İbrahim, oğlunu Tanrıya adamadan çok önceleri var olan, ta Habil’e
uzanan bir uygulama…
Kan’ı belirli ritüellerle akıtma geleneği ve kan’ın kendisi,
çok uzun ve ezoterik bir konu. Belki bir kitap konusu. Hele bir çırpıda,
“hurafe” denilerek bir kenara atılacak kadar ucuz hiç değil. Mesela, Mısırdan
çıkarken Tanrı, Yahudilerin kapılarına kanla işaret koymalarını ister,
böylelikle her evden ilk doğanı almak için gelecek olan gazap melekleri,
onların evlerine girmeyeceklerdir. Anadolu’da, kesilen hayvanların kanından,
alınlara sürülmesinin bununla bir ilgisi var mıdır acaba? Veya bazı dini tarikatların,
(Yahova şahitleri gibi),ölecek olsalar bile kan nakli yapılmasına karşı
olmaları, kan’ın hangi özelliğinden kaynaklanmaktadır? Uzun fakat üzerinde düşünülmesi
gereken bir konu.
Ben Kurban ile ilgili böyle mistik ve giz esaslı bir yazı yazmayacağım
elbette.
Kurban bayramı geldi.
Tanrı brokerleri ellerini ovuşturuyorlar.
Arakan mı, Somali mi?
Bu yıl nereyi ajite etsek acaba?
Ya da yoksul bir çocuk ve annesinin, kasap önünde,
sergilenen etlere bakarken iç çektiklerini gösteren bir reklam filmi mi yapsak?
Ülkemizdeki “Kurban” fenomenini birkaç yönü ile incelememiz
gerekiyor.
Birincisi ibadet
yönü;
Kurban bir ibadet
midir?
Yoksa sadece
peygambere emredilmiş bir sünnet midir?
Bu tartışmaya girmeden
başka bir soru soralım.
İbadet denen olgu, kişinin şahsi vazifesi midir? Yoksa
Kulluk borcu denen ibadet, vekâleten başka birine yaptırılabilir mi? Namazı,
siz değil de anneniz kılsa, sizin namaz borcunuz silinir mi? Silinmez ise bazı
ibadetler, özellikle para ile yapılanlar niçin vekâleten yapıla bilmekte?
İbadet, ya vekâleten yapıla biliyor olmalı veya olmamalıdır.
Sadece “paralı ibadetler vekâleten olur, parasızları kendin yap” demek -ki bu
gün tüm dinlerde durum budur- “parayı bize verirsen ibadet etmene gerek kalmaz”
demekten farksızdır. Eğer vekâleten ibadet ifa edilebiliyorsa, tüm ibadetler
vekâleten yapılabilir demektir. Yani sadece zekât, kurban veya hac değil, namaz
da vekâleten kıldırılabilir, anlamı çıkar. Namaz devredilemez ise, “neden
sadece para ile yapılan ibadetler devredilebiliyor, onlar ibadet değil mi?”,
sorusuna cevap verilmesi gerekir.
Yani paralı
ibadetleri “verin biz yaparız”, parasız olanları “kendin yap” demek olmaz.
Din adamları, her dinde, paralı ibadetleri kendi tekellerine
almayı başarmışlardır. Ne kadar fetva uydururlarsa uydursunlar, başkası yerine
ibadet yapılabilmesi, hele para karşılığında, hiçbir dine sığmaz. Zira Tanrının
paramıza ihtiyacı yoktur. Para vererek ibadet yaptığını sananlar, sadece para
verdikleri mendeburları memnun etmiş olurlar. Yapamıyorsan, yapamıyorsundur.
Seninle yaratıcın arasında olan bir konuda, birilerini para vererek devreye
sokmak, inancın kendisine ters bir uygulamadır.
İkinci olarak, yardım boyutu var Kurbanın. Yardım, İslam
dini için söylüyorum, sadece yoksula para vererek ifa edilemez. Yardım, diğer
semavi dinlerden farklı olarak, İslam dininde yoksulun hakkı olarak
öngörülmüştür. Yani, zengin bir Müslüman’ın malı içerisinde yoksulun hakkı
vardır ve onu hak sahibine vermelidir.
Bizatihi hak sahibine veya bu işle görevli kişiye. Bu
görevli kişi ise devlet tarafından atanmış, “emin” biri olabilir ancak. Biri
çıkıp, kendi kendine durumdan vazife çıkararak, yoksulun hakkı olan parayı
toplayamaz. Eğer devlet böyle bir faaliyet için birini tayin etmemişse, o halde
yoksulu bulup hakkını vermek, kişinin kendi görevidir.
Bu görevi devredemez.
Yardım yapmak, muhtaca sadaka vermekten ibaret değildir.
Yardım ettiğiniz kişiye dokunmaktır. Kendi dünyasında zengin ve mutlu bir hayat
süren insanın, bu imkânlara sahip olmayan insanları görmesi, onlarla temasa
geçmesi, onlara değebilmesidir. Hesap havaleleri, EFT’ler ve makbuzlar,
nefislerimizdeki hayvani ve bencil duyguları terbiye etmeye yetmez. Bir yoksul
evinin kapısını çalmamış, gariban bir talebeyi giydirmemiş, bir yetimin başını
okşamamış kişi, henüz evrimini tamamlayıp insan olamamış demektir.
Anadolu geleneğinde kurbanı herkes kendisi keser. Bir
kısmını et yiyemeyen yoksullara dağıtır, bir kısmını kavurma yapar ve
misafirlerine ikram eder veya komşularıyla paylaşır. İnsanlara bayram yaptıran,
birbirlerine yaklaştıran (Kurb), ibadet olan Kurban budur. Cemaatlerin Londra
metal borsasındaki hesaplarını şişirmek ibadetse, bunu yapmamızı Tanrı istiyor
olamaz. Bu günkü şartlarda kurban kesilemiyor ise, o halde kesmezsiniz. Başka
türlü bir iyilik yolu bulursunuz. Üç kuruş para vererek sadece kendi vicdanını
tatmin etmek, gizli bencillikten başka bir şey değildir. Emeksiz ibadet olmaz.
Bir hafta sonunu ayırıp ailenle birlikte, kenar mahalleleri gezmek, bir yetim veya
dul bulmak zor geliyorsa, bil ki, yaptığın havale ile ibadet etmiş olmuyorsun.
Üçüncüsü, Kurbanın getirim kapısı olması; Yıllarca THK
kurban derilerini resmi olarak toplama hakkına sahip oldu ve topladı da. Hatta
cemaatlerin gizli gizli topladıkları derileri de yakalayınca el koydu. Ne
yaptı? Bir öğrenciye burs verdi mi? Bir yurt yaptırdı mı Anadolu’da? Her şeyden
önemlisi halka dokundu mu? Bu yıl tek merci olma yetkisi de elinden alındı. Çok
iyi biliyoruz ki, bu gün şikâyet ettiğimiz cemaatlerin palazlanmalarını
sağlayan en önemli kalem, Kurban oldu yıllarca. Çamurlu ve lağım akan
sokaklarda, “davaları” için, dışkı kokan kurban derilerini toplayan liseli ve
üniversiteli cemaatçi gençler, artık gizlenmek zorunda değiller bu yıl.
Palazlanan cemaatler artık deri ile uğraşmıyorlar zaten, direk para alıyorlar.
Deri işi daha küçük cemaat veya Kuran Kurslarının arpalığı haline geldi. Ama şu
soruyu sormamız lazım. Fitre, zekât ve deri toplayan kurumlar neden hiçbir şey
yapmadılar bu güne dek? Bu gün Anadolu’nun her kasabasında yurtlar, okuma
salonları, aşevleri, gençlere yönelik sosyal kompleksler vs. olaydı,
Anglo-Sakson cemaatler veya holdingleşmiş tarikatlar, Atatürk düşmanı bir nesil
yetiştirebilirler miydi?
Her zaman dediğim gibi, cumhuriyet balolarında, Kenan
Doğulu’nun söylediği “onuncu yıl marşı” ile zıplayarak Atatürkçülük oynayanlar,
bu gün Atatürk düşmanlarına secde etmekteler. Cumhuriyetin her türlü imkânından
yararlanan bu gemi sıçanları, Cumhuriyeti herkesten önce terk ediyorlar.
Cemaatler ise hem Allah’a inanıyoruz deyip, hem de Allah’a
karşı geliyorlar.
Yoksulun, yetimin, öğrencinin hakkı olan Kurbanı, Zekâtı,
Fitreyi, Sadakayı, alabilecekleri her ne varsa toplayıp - sanki Allah onlara
böyle bir yetki vermiş gibi- o paralarla siyasi bir güç merkezi olmaya
çalışıyorlar. Kendilerince bir maslahat uydurmuşlar, “biz Allah rızası için
çalışıyoruz, dolayısıyla bu paraları hizmet uğrunda harcaya biliriz”. Hayır
kardeşim! Harcayamazsınız. Yetimin hakkı olan parayla bin cami yaptırsanız, o
camilerde namaz kılınmaz, dualarınız cami kubbesinden öteye geçmez. Geçmiyor
da. Büyüdükçe Allahtan uzaklaştınız, kendi maslahatlarınıza uydukça Allah
sizleri rezil etti. Ama görmüyorsunuz. Amerika’yı kahretmesi için ettiğiniz
duaları ben hatırlıyorum, “Rusya çöktü, Allah’ın izniyle önümüzdeki beş on sene
içerisinde Amerika’nın da paldır küldür devrildiğini göreceksiniz inşallah”
diye haykıranları, Allah Amerika’nın himmetine muhtaç etti. Batı medeniyetine
küfredenler, batının gelip Ortadünya’da nizam sağlaması için ağlıyorlar.
Allah’ın tokadı yok demeyin, hikmetle seyredenler için, her
şey yerli yerinde…
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder