24 Ağu 2013

Didem'in ardından

Başbakan Recep Tayyip Erdoğan, Mısır’daki gösterilere müdahale eden askerin açtığı ateş sonucu hayatını kaybeden Esma için ağlayıp durdu. Yalaka televizyon kanalları da bunu döndüre döndüre gösterdi. Daha da gösterirler ve eklerler “Ne kadar duygu yüklü bir Başbakanımız var görün,” diye.
Müslüman Kardeşler liderlerinden Muhammed El Bilteci’nin kızı olan Esma protestolar sırasında ölürken, çiçeği burnunda hakim adayımız Didem Yaylalı Fethiye’de canına kıydı. Her intihar edenin ardından ağlamayacak elbette Başbakan, Didem Yaylalı’nın neden intihar ettiğini öğrense de ağlamaz, öylesine metanetlidir.
Hakim adayı Didem Yaylalı, Adalet Akademisi’nde stajını tamamladığı halde HSYK tarafından hakimlik mesleğine kabul edilmedi. Didem Yaylalı 1987 Konya doğumlu gencecik bir kız. Muhtemelen, geleceğin aydınlık bir hakimi, savcısı yani şu günlerde mumla aradığımız bir hukuk temsilcisi adayıydı. Hakimliğe aday oldu, HSYK üzerini çizdi. O da kendi hayatının üzerini çizdi. Yetmez ama evetçilere duyurulur!
HSYK Didem için hemen bir gerekçe buluverdi. “Kademe ilerlemesi cezası var!”
Memuriyet yaptığımdan ve bu cezanın ne kadar keyfi verildiğini bildiğimden, asıl gerekçenin bu olmadığını söylemem benim için çok kolay. Kademe ilerlemesi cezası alan bir memurun bir çok hakkı da elinden alınır. Ne kadar başarılı olursa olsun, ulaşabileceği en üst memurluk noktası şube müdürlüğüdür. Kademe ilerlemesi cezasının bir üst aşaması da ömür boyu memurluktan mendir.
Didem Yaylalı doktora gitmek için bulunduğu iş yerinden bir sevk alıyor. Hastaneye giriş kaydı, hastanenin kaşesi ve mührü olmasına rağmen, sevk kağıdında doktor imzası yok. Bunu iş yerine sunuyor. İş yeri “bu belgede doktor imzası yok. Sen bizi yanıltmak üzere sahte belge sundun,” diye basıyor cezayı.
Asıl gerekçeye bir göz atalım isterseniz. Her şeyden önce Didem Yaylalı’nın ailesi suçlu, onlar da “kademe ilerlemesi” cezalı. İlerici bir aile. Atatürk ilkelerine bağlı, Cumhuriyet değerlerine saygılı, demokrat ve ulusal kimlikli…
Didem de böyle bir ailenin kızı olarak yetişmiş. HSYK’yı kandırmak ne mümkün. Staj yaptığı Adalet Akademisi’nde, akademi başkanı ve diğer hakimler “tayt” giydiği için Didem’i aşağılıyorlar. “Hakim dediğin muhafazakar olur. Bu kılıkla mesleğe kabul edilmezsin, aklını başına topla,” diyerek aba altından sopa gösteriyorlar.
Bunlar türbanın serbestliğini, kılık kıyafette serbestlik olarak savunan akademi üyeleri.
Adalet Akademisi ve akademik kurul, Didem Yaylalı’nın alkol aldığına, gece hayatı olduğuna hükmediyor ve kendisine saldırgan bir tutumla yaklaşıyor. Duramıyorlar, Didem’in ailesine yakın biri akademik kurula neler olduğunu anlamak için gittiğinde, kurul üyelerinden biri, “kademe ilerlemesi cezası önemli değil, asıl sorun alkol alması, tayt giymesi” diye gerekçelerini açıklıyor.
Özel hayatına kimsenin karışmaması gerek, diye mırıldanıyor Didem’in yakını, ama belli ki karşı tarafın dinleyeceği yok. Bir itibarsızlaştırma, özel hayatını didikleme ve olumsuzluğu baştan kabul etme ile karşı karşıya kaldığını anlayan şahıs, akademik kuruldan kös kös dönüyor.
Gerekçede disiplin cezası gösteriliyor, ama asıl gerekçe Didem’in istedikleri kıvamda, kalıpta bir yargıç olmaması. Üstüne üstlük kadın! Hem kadın hem de edepsiz!
GÖZ YAŞI DÖK BE BAŞBAKAN
Didem, hayatının son alkolünü bir otel odasında, bir avuç depresan ilaçla birlikte alıyor ve “yetmez ama evetçi” Adalet Ağaoğlu’nun roman ismindeki gibi “ölmeye yatıyor”.
Cenazesi kalkan Didem Yaylalı’nın Mısırlı Esma kadar değeri hiç olmadı, artık olamayacak da. Başbakan’a sorulsa, “alkol ile intihar etmiş kardeşim, ne mal olduğu zaten belliydi,” türünden yaklaşacak. Muteber olan Mısırlı Esma, bizim çocuklar kendine biat etmediği sürece ya itibarsızlaştırılacak, ya öldürülecek ya da Didem gibi kendini öldürecek. Onlar için göz yaşı yok, olamaz da.
Didem Yaylalı gibi onlarca, yüzlerce olay yaşanıyor şu an ülkede. Ama intihar onur denilen yüce duygunu en çaresizliğe ittiği anda başvurulan bir “sonlandırma”biçimidir. Onurlu olmanın bir bedelidir kendi hayatına son vermek.
Esma için tüm TV kanallarını ağlama duvarına çeviren Tayyip Erdoğan’ın, bu gencecik insan için bir damla göz yaşı bile dökmeyeceğinden emin olabilirsiniz. Onun kendi halkına olan düşmanlığı Gezi Parkı olaylarında zaten kendini göstermişti. Mısır veya Suriye’de ölenlerin isimlerini tek tek sayabildiği halde, Gezi olaylarında ölenlerin bırakın ismini, sayısını bile tutturamamış, çocuk gibi dörde kadar sayıp orada kalmıştı.
Ne denebilir ki? Ne yazılabilir? Hangi hırçın yazı dalgası HSYK’yı utandırabilir, Didem’i geri getirebilir?
Bazen her şeyi boşuna didiklediğimi, boşuna yazdığımı, boşuna kulaç attığımı düşünüyorum. Ali İsmail Korkmaz’ın dövülme anını izlediğim anda yazmayı da bırakmalıyım diye düşündüm.
Bir de Ali İsmail için, Berkin için, Didem için, Uludere için, Ethem Sarısülük için, kör olan gözler için… göz yaşı dök be Başbakan, bunlar senin çocuklarındı.

Hiç yorum yok: