1.12.2002 tarihli Hürriyet gazetesinde yayımlanan “Milli İrade Safsatası” başlıklı yazım da “Bir Kez Daha” kervanına katılıyor. Katılsın bakalım, değişen ne var?
[Edebiyat ve siyasette kural ve kuram yerine geçen epeyce safsata vardır. Edebiyattaki “Şiir Geldi Kelimeye Dayandı”, “Mısra İşlevini Yitirdi”, “Şiir Çıkmazda Çünkü İnsan Çıkmazda” gibi safsataları “Şiir ve Gerçeklik” adlı kitabımda ele almıştım. Siyaset jargonundaki “Kamu Vicdanı Palavrası”nı 6 Ekim tarihli yazımda irdelemiştim. Bugünkü yazımda “Milli İrade”... Daha sonra sıra “Hoşgörü”ye gelecek.
6 Ekim tarihli yazımda da belirtmiştim: İngilizce, Fransızca, Almanca dillerinde karşılığı bulunmayan Türkçe kavramları ciddiye almam.
İlkin şu “Milli İrade”yi Türkçe sözlüklerde, ansiklopedilerde bir arayalım, daha sonra yabancı dillere bakarız...
Milli İrade’nin karşılığı “Milli”de de var, “İrade”de de...
“Milli”deki tanım şöyle: “Bir halkın tümünün veya büyük bölümünün duygularını, eğilimlerini yansıtan, onların onayına dayanan irade.”
“İrade”deki tanım da şöyle: “İrade-i milliye: Milli irade, milletin isteği, arzusu.”
Bizdeki gibi ağızlara sakız olmasa da “Milli İrade”nin Fransızcası şöyle: “La Volonté nationale.” 1789 Büyük Fransız Devrimi’nden sonra kullanılmaya başlanmış ve devrimin gerekçesi olarak gösterilmiş. Daha sonra, iktidarı zorla ele geçirip Cumhuriyet’i yıkan Louis Napoléon kendisini “Tanrının ve milletin iradesi ile Fransızların imparatoru” (Empereur des Français par grâce de Dieu et volonte nationale) ilan etmiş. Görüldüğü gibi Fransızlar bu kavramı bizdeki anlamında kullanmıyorlar. Ayrıca 19. yüzyılın dinci felsefecileri ve metafizikçileri “Bireysel Bilinç”i kapsayan “Üst-Bilinç”i yani Tanrı’yı işaret etmek için kullanmışlar bu kavramı.
Bizim siyasetçilerin kullandığı anlamda milli irade, bireysel iradelerin üzerinde ve onlardan bağımsız ve onları içeren bir iradeyi işaret ediyor. Bu irade herhangi bir ulusun, milletin iradesi olamaz. Tek tek bireylerin iradelerini ancak Tanrı iradesi içerir. Bu işin metafizik yanı.
Siyasal bağlama gelelim: Milli irade eğer, politikacıların dediği gibi, TBMM’de tecelli ediyorsa, tek parçalı, yekpare bir milli irade olamaz. Meclisteki milli irade parçalı ve yüzdelerle ifade ediliyor. Daha açık söylemek gerekirse, milli iradeninin yüzde 34,27’sini AKP ve yüzde 0,19’unu ise TKP temsil etmektedir. Ama, TKP’nin payı ne kadar küçük olursa olsun, herhangi parti onun temsil ettiği milli iradeye sahip çıkamaz.
Bütün milletvekilliklerine sahip olsa bile hiçbir parti TBMM’de ulusun tümünü temsil edemez ve bir ulusun tümünü temsil etmeyen herhangi bir “şey”in ulusal yani milli olması mümkün değildir. Yani en çok oy alan AKP sadece birinci partidir ve varsayılan milli iradenin tümüne sahip değildir.
Dobra konuşmak gerekirse: “Milli irade” kavramını, ihtilal ve zorbalık rejimlerinin dayanağı olduğu için, demokratik ülkelerde seçim sonuçları bağlamında kullanmak çok yanlış. Ama bizim politikacılar ve kimi basın mensubu bu yanlışlığın farkında bile değiller.
Bir seçim yapılmış ve bu seçimi AKP kazanmıştır. Seçim de poker, bakara gibi bir oyundur. Her oyunun kuralı vardır, oyun kuralına göre oynanır ve oyuncular kurala uygun olarak sonucu kabul ederler. AKP’nin kazandığı seçime bütün taraflar saygı göstermek zorundadır.
Ama seçimin sonuçlarını, metafizik, hatta dinsel bir tanımlama ile milli iradenin tecellisi olarak ilan etmenin hiçbir saygın yanı yoktur. Bu, safsata olur!
Milli irade tikel ve tekil bir olgu değil. Tümel ve bütünsel olduğu zaman Tanrı ile özdeşleşiyor. Bu nedenle, gelecek seçimlerde mutlaka değişecek olan Meclis aritmetiğini bizim siyasetçilerin milli iradenin yansıması olarak kabul etmeleri çok yanlış.
Çünkü demokrasilerde siyasal anlamda kutsal bir milli iradeden söz edilemez. Her seçimin sonucu dünyevîdir. Her seçimde yanılması olası seçmenin verdiği karara hukukî saygı göstermek gerekir, ama bu kararın farazî bile olsa milli iradeyi temsil etmesi mümkün değildir. Zaten milli irade diye bir şey de yoktur!
(Hürriyet,1.12. 2002)
Biliyorum, sağcı, İslamcı, faşizan siyasetçiler, bu yazıyı okuduktan sonra, aman yanlış yapmayalım, oyumuz kadar konuşalım, “milli irade”yi temsil etmek gibi laflar etmeyelim demeyecekler.
Ama şundan emin olun değerli okurlar, yazının birinci bölümü 1.12.2002 tarihinde Hürriyet gazetesinde yayınlanıncaya kadar, iktidarın “Biz milli iradeyi temsil ediyoruz” yaveleri karşısında dut yemiş bülbüle dönen muhalefet “Haydi canım sen de, milletin tamamını sen temsil etmiyorsun, ben de senin kadar milli iradeyi temsil ediyorum” demeyi bu yazı sayesinde öğrendi.
Peki öğrenmesi ve itiraz etmesi iktidar üzerinde etkili oldu mu? Olmamasının önemi yok. Önemli olan muhalif halk kendisinin de o sözde milli iradeyi temsil ettiğini öğrendi.
Emile Durkheime’ın “Kolektif Tasavvur” kavramını 1955 yılında Mersin Lisesi’nin son sınıfında öğrenmiştim: “Fertlerden müteşekkil olmasına rağmen fertlere irca edilemeyen ve onlardan farklı olduğu kabul edilen şeye kolektif tasavvur denir.” “Şey”in yerine belki de başka bir sözcük vardı. Anımsamıyorum. Bu kolektif tasavvur, sanırım, sosyal psikolojinin alanına giren bir kavram.
Hatırladığıma göre bu kolektif tasavvur ilkellerde (kabile, oba, vb.) çok güçlü oluyor. İnsan, kolektif tasavvurdan arındıkça bireyleşiyor ve özgürleşiyor, uygarlık bölgesine giriyor.
AKP ve Başyüce Erdoğan, galiba, taraftarının ve halkın üzerinde bu kolektif tasavvuru yaratmak için, Hasan Sabbah gibi esrar kullanıyor. İlkellerde doğal olan, doğal olarak bulunan bu duygu, bu tasavvur, günümüzde, halkın bir kesimi üzerinde etkili olabilmek için “esrar” istiyor.
Başyüce Erdoğan bu esrarı bol bol kullanıyor. Bu kışkırtmaya günümüzde artık “algı yönetimi” deniliyor. Yani abrakadabracılık, gözbağıcılık, Zati Sungurluk... Yapana “illüzyonist” denir!
Sivas’ta 35 aydının diri diri yakılmasını kışkırtan yöntem.
İşte böyle Milli İrade kavramı da Kolektif Tasavvur gibi bir şey; tam anlamıyla gelişmemiş toplumlarda geçerli. Sürü yanılsaması (illusion)... Panurge’ün koyunlarının ortak koyunluğu...
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder