2002’de evinin önünde öldürülen Dr. Necip Hablemitoğlu’nun eşi, hiçbir şeyin faili meçhul cinayetleri haklı çıkaramayacağına dikkat çekti.
ANKARA - Dr. Necip Hablemitoğlu, 18 Aralık 2002 yılında evinin önünde silahlı saldırı sonucu haince öldürülmüştü. Hablemitoğlu ailesi, bu suikastın ardından zor günler yaşarken, eşi Prof. Dr. Şengül Hablemitoğlu, 9 yılın ardından içinde bulundukları durumu “Hiç bitmeyecek bir acıya sahibiz” sözleriyle yorumladı. Hablemitoğlu, Necip Hablemitoğlu suikastının malzeme yapıldığına dikkat çekti.
Ankara Üniversitesi Sağlık Bilimleri Fakültesi Dekanı Prof. Dr. Şengül Hablemitoğlu, eşinin 9. ölüm yıldönümünde Cumhuriyet’in sorularını yanıtladı:
- Dr. Necip Hablemitoğlu’nun öldürülmesinin üzerinden 9 yıl geçti...
- Çok zor geçen bir 9 yılı geride bıraktık. Her şey Necip’i bana anımsatıyor. Attığım her adım, baktığım bir yer, dinlediğim bir şarkı, duyduğum bir haber, yediğim bir şey...
- Bu süre içerisinde Türkiye’de de çok şey yaşandı. Peki sizin faili meçhullere bakış açınızda bir değişiklik oldu mu?
- Hangi düşünceye sahip olunursa olsun, hiçbir şey faili meçhulleri haklı çıkartamaz. Bir faili meçhul değerli, diğeri değerli değil gibi de yaklaşımlar var, çok acımasızca bu.
- Necip Hablemitoğlu suikastıyla ilgili açılan dava şu an ne aşamada?
- Dosya açık mı-kapalı mı, dosya var mı-yok mu, yeterince soruşturuldu mu-soruşturulmadı mı? Bu soruların yanıtını bilmiyorum. Yetkililer tarafından bize bilgi de verilmiyor. En son 2008’de Savcı Hamza Keleş ile görüştük ve “dosya açık” denilmişti. İnanın artık benim de bu dosyayı sorgulayacak halim yok.
- Geçen 9 yılın ardından size ve ailenize yönelik tehdit ya da tehditler söz konusu oldu mu?
- Hayır. Şu an bizimle ilgili bir şey yok. Ama dönem dönem alçakça çok rahatsız edildik. Çok insafsız ve adice şeyler de yapıldı. Ama bundan sonra lütfen bizi rahatsız etmesinler.
- Evlililiğiniz süresince eşiniz ‘Bir gün bana bir şey olursa...’ sözleriyle başlayan cümleler kurar mıydı?
- Aslında gündemimizden hiç düşmezdi bu konu... Bu suikastın olabileceğini bilerek yaşadık. Şu an ise bana Necip’in devamı gibi davranıyorlar. Geçenlerde Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın Alman vakıflarıyla ilgili açıklaması oldu. Devamında da televizyon kanallarından söyleşi davetleri aldım. Üstüne basa basa söylüyorum, benim alanım sosyal hizmetler, Alman vakıfları değil. O vakıflarla ilgili ben ne anlatabilirim? Eşimin kitabı var, açıp okusunlar.
- Devletten bir beklentiniz var mı?
- Benim kimseden beklentim yok. Biz artık oraları geçtik. Benim tek beklentim çocuklarımın ülkemize faydalı olmasıdır. Kendi işimde de üretken olmanın çabasını veriyorum.
- 18 Aralık 2002 gününün ardından nelerinizi yitirdiğinizi görüyorsunuz?
- Güven duygumu yitirdim. Paranoyak değilim ama örneğin bana bir şey söylendiğinde aklıma hemen “Acaba bunun arkasında ne var” sorusu geliyor. Türkiye söylentiler ülkesi. Biriyle ilgili bir şey yapmak istiyorsan önce söylenti çıkartırsın. Eşimle ilgili çok söylenti çıkartıldığını düşünüyorum.
- ‘Can güvenliğim yok, ülkeyi terk etmek istiyorum’ demiştiniz. Sizi bu cümleyi kurmaya iten sebep nedir?
- Atatürkçü Düşünce Derneği’nin (ADD) 2008 yılındaki seçimli genel kuruluna davet edildim. Bana orada “Lütfen seçime girin” denildi. Bu sözler üzerine ben de aday oldum. Genel kurulda yapıyı tam bilmesem dahi dikkatimi çektiği için “ADD’nin biraz daha genç ve kadın yüzlerine ihtiyacı var” dedim. Eşimi yitirdikten sonra, ADD’nin anma etkinliklerine katılmadığı için onlara kırgınlığım söz konusuydu. Genel kurulda bana selam dahi verilmeyince seçilerek girdiğim yönetim kurulundan istifa ettim. Sonraki dönemde telefonda dönemin ADD başkanıyla konuşurken de biraz serzenişte bulundum. Demez olaydım. Ertesi gün o insanların tümü gözaltına alındı. Ve kamuoyuna “Hablemitoğlu eşinin katilleri olduğuna inandığı dernekten ayrıldı” yönünde haberler yapıldı. Sonraki hafta ise kızım elinde bir mektupla geldi. Bu mektupta kızımın görüntülerinin olduğu bir CD vardı. Bazışiirlerin yer aldığı mektupta, abuk subuk şeyler yazıyordu. Bizi rahatsız etmek için yapıldığı o kadar belliydi ki... Bu olayların ardından “Can güvenliğim yok, ülkeyi terk etmek istiyorum” cümlesini kullandım.
- Eşinizin araştırmalarının ardından yazdığı kitaplarda cemaatler ve Alman vakıflarıyla ilgili bilgiler söz konusu. Hatta vakıflarla ilgili yapılan açıklamaların eşinizin tespitleriyle örtüştüğü yazıldı...
- İddialar, benim açımdan inandırıcı ve güven verici değil. Herkes o güncel siyasi davranışı haklı çıkartmak için eşimin yazdığı kitabı dayanak olarak kullanıyor. Cemaatlerle ilgili bir iddia olduğunda Necip’in söyledikleri insanların işine göre kullanılıyor. Dolayısıyla fail konusunda hiçbir şey söylemek mümkün değil. Açıkçası fail denilen tetikçi. Onun kim olduğunun da hiçbir önemi yok.
Necip, ölümünden 4 gün önce kent dışında katıldığı bir toplantıdan dönüyordu. Ben de evde kızlarla sessiz sinema oynuyordum. Eşime telefonda konuşurken “Dikkatli ol” gibi uyarılarda bulunuyordum. Bunun üzerine kızlar “Anne arabada bir şey var mı? Ne olmuş” diye sorular yöneltmeye başladı. Laf nasıl açıldı bilmiyorum ama kızlara, “Kaza olabilir, hastalanabiliriz, ölürüz. Bir tek bilmemiz gereken şey var: Nefes almıyor olması onun tamamen yok olduğu anlamına gelmez. Sevilemeyeceği ya da onun bizi sevmediği anlamına da gelmez. Bu konuda çok güçlü olmamız lazım” dedim. Sanki hissetmiş gibi kızlarıma beni ya da babalarını bir gün kaybedeceklerini söyledim. Bunun üzerine kızlar anlıyor gibi yapıp, ağlamaya başladı. Bir babanın ölümünü hiçbir çocuğa anlatamazsınız. Bir çocuğun yas tutması yetişkinden çok farklıdır ve benim kızlarım çok ağır yas tuttu. Destek vermesi gerekenlerden ise hiçbir şey görmedik. Zannediliyor ki oldu-bitti... Ama bitmiyor.
Bu ülke birilerinin oyun alanı olmamalı. Tahammül edemiyorum. Çünkü bu ülke birtakım aktörlere teslim edilmeyecek, oyun alanı haline getirilemeyecek kadar değerli. Ayrıca Türkiye’de yaşama hakkına saygı da yok. Böylesi ölümler ölüm değil. Kader de değil. Bir gün öleceğiz ama bir insanın başka bir insanı öldürmeye hakkı yok.
hakimiyetimillye.org sitesinden
Gülen Tarikatına Karşı
Necip Hablemitoğlu’nun özellikle ”Köstebek” isimli kitabı Gülen tarikatıyla ilgili. Köstebek, Hablemitoğlunun ölümünden sonra 2006 yılında yayınlandı.
Hablemitoğlu bu kitapta şöyle yazmıştı:
”Sizler, bu satırları okuduğunuzda,
Eminim ki, hakkımda bugüne kadar açılmış yüzmilyarlarca liralık manevi tazminat davalarına, yenileri eklenecektir.
Her zaman olduğu gibi kimi siyasiler devreye girerek Üniversite Rektörü’nü hakkımda yasal işlem yapmaya zorlayacaktır.
Tehditler ve hakaretler hız kesmeyecek, aileme de yönelecektir. Peşpeşe gıyabımda kesilen trafik cezaları gelecektir.
Gelen duyumlara göre, Emniyet ve M.İ.T. bünyesinde, gerektiğinde aleyhimde kullanılmak üzere dezenformasyon çalışmaları kapsamında olumsuz bilgi notları ve olumsuz dosyalar hazırlanmıştır.
Telefonlarım bir şekilde dinlenmeye devam edecektir.
Büyük bir olasılıkla, hakkımda imzalı-imzasız suç duyurusu yapılacak;
T.B.M.M.’de aleyhimde soru önergeleri verilecek; bütün bunları dikkate alan savcılık evimde arama yaptıracak;
En azından “İçişleri Bakanlığı’nı ya da Emniyet güçlerini tahkir ve tezyiften” veya hiç ilgisiz bir iftira ile hakkımda Ağır Ceza Mahkemesi’nde ya da DGM’de dava açılacaktır.
Halen, İzmir, Ankara, Burhaniye, İstanbul gibi merkezlerde yürüyen davalara, yurdun farklı yerlerinde açılacak yeni davalar da eklenince, Maddi-manevi darbenin yanısıra, mücadeleye zaman yetiştirememe gibi bir durum da ortaya çıkacaktır.
Sonuçta, belki de ödeyemediğim tazminat hükümlerinden dolayı evime haciz gelecektir.
Almanlardan fethullahçılara, Türkiye Cumhuriyeti’nin üniter ve laik yapısına göz diken tüm unsurlara karşı bunca zahmete ve mihnete değer mi, diyorsanız, Atatürk’ün manevi mirasçısı olarak evet değer, diyorum.”
18 Aralık 2002 tarihli Hablemitoğlu suikastı AKP döneminin tek faili meçhul cinayeti olarak da anılıyor.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder