Aralarında Hasan Cemal’in karısı-Doğan Medya yöneticisi Ayşe Sözeri Cemal, “azınlıkçı” Baskın Oran ve İbrahim Kaboğlu, emperyalizmin “darbeleri finans”tan sorumlu ismi George Soros’un fonladığı dernek ve vakıflar kadrosundan Çiğdem Mater, Nebahat Akkoç, Osman Kavala, Orhan Silier, Hrant Dink’in avukatı Fethiye Çetin, işadamı İbrahim Betil, Kürtçü eylemlerin demirbaşı Yaşar Kemal, “light Apo” Kemal Burkay’ın “refakatçisi” Oral Çalışlar, Ahmet Altan’ın “pavyondaki kadın” benzetmesinin mağduresi Oya Baydar’ın da bulunduğu -arasan bulunmaz- 700 kişi BDP’li Anayasacı Büşra Ersanlı’nın gözaltına alınmasını “Türkiye’nin, eşitlik, barış, sosyal adalet, akademik ve siyasi özgürlükler içinde, gerçek bir demokrasiye ulaşma çabalarına vurulmuş ağır bir darbe” olarak nitelendiren bir bildiri yayınladı.
Yandaş mahalle fena karıştı
Medyanın “terörle mücadeleyi Yeni Anayasa ile bertaraf ve İmralı’nın taleplerini” kanun hükmünde “kıldırmaktan sorumlu TESEV raportörü” Cengiz Çandar, Kandil ile “bilinmeyen Ankara” arasında ulaklık yapan, PKK elebaşlarının her daim “şeref! konuğu” Hasan Cemal, Taha Akyol’un “okyanus ötesi”nde kaşfedilen ve yıldızı yurdum medyasından önce The Washington Post, The Wall Street Journal, International Herald Tribune’lerde parlayan oğlu Mustafa Akyol, Anayasa Mahkemesi’nde üstlendiği kritik rolle teşbihte hata olmaz bir anlamda AKP’nin “varlık nedeni” Osman Can kuyruğuna basılmış kedi gibi feryada başladı:
Yandaş mahalle fena karıştı
Medyanın “terörle mücadeleyi Yeni Anayasa ile bertaraf ve İmralı’nın taleplerini” kanun hükmünde “kıldırmaktan sorumlu TESEV raportörü” Cengiz Çandar, Kandil ile “bilinmeyen Ankara” arasında ulaklık yapan, PKK elebaşlarının her daim “şeref! konuğu” Hasan Cemal, Taha Akyol’un “okyanus ötesi”nde kaşfedilen ve yıldızı yurdum medyasından önce The Washington Post, The Wall Street Journal, International Herald Tribune’lerde parlayan oğlu Mustafa Akyol, Anayasa Mahkemesi’nde üstlendiği kritik rolle teşbihte hata olmaz bir anlamda AKP’nin “varlık nedeni” Osman Can kuyruğuna basılmış kedi gibi feryada başladı:
Vay efendim eline silah almamış insanlar nasıl olurmuş da “terörist” diye suçlanırmış!
Sanırsın son 4 yıldır ses, görüntü geçirmez bir fanus içindeydiler!
Onlar böyle bağıra dursun “cemaat” olgusunun “resmi görüşünü beyan mercii” olarak algılanan Zaman yazarı Hüseyin Gülerce, mensuplarının taban tabana zıt dünya görüşleri ve yaşam tarzlarına karşın Zaman’la aynı çizgiden şu ana kadar milim sapma göstermeyen Taraf’ın Amerika’dan transfer edilen yöneticisi Yasemin Çongar, “okyanus ötesi uçamadığı” için biraz zahmetli bir sürecin sonunda olsa da Amerika’dan getirilen eski polis yeni Taraf yazarı Emre (Emrullah) Uslu karşı çıktı:
Belli isimler söz konusu olunca yargı yanlış yapıyor demek inandırıcı mı?
Sizin anlayacağınız KCK operasyonu çarşıyı, -pardon o jargona uygun gitmeli değil mi-, “mahalle”yi fena karıştırdı!
O “aynı elin ürünü” gibi manşetler, o karbon kağıdıyla çoğaltılmış gibi köşe yazıları, ekranda “papağan” izliyormuşuz hissi yaratan yorumlar mazide kaldı...
Dokuz yıl önce giriştikleri toplum, siyaset, sermaye, kültür mühendisliğinin nihai hedefinin “Türk’süz bir Türkiye” yaratmak olduğunu düşününce geldikleri nokta beni asırlar öncesine götürdü; fotoğraf aynı:
Ha “er meydanı”nda yolları ayrılan “AKP cengaverleri”, ha Romen Diyojen’in Malazgirt’te saf değiştiren “paralı askerleri” ...
Ha KCK... Ha “menfaat”ten gayrı hiçbir ortak noktası bulunmayan “yandaşlık koalisyonu”na uygulanan “turnusol testi”. Kimin kalemine değdiyse “rengi”ni ele verdi!
Onların da “iyi çocukları” var
Hasan Cemal mesela...
İşin ucu “tanırım iyi çocuktur” dediği Ragıp Zarakolu ile Büşra Ersanlı’ya dokununca “diktacı, otoriter rejimler ya da ikinci sınıf demokrasilerin muhalefeti susturma yöntemi” diye tanımlıyor daha önce “demokrasinin doğum sancısı” saydığı uygulamaları!
Mağdur olan “Kürtçü”ler ya hiç zorlanmıyor asmakta yaftayı:
“O eski milliyetçi-muhafazakâr dalga galiba yeniden kabarıyor!”
Dört yıldır onca “milliyetçi” aydın tutuklanırken kabarana laf yok ama!
Hoş... Bana sorarsanız Hasan Cemal’in “milliyetçilik” alerjisinden başka kabaran bir şey yok ortada!
“Sadece ‘benzer sesler’in duyulduğu rejimi demokrasi sanan o milliyetçi-muhafazakâr iklim” yabancı değilmiş zatı muhtereme...
Bir bilse...
Biz ne “liberal” iklimler gördük;
Hukuk eliyle ölüme mahkum edildi insanlar göz göre göre...
Cadı avları düzenlendi özgürlük adına gazete köşelerinde...
Hedef gösterdiler, tehdit ettiler de “ne oluyoruz” demedi/diyemedi hiç kimse...
Dört yıl önce yollayacaktın
Keza Ali Bayramoğlu’nun Yeni Şafak postanesinden Başbakan’a yolladığı “Açık Mektup”
Çıkarın isimleri, kim imza atmaz ki şu yazdıklarının altına:
“Kılı kırk yarmak, şiddet ve siyaseti ayırmak, demokrasiden, özgürlüklerden taviz vermemek bu mu?
Diyeceksiniz ki, “bu yargının işidir, biz karışmayız...”
Gazetelerde, tutuklanan kişilerle, örneğin Ersanlı ve Zarakol’la ilgili yayınlanan, imaj karalama amaçlı derin polis fişlerini okuyor musunuz?
Tutuklama kararlarıyla bu yayınların eş zamanlı olduğunu görüyor musunuz?
Olup bitenin, yargıdan önce “polis”in, sivil güvenlik güçlerinin uygulaması olduğunun, yeni Kürt politikanızı içten içe bu tür uygulamaların şekillendirdiğinin farkında değil misiniz?”
Ama... Keşke bu soruları sormak için “iki arkadaşın”nın tutuklanmasını beklemeseydi...
Keşke Ümraniye soruşturmasıyla başlayan süreçte bir çok meslektaşı, sayısız kere Nazi Almanyası’nda papaz olan Martin Niemöller’in günlüğünden alıntıladıkları “Önce sosyalistleri topladılar, sesimi çıkarmadım; çünkü ben sosyalist değildim. Sonra sendikacıları topladılar, sesimi çıkarmadım; çünkü sendikacı değildim. Sonra Yahudileri topladılar, sesimi çıkarmadım; çünkü Yahudi değildim. Sonra beni almaya geldiler; benim için sesini çıkaracak kimse kalmamıştı” sözlerini hatırlatarak uyardığı halde, sağıra yatmasaydı.
Bir gazetecinin dededen kalma antika tüfeğine “darbe silahı” demeden önce, yahut bir savaş muhabirinin görev yaptığı bölgeden “hatıra” olarak aldığı “bomba kovanı”nı “cephane” diye pazarlamadan, mesnetsiz iddialara dayanarak toplumun gözünde sanal “umacı”lar yaratmadan, insanları kutuplaştırmadan bir nefret iklimi yaratmadan önce akıl edebilseydi “şiddet” ile “siyaset”i ayırmanın gereğini...
Keşke yasadışı yollarla elde edilen kayıtlar sayfalarca yayımlanır ve insanlar özel hayatları, ailevi durumlarıyla gözden düşürülmeye çalışırken karşı çıksaydınız “imaj karamala”sına...
Keşke “yargıdan önce polisin işi” tesbitini o gün yapsaydı ve karşı dursaydı:
“Bu işte bi terslik var!...”
Keşke zamanında “Örgütle, silahla şiddetle ilgili olmayan İlhan Selçuk, Mustafa Balbay, Tuncay Özkan, Vedat Yenerer, Güler Kömürcü...” diye başlayan cümleler yazabilseydi... Belki bugün “Örgütle, silahla, şiddetle ilgisi olmayan Ersanlı ve Zarakol gibi isimler...” diye başlayan cümleler yazması da gerekmezdi!
Yazık ki kendi “iyi çocukları”nın canı yanmadığı sürece bugün “hukuk” dersi verenlerin hiçbiri umursamadı iktidarın pusulasının “baskı rejimi”ni işaret ettiğini.
Osman Can dün yaptığı gibi kahramanca! ortaya çıkıp “siyasal muhalifliğin de ceza tehdidiyle bastırıldığı”nı ilan etmedi / edemedi! Kimbilir belki iktidardan sağlayacağı / sağladığı kariyeri baskın geldi!
Bugün “PKK veya KCK değil usul önemli” diyenlerin hatırlayın o günkü sözlerini:
İçeriği es geçmemeli!
Dokunulmazlara dokundular... “Yetmez ama Evet”çi Ahmet İnsel’i destekleyen Cengiz Çandar “Evet; Başbakan ‘KCK operasyonuna ikna edilmiştir’ veya bu onun kucağına emrivakiyle bırakılmış bir zehirli hediyedir’. Bunun böyle olduğunu ben biliyorum. PKK’nın silah bırakmasının nasıl mümkün olacağı üzerine TESEV Raporu’nu hazırladığım sırada görüştüğüm devlet yetkililerinden, Başbakan’ın yakın çevresinden, Abdullah Öcalan’ın kendisiyle İmralı’da görüşen heyete ilişkin aktardığı bilgileri benimle paylaşan PKK yetkililerinden biliyorum.
Devletin -üstelik Başbakan’ın yakın çevresi olan- önemli bir bölümünün KCK operasyonlarını yanlış bulduğunu ve karşı olduğunu bizzat kulağımla o kişilerden işittiğim için biliyorum” diyerek, beyhude bir çabayla, hala “ilişkileri” üzerinden “alan koruma” çabası verirken, Emre Uslu ortaya çıktı ve “saltanatın buraya kadar” deyiverdi. Çandar’ın vasfını “PKK kitleleri üzerinden temelsiz umut yaratan müzakereci liberal”e indirgedi.
İşin en seyirlik kısmına gelince...
Kendi haklılıklarını kanıtlamaya çalışırken foyalarını da ortaya saçıverdi her biri...
Cengiz Çandar mesela “Ben ki bu konudaki yegane otoriteyim” derdine düşünce, AKP’yi açığa düşürüverdi bir kalemde:
Şimdi kimse kalkıp “Meğerse bu KCK, PKK’nın Türkiye’de bir paralel devlet kurma modeliymiş. Şehirlere hâkim olma projesiymiş” öyküsünü anlatmasın. “KCK Sözleşmesi’ni okudun mu” sorusunu sormasın.
Devlet, Başbakan Tayyip Erdoğan’ın görevlendirmesiyle ‘Sözleşme’ye göre ‘KCK Başkanı’ sıfatı taşıyan Abdullah Öcalan ile İmralı’da, KCK Yürütme Kurulu üyeleriyle Oslo’da, Brüksel’de, orada-burada 2008-2011 arası defalarca görüşmedi mi?
2007 doğumlu KCK’nın ‘Sözleşmesi’nden haberi mi yoktu?
Elbette biliyordu. Bilerek görüştü. ”
Ve Nazlı Ilıcak... Dilinin altındaki bakla kendiliğinden çıkıverdi dışarıya:
“Netice itibariyle, KCK’lılar, eli silâhlı teröristler değil. PKK’nın siyaseti kontrol altına almak amacıyla örgütlediği şehirdeki uzantısı. Gerçekçi olalım: Barışı, ancak PKK ile anlaşmak suretiyle sağlayabiliriz. Çünkü silâh bu örgütün elinde. Dönüp dolaşıp yeniden masaya oturulacaksa, bence zaman kaybetmemek lâzım.”
Mustafa Akyol gibi selden kütük kapmaya çalışanların derdi de bu karambolden “Yeni Anayasa” örmek milletin kaderine.
“Hükümetin acilen yapması gereken iki iş var:
Bir; Sedat Laçiner’in “Kürt sorununda yapmadığımız ne kaldı?” başlıklı dünkü yazısında sıraladığı; anadilde yargılanma, seçmeli Kürt dersi, yer isimlerinde değişiklik gibi taleplerin bir an önce karşılanması.
İki; yargıya önüne geleni tutuklama şansı veren, sırf yaptıkları röportajlardan dolayı gazetecileri bile yargılatan hoyrat Terörle Mücadele Kanunu’nun bir an önce değiştirilmesi.”
Yandaş medyanın yaşadığı KCK çarpılması sonucu beliren “itirafçılık” virüsü bir kaç gün daha, bir kaç köşe yazarına daha sirayet etse de, birinci ağızdan öğrensek kimler, neler karıştırmış “açılımcı” maskesiyle...
Sanırsın son 4 yıldır ses, görüntü geçirmez bir fanus içindeydiler!
Onlar böyle bağıra dursun “cemaat” olgusunun “resmi görüşünü beyan mercii” olarak algılanan Zaman yazarı Hüseyin Gülerce, mensuplarının taban tabana zıt dünya görüşleri ve yaşam tarzlarına karşın Zaman’la aynı çizgiden şu ana kadar milim sapma göstermeyen Taraf’ın Amerika’dan transfer edilen yöneticisi Yasemin Çongar, “okyanus ötesi uçamadığı” için biraz zahmetli bir sürecin sonunda olsa da Amerika’dan getirilen eski polis yeni Taraf yazarı Emre (Emrullah) Uslu karşı çıktı:
Belli isimler söz konusu olunca yargı yanlış yapıyor demek inandırıcı mı?
Sizin anlayacağınız KCK operasyonu çarşıyı, -pardon o jargona uygun gitmeli değil mi-, “mahalle”yi fena karıştırdı!
O “aynı elin ürünü” gibi manşetler, o karbon kağıdıyla çoğaltılmış gibi köşe yazıları, ekranda “papağan” izliyormuşuz hissi yaratan yorumlar mazide kaldı...
Dokuz yıl önce giriştikleri toplum, siyaset, sermaye, kültür mühendisliğinin nihai hedefinin “Türk’süz bir Türkiye” yaratmak olduğunu düşününce geldikleri nokta beni asırlar öncesine götürdü; fotoğraf aynı:
Ha “er meydanı”nda yolları ayrılan “AKP cengaverleri”, ha Romen Diyojen’in Malazgirt’te saf değiştiren “paralı askerleri” ...
Ha KCK... Ha “menfaat”ten gayrı hiçbir ortak noktası bulunmayan “yandaşlık koalisyonu”na uygulanan “turnusol testi”. Kimin kalemine değdiyse “rengi”ni ele verdi!
Onların da “iyi çocukları” var
Hasan Cemal mesela...
İşin ucu “tanırım iyi çocuktur” dediği Ragıp Zarakolu ile Büşra Ersanlı’ya dokununca “diktacı, otoriter rejimler ya da ikinci sınıf demokrasilerin muhalefeti susturma yöntemi” diye tanımlıyor daha önce “demokrasinin doğum sancısı” saydığı uygulamaları!
Mağdur olan “Kürtçü”ler ya hiç zorlanmıyor asmakta yaftayı:
“O eski milliyetçi-muhafazakâr dalga galiba yeniden kabarıyor!”
Dört yıldır onca “milliyetçi” aydın tutuklanırken kabarana laf yok ama!
Hoş... Bana sorarsanız Hasan Cemal’in “milliyetçilik” alerjisinden başka kabaran bir şey yok ortada!
“Sadece ‘benzer sesler’in duyulduğu rejimi demokrasi sanan o milliyetçi-muhafazakâr iklim” yabancı değilmiş zatı muhtereme...
Bir bilse...
Biz ne “liberal” iklimler gördük;
Hukuk eliyle ölüme mahkum edildi insanlar göz göre göre...
Cadı avları düzenlendi özgürlük adına gazete köşelerinde...
Hedef gösterdiler, tehdit ettiler de “ne oluyoruz” demedi/diyemedi hiç kimse...
Dört yıl önce yollayacaktın
Keza Ali Bayramoğlu’nun Yeni Şafak postanesinden Başbakan’a yolladığı “Açık Mektup”
Çıkarın isimleri, kim imza atmaz ki şu yazdıklarının altına:
“Kılı kırk yarmak, şiddet ve siyaseti ayırmak, demokrasiden, özgürlüklerden taviz vermemek bu mu?
Diyeceksiniz ki, “bu yargının işidir, biz karışmayız...”
Gazetelerde, tutuklanan kişilerle, örneğin Ersanlı ve Zarakol’la ilgili yayınlanan, imaj karalama amaçlı derin polis fişlerini okuyor musunuz?
Tutuklama kararlarıyla bu yayınların eş zamanlı olduğunu görüyor musunuz?
Olup bitenin, yargıdan önce “polis”in, sivil güvenlik güçlerinin uygulaması olduğunun, yeni Kürt politikanızı içten içe bu tür uygulamaların şekillendirdiğinin farkında değil misiniz?”
Ama... Keşke bu soruları sormak için “iki arkadaşın”nın tutuklanmasını beklemeseydi...
Keşke Ümraniye soruşturmasıyla başlayan süreçte bir çok meslektaşı, sayısız kere Nazi Almanyası’nda papaz olan Martin Niemöller’in günlüğünden alıntıladıkları “Önce sosyalistleri topladılar, sesimi çıkarmadım; çünkü ben sosyalist değildim. Sonra sendikacıları topladılar, sesimi çıkarmadım; çünkü sendikacı değildim. Sonra Yahudileri topladılar, sesimi çıkarmadım; çünkü Yahudi değildim. Sonra beni almaya geldiler; benim için sesini çıkaracak kimse kalmamıştı” sözlerini hatırlatarak uyardığı halde, sağıra yatmasaydı.
Bir gazetecinin dededen kalma antika tüfeğine “darbe silahı” demeden önce, yahut bir savaş muhabirinin görev yaptığı bölgeden “hatıra” olarak aldığı “bomba kovanı”nı “cephane” diye pazarlamadan, mesnetsiz iddialara dayanarak toplumun gözünde sanal “umacı”lar yaratmadan, insanları kutuplaştırmadan bir nefret iklimi yaratmadan önce akıl edebilseydi “şiddet” ile “siyaset”i ayırmanın gereğini...
Keşke yasadışı yollarla elde edilen kayıtlar sayfalarca yayımlanır ve insanlar özel hayatları, ailevi durumlarıyla gözden düşürülmeye çalışırken karşı çıksaydınız “imaj karamala”sına...
Keşke “yargıdan önce polisin işi” tesbitini o gün yapsaydı ve karşı dursaydı:
“Bu işte bi terslik var!...”
Keşke zamanında “Örgütle, silahla şiddetle ilgili olmayan İlhan Selçuk, Mustafa Balbay, Tuncay Özkan, Vedat Yenerer, Güler Kömürcü...” diye başlayan cümleler yazabilseydi... Belki bugün “Örgütle, silahla, şiddetle ilgisi olmayan Ersanlı ve Zarakol gibi isimler...” diye başlayan cümleler yazması da gerekmezdi!
Yazık ki kendi “iyi çocukları”nın canı yanmadığı sürece bugün “hukuk” dersi verenlerin hiçbiri umursamadı iktidarın pusulasının “baskı rejimi”ni işaret ettiğini.
Osman Can dün yaptığı gibi kahramanca! ortaya çıkıp “siyasal muhalifliğin de ceza tehdidiyle bastırıldığı”nı ilan etmedi / edemedi! Kimbilir belki iktidardan sağlayacağı / sağladığı kariyeri baskın geldi!
Bugün “PKK veya KCK değil usul önemli” diyenlerin hatırlayın o günkü sözlerini:
İçeriği es geçmemeli!
Dokunulmazlara dokundular... “Yetmez ama Evet”çi Ahmet İnsel’i destekleyen Cengiz Çandar “Evet; Başbakan ‘KCK operasyonuna ikna edilmiştir’ veya bu onun kucağına emrivakiyle bırakılmış bir zehirli hediyedir’. Bunun böyle olduğunu ben biliyorum. PKK’nın silah bırakmasının nasıl mümkün olacağı üzerine TESEV Raporu’nu hazırladığım sırada görüştüğüm devlet yetkililerinden, Başbakan’ın yakın çevresinden, Abdullah Öcalan’ın kendisiyle İmralı’da görüşen heyete ilişkin aktardığı bilgileri benimle paylaşan PKK yetkililerinden biliyorum.
Devletin -üstelik Başbakan’ın yakın çevresi olan- önemli bir bölümünün KCK operasyonlarını yanlış bulduğunu ve karşı olduğunu bizzat kulağımla o kişilerden işittiğim için biliyorum” diyerek, beyhude bir çabayla, hala “ilişkileri” üzerinden “alan koruma” çabası verirken, Emre Uslu ortaya çıktı ve “saltanatın buraya kadar” deyiverdi. Çandar’ın vasfını “PKK kitleleri üzerinden temelsiz umut yaratan müzakereci liberal”e indirgedi.
İşin en seyirlik kısmına gelince...
Kendi haklılıklarını kanıtlamaya çalışırken foyalarını da ortaya saçıverdi her biri...
Cengiz Çandar mesela “Ben ki bu konudaki yegane otoriteyim” derdine düşünce, AKP’yi açığa düşürüverdi bir kalemde:
Şimdi kimse kalkıp “Meğerse bu KCK, PKK’nın Türkiye’de bir paralel devlet kurma modeliymiş. Şehirlere hâkim olma projesiymiş” öyküsünü anlatmasın. “KCK Sözleşmesi’ni okudun mu” sorusunu sormasın.
Devlet, Başbakan Tayyip Erdoğan’ın görevlendirmesiyle ‘Sözleşme’ye göre ‘KCK Başkanı’ sıfatı taşıyan Abdullah Öcalan ile İmralı’da, KCK Yürütme Kurulu üyeleriyle Oslo’da, Brüksel’de, orada-burada 2008-2011 arası defalarca görüşmedi mi?
2007 doğumlu KCK’nın ‘Sözleşmesi’nden haberi mi yoktu?
Elbette biliyordu. Bilerek görüştü. ”
Ve Nazlı Ilıcak... Dilinin altındaki bakla kendiliğinden çıkıverdi dışarıya:
“Netice itibariyle, KCK’lılar, eli silâhlı teröristler değil. PKK’nın siyaseti kontrol altına almak amacıyla örgütlediği şehirdeki uzantısı. Gerçekçi olalım: Barışı, ancak PKK ile anlaşmak suretiyle sağlayabiliriz. Çünkü silâh bu örgütün elinde. Dönüp dolaşıp yeniden masaya oturulacaksa, bence zaman kaybetmemek lâzım.”
Mustafa Akyol gibi selden kütük kapmaya çalışanların derdi de bu karambolden “Yeni Anayasa” örmek milletin kaderine.
“Hükümetin acilen yapması gereken iki iş var:
Bir; Sedat Laçiner’in “Kürt sorununda yapmadığımız ne kaldı?” başlıklı dünkü yazısında sıraladığı; anadilde yargılanma, seçmeli Kürt dersi, yer isimlerinde değişiklik gibi taleplerin bir an önce karşılanması.
İki; yargıya önüne geleni tutuklama şansı veren, sırf yaptıkları röportajlardan dolayı gazetecileri bile yargılatan hoyrat Terörle Mücadele Kanunu’nun bir an önce değiştirilmesi.”
Yandaş medyanın yaşadığı KCK çarpılması sonucu beliren “itirafçılık” virüsü bir kaç gün daha, bir kaç köşe yazarına daha sirayet etse de, birinci ağızdan öğrensek kimler, neler karıştırmış “açılımcı” maskesiyle...
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder