Almanya’nın en ciddi dergilerinden Der Spiegel “Türklerin yeni bir hobisi var”başlığını atıyor. İşlerimizden çıkıp evlerimize geliyor ve o akşamın“tapesini” dinliyoruz. Gezi Direnişi’nde sokaklara soluk veren kara ve güçlü mizah hemen sosyal medyayı sarıyor ve çürümüşlük ortalığa saçılırken yeniden bulduğumuz gücümüzle gülüyoruz. Gülüyoruz, çünkü güçlüyüz. Ve gülüyoruz, çünkü bu grotesk kabarenin kapanış perdesindeyiz, hissedebiliyoruz. Ancak bu “grotesk kabare” artık Türkiye’dir.
Bu sunuşu yazmaya oturduğumda Berkin Elvan, kalan on altı kilosuyla daha hayata tutunuyordu ve biz, Bilal ile babacığının paracıkları haberleri arasında elektrik borcunu ödeyebilmek için 14 yaşındaki kızını başlık parası karşılığı evlendireceğini söyleyen Şanlıurfalı babanın haberini okuyorduk. AKP’nin Türkiyesi işte budur.
TAHRIF OLAN CUMHURIYET
Ergenekon tutsakları henüz çıkmamıştı. Yalçın Küçük, henüz Silivri çıkışında “Ama bunların Cumhuriyet’e verdikleri tahrifatı 30 yılda tamir edemeyiz. Cumhuriyet tahrip olmuştur. Cumhuriyet’i tahrif edenlerle mücadele edeceğiz. Bizleri Cumhuriyet olarak, sembol diye hapse attılar. Cumhuriyet’e yaptıkları zararları taşıyamaz oldular. Cumhuriyet’i yeniden yapacağız” dememişti.
Ne kaldıysa yıkmak için getirilmişlerdi ve yıktılar. O pek çirkin ama eninde sonunda iyi kötü opera binası AKM şimdi metruk bir polis karakolu. Griye teslim ettikleri Taksim Meydanında cumhuriyetin tüm kurumlarına yapılanların utangaç, kara bir temsilcisi sanki. Gezi’de donandığı afişlerini bekliyor.
KULLANIŞLI SUÇ ORTAKLIĞI
İdealize etmenin hiçbir anlamı yok, AKP gökten inmedi ve Fethullah ise seksenlerden bu yana bizzat “devlet büyüklerince” beslendi, 2001’den çok önce Türkiye, egemenlerinin elinde, çoktan son darbeyi vuracak celladını arayışa çıkmıştı. “NATO’m izindeyiz” ve “varlığımız küresel sermayedarlara armağan olsun”; ancak buna Kemalizm diyemiyoruz ve diyenler şimdi kendileri için, bu grotesk kabareye uygun yeni bir deyiş çıkardılar, “kullanışlı aptallar” diyorlar. Aptal olduklarını kabul ediyorum ancak bu kadarla kalmıyor. Kalan on altı kilosunu teslim edip giden Berkin’den ve elektrik borcu nedeniyle 14 yaşında satılmayı bekleyen Şanlıurfalı kızdan sorumludurlar.
TUTULAMAYAN KÖPRÜ
Çürümüşün çürümüşünü ve kendi deyişleriyle aptalın aptalını bulmak zorundaydılar ve yeter sayıda buldular. Buldular, yaydılar ve yıktırdılar. Ancak her türlü desteğe ve kontrole rağmen böylesi kifayetsiz kadrolarla yönetim olamayacağını tarih bir kez daha gösterdi. Şimdi, Ortadoğu’da geri adım üstüne geri adım atarken, bir gece ansızın olanca haşmetiyle yürümeye başlayan Boğaz Köprüsü’nü “uluslararası anlaşmaların”tutamayacağını gördüklerinden, bu “icatlarından” kurtulmak istiyorlar. Ve biz her akşam “tape” dinliyoruz.
Grotesk mi grotesk, bu sunuşu yazmaya başladığımda Erdoğan henüz, tahliyeler için kimse bana teşekkür etmedi deme cüretini göstermemişti. Sosyal medyada ve sokakta artık alay konusu olmuş mitinglerinde,“Kandırıldım, ben de safmışım” diyordu, pek “kullanışlı”, ancak hep bir elden tahrif ettikleri Türkiye’nin siyasal literatürümüze kattığı şu söz kadar değil: “Ulan hepiniz oradaydınız”.
SİMBİOTİK İLİŞKİ
Yalçın Küçük, cezaevinden yazdığı sondan bir önceki yazıda şöyle yazıyordu: “Paralel-maralel saçmadır ve ikisi, Gülen-AKP, tek iktidardılar. En fazla, iki hizip sayabiliriz ve burada kuşku yok ve 2012 Mayıs ayında, Amerika’da M. Albright’ın başkanlığında bir kurul tarafından hazırlanan raporun “Gülen-Akepe” kısmının okunmasını öneriyorum. Ayrıca var, aralarından görüş ayrılıkları oluyor, her partide varlar, ancak tek iktidardırlar. Poliste, savcı ve yargıçlarda ve üniversitede, kadroları Gülen hazırlamıştır ve Akepe için çalıştılar.” Aşağıda Yalçın Küçük’ün, benim de 2012’de iki ayrı yazıda incelediğim raporun işte bu ekinden seçtiği parçaları bulacaksınız.
Şimdi Bekir Bozdağ, Ergenekon’a bakan 13. Ağır Ceza Mahkemesi’nin“incelenmesi” kararını onaylıyor ve Ergenekon, Balyoz davalarının mimarlarından emekli istihbarat müdürü Ali Fuat Yılmazer, cemaatin televizyonlarında Ergenekon’un, Balyoz’un, odatv’nin talimatını Erdoğan verdi diyor, KCK mı, İlker Başbuğ mu, hepsinden haberdardı, o istedi. Bildiğimiz, simbiotik bir ilişki içinde olduklarıdır. 2012’de, CFR raporuyla ilgili olarak Amerika’nın, her düzeyde ortak kurullar oluşturarak, gerekirse Erdoğan’ı da gözden çıkarabileceği bir ilişki istediğini yazıyorduk. Amerika da, Erdoğan da, bedelleri halkların kanıyla ödenen hatalar üstüne hatalar yaptı, tarih hızlandı, Boğaz köprüsü yürüdü ve Amerika artık yürüyen Türkiye’yi Erdoğan ile tutamayacağına karar vermiş görünüyor.
İlk kabul edilen ve büyük siyaset bilimci Machiavelli, Türkçe’ye “Prens” ve “Hükümdar” adlarıyla çevrilmiş ana yapıtında, iktidara kendi gücüyle gelmeyenler için iktidara kolay gelir ve kolay gider, der. Kolaydır, ve ancak AKP ile Gülen’in birbirlerine düşmeleriyle başlamamıştır. Ve şimdi biz “iyi bilirdik” yerine “birlikte bilirdik” diyoruz.
HAİN DEMOKRAT
YÜKSEK KOMUTAN & YAKIN AMERİKA & MÜNAFIKUN-CHP
YALÇIN KÜÇÜK
CFR
M. Albright-S. Hadley/Chairs
US-TURKEY/A NEW PARTNERSHIP
MAY 2013
APPENDIX B
What is the Gulen Movement?
A. Brock
Turks have widely differing views of the group and its aims. To secularists, Gulenists pose a threat to the secular foundations of the Turkish Republic. To Gulen’s supporters and others, the movement is far from benign, engaged in a broad effort to develop an inclusive and tolerant interpretation of Islam through education (both secular and religious) and good works.
Türklerin söz konusu grup ve hedefleri üzerine düşünceleri bir ucundan diğerine büyük farklılık gösteren geniş bir yelpaze oluşturuyor. Laiklere göre, Gülenciler Türkiye Cumhuriyetinin seküler temellerine tehdit oluşturuyor. Gülen’in müritlerine ve başkalarına göre, hareket hiç de kötü niyetli bir hareket değil; (hem seküler hem de dini) eğitim ve hayır işleri aracılığıyla kapsayıcı ve hoşgörülü bir İslam yorumu geliştirme ve yayma çabası içinde.
He (Gulen, yk) obtained deep knowledge in secular sciences, literature, history and philosophy. Of the latter, he was attracted to and influenced by Western philosphers such as Albert Camus and Jean-Paul Sartre.
Gülen, seküler bilimlerde, edebiyat, tarih ve felsefede derin bir bilgi birikimi edindi. Felsefe alanında Albert Camus ve Jean Paul Sartre gibi Batılı filozoflara ilgi duydu ve onlardan etkilendi.
His religious education consisted of Quranic recitation and memorization, Arabic language courses, exegetical interpretation (tafseer), interpretation of the hadith, and exposure to Sufism. He began preaching in 1958.
Dini eğitimi, Kuran okuma ve ezberleme, Arapça dil kursları, tefsir, hadis yorumlama ve Sufizm çalışmaları üzerine kuruludur. 1958 yılında vaaz vermeye başlamıştır.
The 1980s were years of rapid growth for Gulen movement, largely because of a new political atmosphere under Turgut Ozal, prime minister of Turkey from 1983 to 1989 and president from 1989 to 1993. Ozal believed that emphasizing the “Muslimness” of the Turkish national identity would, if properly regulated by the state, provide an appealing alternative to the more radical Islamist groups that had formed during the left-radical social conflict of the 1970s. The Gulen movement’s worldview made it perfect candidate for such a policy, known as the “Turkish-Islamic synthesis”. Gulen’s group subsequently acquired a number of media outlets to spread its message. At the same time, the privatization of Turkey’s education system officially opened the door to the movement to establish its own schools, which helped expand its influence in Turkish society.
1980’li yıllar Gülen hareketi için hızla büyüme yılları oldu; bunu büyük ölçüde, 1983 ile 1989 yılları arasında Türkiye’nin başbakanlığını, 1989’dan 1993’e kadarsa cumhurbaşkanlığını yapmış olan Turgut Özal’la gelen yeni siyasal atmosfere borçlu oldu. Özal, Türk ulusal kimliğinde“Müslümanlığı” vurgulamanın, devletin doğru kontrolü altında, 1970’li yıllardaki radikal sol eğilim döneminde oluşmuş daha radikal İslamcı gruplar karşısında daha çekici bir seçenek oluşturabileceğine inanıyordu. Gülen hareketinin dünya görüşü, onu Türk-İslam sentezi adıyla bilinen politika için mükemmel bir aday yaptı. Bunun ardından Gülen grubu, mesajını yayabileceği bir takım medya kuruluşları edindi. Aynı zamanda, Türk eğitim sisteminin özelleştirilmesi, hareketin Türk toplumunda etkisini yayabilmesi için kendi okullarını kurabilmesine kapı açtı.
Gulen’s supporters overlap with supporters of the ruling Justice and Development Party, AKP. According to critics, the Gulen movement has sought to appropriate the AKP’s political agenda through close relationships with the party’s leadership. Rumours abound concerning the alleged Gulenist ties to various senior government ministers, including Prime Minister Recep Tayyip Erdoğan and President Abdullah Gul. A former Turkish interior minister once claimed that Gulenists make up 70 percent of the nation’s police force.
Gülen taraftarlarıyla Adalet ve Kalkınma Partisi’nin, AKP’nin taraftarları örtüşmektedir. Eleştirmenlerine göre, Gülen hareketi parti liderliğiyle yakın ilişkileri aracılığıyla AKP’nin siyasal gündemini benimsemekte ve kendilerininkine denk getirmektedir. Gülencilerin çeşitli bakanlarla, Başbakan Recep Tayyip Erdoğan ve Cumhurbaşkanı Abdullah Gül’le bağları üzerine söylentiler son derece fazladır. Eski bir Türk içişleri bakanı, emniyet güçlerinde Gülenciler’in oranını yüzde 70 olarak zikretmiştir.
Gulenists overwhelmingly supported the AKP in the 2007 and 2011 parliamentary votes.
Gülenciler, 2007 ve 2011 genel seçimlerinde ezici bir ağırlıkla AKP’yi desteklemişlerdir.
Gulenists media outlets have been prime vehicles for advancing the AKP’s worldview. The daily Zaman was the first to publish Prime Minister Erdoğan and Bulent Arınc’s “new discourse” in February 2000, which was central to what would become the AKP’s guiding principles.
Gülenci medya kuruluşları, AKP’nin dünya görüşünü yaymakta birincil araçlar olagelmiştir. Zaman gazetesi, Şubat 2000’de Başbakan Erdoğan ile Bülent Arınç’ın “yeni söylem”ini ilk yayınlayan gazete oldu; bu “söylem” AKP’nin kılavuz ilkeleri olacaktı.
The central source of controversy surrounding Fethullah Gulen is that, whatever this worldview, the movement - a term Gulen himself rejects - that he leads seeks to use the organs of the state to indoctrinate Turkish society with his ideas. For example, in one revealing passage from a sermon, which was rebroadcast on Turkish television in 1999, Gulen stated:
You must move in the arteries of the system without anyone noticing your existence until you reach all the power centers. You must wait until such time as you have got all the state power, until you have brought to your side all the power of the constitutional institution in Turkey.
Against the backdrop of the AKP’s rise to power in 2002 and the ideological kinship of and alleged personal ties between Gulenists and Turkish government officials, this statement, especially when considered in conjunction with the strong presence Gulenists have in Turkey’s police force, judiciary and media apparatuses, is central to much of the concern about Gulen and his movement.
Fethullah Gülen’le ilgili en büyük tartışma, dünya görüşü her ne ise, liderliğini yaptığı hareketin - Gülen hareket sözünü kabul etmemektedir - Türk toplumuna kendi fikirlerini aşılamak/endoktrine etmek için devletin organlarını kullanmayı hedeflemesidir. Örneğin, 1999’da Türk televizyonunda yeniden yayınlanan bir vaazında, niyetlerini göz önüne süren bir pasajda şunları söylemiştir:
Mevcudiyetimizi hissettirmeden çok ileri gitme, böyle can damarları içinde dolaşma meselesi. Kıvama ereceğiniz ana kadar, dünyayı sırtınıza alıp, taşıyabilecek güce ulaşacak ana kadar, o kuvveti temsil edeceğiniz şeyler elinizde olacağı ana kadar, Türkiye'deki devlet yapısı ölçüsüne göre bütün anayasal müesseselerdeki kuvveti cephenize çekeceğiz ana kadar her adım erken sayılır.
AKP’nin 2002 yılında iktidara çıkışı ve Gülencilerle Türk hükümeti yetkilileri arasında olduğu söylenen ideolojik akrabalık bağlamında ele alındığında bu beyan, özellikle de Gülencilerin Türk emniyet gücü, yargı ve medya içindeki güçlü varlığı göz önüne alındığında, Gülen ve hareketi ile ilgili endişeler açısından merkezi önemdedir.
Despite the apparent mutual support, however, there is evidence of tension between the prominent theologian and Prime Minister Erdoğan. Gulen criticized the prime minister for reducing sentences given to football officials who were charged and convicted of rigging matches. He also spoke against some AKP officials’ expressed concerns about the length of pre-trial detentions for persons accused of involvement in the Ergenekon plot. In addition, Gulen assailed the AKP for its handling of the Mavi Marmara incident. All of that said, the relationship between the Gulenists and AKP is likely to remain strong despite these periodic spasms, in part because of the strong voter base that the movement provides for the AKP and the protection and relative freedom that the AKP offers in their operations.
Bununla birlikte, açıkça ortada olan bu karşılıklı destek ilişkisine rağmen, bu el üstünde tutulan din adamıyla Başbakan Erdoğan arasında gerilim olduğunun da kanıtları bulunmaktadır. Gülen, başbakanı futbol maçlarında şike yapmakla suçlanan ve hüküm giymiş takım yöneticilerine verilen cezayı indirmesi nedeniyle eleştirdi. Gülen aynı zamanda, bazı AKP yetkililerinin Ergenekon tertibinde rol almakla suçlanan insanların çok uzun süreler tutuklu yargılanması konusunda endişe dile getirmelerine karşı beyanlarda bulundu. Ek olarak, Gülen Mavi Marmara olayını ele alış tarzı nedeniyle de AKP’ye saldırdı. Tüm bunları bir kenara not etmekle beraber, Gülencilerle AKP arasındaki ilişki, bu dönemsel spazmlara karşın güçlü kalmaya adaydır; bu da kısmen hareketin AKP’ye sağladığı güçlü oy tabanından ve AKP’nin harekete ve faaliyetlerine sağladığı koruma ve görece özgürlüğe dayanmaktadır.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder