2 Mar 2013

2013-2015... Zor yıllar!


Yerel, genel, cumhurbaşkanlığı seçimleri ve belki de anayasa referandumu sarmalına giren Türkiye, yeniden şekillendirme çabaları yoğunlaşırken bölgedeki etkinliğini yitiriyor; kendine düşman kamplar üretiyor. Ülke’nin politik gündemi ışık hızı ile değişiyor... Dün, konu Suriye idi. Bu gün, PKK ile’barış’buna koşut olarak “anayasa” gündemde. Toplumsal bellek zorlanıyor...
Kimsenin yapamadığını Suriye yaptı...
Özellikle son 10 yıldır hızla dönüştürülen Türkiye’de değişmeyen ‘tek şey’: AKP, Suriye’de süregelen savaştan çok etkilendi; İran, Rusya ve giderek Çin’i hafife alan Suriye politikası ile tartışılır bir konuma geldi. Politik gelecek kaygısı büyüdü. Erdoğan Türkiye’nin geleneksel güvenlik ittifak ve politikalarını bir kenara attı; Esad’ı indirmek için canhıraş çalıştı... Ama Obama’yı ikna etme umudu suya düşüp, yardım talebi geri çevrilince iç savaşa sürüklenen Suriye, Türkiye ve Erdoğan’a çok pahalıya patladı. Suriye, “sıfır sorun” politikasının pek pratik değeri olmadığını, daha da önemlisi, Erdoğan’ın Ortadoğu’da etkinliğinin olamayacağını ortaya koydu. Sürecin sonunda Erdoğan’ın yaratmaya çalıştığı saygın arabulucu imgesi alt üst oldu..
2009’daki Habur olayından sonra halk desteğinin gerilemesinde ikinci dönemeç, tüm bezirganlığa rağmen Esad’ı indirme konusunda bir kazanım sağlanamaması, kamplardaki yüz binlerce Suriyeli, şehirlerde onbinlerce mülteci, kampların gün geçtikçe büyüyen maliyeti, bunların ülke ve bölge halkında yarattığı ciddi memnuniyetsizlik ve tepkiler... Bütün bunlara karşın, eski dost Beşar Esad’ın gideceğini gösteren en ufak bir işaretin belirmemesi.
Daha da kötüsü var; Esad’ın Kürtlerin çoğunlukta olduğu bölgeden güçlerini çekmesi ile adım adım,
* PKK’nın Suriye uzantısı PYD’nin bu bölgeyi kontrol altına alması,
* Suriye’de özerk Kürt bölgesinin yolunun açılması,
* Bu özerk bölgenin Irak’ın kuzeyindeki özerk yönetimle yakınlaşmakta olması,
* Zengin petrol kaynakları barındıran K. Irak’tan D. Akdeniz’e küresel merkezin de derin desteği ile tamamen Kürtlerin denetiminde bir petrol koridoru açılması,
* Böylece, Irak’ın kuzeyinin Türkiye’ye duyduğu stratejik gereksinmenin indirgenmesi...
NATO’nun kucağına düşürülen Türkiye...
İslamı küçük düşürmeyi özgürlük sayan bir ülkenin başbakanının, Rasmussen’in NATO Genel Sekreterliğine sıçraması, Kürecik radar sisteminin kabulü ve Libya’nın işgaline askeri destek verilerek zaten NATO’nun bir dediği iki edilmezken, Suriye işinde kendini terkedilmiş hisseden Türkiye, iyice NATO’nun kucağına düşürülmüş oldu. Patriot füzelerine talip olundu ve alındı. Böylece, yüzlerce yabancı askerin, meclis onayına gerek duyulmaksızın NATO prosedürünü belirleyen protokoller uyarınca ülkeye yerleştirilmesi, yangınların ülkelere süratle sıçradığı bölgede toplumsal kaygıları artırdı.
Bakın, Abromoviç(1) Suriye konusundaki hezeyan dolu bezirganlığın sonucunu nasıl vurguluyor:
“O Erdoğan ki bir zamanlar NATO’ya şüphe ile yaklaşır, Batı’nın iyi niyetini sorgulardı. Şimdi durduğu yer çok farklı, ABD ile ilişkilerini her şeyin üstünde tutmakta...
Ama NATO ile bu sıkı fıkı işbirliği onu içerde de sıkıştırıyor. Baskı altındaki sessiz çoğunluk, giderek İslami basın, onu, hem tüm bu müdahalelerde NATO ile ortak hareket edip, hem de Arapların, bölge halklarının sözcüsü olmaya çabasını garip buluyor. “Esad gidecek” diye yumruğunu masaya vuran Erdoğan, hem yandaşları, hem muhalefet tarafından, Suriye’deki çapraz ateşten Türkiye’yi uzak tutamadığı, ülkeyi ateşe sürüklediği ve büyük mülteci akınını önleyemediği için ağır biçimde eleştiriliyor.”(2)
El mi yaman, bey mi yaman?
Giderek küresel merkezden “Suriye’nin kendisini bombalayan İsrail’e çakıltaşı bile atamadığı” gibi beyanlar, Suriye’de savaşan el kaide ve selefi militanlarına lojistik üs sağlanması, Maliki-Barzani dengesinin sarsılmasına yol açılması, İsrail ile gerginliğin sürdürülmesi gibi nedenlerle “savaş kışkırtıcılığı” yapıldığı uyarıları alınıyor.
Derken, başta T.S.K. olmak üzere cumhuriyetin kurumlarına yönelik operasyonların, herhalde “misyon”unu tamamladığını değerlendiren küresel merkez büyükelçisi aracılığı ile “yeter artık” deyiverince kıyamet kopuyor. “Guantanamo”, “Haddini bil!” sözcükleri havalarda uçuşuyor. ABD Dışişleri Bakanlığı sözcüsü “Ricciardone’nin söylediklerini Hillary Clinton da söylemişti. Yeni bakan Kerry de aynı şeyleri söyleyecektir.” deyiveriyor. BOP eşbaşkanının Washingtonu ziyaret talebine yanıt verilmiyor... Bu arada muhataplarınca garip karşılanan ŞİO (Şangai İşbirliği Örgütü) şantajları...Ortalık karmakarışık...
Devam edeceğiz...
(1) Morton Abramowitz, şimdi The Century Foundation’da üst seviyede bir akademisyen ve ABD’nin Ankara eski(1989-1991) büyükelçisi. Ülkemizde Erdoğan’ı ilk keşfeden yabancı şahsiyet olması, AKP iktidarının oluşturulmasının mimarlarından biri olması ve de Türkiye’nin 1994 yılında parçalanacağı kehaneti ile ünlüdür.
(2) http://nationalinterest.org/commentary/ ... ssues-8024 Morton ABRAMOWİTZ,
Çeviri: Erkan GÜÇİZ
Bir şeyler oluyor...Çok şeyler oluyor... Hazretin birden “Türkiye üzerinde operasyon yapılacak bir ülke değildir” diye patlayıvermesi dikkatlerden kaçtı. Ama Hüsmen aganın dikkatinden kaçmadı, doğruldu şöyle bir iskemlesinde, kahvede, “Ade urdan be susak ağızlı(1), günaydın demezler mi adama? Bu memlekette uperasyondan bol ne var be ya, sen demez misin eşkiyayı bilem bir kapıdan alıp, ötekinden koyverirlekene, urtalık yerlerde zabit kalmadı deye... Aam bozuntusundan Amerigan elçisine kadar, artık bitti bu iş avasını basıp, şu bölünme meselesine bakalım demeye getirmezler mi?... Sen cellallen dur, karavicdanlı urtağın hala askeriyeyi tuparlatmaya devam etmiyo mu be ya?” deyiverdi. Gülüştüler...
Ev sahibinin hiç mi kabahati yok?
Küresel merkezin kendi denetimindeki iç dinamiklerle çözmeyi düşlediği Suriye sorununda, hazretin aculluğu, sınırı yolgeçen hanına dönüştürerek radikal unsurlara sağladığı destek, teatral çıkışları, küresel merkezin tüm uyarılarına rağmen Irak merkezi hükümetinin onayı olmaksızın K. Irak Kürt Yönetimi’nin Türkiye üzerinden ham petrol alışverişi uyanıklığı(2) vb. sürdükçe Cilvegözü de patlar, başka yerlerde...Olan insanlarımıza oluyor...
Evdeki hesap çarşıya uymadı...
Esad’ın direnişi hazretin planının içine etmiştir.
“Görülen o ki, Esad’ın gidişinden Erdoğan başlangıçta politik olarak faydalanacak, Suriyeli sığınmacıları da koruyan iyi bir Müslüman ve demokrasi havarisi olarak tribünlere oynayacaktı... Esad sonrasında ise muhtemelen, oy tabanının da desteklediği Sünnilerin arkasında duracak, Türkiye bir anda kendisini, Suudi ve Katar’dan fonlanan Müslüman Kardeşler hükümetinin ana destekçisi olarak bulacak”(3),bu arada Suriyenin yeniden inşa’sının taşeronu olarak da ganimetini alacaktı. Ne var ki; evdeki hesap çarşıya uymadı.
‘Herkes kendi işine baksın!’
Küresel merkezin, meseleyi Rusya başta olmak üzere bölgesel dengeleri, İsrail’in güvenliğini gözeterek, denetimindeki dinamiklerle çözümlemek niyetinde olduğunu algılayamadı, hazret bir türlü.
“Otur oturduğun yerde, senin asıl görevin, Maliki-Barzani dengesini fazla zorlamadan Irak’ın kuzeyinde bizim jandarmalığımızı yapmak, uygun bir anayasa ile PKK ile anlaşıp, ilgilendiği bölgeye bir şekilde özerklik sağlamak. Sonrası Allah kerim... İşte, BOP eşbaşkanlığı bu demek...” Kendisini, Washington’a bir türlü kabul edemeyen Obama ve Kerry geldiklerinde bu talimatı yineleyecekler yine, herhalde...
Kısaca, görevin başarı ölçüdü “PKK ile barış sürecini” bölünme anayasası ile küresel merkezin istemlerine göre sonuçlandırmak. Ancak, en uzun sınırımıza yerleşme fırsatını yakalayan PKK, “barış süreci”yle eşanlı olarak ikinci bir özerk Kürt bölgesi oluşturuyor, Türkiye’nin güvenlik sorun ve alanını büyütüyor ve böylece daha fazla söz sahibi oluyor. Bu durum, bölünmeyi öngören başkanlık anayasasının müellifleri, Amerika ve “eşbaşkanı” ile Türk kamuoyunu karşı karşıya getiriyor.
Sonuç:
“Türkiye’nin Kürt sorunu şimdi Amerikan’ın da sorunudur. Türkiye’nin, PKK ile anlaşmasını destekleyen ABD, öncelikle bölgenin tamamını kapsayan bir Kürt politikası-bağımsız ve büyük Kürdistan(y.n.)- isteyecek ve bu ABD-Türkiye ilişkilerini gerecektir.”(3)
ABD eski Hırvatistan Büyükelçisi, Demokratik Parti’nin Vermont Senatörü, Bağımsız Kürdistan fikrinin lobi üstadı, Bağımsız Kürdistan Anayasası’nın yazarı John Kerry ekibinden Galbraith Bağımsız Kürdistan Anayasasını yazdı bile...(4)
Siz, hala, ne yapsak , nasıl yeni bir anayasa yazsak da, PKK’ı rahatlatsak diye düşünüp durun...Yine geç kaldınız...O yazıldı...Ama bu barut fıçısı coğrafyada onu uygulamaya yürek ister...
(1) Çok, fakat boş ve anlamsız konuşan kimseler için kullanılan bir Trakya deyişi.
(2) ABD Dışişleri Bakanlığı sözcüsü Nuland’ın, Ocak 2013’ün ilk haftasında Bölgesel Kürt Yönetimi’nin Türkiye üzerinden ham petrol ihracatına yönelik sözleri: “Amerikan şirketleri ve Türk hükümetine söylüyoruz. Irak federal yetkililerinin onayı alınmaksızın Irak’ın herhangi bir bölgesinden ham petrol ihracatına karşıyız.“
(3) http://nationalinterest.org/commentary/ ... ssues-8024
Morton ABRAMOWİTZ,
Çeviri: Erkan GÜÇİZ
(4)Tolga Tanış, Peter Galbraith ile görüşme “Kürdistan Kaçınılmaz...”, Hürriyet G.,29.12.2012


2013’de, Erdoğan, uhdesinde bulundurmakla kıvanç duyduğu BOP eşbaşkanlığı gereği, PKK ile “barış süreci” ve buna göre yazılacak bir anayasa, Suriye ve Irak ile ilişkiler ve bu ülkelerde özerk Kürt devletçiklerinin pekiştirilmesi gibi bir dizi ciddi ulusal ve bölgesel görevle karşı karşıya...Ancak, işler kolay değil. Irak’la başlayalım.
Günü gele, hesabı sorula...
Irak’ta, sürmekte ve derinleşmekte olan mezhep çatışmalarına son verilmesinin, belki de en tutarlı yolu İran’ın da desteği ile “Barzani’ye haddini bildirme” stratejisinin “Arapları birleştirici” bir unsur olarak kullanılabilmesi. Yoksa, ülkesinin kuzeyinde neden bir kolordu oluştursun, Maliki?
Ülkenin işgalinden bu yana bir hayli mesafe alan Barzani’ye, günü gelende şımarıklığının hesabının bir şekilde sorulması zaten kaçınılmaz.
Çarpık duruş...
Erdoğan, bu süreçte, Maliki’ye ve Esad’a cepheden karşıt tutumu ile İran’ın bölgedeki etkenliğinin artmasına yol açarken, Barzani ile içli dışlı... Irak’ın kuzeyine sermaye ihracı, Türkiye üzerinden petrol alışveriş vb. kısa vadeli pratik çıkarlar yeğ tutulmakta. Esad örneğinde olduğu gibi, Irak’taki siyasi sorunun kaynağı olarak Maliki görulmekte, Haşimi’ye hami olunmakta, Irak’ın bütünlüğü için Maliki’nin gitmesi gereği ifade edilmekte. Maliki ise bu tavra, Kuveyt‘ten Kuwait Energy, Birleşik Arap Emirlikleri’nden Dragon Oil ve TPAO’nun %30 pay ile ortak olduğu başlangıç değeri 250 milyon dolar olan petrol sondaj konsorsiyumundan Türkiye’yi çıkartarak yanıt verdi.
“Bu duruş, Türkiye’yi, ‘Irak’ta bütünlüğün sağlanması Maliki’ye bağlıdır’ görüşü ile İran’ın nufüz alanını sınırlamak isteyen ABD ile de karşı karşıya getiriyor. Sonuç olarak, Erdoğan çarpık bir duruş içinde görünüyor: Bir yandan Irak’ta olası bağımsız bir Kürt devletinin Türkiye’deki Kürtler üzerinde yaratacağı etkiden korkarak Irak’ın bütünlüğünü destekliyor; öte yandan Irak’ın parçalanmasına destek veriyor... Erdoğan, Iraklı Arapların, Kürt bölgesinin Irak’tan kopmaması için savaşacakları olasılığını da unutmuş görünüyor.”(1)
‘Titrerim baktıkça mücrim gibi istikbalime...’
Sonuçta, Erdoğan’ın politik geleceği Suriye, Irak’daki gelişmelere ve PKK ile pazarlığına bağlı. Irak ve Suriye’de artan gerilim ve çatışmalar, hem Erdoğan’ın PKK ile görüşmelerini, hem de manevra kabiliyetini “olumsuz” etkileyecek...
Bölge politikası, K. Irak’taki vadesi sınırlı ekonomik çıkarlar dışında, Erdoğan’a bir şey kazandırmadı. Beklenenden daha çabuk gelişebilecek bölgesel değişimlerin Erdoğan’ın politik geleceğine ciddi etkileri olabilir...
Öte yandan Kürt Bölgesel Hükümeti ile ilişkilerdeki yakınlaşma ve PKK ile girdiği “barış süreci” PKK’nın Suriye sınırında güçlenmesine önemli katkılar sağlıyor...
Hükümet şiddet ve terör gölgesinde hem bir çok ülkenin “istikrarsızlaştırma taşeron”u, hem de uluslararası mafia’nın önemli bir ögesi olarak finansal boyutları ile devasa hale gelmiş olan PKK ile pazarlıklarını sürdürmekte... Bu pazarlık uzun zaman alacağa benziyor. Nitekim, medyaya sızdırılan son görüşme tutanağı umut ve onur kırıcı. Buna rağmen, pazarlık bazı sonuçlara ulaşırsa, bu kesinlikle Erdoğan’ın daha önce yaslandığı, öykündüğü ‘milliyetçi’söylemle çelişecek. Anayasa, BDP’nin desteği ile “Alla Turca Başkanlık Sistemi” ile “PKK taleplerinin” pazarlığı sonucu oluşturulmaya çalışılacak. Suyu görmeden, paçayı sıvayanlar için iyi de...Referandumun bumerang etkisi göstermesi de büyük olasılık...
Sonuç:
“Erdoğan bu güne kadar çok becerikli bir ‘ip cambazı’ idi ama şimdi çok daha etkili bir orta oyuncusu olduğunu göstermek zorunda!” (2)
Tercümesi: “Artık, ip cambazlığının zamanı geçti. Senin de katkılarınla oluşturduğumuz Irak’ın kuzeyindeki Güney Kürdistan’a, Suriye sınırı boyunca Batı Kürdistan’ın, Türkiye’de Kuzey Kürdistan’ın yaratılması ve eklemlenmesi sürecinde “etkili bir orta oyuncusu” olduğunu göster! Sonrası, İran ve Doğu Kürdistan Allah kerim...”
2013’de, giderek “asli görevi” ile iyice karşı karşıya kalan Erdoğan sırat köprüsünde. Çünkü, izlediği tutarsız ve bağımlı politikalar sonucu, bu kez ve ilk kez tüm değişkenler denetimi dışında...Kamuoyunda güvensizlik büyüyor, destekleyenler de “hadi bakalım top sende” deyip, tribüne çıkmış durumdalar ...
İran’la devam edeceğiz...
(1), (2) Kaynak: http://nationalinterest.org/commentary/ ... ssues-8024
Morton ABRAMOWİTZ, Jessica Sims, 28 Ocak 2013


Türkiye ve İran, bölgenin imparatorluk mirasçısı iki komşu ülkesi. Dolayısı ile kendilerine özgü sosyo-kültürel, ekonomik, askeri yapı ve diplomasi gelenekleri ile ciddi devlet geleneğine sahip ülkeler... Biz bu gün iki ülkeyi daha ziyade diplomasi ve diplomatik ilişkileri açısından ele alacağız
Nereden nereye?
Cumhuriyetin kuruluş yıllarında, Atatürk’ün ilk resmi konuklarından biri Şehinşah Pehlevi’dir.
Atatürk, ziyaret sırasında kendisine çok yakışan soylu nezaketiyle, eliyle “Lütfen, buyrun” diye işaret ettiğinde Şehinşah’ın yanıtı şöyle olur: “Lütfen, biraderim, siz önden yürümelisiniz. Ben bir Şehinşahım. Ama siz, yedi düvele meydan okuyarak ülkenizi kurtaran ve kuran bir serdarsınız.”
Ve Şehinşah ziyareti tamamlanıp Türkiyeden ayrılırken Atatürk’e şu sözcüklerle veda eder: “Kardeşim, Tahran’da bir kolordu komutanınız olduğunu unutmayın...”
Bu saygın mirasın varisi olan Türk diplomasisi, son yıllara değin onurlu, usta, ağırbaşlı bir diplomasi olarak itibarını sürdürmekteydi.
İran ise köklü ve bağımsız diplomasi geleneğini sürdürmekte...
İran’ın sessiz ve derinden giden, attığı taşla kaç kuşu vuracağı çoğu zaman sonradan anlaşılan bir diplomasi geleneği var. Buna “Acem Satrancı” da diyebilirsiniz.
‘Acem Satrancı’
Bilirsiniz, Erzurum gibi bazı şehirlerimizde çay içilirken kıtlama yapılır. Kıtlama’nın ilginç bir hikayesi var...
Eskiden, İran’da çaya hurma ya da üzüm atılırmış.
İngilizler bir türlü şeker satamayınca, İran yönetimi ile temasa geçip, toplam kazancın % 10’nu teklif etmişler.
Bunun üzerine mollalar başlamışlar camilerde şu vaazı vermeye:
‘Siz Allah’ın nimeti olan hurmayı, üzümü nasıl olur da çaya katarsınız! Bundan böyle çaya şeker katacaksınız!’
Ancak, zamanla İngilizler bu % 10 payın üstüne yatmaya başlayınca mollalar vaazı değiştirip, ‘Gavur icadı şekeri çaya katmak caiz değildir!’deyince şekerler sokaklara dökülmüş. İşler kötüleyince İngilizler yeniden pazarlığa oturmuş. Ancak, bu kez istenen %20 payı vermeyi kabullenmek zorunda kalmışlar.
Yeni vaaz ise şöyle olmuş: ‘Biz size çaya şeker katmayın dedik ama, sokaklara dökün de demedik, şekeri sokağa dökmeyeceksiniz, çaya batıracak ve böylece gavur icadı şekere boy abdesti aldıracak, onu avurdunuza koyup, çayı öyle içeceksiniz...’
Evet, ezeli düşmanı ABD eliyle Saddam’ı tasfiye ettirip, Irak’ta nüfuz alanını iyice genişleten, tüm baskılara karşın nükleer araştırmalarını sürdüren bir devletten söz ediyoruz.
Güncel İran diplomasisi
Öcalan, yakalanarak Türkiye’ye teslim edildiği sırada rahmetli Ecevit, ‘ABD Öcalan’ı bize neden teslim etti, anlamış değilim’ demişti. Benzer durumun, Usame Bin Ladin’in damadı konusunda yaşandığı söyleniyor.
11 yıldır İran’da tutulan damadın, henüz İran’dayken, Ankara’ya “İranlı bir ajan” tarafından getirileceğinin istihbaratını FBI veriyor ve yakalanıp kendilerine teslim edilmesini istiyor.
Çankaya’da kaldığı bir otelde yapılan yakalanıp, savcılığa teslim edilen damat ile ilgili hukuki prosedür başladığı için Amerika’ya teslim edilemiyor; nihayet bir punduna getirilip, Ürdün’e, oradan da Amerika’ya postalanıyor. Şimdi, Amerika’da, 11 Eylül saldırılarına destek vermek ve Amerikan halkını öldürmek suçlamalarıyla yargılanıyor.
*İran’dan, ABD’ye bu servis neyin karşılığı?
*İran “nükleer silah”, Suriye’deki rolü, Ortadoğu’da Şii egemenliği” gibi nedenlerle ABD’ye bir jest mi yapıyor?
* Katar ve Suudi Arabistan’ın kabul etmediği damadın, Ankara’da yakalanması ve teslimatı ile El Kaide’nin şimşekleri çekilerek, Türkiye hedef mi yapılmak isteniyor?
Ve böylece İran, bir taşla kaç kuş vuruyor?
***
Sonuç : Dünle beraber gitti cancağızım, ne kadar söz varsa düne ait, şimdi...
Öte yandan, Suriye konusunda “aldatılmışlığının” ve yanılgısının ızdırabı içinde kıvranan eşbaşkan, talimatlı”PKK barış süreci” ile hemhal iken, büyük resimde”İran desteğindeki Bağdat yönetimi ile daha hevesli işbirliğinde bulunarak, Afganistan denkleminde “Türkiye-Pakistan-Afganistan” üçgeni yerine “İran-Afganistan-Hindistan” üçgeninde İran’la mutabakata vardığı”(1) söylenen bir ABD var.
Bu durum, ikinci dönem Obama’sının eşbaşkanından beklentisinin Anadolunun güneydoğusu ile Irak’ın kuzeyi arasına sıkıştığını göstermiyor mu?
Haaaa... Sahi, bu arada şu İran’ın PKK’sı, PEJAK ne oldu? Birdenbire PYD olmasın...
(1) İhsan BAL; “Büyük resmi görmeye çalışıyorum.”, Habertürk G.,02.03.2013

Hiç yorum yok: