Evet, gözden mi kaçırmışız, yoksa unutmuş muyuz: “Emniyet Genel Müdürlüğü 2007’de dönemin İçişleri Bakanı Beşir Atalay’a verdiği brifingde, ulusalcılığı ‘aşırı sağ faaliyetler kapsamında bir tehdit’ olarak değerlendirmiş...” Akşam’da Özlem Akarsu Çelik’in 31 Ocak 2013 tarihli“Ulusalcılık, terörist tehdit mi?” başlıklı yazısı anımsatıyor.
Laikliğin içeriğini boşalttıktan sonra doğal olarak “irticai faaliyetler”i suç olmaktan çıkaran bir iktidarın, bugün geldiği noktada, ulusal, ulusalcılık, ulus vb. gibi kavramları ve bu içerikte politikaları “suç” olarak görmeye başlamasını doğal mı karşılamalıyız?
Evet doğal! Bu noktaya adım adım ve bilinçli politikalarla geldik.
Laikliğin içeriğini boşalttıktan sonra doğal olarak “irticai faaliyetler”i suç olmaktan çıkaran bir iktidarın, bugün geldiği noktada, ulusal, ulusalcılık, ulus vb. gibi kavramları ve bu içerikte politikaları “suç” olarak görmeye başlamasını doğal mı karşılamalıyız?
Evet doğal! Bu noktaya adım adım ve bilinçli politikalarla geldik.
Kürt meselesinde PKK Başkanı Abdullah Öcalan ile Başbakan Recep Tayyip Erdoğan arasındaki görüşme ve pazarlıkların epey bir süredir başlamış olması, ulusalcılığı suç kapsamına sokacak bir içeriğe de sahiptir.
Ulusalcılığa reddiyenin çok önemli bir yönü, “ulusal sınırları” tartışma konusu yapmakla ilişkilidir... Başbakan, Atatürk’ün Yurtta barış dünyada barış sözünü değiştirmiş, yeni bir “doktrin”e dönüştürmüştür: Suriye ile ilgili olarak şöyle dedi:
“Şunu ifade etmek istiyorum; biz ancak savaş meraklısı değiliz, savaştan da uzak değiliz. Bu millet yeri gelmiş kıtalar arası savaşları da görmüştür. Yurtta sulh cihanda sulh, sulhun egemen olduğu yerde olur. Bizim can damarımıza bastıkları zaman o zaman sulh konuşamayız. ‘Hazır ol cenge, Sulh-u Salah istiyorsan’ (Barış istiyorsan savaşa hazır ol) denirken, yeri gelir o zaman cenk barışın anahtarı olur.” (5 Ekim 2012, DHA ve internet siteleri)
Ulusalcılığa reddiyenin çok önemli bir yönü, “ulusal sınırları” tartışma konusu yapmakla ilişkilidir... Başbakan, Atatürk’ün Yurtta barış dünyada barış sözünü değiştirmiş, yeni bir “doktrin”e dönüştürmüştür: Suriye ile ilgili olarak şöyle dedi:
“Şunu ifade etmek istiyorum; biz ancak savaş meraklısı değiliz, savaştan da uzak değiliz. Bu millet yeri gelmiş kıtalar arası savaşları da görmüştür. Yurtta sulh cihanda sulh, sulhun egemen olduğu yerde olur. Bizim can damarımıza bastıkları zaman o zaman sulh konuşamayız. ‘Hazır ol cenge, Sulh-u Salah istiyorsan’ (Barış istiyorsan savaşa hazır ol) denirken, yeri gelir o zaman cenk barışın anahtarı olur.” (5 Ekim 2012, DHA ve internet siteleri)
Davutoğlu da “Ulusalcılıkla hesaplaşma zamanı geldi” diyerek “aslında ulusal sınırların değişebilirliğini” de gündeme getirdi, “Yeni Osmanlıyız” sözleriyle, Osmanlı’nın eski egemenlik alanları üzerinde tarihi ve kültürel bağlara dikkat çekerek hak iddia etti. Ulus Yıkıcılığı Zamanları kitabımda (2. baskı) bu görüşlerin ve Davutoğlu’nun geniş bir eleştirisini bulursunuz.
Başbakan ile Davutoğlu’nun tamamen aynı görüşte olduğunu görüyoruz. Başbakan “Bu millet kıtalar arası da savaşmıştır” sözleriyle, takipçisi olarak Osmanlı’yı anımsatıyor ve benimsiyor. Zaten son AKP kongresinde de dört kıtada at koşturmuştu...
Ulusalcılığın dışlanması ve suç olarak görülmesinin güncel bir nedeni tamamen Kürt-Suriye-Ortadoğu politikasıyla ilgilidir. Ulusal devletin sınırlarını değiştirmek gereği de buradan doğuyor. Özal’ın bıraktığı yerden politikayı devralan RTE, Kürt meselesinin çözümünü, Ortadoğu Kürtlerini de Türkiye’ye katmakta görüyor. Türk-Kürt Federasyonu olarak tarif edilebilecek yeni bir yapı. Zaten AKP’nin başkanlık anayasası da devletin-ülkenin kimliğini vatandaşlık bağına indirgeyerek buna uygun bir federatif yapının kapısını açıyor.
Suriye’ye karşı savaş politikasını, bir fırsat yaratıp Suriye’ye girme, Esad’ı yıkma isteğini bu kapsamda değerlendirmek gerekir.
Bu amaçla, hem Atatürk’ün “Yurtta sulh dünyada sulh” ilkesinin çöpe atılması ve yerine “Barış için savaş” gibi, bütün “savaşçı sultanların” ve liderlerin sarıldıkları bir gerekçenin geçirilmesi gerekir...
Hem de ulusalcılıkla savaş, ulusal devlet ve sınırlarını gerektiğinde geçersiz ilan etme...
Suriye’ye karşı savaş politikasını, bir fırsat yaratıp Suriye’ye girme, Esad’ı yıkma isteğini bu kapsamda değerlendirmek gerekir.
Bu amaçla, hem Atatürk’ün “Yurtta sulh dünyada sulh” ilkesinin çöpe atılması ve yerine “Barış için savaş” gibi, bütün “savaşçı sultanların” ve liderlerin sarıldıkları bir gerekçenin geçirilmesi gerekir...
Hem de ulusalcılıkla savaş, ulusal devlet ve sınırlarını gerektiğinde geçersiz ilan etme...
Ne yazık ki, ulusalcılık, ulusal devlet tartışması, benim açımdan çok yanlış olarak etnik kimlik üzerinden sürdürülüyor. Ulusalcılık benim için ülkenin çıkarları, yararları, yurttaşın refahı, özgürlüğüdür. Kendi kararlarını verebilme özgürlüğüdür, emperyalizmin dayatmalarına direnmektir aynı zamanda... Kitapta yeni bir manifesto denemesi, tamamen bunlar üzerinde kurulmuştur...
Ama tartıştığımız başka: Şüphesiz, RTE ve ekibi, Türkiye ve bu topraklarda yaşayanlara ne denileceği gibi bir tartışma yarattı. Kimlik, insanın kendini ne hissettiği konusudur. Ama “Türk” adının artık anılmaması gerektiğini ileri sürenlerin “yarattığı büyük sorunun adı nedir” diye sorarsanız: En az 60 milyon için bir kimlik bunalımıdır...
Üstyapıdan bunu attınız ama “altyapıda”, yani millette, sokakta, evde yaşamaya devam edecek olan nedir sizce?
Ve bu çelişkiyi nasıl çözeceksiniz?
İmparatorluk vatandaşlığı ile mi? “Türk-Kürt Federasyonu yurttaşı” ile mi?“Türk Kürt Federasyonu’nun Türk kesimi kimliği” ile mi?
İmparatorlukların çöktüğünü ve çöpe atıldığını unutanlar, bugünün dünyasında, tüm uluslararası ilişkilere rağmen “sapına kadar” “ulusal devletler” çağında yaşandığını atlayanlar...
... Sanki imparatorluk döneminde uyumuşlar, şimdi nerede kalmıştık diye devam etmek istiyorlar!
Kurtuluş ve Kuruluş dönemine karşı büyük bir reddiye ile karşı karşıya olduğumuza göre, galiba ağır bir hastalıklı tablo var önümüzde...
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder