Anglo-Sakson efendinin en bilinen meziyetlerinden biri de
kendinden bihaber, sonradan görme ve üzerinde duracağı bir kültürden yoksun
halklara “megali idea” yüklemesi yapıp sonra piposunu tüttürüp bahisleri
toplamaktır. Son on yıldır Türkiye’ye, özellikle dincilere, verilen gazın
analizini yapmayanlar kendilerini yeni bin yılın kahraman fatihleri olarak göre
bilirler. Ancak tarihte buna benzer gazlamaların harekete geçirdiği ulusların
ne tür hayal kırıklıklarıyla yıkıldıklarını bilmiyorlar. Danışman adı altındaki
nepotik ve ufuksuz şakşakçılar, ne oldum delisi bir iştahla saldırdıkları makam
koltuklarıyla o kadar meşguller ki, iki satır tarih okumaya fırsatları olmuyor
elbette.
“Adriyatik’ten Çin Seddi’ne” söylemlerini, kapitalizmin
vahşi yüzüyle karşılaştığımız, Anadolu’nun DNA’sıyla oynanmaya başladığı
yıllarda duyardık. Şimdilerde ise, “Neo Osmanlıcılık”, “Türk Cihan hâkimiyeti
mefkûresi”, “yeniden İslam hilafet merkezli büyük Türkiye” gibi, duyan her Türk
evladını heyecanlandıran cümleler sarfediliyor…
Biraz Tarihe bakalım…
Hicaz emiri Şerif Hüseyin’e, “sen burada küçük bir kabile
reisi olarak kalacak biri değilsin, tüm Arap İslam âleminin lordu, kralı, halifesi
olmalısın” diye gaz verenler, Osmanlı askerlerini hunharca ve kalleşçe
katlettirdikten sonra Arabistan’ı bile ona layık görmeyerek Suud ailesine
verdiler.
Yeni bağımsızlık kazanmış Yunanlılara merovenj kanından bir
kral atayan efendi, daha sonra zafer açlığı çeken yavru krallığa, “sizler
yeniden büyük Bizans imparatorluğunu kuracak ve şanlı günlerinize geri
döneceksiniz” idealiyle Anadolu’nun
bozkırında mutlak bir hezimete gönderdiler. Her ne kadar Yannis Metaksas gibi
akıllı Yunanlılar, “ya hu karşınızdakiler kurmaydır, sakın ha bozkıra
ilerlemeyin” deseler de, gaz o kadar celbedici idi ki, kimse uyarıları dikkate
almamıştı. Sonuç; denize dökülen Yunan askerleri…
Dünyada savaşçılık söz konusu olduğunda belki en son akla
gelecek olan, genelde bilimle, ticaretle ve zanaatla uğraşan, dokuz köyün
kovulmuşları Yahudileri, “siz Davut’un çocukları, gidin ve dünyanın kalbinin
fatihi olun, Tanrı yanınızda” diyerek Orta dünya’ya gönderdiler. Araplara da
aynı merkezden “bunlar lanetlenmiş bir millet, son adama kadar hepsini
katledin, merak etmeyin ölürseniz şehitsiniz” şeklinde propaganda yapıldığından
haberleri yoktu elbette. Yahudiler, “yahu yüz milyonlarca insana yetecek bir
toprağı üç beş milyon insana neden versin ki Allah? Hadi verdi diyelim burada
yaşayan diğer milletleri ne yapacağız? hepsini öldürmemizi yaradan neden
istesin ki?” diye sormadılar. Hiçbir Müslüman da,“yahu Allah kendi yarattığı
bir kavmi neden lanetlesin veya kendi yarattıklarını yok etmeye gücü yetmiyor
mu ki bu işi bize havale etsin” diye sormadılar, sorgulayamadılar… Her iki
taraf ta sarıldılar efendinin depolarında çürümeye bırakılan silahlara. Fetih
için gelenlerle onları bire kadar kırmaya yeminliler hâlâ savaşıyorlar.
Yahudilerin kendileri bile artık bu Nil’den Fırat’a
beklentisinin ütopik olduğunu kabul ediyorlar. Bir anda hiçbir tarihsel
dayanağı olmayan bitimsiz bir düşmanlıkla karşı karşıya kalan Yahudiler,
cehennem hayatı yaşamaya mecbur edildiler.
Bu örnekleri arttıra biliriz. Tarih tekerrür ediyorsa ki
eder, şimdilerde pompalanan büyük Türk birliği söylemini nereye oturtmalıyız?
Hele ki, bu hayal orta dünya’yı da içine alarak genişliyorsa.
Gazın haddi hesabı yok.
Sizce, Mustafa Kemal gibi savaşçı bir lider neden sulh
ister? Cesaretini ve askerliğini ona küfredenler bile teslim ediyorken neden
“Yurtta sulh, Cihan’da Sulh” desin ki Atatürk? Daha geniş ve daha büyük bir
ülke istemiyor muydu acaba? Mustafa Kemal’e, o günkü Irak ve Suriyeliler
birleşme teklif etmişler fakat o kabul etmemiş, neden? İnanın bu gün yarı Tanrı
gibi kutsanan insanlardan çok daha cesur, çok daha inançlı ve kabiliyetli olan,
kendi zaferlerinin kahramanı bir mareşal sulh istiyorsa, bir sebebi vardı
elbet.
“Asla kazanamayacağı bir savaşa ancak budalaların gireceğini”
bilen Mustafa Kemal, savaş yorgunu insanının yaşayabileceği toprağı tutmuş ve
olanca hızıyla bu halkı sefaletten ve cehaletten kurtarmanın hummalı
mücadelesine girişmişti. Hiçbir felsefesi olmayan, dolayısıyla günümüz
insanlığına bilimsel hiçbir katkıda bulunamayan, bunun sonucu hiçbir
teknolojiye patent verememiş ve elhasıl parası da olmayan bir ülkenin gireceği
her savaşı kaybedeceğini biliyordu.
Bu gün, zavallı Suriye’ye saldırmamızı isteyenler, belli ki,
yarın İran macerasına girişmemizi isteyecekler ve belki daha nerelere…
Sultan Abdülhamit kendini devirenlere, “ne yaparsanız yapın,
bu devleti bu haliyle savaşa sokmayın” demişti. O’nu evliya görenlere
sesleniyorum! “ne yaparsanız yapın, bu devleti bu haliyle savaşa sokmayın” .
İttihatçılar tarihin hiçbir döneminde ortak bir ülkü etrafında birleşmemiş Doğu
ve Batı Türklerini, Turan ülküsüne inandırmaya çalışmak gibi tarihsel hiçbir
geleneğe dayanmayan bir sevda uğruna imparatorluğu dağıttılar. Samimi idiler
kuşkusuz ama beceriksiz ve ferasetsiz oldukları kesin. Bizim dağıtacak bir
imparatorluğumuz yok, sadece evimiz var.
Dikkat edin! Bize ait, ne felsefemiz, ne bilimimiz, ne
teknolojimiz ne de paramız var. Bu asla olamaz anlamına gelmemeli ancak ela’n
yok. Otel odasına teşekküre gittiğimiz Suud’luların uçaklarla taşıdıkları
zekâtları olmasa memura maaş veremeyecek bir ülkeyi, hiçbir hazırlığı olmadan
bitimsiz bir savaşa sokmak Anadolu Ergenekon’unda soluklanmak isteyen Türk’ü
yok etmek olur.
Atatürk’ün başlattığı devrimi küçümseyenlere soruyorum,
neyiniz var?
Size ait neyiniz var?
Bu ülkenin ilme ihtiyacı var, bilime açlığı var, sanat hak
getire... Puan avcılığıyla profesör olmuş adamlara, yüksek lise seviyesinde
üniversite açmakla bilim yaptığınızı mı sanıyorsunuz? Kapitalistleşmiş
hacılarınızdan da Çanakkale şehidi çıkmaz artık. Bu gün iktidarı yalayarak
sırılsıklam eden “aydınlar”, ilk düşen
bombada soluğu efendinin kucağında alırlar. Unutmayın ki, gene en dar zamanda
sancağın altında toplananlar o beğenmediğiniz Atatürk nesli olur.
Ülkenin kaderini elinde tutanlar! Biraz tarih okuyun lütfen
ve etrafınızı çevreleyen şakşakçılardan kurtulun. Tarihe geçmek istiyorsanız
dindar nesil değil, ilim irfan sahibi bir nesli hedefleyin. Anlamadan
okuyacakları Kuran dersi yerine” felsefe nasıl yapılır”ın dersini koyun.
Unutmayın ki, özendiğiniz Fatih, beğenmediğiniz M. Kemal, Türk tarihinde en
önemli eğitim, bilim ve sanayi reformlarını yapmış minnet duyulası liderlerdi.
Mustafa Kemal ve silah arkadaşlarını yetiştiren idadilerin, kurmay okullarının
kurulması, Kuran alfabesinin öğretilmesinden daha fazla dine hizmet etti
şüphesiz. Çünkü kutsadığınız Abdülhamit biliyordu ki, savaşları dualar değil
kurmaylar kazanıyor. Ve Tanrı hiçbir ulus için bir başkasına karşı savaşmıyor.
Var olabilmenin anahtarı muasır medeniyet seviyesinin üstüne
çıkmaktır. Biliniz ki, açtığınız AVM’ler, yaptığınız yollar, plastik ve metal
hurdayı alıp arabaya, uçağa, tanka, bilgisayara çeviren akla sahip toplumlara
kafa tutmaya yetmez.
Bir hayırhah olarak kabul edin beni. Ve aman ha! Gazına
gelmeyin efendinin…
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder