18 Mar 2013

Cern mi? Çamlıca’ya Camii mi?


Türkiye, Cern’de yapılan bilimsel araştırmalara tam üye olarak katılmaktan vazgeçti. 1950’lerden beri uygar insanlığın milyarlar döktükleri, hayatı ve evreni anlamlandırma çabalarının doruğa ulaştığı, sağlıkta kullanılan MR’dan, 21. Yüzyılın en önemli devrimi diye nitelendirilen internete kadar, bu günkü teknolojilerin çoğunun keşfedilmesine kapı açan Cern çalışmalarına 35 milyon lira bulamadık. Sebebi, “onlar yapsın biz hazıra konalım” tarzındaki köylü kurnazlığı.

Evet, Somali’ye, Arakan’a milyarlar bulan Türkiye’min Cern için 35 milyonu yok. Lale festivali için bile milyonlar harcanıyor ancak bilim için bulunamıyor. Sadece tek bir cemaat himmet yapsa (yani, para toplama amaçlı çağrıda bulunsa) eminim bu paranın iki katı bir çırpıda denkleştirilirdi. Ancak bilim tıpkı Tanrı gibi terk edilmiştir bu topraklarda. Din her sorunu çözümlemeye yeter.

Terör? din kardeşliği unutturulduğu için oluyor.

Yolsuzluk? dini ahlak uygulanmadığı için yapılıyor.

Suç? şeriat olsa kimse suç işleyemezdi.

Karetta karettalar? o sahillerde namaz kılınmadığı için murdar oldular.

“Tanrı bilinmekliğini diledi ve insanı yarattı” denir. Yani varlıklar içerisinde sadece insana mahsus bir kabiliyet vardır ki, oda yaratanını bilme ve onu tanımadır. Peki, bu ne ile mümkün olabilir?

Din ile mi?

Dinler sundukları yollarla insanları, değil Tanrıyı bilmeye, bilakis olabildiğince ondan uzaklaştırmaya adamışlardır kendilerini. Zira insan Tanrıyı bildiğinde din adamlarının hegemonyasından kurtulacak, daha doğrusu onlara ihtiyaç kalmayacaktır. Bu sebeple inananlarını ritüellerle boğan dinler, insan ile Tanrısı arasında bir perde olmuş ve Tanrıyı temsilen insanlara Tanrılık taslamışlardır. Tanrıya yapılacak ibadetleri onlar takip etmekte, Tanrı rızası için verilecek paraları onlar toplamakta ve Tanrının vereceği cezaları onlar kesmektedirler. Bu nedenle dinlerin çizdikleri yolla Tanrıyı bilebilmek mümkün değildir. Din adamları Tanrının nasıl var ettiği sırrını araştırmak yerine, zarureten aynı anne ve babadan olan kardeşlerin ensest ilişkisine göz yuman bir Tanrıya inanmamızı isterler. Her şeye gücü yeten Tanrının bin Âdem ve bin Havva yaratmaya gücü yetmiyormuş gibi basmayan kafalarındaki sapıklıklarını Tanrıya izafe ederler. Aklen açıklayamadıkları her fenomene ilahi ve mistik bir hikâyeleri vardır.

O halde Tanrıyı, o ilk nedeni kim nasıl bilecek?

Hakiki sûfiler, ki onları ortalıkta dolaşan miskinlerle karıştırmamak gerek, bu konuda bilmeceler sunarlar insana. Yani din adamlarının söylediklerinden farklı bir Tanrının var olduğunu, yüce yaratanın din çizgisiyle asla anlaşılamayacağını, düşünen insanlar için şifreli ipuçları niteliğindeki sözleriyle anlatmışlardır. Ancak bu şifreleri herkesin uzanabileceği kadar yakına fakat ilk bakışta anlaşılamayacak kadar uzağa koymuşlardır. Çünkü yakmaya, deri yüzmeye, dağlamaya hazır bekleyen din adamları enselerindedir.

Bu gün dincilerin kullandıkları teknolojilerin hiç birini bir papaz veya haham veya hoca bulmadı. Kâfir dedikleri bilim insanlarının icatlarını Tanrıyı anlatırken kullanan ulema, bu icatları neden bir din bilgininin bulamadığı sorusuna, “Tanrı kâfirleri bile dine hizmet ettiriyor” gibi acınası cevaplar veriyorlar. Tanrının yardımı olmaksızın hiçbir başarının olamayacağını savunan din adamları bilimsel başarıların kimin yardımıyla kazanıldığını sanıyorlar acaba? Eğer Tanrı bilimin kapılarını onu arayanlara açtıysa din adamlarına neden kapatıyor hikmet kapılarını? Duaları mabetlerin tavanını aşmıyor, kabul olmuyor ama farkında değiller.

Tanrı nasıl bilinecek? Nurunu nasıl tamamlayacak?

Çoğunluğunun dinle arasının iyi olmadığını bildiğimiz Bilim adamlarının Tanrı ile bir problemlerinin olduğunu sanmıyorum. Problem dinlerin inanmamızı istedikleridir. Hırslı, intikam alan, takip eden, her adımımızda acı çekmemizi öğütleyen ama ne hikmetse aynı zamanda bizi çok seven bir Tanrı. Hayır, bu Tanrı değildir. Sanki ondan yetki almışçasına Tanrı adına ahkâm kesen din adamlarının acınası, kirli kalplerindeki egolarıdır. Bahsettikleri Tanrı, hastalıklı psikolojilerinden başka bir şey değildir. Din adamları, 21. Yüzyılın firavunları gibi insanların kendilerine tapınmalarını isteyen zalimlerden başkası değillerdir.

Bilim uğraşısı en büyük ibadettir. Bilim adamının uykusu bile mollanın haccından daha değerlidir Tanrı katında. Tanrıyı arama yolunda, onu bilme ve tanıma yolunda bilim kadar hizmet eden bir metot olmamıştır. Bilim adamları Tanrıyı mabetlerin duvarlarına hapseden şarlatanlardan kurtardıkları için hep aforoz edilmişlerdir. Zira Bilim ile uğraşanların inandıkları Tanrı, hiçbir dinin adamının aklına sığmayacak kadar yücedir. Din adamları, dinin bilime verdiği önemden bahsederler, İbni Sina, İbni Haldun ile reklam yaparlar. Ama zavallı ibni Sina’nın cenaze namazını fasık olduğu iddiasıyla zamanının din âlimleri tarafından kıldırılmasının yasaklandığı gerçeğini saklarlar. İbni Haldun’la gurur duyan dinciler, arkasında namaz kılınmasını yasaklayan dönemin kallavi mollalarını anmazlar.

Şunu mutlak anlamda bilmeliyiz ki, bir hakikat varsa onu mollaların hacı yağı kokan nefeslerinde değil bilim insanlarının terinde bulacağız. Avrupalılar din adamlarının sözlerine kulak verselerdi hâlâ kadınları yakıyor, vebadan dua ile korunula bileceğini sanıyor ve kaybettikleri savaşları dinden uzaklaştıkları için Tanrının kendilerine ceza olarak verdiğine inanıyorlardı.

Son üç yüz yıldır hiçbir bilimsel keşifte bulunamayan İslam dünyasında, neden geri kaldık? sorularına da “Dinden uzaklaştığımız içim” cevapları veriliyor dini mahfillerde. Cami inşa etmekten veya mülteci doyurmaktan veya Arakandaki evsizlere et yollamaktan Cern’e para bulunamıyor.

Tanrıyı gerçekten bulma ve tanıma çabası içerisinde olan herkes bilmelidir ki, bir gün İlahi nefesin kutsal tılsımını soluyacaksa insanlık, buna hastalıklı ruhlarıyla insanları “bu cennetlik bu cehennemlik” diye sınıflandıran rahipler değil, akla pranga vurmadan sürekli hakikati araştıran bilim insanları vesile olacaklardır.

İbni Arabi’nin, “ben mana yolculuğumda hangi mertebeye vardıysam, aklı rehber edinen ibni Sina’nın topal ayağının izlerini gördüm” sözü hakikat dediğimiz sırrın da bir gün bilim ile açıklanabileceğinin en fasih ifadesidir.

Vicdanı olan kim varsa inandığı kutsalları adına söylesin; gelecek nesillere bırakacağımız en güzel miras Çamlıca tepesine konduracağımız devasa ve cemaatsiz bir Cami midir? Yoksa Cern’de ulaşılacak bilimsel verilerin patent hakkı mıdır?

Hiç yorum yok: