Somutlanma biçimi değişebilir; kinin sahneye koyduğu şiddetin tetikçisi eli sopalı faşist, halkın gözüne gaz sıkan polis, televizyondan ağzına geleni söyleyen eşbaşkan olabilir, ama kinin kaynağında sermaye vardır. Sermaye, temelini ele geçirdiği toplumu hiçbir insani duyarlılığa yaşam hakkı tanımaksızın kendi hareketi çevresinde örgütler ve yönlendirir. En büyük kin ve zulüm biçimleri bu nedenle sermayenin hareketinin yolaçtığı yıkımı gören ve önlemek isteyen aydına, devrimciye yöneliktir. Bu kini eyleme geçiren sermaye adamlarının şaşmaz bir tarih ve politika bilinci vardır.Enver Gökçe, 28-29 Nisan 1960 gençlik eylemlerinin başladığı günlerde, polisin gelip kendisini götürdüğünü ve İstanbul dışına sürgün ettiğini anlatıyor. Neyse ki sürgün yeri olarak Kemaliye’deki köyüne gitmesine izin veriyorlar. O güne kadar işkencelerden geçirdiği, 7 yıl zindanda tuttuğu, iki yıl sürgünlerde süründürdüğü, işsiz, evsiz bıraktığı şairi, toplumda bir isyan rüzgârı yükselmeye başlayınca, hemen gelip buluveren bir sermaye korkusu ve kininden söz ediyorum. Köyünde gelişmeleri izleyen Enver Gökçe, banda kaydedilen yaşam öyküsünde, “27 Mayıs Devrimi bizi yeniden özgürlüğümüze kavuşturdu” diyor. Yakın tarihimiz, sermaye düzeninde bu özgürlüğün ne kadar nazlı ve her an ortadan kaldırılan bir şey olduğunu belgeliyor. Sermaye kini, “kardeşçe hayata” yönelik her eylemi engellemek için hep tetiktedir.
İmam Hatip liseleri
1948’de DTCF Türkoloji bölümü öğrencisi, şair, Ant dergisini çıkaran, Türkiye Gençler Derneği’nin kurucularından ve öncülerinden Enver Gökçe ve dört arkadaşını üç ay tutuklu yargılarlar. Bu yargılamadan kısa bir süre önce derneğin merkezini eli sopalı faşist güruhu basmış, ilerici gençlere saldırmıştır. Enver Gökçe, “Fakültenin Önü” şiirinde bu olayı anlatır. “Biz bir garip yiğit kişiydik/Bütün hürriyetler bizden uzaktı//Faşistler camlara yürüdüler / Kürsüleri kırdılar, höykürdüler”. Faşistlerin kimliğini onların tarifiyle özetler: “Tanrı Dağı kadar Türktü bunlar / Hıra dağı kadar müslüman.” Bu kimliğin toplumsal karşılığını sonraki dize ortaya koyar: “Ve de kanlı bıçaklı düşman”. Sermaye kini, ulusun devrimci çocuklarına kanlı bıçaklı düşmanlar üretmiştir. Sermaye ideolojisi bu düşmanlığı geniş kitlelerin bilincinde yaygınlaştırmış, her an Sivas benzeri kışkırtmalara sürükleyecek gizilgüce dönüştürmüştür. İmam Hatip liseleri, sermaye çıkarlarının hedefini belirlediği kindar kuşaklar üretme araçları, bunun içindir.
Enver Gökçe
1951 Komünist Tevkifatı, sermaye kininin ülkenin en güzel insanları üzerinde akıl almaz işkenceleriyle tarihe geçmiştir. Bu, yalnızca siyasi bir darbe değil, Türkiye’nin kültür ve sanatına da büyük bir kıyım olmuştur. 40 Kuşağı dediğimiz sosyalist gerçekçi şiirin bu darbe altında gelişmesi örselenmiş, yayınlanması ve halka ulaşması engellenmiştir.Enver Gökçe’nin hapishanede yazdığı “Yusuf ile Balaban” destanı bu zulüm fırtınasında yok edilmiştir. Leonardo’nun Mona Lisa’sının parçalandığını düşünün. Şiirleri, 1968 yılında, arkeolojik bir kazıdan kurtarılırcasına, Asım Bezirci’nin 40’ların dergilerinden bulup yayımladığı örneklerle günyüzüne çıkar. Bezirci, kitap yapmak için şiirlerin hepsini derler ve bir yayınevine verir. Burjuva korkusunun ve kininin yeniden azgınlaştığı 12 Mart Darbesi kitabı engeller. Enver Gökçe’nin ilk kitabı, 1973’te çıkabilen “Dost Dost İlle Kavga”, bu yüzden yazılışlarının üzerinden 40 yıl geçtikten sonra kitaplaşan şiirlerden oluşur.
1981’de, 19 Kasım’da, bir sermaye darbesinin karanlık günlerinde yitirdiğimiz Enver Gökçe’yi düşündüğümde, bu güzel insanı yıllarca acılar içinde yaşatan sermaye kini geliyor aklıma.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder