Deniz tarihimizde kendi donanmamızı devlet gücü ile zayıflatmanın iki çarpıcı örneği vardır. İlki, II. Abdülhamit döneminde (1876-1909) 93 Türk-Rus Harbi sonrasında donanmanın Haliç'te hareketsiz bırakılmasıdır. Bu gelişme nedeniyle sadece donanmanın kuvvet yapısı değil, kurumsal kültürü ve tecrübe birikimi de kaybedilmiştir. İkincisi de 2008 yılından itibaren Cumhuriyet Donanmasının Atatürkçü amiral ve subay kadrolarına düzenlenen sahte delil ve iftiralara dayalı tertip davalar dönemidir. Bu dönem henüz bitmemiştir. Bu süreçte 40 Amiral ile çoğu komodor, gemi ve birlik komutanı 400 deniz subayının tasfiyesi hedeflenmiştir. II. Abdülhamit dönemi sonunda Türkler 20'nci yüzyıla donanmasız; Tertip davalar sonucu da 21'nci yüzyıla amiralsiz girdi. Bu yazımızda Türk Donanmasının 19'uncu yüzyıl sonunda yaşadığı karanlık döneme değineceğiz.
II. Abdülhamit'in donanma sevgisizliği
II. Abdülhamit donanmayı tasfiye etmeyi kişisel kaygılar ve tercihleri nedeniyle devlet politikasına dönüştürdü. Tarihçiler bu tercihi değişik nedenlere bağlamaktadır. İlki amcası Abdülaziz gibi kendisinin de donanma desteği ile tahtından indirileceği korkusu; İkincisi 93 Harbinde Yeşilköy'e kadar gelen ve İngiliz Akdeniz Donanmasının İstanbul'a gelmesiyle durdurulan Rusya'ya taviz vermek; üçüncüsü iflas eden ve Düyun-u Umumiye kontrolüne giren Osmanlı ekonomisine donanmanın oluşturduğu yükü kaldırmak; Dördüncüsü başta İngilizler olmak üzere Akdeniz'de batılı donanmalarla silahlanma yarışına girmemek ve Navarin veya Sinop benzeri bir baskını önlemek.
Neticede bahriye için karanlık sayılan bu dönemde değil tatbikat yapmak, savaş durumunda dahi Donanma görevini yapamamıştır. Nitekim 1897 Türk-Yunan savaşında Donanmanın Ege'ye çıkması emredilmişse de, donanma gemileri değil Ege'ye Haliç'ten Çanakkale'ye zor gidebilmişlerdi. Bu dönemin sonlarına doğru yeni gemi alımı ancak Ermeni olayları sonucunda tazminat baskısına maruz kalan sultanın, tazminat ödemek yerine ABD ve İngiltere'de inşa edilen yeni savaş gemilerini almak zorunda bırakılması ile gerçekleşebildi. Sultanın kendi iradesi ile satın aldığı sadece iki gemi vardır. Onlar da iki denizaltıdır. İsveç -İngiliz yapımı Nordenfelt denizaltıları Yunanistan satın aldığı için alınmıştır. 1886 yılında Taşkızak Tersanesinde monte edilen ve 1888 yılında başarılı torpido atışı yaparak kendini ispat eden bu denizaltılar, Sultan tarafından bir daha kullanılmamak üzere önce İzmit'e sonra tekrar Haliç'e hapsedilmiş ve çürümüştür.
Deniz Kuvvetlerinin prestij kitabında II. Abdülhamit
Balyoz tutuklamalarının tepe yaptığı 2012 yılında Deniz Kuvvetleri Komutanlığı prestij bir kitap çıkardı. Evren Mercan isimli araştırmacı tarafından yazılan "Osmanlı Bahriyesinde ilk Denizaltılar" isimli bu kitap, denizaltıların hazin hikâyesini belgelere dayanarak açıklamaktadır. Kitabın arka kapağında tanıtımının yapıldığı kısa bir metinde Boğaziçi Üniversitesi Tarih Bölümü mensubu Yard. Doçent Doktor Selim Karakışla şöyle yazıyor: "Donanmayı Haliç'e bağlayıp çürümeye terk etmiş olmakla suçlanmış olan, Sultan II.Abdülhamit'in, aslında 19. yüzyılda zırhlı diplomasi çağında başta büyük devletlerin güçlü donanmalarına karşı koyabilmek için denizaltılardan faydalanmayı düşünmüş ilk hükümdar olduğu gözler önüne serilmektedir."
Aslında gözler önüne serilen, başarılı iki denizaltının hiçbir neden gösterilmeden Sultan'ın iradesi ile çürümeye terk edilmesi ve esas alım nedeni olan Türk Yunan harbinde hiç kullanılmamış olmasıdır. Ancak burada asıl önemli olan, Yard. Doçentin bu yorumunun, II. Abdülhamit döneminde en çok acı çeken devlet kurumunun bugünkü temsilcisi olan Deniz Kuvvetlerinin, Balyoz tutuklamaları sonrasında çıkardığı ve Deniz Kuvvetleri Komutanı imzasını taşıyan prestij bir kitapta ve hem de kapağında yer almasıdır.
Son yıllarda II. Abdülhamit döneminin bahriyesini en iyi anlatan kitap, Şakir Batmaz tarafından derlenen ve TİMAŞ Yayınları tarafından 2010 yılında yayımlanan "Abdülhamit Donanmasında Bir Bahriyeli, Donanma Zabiti Emin Yüce'nin Hatıraları" dır.
Bu köşede kitabın detaylarına girmeyeceğim. Ancak, II. Abdülhamit dönemini bahriye için güllük gülistanlık bir dönem olarak aktarmaya çalışanların mutlaka okumaları gereken bir kitaptır. İdealist bir deniz subayının nesnel gözlemleri ve kalbinden geçenleri sade bir dille aktardığı bu kitaptan kısa alıntılar yapalım.
Yüce, 1881-1903 arasında 22 sene aynı görevde kalan ve II. Abdülhamit'in buyrukları ile donanmayı küçülten ve Ertuğrul Fırkateyni'nin Japon sularında batarak 537 bahriyelinin şehit düşmesine neden olan dönemin Bahriye Nazırı Bozcaadalı Hasan Hüsnü Paşa için bakın neler söylüyor:
Bahriyenin kıymeti
"...Hakikatte Abdülaziz devrindeki muazzam donanmayı imha ile Haliç'teki şamandıralara kıymeti kalmayan yaldızlı gemileri bend ederek halkı iğfale çalışırdı...Hasan Paşanın en büyük fenalığı onun servet hırsı ve bu uğurda subay ve eratın hakları üzerinde suiistimal icra ederek, tersanede inşaat ve tamirata sarf edilen meblağ üzerinden şahsi çıkar temin etmek idi...
"Hulasa, Bahriye ile Tersane amiral ve subayları, erleri, gemileri, fabrika ve havuzları, gelir getiren bütün kaynakları ile önce Padişahın sonra Nazır Hasan Paşanın keyiflerine çalışırdı. Diğer bir deyişle Bahriye bir çiftlik ve biz de onun demirbaş hayvanı idik... Osmanlı tarihinde pek büyük nüfuz ve iktidara fevkalade ihtişam ve saltanata sahip değişik bakanlara tesadüf edilirse de makamını Hasan Paşa kadar uzun süre işgal eden görülmez. Hasan Paşa Abdülhamit'in arzusuna bağlı olarak donanmayı yok etmiş, Bahriyenin kıymetini hiçe indirmiştir." (sayfa 99-102).
Teğmen-Oramiral maaşı
Söz konusu dönemde Bahriye'de rütbe ve makamların nasıl dağıtıldığını da şöyle anlatıyor (sayfa 129):
"Mutlakiyet döneminin sonunda Bahriyede 60 Amiral ile 6000 subay ve gedikli (astsubay) vardı. Bahriye ve donanmanın hali hazır durumu ile hemen hiç amirale ihtiyaç yokken bu altmış amiralin her birine bir iş bulunmuştu. Koramirallerin çoğu Padişah yaveri idi. Bazı paşaların öyle mevkileri vardı ki rütbeleri ile uyum söz konusu değildi.
"Mesela itfaiye taburu kumandanı, meşhur Deli Mehmet Paşa, binbaşılığında oturduğu bu makamı koramiralliğinde de koruyordu. Koramiral Şükrü Paşa küçücük İstanbul vapuru süvariliği, Tümamiral Abdi ve Behçet Paşalar Teşrifiye istimbotu süvariliği ve ikinciliği hep bu garip tayinlerdendi. Tersanenin meşhur filikacı başı 80 yaşındaki Tuğamiral Süleyman Paşası vardı ki okuma ve yazması yoktu... O dönem maaşları da dikkat çekici ölçüde dengesizdi. Bir teğmen maaşı 1903 yılında 250 kuruş iken, bir oramiral maaşı 9000 kuruş idi. Yani kabaca 35 katı fazlaydı..."
Ahmet Vesim Paşa'nın onurlu duruşu
Donanmayı bu acıklı duruma düşürmek, donanmasızlığı devlet politikası haline getiren Sultanın sorumluluğunda idi. Ancak bu duruma ses çıkarmayan Bahriye Nazırı Bozcaadalı Hasan Hüsnü Paşa ve dönemin son on yılındaki Donanma Komutanı Hasan Rami Paşa'nın hiç mi sorumluluğu yoktu?
Her ikisi de donanmanın güçsüz ve hareketsiz bırakılmasına ortak olmuş ve yolsuzluklara bulaşmıştır. Kısacası, fırsatçı bir duruş sergileyerek Bahriye'ye ihanet etmişlerdir. Diğer taraftan aynı dönemde ünlü Amiral Çengeloğlu Tahir Paşa'nın yanında yetişmiş, Abdülaziz döneminde Bahriye Nazırlığı yapmış olan Ahmet Vesim Paşa örneği de deniz tarihimizde şerefli yerini almıştır.
Tarih çarpıtılamaz
Ahmet Vesim Paşa, II. Abdülhamit döneminde 18 Nisan 1878'de Padişah Yaverliği de verilerek Bahriye Nazırlığı'na atandı. Padişah II. Abdülhamit'in Donanma ödeneklerini kesmesi ve gemileri silahtan arındırarak Haliç'e hapsetmesinden büyük üzüntü duyup, Padişaha "Ben Donanmayı yaşatmakla görevliyim, bozmak elimden gelmez" demesi 14 Şubat 1879'da görevden alınmasına neden oldu.
Diğer iki amiral bu onurlu duruşu neden sergileyemedi? II. Abdülhamit döneminde Osmanlı Donanması'nın ölüme terke edildiği, tüm tarihi belgelerde yer alan yadsınamaz bir gerçektir.
Osmanlının sonunu getirecek bu acı sürece karşı çıkmayan hatta mevki, makam hırsı ve ikbal beklentisi ile bu olumsuz gelişmeleri destekleyen yöneticiler de en az onun kadar suçludurlar. Tarih asla çarpıtılamaz. Daha önemlisi tarih asla unutmaz.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder