Türkiye,
Cern’de yapılan bilimsel araştırmalara tam üye olarak katılmaktan vazgeçti.
1950’lerden beri uygar insanlığın milyarlar döktükleri, hayatı ve evreni
anlamlandırma çabalarının doruğa ulaştığı, sağlıkta kullanılan MR’dan, 21.
Yüzyılın en önemli devrimi diye nitelendirilen internete kadar, bu günkü
teknolojilerin çoğunun keşfedilmesine kapı açan Cern çalışmalarına 35 milyon
lira bulamadık. Sebebi, “onlar yapsın biz hazıra konalım” tarzındaki köylü
kurnazlığı.
Evet,
Somali’ye, Arakan’a milyarlar bulan Türkiye’min Cern için 35 milyonu yok. Lale
festivali için bile milyonlar harcanıyor ancak bilim için bulunamıyor. Sadece
tek bir cemaat himmet yapsa (yani, para toplama amaçlı çağrıda bulunsa) eminim
bu paranın iki katı bir çırpıda denkleştirilirdi. Ancak bilim tıpkı Tanrı gibi
terk edilmiştir bu topraklarda. Din her sorunu çözümlemeye yeter.
Terör? din
kardeşliği unutturulduğu için oluyor.
Yolsuzluk?
dini ahlak uygulanmadığı için yapılıyor.
Suç? şeriat
olsa kimse suç işleyemezdi.
Karetta
karettalar? o sahillerde namaz kılınmadığı için murdar oldular.
“Tanrı
bilinmekliğini diledi ve insanı yarattı” denir. Yani varlıklar içerisinde
sadece insana mahsus bir kabiliyet vardır ki, oda yaratanını bilme ve onu
tanımadır. Peki, bu ne ile mümkün olabilir?
Din ile mi?
Dinler
sundukları yollarla insanları, değil Tanrıyı bilmeye, bilakis olabildiğince
ondan uzaklaştırmaya adamışlardır kendilerini. Zira insan Tanrıyı bildiğinde
din adamlarının hegemonyasından kurtulacak, daha doğrusu onlara ihtiyaç
kalmayacaktır. Bu sebeple inananlarını ritüellerle boğan dinler, insan ile
Tanrısı arasında bir perde olmuş ve Tanrıyı temsilen insanlara Tanrılık
taslamışlardır. Tanrıya yapılacak ibadetleri onlar takip etmekte, Tanrı rızası
için verilecek paraları onlar toplamakta ve Tanrının vereceği cezaları onlar
kesmektedirler. Bu nedenle dinlerin çizdikleri yolla Tanrıyı bilebilmek mümkün
değildir. Din adamları Tanrının nasıl var ettiği sırrını araştırmak yerine, zarureten
aynı anne ve babadan olan kardeşlerin ensest ilişkisine göz yuman bir Tanrıya
inanmamızı isterler. Her şeye gücü yeten Tanrının bin Âdem ve bin Havva
yaratmaya gücü yetmiyormuş gibi basmayan kafalarındaki sapıklıklarını Tanrıya
izafe ederler. Aklen açıklayamadıkları her fenomene ilahi ve mistik bir
hikâyeleri vardır.
O halde
Tanrıyı, o ilk nedeni kim nasıl bilecek?
Hakiki
sûfiler, ki onları ortalıkta dolaşan miskinlerle karıştırmamak gerek, bu konuda
bilmeceler sunarlar insana. Yani din adamlarının söylediklerinden farklı bir
Tanrının var olduğunu, yüce yaratanın din çizgisiyle asla anlaşılamayacağını,
düşünen insanlar için şifreli ipuçları niteliğindeki sözleriyle anlatmışlardır.
Ancak bu şifreleri herkesin uzanabileceği kadar yakına fakat ilk bakışta
anlaşılamayacak kadar uzağa koymuşlardır. Çünkü yakmaya, deri yüzmeye,
dağlamaya hazır bekleyen din adamları enselerindedir.
Bu gün
dincilerin kullandıkları teknolojilerin hiç birini bir papaz veya haham veya
hoca bulmadı. Kâfir dedikleri bilim insanlarının icatlarını Tanrıyı anlatırken
kullanan ulema, bu icatları neden bir din bilgininin bulamadığı sorusuna,
“Tanrı kâfirleri bile dine hizmet ettiriyor” gibi acınası cevaplar veriyorlar.
Tanrının yardımı olmaksızın hiçbir başarının olamayacağını savunan din adamları
bilimsel başarıların kimin yardımıyla kazanıldığını sanıyorlar acaba? Eğer
Tanrı bilimin kapılarını onu arayanlara açtıysa din adamlarına neden kapatıyor
hikmet kapılarını? Duaları mabetlerin tavanını aşmıyor, kabul olmuyor ama
farkında değiller.
Tanrı nasıl
bilinecek? Nurunu nasıl tamamlayacak?
Çoğunluğunun
dinle arasının iyi olmadığını bildiğimiz Bilim adamlarının Tanrı ile bir
problemlerinin olduğunu sanmıyorum. Problem dinlerin inanmamızı istedikleridir.
Hırslı, intikam alan, takip eden, her adımımızda acı çekmemizi öğütleyen ama ne
hikmetse aynı zamanda bizi çok seven bir Tanrı. Hayır, bu Tanrı değildir. Sanki
ondan yetki almışçasına Tanrı adına ahkâm kesen din adamlarının acınası, kirli
kalplerindeki egolarıdır. Bahsettikleri Tanrı, hastalıklı psikolojilerinden
başka bir şey değildir. Din adamları, 21. Yüzyılın firavunları gibi insanların
kendilerine tapınmalarını isteyen zalimlerden başkası değillerdir.
Bilim
uğraşısı en büyük ibadettir. Bilim adamının uykusu bile mollanın haccından daha
değerlidir Tanrı katında. Tanrıyı arama yolunda, onu bilme ve tanıma yolunda
bilim kadar hizmet eden bir metot olmamıştır. Bilim adamları Tanrıyı mabetlerin
duvarlarına hapseden şarlatanlardan kurtardıkları için hep aforoz
edilmişlerdir. Zira Bilim ile uğraşanların inandıkları Tanrı, hiçbir dinin
adamının aklına sığmayacak kadar yücedir. Din adamları, dinin bilime verdiği
önemden bahsederler, İbni Sina, İbni Haldun ile reklam yaparlar. Ama zavallı
ibni Sina’nın cenaze namazını fasık olduğu iddiasıyla zamanının din âlimleri
tarafından kıldırılmasının yasaklandığı gerçeğini saklarlar. İbni Haldun’la
gurur duyan dinciler, arkasında namaz kılınmasını yasaklayan dönemin kallavi
mollalarını anmazlar.
Şunu mutlak
anlamda bilmeliyiz ki, bir hakikat varsa onu mollaların hacı yağı kokan
nefeslerinde değil bilim insanlarının terinde bulacağız. Avrupalılar din
adamlarının sözlerine kulak verselerdi hâlâ kadınları yakıyor, vebadan dua ile
korunula bileceğini sanıyor ve kaybettikleri savaşları dinden uzaklaştıkları
için Tanrının kendilerine ceza olarak verdiğine inanıyorlardı.
Son üç yüz
yıldır hiçbir bilimsel keşifte bulunamayan İslam dünyasında, neden geri kaldık?
sorularına da “Dinden uzaklaştığımız içim” cevapları veriliyor dini
mahfillerde. Cami inşa etmekten veya mülteci doyurmaktan veya Arakandaki
evsizlere et yollamaktan Cern’e para bulunamıyor.
Tanrıyı
gerçekten bulma ve tanıma çabası içerisinde olan herkes bilmelidir ki, bir gün
İlahi nefesin kutsal tılsımını soluyacaksa insanlık, buna hastalıklı ruhlarıyla
insanları “bu cennetlik bu cehennemlik” diye sınıflandıran rahipler değil, akla
pranga vurmadan sürekli hakikati araştıran bilim insanları vesile olacaklardır.
İbni
Arabi’nin, “ben mana yolculuğumda hangi mertebeye vardıysam, aklı rehber edinen
ibni Sina’nın topal ayağının izlerini gördüm” sözü hakikat dediğimiz sırrın da
bir gün bilim ile açıklanabileceğinin en fasih ifadesidir.
Vicdanı olan
kim varsa inandığı kutsalları adına söylesin; gelecek nesillere bırakacağımız
en güzel miras Çamlıca tepesine konduracağımız devasa ve cemaatsiz bir Cami
midir? Yoksa Cern’de ulaşılacak bilimsel verilerin patent hakkı mıdır?
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder