1 Oca 2012

Peygammberimiz mollaya karşıdır.


Molla türlü türlüdür. Cübbelisi vardır, papyonlusu vardır...
Varlığını koruma adına yarattığı tahakküm ve baskının yarattığı tepeciğin üzerinden bakar dünyaya. İşine gelirse Allah, gelmezse Para der.
Bir bakarsınız Cami’de. Etrafta istavroz çıkartanlar varsa da kilisede pusu kurar.
Rengi, şekli, görüntüsü değişir. Kelimeler, üslup başkalaşır. Ama amaç, hedef ve tarz her daim aynıdır.
ABD’YE HİCRET!
İşine geldiğinde ABD’ye hicret (?) eder. ABD’nin fildişi kulelerinden fetvacıklar sallayıverir.
İşine geldiğinde “Adam Smith’ci” olur. Hem kapitalist, hem Müslüman olunabilirin çürük fetvalarıyla doldurur mahalleyi...
Molla, tavuk gibidir. En ufak çatırtıda kaçacak delik arar. Akşama kadar, yığdığı servetin üzerinde kuluçkaya yatar. Açlığın, yoksulluğun, ezilmişliğin yanında olduğunu söyler; ama eline geçen ilk fırsatta; milletin sırtına biner...
DİYALOGCU MOLLA ?
Molla, dindaşları ile olmaktan hoşnut olur. Diyalog masalarında, hoşgörü iklimi(?) gevezeliklerinde yatan derin huşu, Molla’nın sapkın içtihatlarından doğan bir hazperestliktir.
Kukuletalı, papyonlu, takkeli, fraglı mollalar; her zaman aynı yerde buluşur...
Servet ve iktidarın “kutsadığı” paratestan tapınakları...
Bakınız Kur’an ne diyor!
KUR’AN TOKADI!
Allah ile aldatan, ABD ile iş tutan, kafası liboş; bel altı “dinidar”lara nasıl sesleniyor;
(SAFF suresi 7. ayet) İslam’a/Allah’a teslim olmaya çağrılıp durduğu halde, yalanlar düzerek Allah’a iftira edenden daha zalim kim vardır? Allah, zulme bulaşmış kişiler topluluğunu doğruya ve güzele iletmez.
(MÜMTEHİNE suresi 9. ayet) Allah sizi; ancak din hakkında sizinle savaşan, sizi yurtlarınızdan çıkaran, çıkarılmanıza yardım eden kimselerle dost olmaktan yasaklar. Böyleleriyle dost olanlar, zalimlerin ta kendileridir.
(CÂSİYE suresi 19. ayet) Kuşkun olmasın ki onlar, Allah karşısında sana hiçbir yarar sağlayamazlar/Allah’tan gelecek hiçbir şeyi senden uzaklaştıramazlar. Zalimler birbirlerinin dostlarıdır; Allah ise takvaya sarılanların Velî’sidir.
(ZÜMER suresi 32. ayet) Allah hakkında yalan düzenden ve kendisine gelen doğruyu yalanlayandan daha zalim kim vardır? Cehennemde kafirler için bir barınak yok mu?
Yalanlar düzerek Allah’a iftira etmek, din elbisesini çıkartarak böyle bir iş yapmak manasına gelmez. Aksine, bu ayetin bugün yaşanan formu; Allah’a inandığını iddia ederek, Allah’ın söylemediği birşeyi, Allah söylemiş gibi “din olarak sunmaktır.“
Bu zulüm, sizi yurtlarınızdan çıkaranlar ile ittifak aşkından ileri geliyormuş...
Lütfen ayetlerin meselelerini verdiğim sıraya göre ele alalım...
ZALİMLERİN-MÜŞRİKLERİN ÖZELLİKLERİ!
Allah’ın belirtmediği bir meseleyi dinsel kılmak. (Örn. Kur’an dışında zübürler edinmek, Allah ile kul arasında aracı-yarı tanrı görev üstlenmek, dini bozmak) Ki bu bugün, “Şirk İmamlarının” en belirgin meslek ve icraatıdır. Kur’an dinini safdışı bırakıp, şirke boğulmuş bir kenz dini inşa etmişlerdir.
Sizinle savaşan, sizi yurtlarınızdan çıkartmak isteyenlere UŞAKLIK yapmak!
Zalimler ile kol kola gezmek.
Bu 3 madde, bizzat verdiğim ayetlerden çıkan sonuçtur. Şimdi bu sonucu alın, günümüze getirin...
MOLLA KENDİNİ KOLLA!
Molla, yukarıdaki özelliklerinden ilki hasebi ile geniş kitlelere nüfuz eder. Büyük bir etki alanı vardır. Servet ve iktidar gücünü de yanına alarak, büyük bir afyoncubaşına dönüşür. Bu minvalde, zulmü çetindir, baskıcıdır...
Allah’ın dinine karşıdan cephe alır. Kurduğu mescid Dırar Mescididir. O mescidlerde Allah adı anılsa da, Şeytan Evliyalarına tapılır...
Bu hususta, son kitabım Şeytan Evliyaları’na göz atmanızı tavsiye ederim. Hangi İslam ? Sorusunun yanıtları orada mevcut...
Molla’ya karşı biz kendimizi korumayız. Dokunan yanıyormuş ? Umrumda bile değil...
HUZUR’U MAHŞER!
Allah’a ve ahirete iman eden biri olarak, esas molla düşünsün. Huzur’u Mahşer’de göreceği muamele şu biçimde olacaktır;
(KEHF suresi 52. ayet) Bir gün Allah şöyle diyecektir: “O bir şey zannettiğiniz ortaklarımı çağırın!” Hemen çağırdılar ama onlar kendilerine cevap vermedi. Biz onların aralarına tehlikeli bir uçurum/yıkıcı bir düşmanlık koyduk.
(KASAS suresi 64. ayet) Şöyle denilir: “Çağırın ortak koştuklarınızı!” Onlar da çağırırlar. Fakat ötekiler bunlara cevap veremezler; azabı görmüşlerdir. Önceden yola gelselerdi ne olurdu!
(SEBE’ suresi 22. ayet) De ki: “Allah dışındaki o bir şey sandıklarınızı çağırın/onlara yalvarın! Ama onlar, göklerde de yerde de zerre kadar bir şeye sahip olamazlar. O göklerde ve yerde onların ortaklığı da yoktur. Ve O’nun onlardan bir destekçisi de yoktur.”




ABDESTSİZ NAMAZ KILAN MUHAFAZAKAR

Cünup kelimesini hep yanlış biliriz. Türkiye’nin en önemli Kur’an düşünürlerinden Hakkı Yılmaz, bu kavramın etimolojik köklerini şu şekilde tahlil ediyor:
Cünüb sözcüğü Kur’ân’da 2 âyette aynen olmak üzere, farklı türevleriyle toplam 33 kez yer alır. Sözcüğün türevlerinin hepsi de “ana maddeden uzak parça” anlamı ekseninde olup, bunların Nisâ/36, 43; Kasas/11 ve Mâide/6 âyetlerindekileri cünüb kalıbında, diğerleri farklı kalıplardadır. Meselâ, farklı kalıplarda olanlardan Zümer/17, Nisâ/31, Şûrâ/37, Necm/53, Nahl/36, Hacc/30, Hucurât/12, Mâide/90 ve İbrâhîm/35 âyetlerindeki sözcükler, Türkçe’ye de aynen Arapça’daki anlamıyla girmiş olan, “uzak durma, kaçınma” anlamındaki “ictinab” formuyla yer almıştır:
Ve hani bir zaman İbrâhîm, “Rabbim! Bu şehri güvenli kıl! Beni ve oğullarımı putlara tapmaktan uzak tut!” (İbrâhîm/35)
Sözcüğün türevleri
Bu sözcüğün türevlerinden, cânib, ecnebi, cenâb formaları da aynı anlamda Türkçe’leşmiş olup, cânib; “yan, kenar”, ecnebi; “yurdundan kopmuş; yabancı” demektir. Cenâb sözcüğü ise “eksikliklerden uzaklaşmış” anlamındadır ki bu sözcük başta Allah için “Cenâb-ı Hakk, Cenâb-ı Allah” diye kullanılmakta, bazen saygın kimselere, “... cenâbları” denmektedir.
Özetlersek cünüb sözcüğü kısaca; “uzak olan, kopuk olan” anlamına gelir. Nisâ/43 ve Mâide/6 âyetleri ışığında değerlendirilecek olursa bu sözcüğün; “şehvetin kabarması, nefsin uyanması sebebiyle hayattan kopuk olan, dengesini yitirmiş, sağduyulu davranamayan” demek olduğu anlaşılır.
Cenabet kenzolar!
Uzak olmak, kopuk olmak; insani ve toplumsal değerlerden uzaklaşıp, bireyci-egosal yoğunluğa adapte olmak baabındadır. Yani, kapitalizmin reel politik sürecine eklemlenip, liberal teranelere abdest aldırmak, cenabetliktir.
İnsani değerlerin karşısında konumlanmak cenabetliktir. İnsanı hedef alan vahşi kapitalizm ile müttefik olmak cenabetliktir...
İffetli olun!
Denklem şimdi oturacak: Abdest-Cünup-Lüks Parti-İffet... “Acaba ne alaka?” diyenler sıkı dursun; iffet kelimesini hep cinsel içerikli bir kelime olarak biliriz. Kur’an’da geçen bu kavram, karakteristik olarak kadınlara has, cinsel bir sakınışı temsil eder...
Lakin iffet, aff kökünden türemiş olup; az ile yetinmek, artanı vermek manalarına gelir. (Bkz. El Müfredat-Isfehani, aff mad.)
‘Zenginler iffetli davransınlar’ (Nisa Suresi 6. Ayet)
Bu ayet şimdi ne manaya geldi ? İffet, aşırılıktan kaçınmak manasına gelir. Aşırılığa dalmak, iffetsizliktir... Durun, esas mesele şudur:
İffetsizlik + Cunüplük: Kapitalizm
İffetsizlik ile cunüplük yakındır değil mi ? Cunüp olmak için (toplumun zihnine göre) iffetsiz olmak gerekir.
Evet, asli anlamları gereği de aynen bu durum böyledir. Cunüp, yani insani değerlerden uzaklaşmış olmak için, aşırılığa gitmek; hak sahiplerinin hakkını kendinde tutmak, toplumculuk yerine, bireyci damarı kabartmak lazım gelir...
Böyle bir durumda ne örtü, ne abdest, ne namaz kalır. Bunu eğer “muhafazakâr” geçinenler yapıyorsa, işin adı “muhafaza”-“kâr”  olmuş, kazanç muhafazası; din elbisesi giymiş bir mesleğe dönüşmüştür... Kur’an’ı okumuyoruz. Bir okusak, bütün cenabetlerin, iffetsizlerin maskesi düşecek!
Maun tokadı!
Ve Maun Suresi, cenabet kılınan namazın eleştirisini ihtiva eder... Hatırlatarak bitirelim:
Maun Suresi
“Dini yalan sayanı gördün mü?
Odur yetimi itip kakan, yoksulu-miskini doyurmaya özendirmeyen.
Yazıklar olsun onun kıldığı namazlara ki.
Kıldığı namazdan gafildir.
En ufak bir yardımı bile esirger...”



ACILARA MEKTUP
Cezayir’li küçük bir kız çocuğu, defalarca tecavüze uğramışlığın etkisi ile yüksek bir yerden atlayıp intihar ediyor. Küçük bedeninin üzerinde haz patlamaları yaşayan aşağılık varlıkların iğrenç kokusunu hissediyor oluşundan doğan bir yıkımın etkisi ile, minik bedenini uçurumdan aşağı salıyor...
Vietnam’lı hao-kim...
Kızılderili Ayelen,
Irak’lı Ayşa...
Aynı mütecaviz çetenin döktüğü kanlar ile sulanmış arzın üzerinde endam ile salınan kodamanlar, servet ve iktidar kulelerinden özgürlük narası attırıyor.
Ey Özgürlük!
Gazetecilere, devrimcilere, kölelere, ezilenlere, horlanan-yitip gidenlere, mustazaf-alttakilere uğramayan o büyülü kelime..!
Uğruna milyonların kanını içtikleri o kara suyun (petrol) böbrekleri çalıştırması akabinde ortaya çıkan idrara verdikleri isim...
Özgürlük!..
Şirketokratların, elitokratların parasının daha fazla şişebilmesi için temin edilmesi icab eden koşullara verilen isim...
Paranın daha rahat dolaşabilme özgürlüğü (liberalizm).
Ey Özgürlük!
Benim mahallemin duvarlarına henüz yazılmamış bir kelime. ÖZ-GÜR...
ÖZümde mevcut bulunan GÜRlüğün (bol ve güçlü olarak fışkıran) mutlak egemenliği.
İnsan, yaratılışı hasebi ile; doğanın efendisi değil, parçasıdır. Doğal sürece uyumlanma adına ihtiyaç duyduğu bütün meteryaller, tabiatında mevcuttur.
İşte ÖZ olan GÜR tam olarak, doğal sürece uyumlanma adına var olan envanterlere işaret eder bir kavramdır.
Yani bir kişinin ÖZGÜR olabilmesi için, doğal süreç ile çelişmeyen bir yaklaşım sergilemesi icab eder. Bu fıtri-öz-hakiki “ÖZGÜRLÜKÇÜLÜKTÜR.”
O halde “zamanın ruhuna uygun düşen“ özgürlükçülük motifi;
İnsanı ve içinde eridiği toplumu, doğal sürecin dışına iten tüm olgular karşısında konumlandıran yaklaşımların ta kendisi olacaktır...
Daha evvelce yazmıştım.
Kur’an’ın Alak Suresi’nde iki kilit kavram vardır.
Alak ve İstiğna..
“Oku, Yaradan Rabbin adıyla, o insanı Alak’tan yarattı”
Alak, alaka. İlgi, birliktelik manalarına gelir. Embriyo olarak çevrilmesi, spermin rahimle kurduğu ilgiden dolayıdır...
Ve Kur’an’ın henüz ilk suresinde geçen İstiğna!
“Hayır öyle düşünme, insan mutlaka azar, müstağnileştiğinden (servet ve refahla şımarıp, ilgi-alakayı yok edip bireycileştiğinden)”
O halde Alak ve İstiğna zıt anlam kazanır.
Alak fıtri, İstiğna nefsi/egosaldır.
Şu halde, özünde ne varsa; o gürler.
Nefsi, müstağni bir benlikten açığa çıkan “özgürlükçülük”, egosal-bireyci bir özgürlükçülüktür. Buna “müstağnilik“ diyelim. Tam da denklem oturuyor ya! Kur’an’ın cehennem ile tehtid ettiği “kenzo“ sınıfın karakteri de tam olarak bu değil midir ?
Bugün bu özgürlükçülüğün adı : liberalizmdir. Türkiye’de ben “özgürlükçüyüm diyen“ ve akşama kadar Hilary Clinton’un taş attığı yerleri taşlayan “herkes” bu dairededir. Nefsin telakkilerine boyun eğmiş, kutte’i tarık, Fatiha Suresinin deyimi ile “dallin/sapık“ olmuş olanlardır...
Fatiha demişken üzerinde duralım.
5 Vakit namaz kılıp “dallinleşenler bu kısımdan nasiplenerek temizlenmelidir.”
Fatiha Suresi
Hamd (Övgü-İlgi) alemleri yaratan efendiyedir. (İki ayaklı, zorba bozguncu efendi bozmalarına övgü yapılmaz!)
O esirger ve bağışlar. (Kulluk ettiğiniz efendilerden münezzehtir.)
Gerçeklerin ortaya çıkacağı günün “mülk sahibidir.” ( Malik/Mülk sahibi. Din günü; kıyamet/devrim. İnsanların ayaklanacağı ve kodamanlardan hesap soracağı gün, yeryüzünde ki bütün mülk Allah’a ait kılınacak. O gün mülk sahibi Allah olacak, ve kamu onda eşit hakka sahip olacak.)
Yalnız sana kul oluruz. Yalnız sana boyun eğip, yardım isteriz. (Kulluk, yaşam programı manasındadır. Sadece senin kurallarına uyarız! ABD’nin, emperyalistlerin, kenzoların kurallarına değil!)
Bize en doğru yolu göster.
Bizi, üzerlerine gazap dökülmüşlerin ve şaşkınlığa saplanmışların yolunun dışındaki, kendilerine nimet verdiklerinin yolu olan dosdoğru yola ilet!
Biz bu kitabı “dirileri uyarman için gönderdik“ (Yasin 70) ayetinden gafil mollaların “kabir duası yaptığı” fatiha, İslam’ın devrimci manifestosudur.
Ölüye değil, diriye okunmadıkça, hiçbir işe yaramaz. Ölü metine dönüştürülüp, sosyal hayattan çıkartıldığında, içinde okunduğu namaz “sahun/boş” olur.
Ve bu “boş” olma durumu; istiğnai özgürlükçülükten, nefse ve egoya-bireyciliğe tapıcılıktan ileri gelir.
Yani istiğna özgürlükçülüğü, üzerine gazap dökülmüşlerin yoludur!
Peki “Alak Özgürlükçülüğü ?”
Hakların değil, vazifelerin. Bireysel arzuların değil, toplumsal gereksinimlerin, sermayenin değil emeğin, ezenlerin değil, ezilenlerin özgürleşmesini öngören bir anlayıştır.
Türkiye’de çok küçük azınlıkların savunabildiği, kadim bir değerdir. Akşama kadar yaygın medya da “özgürlükçülük” narası atanların yanından bile geçmemiş bir hakikattir...
Bizim mahalleye henüz uğramamıştır.
Doğal olarak ta; sap ile saman karışmış, özellikle de gençlik bu yalanı yutmuştur.
Zamana inanarak, umut ve devrimle...



Peygamberimiz’in tepkisi!
Resulullah buyurdular ki:
“Kim bize memur olursa, kendine bir zevce edinsin. Yardımcısı yoksa bir de yardımcı edinsin. Meskeni yoksa bir mesken edinsin.”
Hz. Ebu Bekr dedi ki:
“Resulullah’ın şöyle buyurdukları bana haber verildi. Kim bunun dışında bir şey edinirse, bu kimse haindir, hırsızdır.” [Ebu Davud, Harac 10, (2945)]
Şişme kadrolar
Fetullah Gülen gibi Kur’an’ın bir kısmına inanıp bir kısmını inkar eden bir şirk imamının şişirdiği kadrolar, Allah Resulü’nün bu hadisini bilmiyorlar. Çünkü onlara ayetlerin ve hadislerin bir kısmı okunuyor. Dikkat ettim, Nur cemaatinde tefsir dersi yok. Çünkü bütün Kur’an’ı okutamazlar. Oyunları bozulur, işleri iflas eder. Bazı ayetleri cımbızla çekerler, bunlar üzerinden Allah’a iman edip kapitalizm ile amel eden, kafası liboş, bel altı muhafazakâr bir tip yaratmaya çalışır dururlar...
Ebuzer’in sopası!
Öncümüz Ebuzer El Gıffari der ki: “Evinde yiyecek ekmeği olmadığı halde, kılıcını çekip sokağa fırlamayanın aklına şaşarım.” Evet! İslam’ın afyon şirk dinine karşı duruşu buydu. Bugün, tam tersi olmuştur. Sokağa çıkanlar “aşırı” ilan edilmiş, anti-komünist propaganda eşliğinde, abdest aldırılmış bir kapitalist paradigma yaratılmıştır.
Doymak bilmeyen önderler!
Daha önce de gündeme gelen bir proje vardı; Mel’e projesi. Mel’e kelimesinin manasını açıklamıştım. Kavmin domuz gibi yiyen, doymak bilmeyen, servet ve refahla şımarmış elebaşları manasına geliyor.
Bir kavimde mel’e sayısının çoğalması, oranın cehenneme dönüştüğüne işaret eder. O beldeye İslam henüz gelmemiştir. Oralarda yoksullar “miskinleşmiştir”.
Miskin nedir?
Efendim, yoksullar, yoksulluklarının ilahi kader olduğunu söylüyorsa, miskin olmuştur. Miskin, mesakin (sakinleştirilmiş-afyonlanmış) manasına gelir. Allah’ı göklere gönderip yerden ilişkisini kesen algı, adalet gibi bir kavramı da ilahileştirmiştir. Yoksulluk “kader” değildir. Göbeği şişiklerin istiflediği malların yarattığı doğal bir sonuçtur. Bir beldede yoksullar, servet sahiplerinden hesap sormuyorsa, yozlaşma baş göstermiştir. Allah o beldeye rahmet eylesin!
Kenzolara çağrı!
İlahi yıkımın başımıza musallat olmaması için bir an önce “absürt tavırları” terk edip zulmün elebaşlarına karşı konumlanmak gerekir. Zulüm, küresel para sisteminin çetebaşları tarafından örgütlenen “emperyalist” yapılanmalardır.
Bu yapılanmalar ile ittifak, lanetlenmiş şeytanın evliyası olmaya soyunmaktır. Tarih ve toplum, bu ihaneti asla affetmeyecek, Allah nurunu tamamlayıp bu pisliği horlananlar üzerinden kaldıracaktır.
Vicdan ve irfan sahiplerini susturma gayreti, lüzumsuz bir hareketten ibarettir.
Hesabı mutlaka sorulacaktır.


Hiç yorum yok: