra İP Genel Merkezi’ne giderek Gültekin ile tanışıyor. Gizli tanık “Kurşun”, bu karşılaşmada  Mehmet Bedri Gültekin‘in, “ülke çapında İşçi Partisi il ve ilçe teşkilatlarının Genelkurmay Başkanı Sayın Hilmi Özkök Paşa’ya kendi el yazıları ile posta yolu ve faks yolu ile Genelkurmay’ın ülke yönetimine el koyarak milli bir hükümet kurmaları, ülkenin bu aşırı dincilerden kurtarılması, Genelkurmay Başkanı’nın Anayasa gereği Cumhuriyet ve Atatürk ilke ve inkılaplarına sahip çıkması gerektiği yönünde başvuru yapacaklarını söyledi. Bu yönde bütün örgütlere talimat verdiğini söyledi” diyor.
İP Genel Sekreteri  Gültekin daha yeni tanıştığı “Kurşun”a bunları söylemekle kalmıyor, Genelkurmay’ın faks numaralarını vererek, partisinin Kırıkkale örgütünün, aynı şekilde faks çekmeleri “talimatını” Kurşun’la iletiyor! Bir parti, 2004 yılında bütün örgütleriyle “Genelkurmay’ın ülke yönetimine el koymasını, “mevcut yönetime karşı askeri darbe yapılması için “Genelkurmay’ı faks yağmuruna tutuyor ama kimseninruhu bile duymuyor!

‘Savcılar dinlemedi, Üzüldüm’
Ta ki “Kurşun” bunları Ergenekon savcısı Zekeriya Öz‘e açıklayana kadar. Zaten “gizli tanık”ı öfkelendiren de bu aymazlık olmuş: “Aradan beş yıl geçmesine rağmen bu arkadaşlar mahkemeye verilmediler. Şu anda  Mehmet Bedri Gültekin‘in yargılandığını, basın karşısında hükümet aleyhinde açıklamalar yapmaya devam ettiğini görmek bir Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı olarak beni üzmektedir.”
Ciddi ve hukuka uygun bir yargılamada “Kurşun”un ifadelerine itibar etmek mümkün müdür? Fakat Ergenekon davalarında busoru abestir! Gizli tanıkların hepsi birer kurşundur.

NE İLK ADIMMIŞ BE
13. Ağır Ceza Mahkemesi Başkanı Hasan Hüseyin Özese, 31 Temmuz 2012 günü Ergenekon’un 212. duruşmasında gene formunun zirvesindeydi! Gizli tanık “İlk adım”ın dinlendiği duruşmada ne sanıklar, ne de avukatlar sorularını tamamlayabildi. Hepsinin sözü, Başkan Özese tarafından yarıda kesildi.

“İlk adım”, Şırnak Kumçatı bölgesinde 1993 - 1997 yılları arasında koruculuk yapmış. Gizli tanıkların birçoğu gibi “İlk adım”ın da gerçek kimliği biliniyor. Zaten konuşurken kendi adını söylüyor ve söylediği isme “tam kefilim” diyor! Levent Ersöz, Mehmet Zekeriya Öztürk, Mustafa Dönmez, Serdar Öztürk hakkında akıl almaz iddialarda bulunuyor. Levent Ersöz‘ün, Diyarbakır Emniyet Müdürü Gaffar Okkan suikastıyla bağlantılı olduğunu söylüyor. Gene Ersöz‘ün, Cemil Bayık’la Hezil çayında buluştuklarını, “zarf alışverişi” yaptıklarını ifade ediyor. Kanıt? Kanıt falan yok, “gördüm” diyor.
Mahkeme Başkanı Özese, Levent Ersöz‘ün Hezil çayında Cemil Bayık‘la “buluşmasını”  bir başka “kamu tanığına” Şemdin Sakık‘a sorunca Sakık‘ın cevabı şöyle oldu: “O araziyi çok iyi bilirim. Dümdüz bir arazidir. Hiçbir PKK’lı oradan geçmez. Gece bile. Cemil Bayık ise hayatında oraya adım atmamıştır.”
“İlk adım” 27 Şubat 2009’da “kendi isteğiyle” Ergenekon savcılarına ifade vermiş. “2001’de Ergenekon’u duydum. Bir üsteğmen söyledi. Bir gözü kör, sakat bir üsteğmen.” “Bir gün gelecek anamızı belleyecekler. Bizleri toplayıp cezaevine atacaklar dedi üsteğmen. O zaman Ergenekon’u anladım.”
Sonra “bir gözü kör üsteğmenin” adını da söylüyor “İlk adım”: Serdar Öztürk. Böylece Öztürk’ün gazi olup emekli olduktan sonra da askerliğe devam ettiğini öğreniyoruz! Gizli tanığın sorulara cevap veremediği anlarda Başkan  Özese devreye giriyor. “Sorular çok uzuyor, amacını aşıyor” diye uyarıyor.
“İlk adım”ın hedef aldığı sanıklardan biri de Mustafa Dönmez. Dönmez‘i Irak’ın kuzeyinden gelip Habur sınır kapısından giriş yapan silah ve mühimmat dolu bir araçta görmekle suçluyor.
Mahkemede kendisine gösterilen, yıllar sonra çekilmiş ve sivil kıyafetli fotoğraftan Dönmez‘i  hemen tanıyor. İyi ama, Genelkurmay İkmal Amiri Yarbay Mustafa Dönmez görevi gereği hayatı boyunca “İlk adım”ın iddia ettiği yerlere hiç gitmedi ki!
Yarbay Dönmez‘in sorularına Savcı Mehmet Ali Pekgüzel itiraz ediyor. Sorularla gizli tanığın “yönlendirlidiğini”, kafasının karıştığını” söylüyor. Tanığın savcılıkta verdiği ifadeyi hatırlatıyor. Sanki “bunun dışında konuşma” der gibi. Gizli tanık da “artık sorulara cevap vermeyeceğim” diyor.


Hiç yorum yok: