18 Şub 2013

Niçin “Yurtta sulh, Cihan’da sulh”?


Anglo-Sakson efendinin en bilinen meziyetlerinden biri de kendinden bihaber, sonradan görme ve üzerinde duracağı bir kültürden yoksun halklara “megali idea” yüklemesi yapıp sonra piposunu tüttürüp bahisleri toplamaktır. Son on yıldır Türkiye’ye, özellikle dincilere, verilen gazın analizini yapmayanlar kendilerini yeni bin yılın kahraman fatihleri olarak göre bilirler. Ancak tarihte buna benzer gazlamaların harekete geçirdiği ulusların ne tür hayal kırıklıklarıyla yıkıldıklarını bilmiyorlar. Danışman adı altındaki nepotik ve ufuksuz şakşakçılar, ne oldum delisi bir iştahla saldırdıkları makam koltuklarıyla o kadar meşguller ki, iki satır tarih okumaya fırsatları olmuyor elbette.

“Adriyatik’ten Çin Seddi’ne” söylemlerini, kapitalizmin vahşi yüzüyle karşılaştığımız, Anadolu’nun DNA’sıyla oynanmaya başladığı yıllarda duyardık. Şimdilerde ise, “Neo Osmanlıcılık”, “Türk Cihan hâkimiyeti mefkûresi”, “yeniden İslam hilafet merkezli büyük Türkiye” gibi, duyan her Türk evladını heyecanlandıran cümleler sarfediliyor…

Biraz Tarihe bakalım…

Hicaz emiri Şerif Hüseyin’e, “sen burada küçük bir kabile reisi olarak kalacak biri değilsin, tüm Arap İslam âleminin lordu, kralı, halifesi olmalısın” diye gaz verenler, Osmanlı askerlerini hunharca ve kalleşçe katlettirdikten sonra Arabistan’ı bile ona layık görmeyerek Suud ailesine verdiler.

Yeni bağımsızlık kazanmış Yunanlılara merovenj kanından bir kral atayan efendi, daha sonra zafer açlığı çeken yavru krallığa, “sizler yeniden büyük Bizans imparatorluğunu kuracak ve şanlı günlerinize geri döneceksiniz”  idealiyle Anadolu’nun bozkırında mutlak bir hezimete gönderdiler. Her ne kadar Yannis Metaksas gibi akıllı Yunanlılar, “ya hu karşınızdakiler kurmaydır, sakın ha bozkıra ilerlemeyin” deseler de, gaz o kadar celbedici idi ki, kimse uyarıları dikkate almamıştı. Sonuç; denize dökülen Yunan askerleri…

Dünyada savaşçılık söz konusu olduğunda belki en son akla gelecek olan, genelde bilimle, ticaretle ve zanaatla uğraşan, dokuz köyün kovulmuşları Yahudileri, “siz Davut’un çocukları, gidin ve dünyanın kalbinin fatihi olun, Tanrı yanınızda” diyerek Orta dünya’ya gönderdiler. Araplara da aynı merkezden “bunlar lanetlenmiş bir millet, son adama kadar hepsini katledin, merak etmeyin ölürseniz şehitsiniz” şeklinde propaganda yapıldığından haberleri yoktu elbette. Yahudiler, “yahu yüz milyonlarca insana yetecek bir toprağı üç beş milyon insana neden versin ki Allah? Hadi verdi diyelim burada yaşayan diğer milletleri ne yapacağız? hepsini öldürmemizi yaradan neden istesin ki?” diye sormadılar. Hiçbir Müslüman da,“yahu Allah kendi yarattığı bir kavmi neden lanetlesin veya kendi yarattıklarını yok etmeye gücü yetmiyor mu ki bu işi bize havale etsin” diye sormadılar, sorgulayamadılar… Her iki taraf ta sarıldılar efendinin depolarında çürümeye bırakılan silahlara. Fetih için gelenlerle onları bire kadar kırmaya yeminliler hâlâ savaşıyorlar.

Yahudilerin kendileri bile artık bu Nil’den Fırat’a beklentisinin ütopik olduğunu kabul ediyorlar. Bir anda hiçbir tarihsel dayanağı olmayan bitimsiz bir düşmanlıkla karşı karşıya kalan Yahudiler, cehennem hayatı yaşamaya mecbur edildiler.

Bu örnekleri arttıra biliriz. Tarih tekerrür ediyorsa ki eder, şimdilerde pompalanan büyük Türk birliği söylemini nereye oturtmalıyız?

Hele ki, bu hayal orta dünya’yı da içine alarak genişliyorsa. Gazın haddi hesabı yok.

Sizce, Mustafa Kemal gibi savaşçı bir lider neden sulh ister? Cesaretini ve askerliğini ona küfredenler bile teslim ediyorken neden “Yurtta sulh, Cihan’da Sulh” desin ki Atatürk? Daha geniş ve daha büyük bir ülke istemiyor muydu acaba? Mustafa Kemal’e, o günkü Irak ve Suriyeliler birleşme teklif etmişler fakat o kabul etmemiş, neden? İnanın bu gün yarı Tanrı gibi kutsanan insanlardan çok daha cesur, çok daha inançlı ve kabiliyetli olan, kendi zaferlerinin kahramanı bir mareşal sulh istiyorsa, bir sebebi vardı elbet.
 
“Asla kazanamayacağı bir savaşa ancak budalaların gireceğini” bilen Mustafa Kemal, savaş yorgunu insanının yaşayabileceği toprağı tutmuş ve olanca hızıyla bu halkı sefaletten ve cehaletten kurtarmanın hummalı mücadelesine girişmişti. Hiçbir felsefesi olmayan, dolayısıyla günümüz insanlığına bilimsel hiçbir katkıda bulunamayan, bunun sonucu hiçbir teknolojiye patent verememiş ve elhasıl parası da olmayan bir ülkenin gireceği her savaşı kaybedeceğini biliyordu.

Bu gün, zavallı Suriye’ye saldırmamızı isteyenler, belli ki, yarın İran macerasına girişmemizi isteyecekler ve belki daha nerelere…
Sultan Abdülhamit kendini devirenlere, “ne yaparsanız yapın, bu devleti bu haliyle savaşa sokmayın” demişti. O’nu evliya görenlere sesleniyorum! “ne yaparsanız yapın, bu devleti bu haliyle savaşa sokmayın” . İttihatçılar tarihin hiçbir döneminde ortak bir ülkü etrafında birleşmemiş Doğu ve Batı Türklerini, Turan ülküsüne inandırmaya çalışmak gibi tarihsel hiçbir geleneğe dayanmayan bir sevda uğruna imparatorluğu dağıttılar. Samimi idiler kuşkusuz ama beceriksiz ve ferasetsiz oldukları kesin. Bizim dağıtacak bir imparatorluğumuz yok, sadece evimiz var.

Dikkat edin! Bize ait, ne felsefemiz, ne bilimimiz, ne teknolojimiz ne de paramız var. Bu asla olamaz anlamına gelmemeli ancak ela’n yok. Otel odasına teşekküre gittiğimiz Suud’luların uçaklarla taşıdıkları zekâtları olmasa memura maaş veremeyecek bir ülkeyi, hiçbir hazırlığı olmadan bitimsiz bir savaşa sokmak Anadolu Ergenekon’unda soluklanmak isteyen Türk’ü yok etmek olur.

Atatürk’ün başlattığı devrimi küçümseyenlere soruyorum, neyiniz var?

Size ait neyiniz var?

Bu ülkenin ilme ihtiyacı var, bilime açlığı var, sanat hak getire... Puan avcılığıyla profesör olmuş adamlara, yüksek lise seviyesinde üniversite açmakla bilim yaptığınızı mı sanıyorsunuz? Kapitalistleşmiş hacılarınızdan da Çanakkale şehidi çıkmaz artık. Bu gün iktidarı yalayarak sırılsıklam eden  “aydınlar”, ilk düşen bombada soluğu efendinin kucağında alırlar. Unutmayın ki, gene en dar zamanda sancağın altında toplananlar o beğenmediğiniz Atatürk nesli olur.

Ülkenin kaderini elinde tutanlar! Biraz tarih okuyun lütfen ve etrafınızı çevreleyen şakşakçılardan kurtulun. Tarihe geçmek istiyorsanız dindar nesil değil, ilim irfan sahibi bir nesli hedefleyin. Anlamadan okuyacakları Kuran dersi yerine” felsefe nasıl yapılır”ın dersini koyun. Unutmayın ki, özendiğiniz Fatih, beğenmediğiniz M. Kemal, Türk tarihinde en önemli eğitim, bilim ve sanayi reformlarını yapmış minnet duyulası liderlerdi. Mustafa Kemal ve silah arkadaşlarını yetiştiren idadilerin, kurmay okullarının kurulması, Kuran alfabesinin öğretilmesinden daha fazla dine hizmet etti şüphesiz. Çünkü kutsadığınız Abdülhamit biliyordu ki, savaşları dualar değil kurmaylar kazanıyor. Ve Tanrı hiçbir ulus için bir başkasına karşı savaşmıyor.

Var olabilmenin anahtarı muasır medeniyet seviyesinin üstüne çıkmaktır. Biliniz ki, açtığınız AVM’ler, yaptığınız yollar, plastik ve metal hurdayı alıp arabaya, uçağa, tanka, bilgisayara çeviren akla sahip toplumlara kafa tutmaya yetmez.

Bir hayırhah olarak kabul edin beni. Ve aman ha! Gazına gelmeyin efendinin…

Hiç yorum yok: