18 Ara 2011

3 Boş Koltuk


Cumhuriyet 18.12.2011


BILIM VE SIYASET
Orhan Bursalı



Gül-Erdoğan-Cemaat Kavgası
Cumhurbaşkanı, Başbakan (AKP) ve cemaat arasında, şike yasası üzerinden patlayan mücadele, sözde“ çok da önemli değil” miş.. Bazıları, özellikle eskiden Marksist geçinen, sonra iktidara, Erdoğan’a ve cemaate katılan renkli dönekler “bu tartışmaya alet olmazlarmış.. Gül ile Başbakan “kardeşlermiş, çünkü Başbakan “Cumhurbaşkanı adayımız, kardeşim Gül” demiş.. AKP ile cemaat arasında kopmaz bir kader bağları varmış..
Yani bir sürü laga luga ile yukarıda saydığımız “üç iktidar odağı” arasında patlayan savaş görülmemeye, en azından hafife alınmaya çalışılıyor.
Gül, ilk kez, AKP’nin bir yasasını bütünüyle geri çeviriyor. Bugüne kadar önüne gelen yasalardan sadece üçünde birkaç maddeyi geri çevirmişti. Ama hükümetle hep bütünleşik hareket etti.
Şimdi şike yasasını geri çevirmesi, bir güç denemesidir. Burada, şike yasası değişikliğine şiddetle karşı çıkan cemaatçilerle birlikte hareket etti.
Erdoğan da, Gül ve cemaatin restini gördü. Yasa değişime uğramadan Gül’ün masasına kondu. Gül, ya yasayı kabul edecek ya Anayasa Mahkemesi’ne götürecek ya da referanduma!
Ama sonuç şudur: İktidar odakları arasında mücadele ateşlenmiştir. Bu, sorun çözülünceye kadar sürecek. Güçlü bir olasılıkla, bu mücadele sonunda saflar ve destekler değişecektir.
Olayın ayrıntısına bakalım...

Eğer Cumhurbaşkanlığı seçimi en geç 2014’te yapılacaksa, Türkiye’nin zirvesinde üç koltuk boşalıyor. Kişiler ve şapkalar değişecek.
Gül, Cumhurbaşkanlığı’ndan ayrılıyor.
Erdoğan, Başbakanlık’tan.
Ve Erdoğan parti Başkanlığı’ndan..

Önce Erdoğan’dan başlayalım: 2014’te boşalan Cumhurbaşkanlığı koltuğuna oturacak mı? Büyük bir olasılıkla (yüzde 99.9).
Ancak biliyoruz ki, Erdoğan’a Cumhurbaşkanlığı yetkileri az geliyor. Oradan, ülkeyi de yönetmek istiyor. Gönlü, başkanlık sisteminde başkanlıktan veya en azından güçlendirilmiş bir Cumhurbaşkanlığı’ndan yana. Anayasa değişikliğiyle özellikle bu açıdan ilgileniyor. 2014’e kadar zamanı var, Meclis’te anayasa pazarlıklarının alacağı yönü bekleyeceğiz. Anayasa değişmezse, Erdoğan sağlık sorunları yaşamazsa yine yüzde 99.9 olasılıkla Köşk'e çıkacak. Çünkü hem o makamda oturmak istiyor, hem yoruldu ve biraz dinlenmeye ihtiyacı var. Çankaya’dan, partinin de bütünlüğünü koruyabileceğine inanıyor. O halde, Başbakan Çankaya’ya çıkarken, Başbakanlık’ı ve parti başkanlığını kendisiyle uyumlu çalışacak emin ellere bırakmak isteyecektir. Ya bu iki görevi yani parti başkanlığını ve Başbakanlık’ı bir kişiye emanet edecek... Olmazsa, iki görevi iki kişiye de bölüştürebilir.
Peki Gül, Erdoğan için doğru adam mı?

Cumhurbaşkanlığı’ndan ayrıldıktan sonra Gül hangi koltuğa oturacak? Öyle sanıldığı gibi, hemen ve kolaylıkla Başbakanlık’a (ve parti başkanlığına) mı? Hayır, Gül’ün Başbakanlık’a oturması hiç kolay değil.
Gül, Cumhurbaşkanlığı koltuğunda, kendisine güçlü bir siyasi kişilik inşa etti. 2007’den öncesi kabul edilmiş Erdoğan-Gül kardeşliği, yani “ben birinci-sen ikinci” siyasi kişilikler yok bugün. Bu süreç içinde, iki tane birinci siyasi kişilik ortaya çıktı! Yani Gül, kendisini Erdoğan’la eşitledi!
Bu nedenle, eğer Erdoğan Köşk’e çıkarsa ve Gül’e yol açarsa, partiyi ve Başbakanlık’ı tamamen Gül’e bırakmak zorundadır. Gül, Erdoğan’ın rolünü tam anlamıyla üstlenecektir. Erdoğan’ın himayesi ve kişiliği altında çalışmayacaktır.
İşte dananın kuyruğunun koptuğu nokta.

Erdoğan, Gül’ün parti başkanlığı ve Başbakanlık rolünü üstlenmesini kabul ederse, Köşk’te oturacak ve siyasi yönetime karışamayacaktır...
Oysa Erdoğan, Köşk’ten, hükümeti de oldukça güçlü bir şekilde yönetmek istemektedir! Güçlü siyasi ve otoriter kişiliği, başka bir rolü kabul etmeyecektir.
Sonuç: Erdoğan için Gül, Başbakanlık ve parti başkanlığı makamı için doğru siyasi kişi değildir.

Şike yasası üzerinden başlayan erken kapışma, boşalan üç koltuğun nasıl, hangi yetkilerle ve kimler tarafından doldurulacağı yüzündendir.
Bu mücadele erken ateşlenmiştir. İki nedenle:
Birincisi Erdoğan’ın hastalığı...
İkincisi, siyaset sahnesindeki cemaatin, şike yasasındaki değişikliğe ve Erdoğan’a karşı çıkması.
Şike yasası olmasaydı, Erdoğan-Gül koltuk sorunu, daha sonra ateşlenecek ti.
Cemaat, bu sorunun patlamasını erkene aldı!
Burada, Gül ile cemaat arasında bir siyasi ittifakın temellerinin atıldığını da görüyoruz..
Probleme ve cemaatin rolü açısından soruna da yarın bakacağız..
Koltuk Boşalıyor
Dünkü yazıda, en geç 2014’te 3 koltuğun boşalacağını (Cumhurbaşkanlığı, Başbakanlık ve AKP Başkanlığı) yazdık ve özetle dedik ki:Gül de artık Erdoğan gibi 1. adam oldu. Erdoğan, Köşk’e çıkar ve yerini Gül’e bırakırsa, sadece Köşk’ü yönetir. Gül, Erdoğan’ın hükümet ve parti üzerinde vesayetini zerre kadar istemez. Erdoğan bu nedenle Gül’ü saf dışı bırakmak isteyecektir. Şike üzerinden erken kopan kıyametin nedeni, boşalan üç koltuğun nasıl doldurulacağı üzerinedir...
“Şike” yasası parti içinde/Meclis’te cemaatçilerin etkisini gösterdi. Erdoğan’ın bazı yakın çalışma arkadaşları, Gül’ün yasayı geri göndermesini alkışladı. Ancak Erdoğan’ın kesin talimatı üzerine yasa aynen çıktı.
Bu kargaşa neden böyle aniden patlak verdi, sorusu önemli.
Bu sorunun yanıtı Erdoğan’ın güç kaybında:
Köşk’e çıkacak olması, kendisini şimdiden “topal ördek” konumuna indiriyor. Yani başbakanlıktan ve parti başkanlığından gidecek bir lider! Köşk’e çıkan hiçbir liderin, “malını mülkünü” (yani başbakanlığı ve parti başkanlığını) ne kadar bir veya iki“ güvenilir arkadaş” ına  emanet etse de politika sahnesinde işler farklıdır.
Geçmişte bu sistem hiç yürümedi! Çünkü güvenilir kişilerin üstleneceği görevler kamusaldır, siyasaldır; “gizli kasa”ya veya şirket hisselerinin“ emanetçiliğine” benzemez!
Gül ile Erdoğan arasında, Putin-Medvedev ilişkisinin kurulması zordur. Durum ve ilişkiler farklıdır. Türkiye siyaseti dinamiktir ve çeşitli güçlerin etkisi altındadır. Ayrıca ABD ve AB vardır! İkisi birden, ülke yönetiminde“ en iyi pozisyonları” elde edemez ve koruyamaz.
Erdoğan’ın “topal ördek” durumunu, hastalığı da pekiştirdi! Spiegel’in “ABD Başkan Yardımcısı Biden, hastalığının önem derecesini bizzat anlamak için Erdoğan’ı evinde ziyaret etti” yorumunu ciddiye alabiliriz.
Ortadoğu’da kıyametin koparılmaya çalışıldığı şu aylarda, Türkiye’de liderlik durumu, ABD için birinci derecede önemlidir; durumu ciddiyse, Erdoğan’ın yerine başka bir lider aranacaktır.

Erdoğan’ın, eğer hastalığı ciddi değilse, Gül’e yolu açması beklenemez! Gül’e“şerefli” başka görevler aranacaktır. Medyada “Gül’ün başbakanlığa getirilmeyeceği, ona Birleşmiş Milletler Genel Sekreterliği” önerileceği söylentilerini ciddi bulmalıyız (Reha Muhtar’ın yazısı).
Gül’ün Türkiye’den uzaklaştırılması, Erdoğan için en iyi çözümdür şüphesiz! Ama belki de imkânsıza yakındır! Erdoğan’ın iki yılı, bu problemi çözmeye çalışmakla geçebilir.
1) Hastalığı süreğense sorun çözülür, Gül’e yol açılır.
2) Değilse, uzun süreli bir mücadeleye sahne olacaktır zirveler!
3) Arınç ve başkaları, başbakanlık ve parti başkanlığı için düşünülebilir. Tabii, Erdoğan’la birlikte ve onun yardımıyla... Çünkü çekirdek kadronun gücü ancak Erdoğan’la birlikte var olabilir.
Çünkü halk, Erdoğan’ı tanıyor. Erdoğan şu veya bu şekilde ülke yönetiminden çekilirse, AKP’nin gücü yarı yarıya azalır! Hayranları, Erdoğan Köşk’e çıkarsa, parti ve hükümetteki ikincil ve üçüncül adamlarıyla birlikte “hükümet işlerine karışmasını” hoş karşılayabilir. Bu emanetçilik, kötü ve zayıf da olsa, bir dönem daha sürebilir.

Ama siyasi çatışmanın dozu yüksektir ve çözüm hiç de öyle yağdan kıl çeker gibi olmayacak. Çünkü arada üçüncü bir güç var: Cemaat!
Cemaat siyasetin göbeğinin de göbeğinde (*). Bu siyasi - dini kurum, bir süredir Erdoğan’ın bazı bakanlarını hedef aldı. Erdoğan’ın Mısır’a ve İslam dünyasına “laiklik” önermesine tepki gösterdi! Cemaat, güç topladığı emniyet ve adalet gibi kurumlarda, AKP ile bazen çatışıyor.
Cemaatin milletvekilleri de var, bakanları da. Cemaat desteğini öyle anlaşılıyor ki Gül’den yana kaydırıyor.
Gül, siyaset sahnesine, yani AKP içine, büyük bir olasılıkla cemaat desteğiyle ayak atmaktadır... İşte Erdoğan’ın, boş koltuklar meselesini yağdan kıl çeker gibi çözmesine engel, bu durumdur. Tehditler ve yeni saflaşmalar dönemindeyiz...
Yarın, cemaatin durumu...
(*) Cemaati yükselten, doğrudan siyaset yapması ve iktidar odağı haline gelmesidir! İktidarın nimetlerinden menfaat dağıtması, iktidar olanaklarıyla örgütlenmesidir. Cemaati yükselten siyaset, batmasına da neden olacaktır!
Not: Dünkü yazıda, ikinci kez kabul edilen şike yasasını Gül’ün referanduma götürebileceğini yanlışlıkla yazdım. Böyle bir yetkisi bulunmuyor.
Cemaat / Erdoğan İkiliği
İktidarın gayri resmi ortağı olan cemaatin, Erdoğan - Gül geriliminde (boşalacak 3 koltukta, Cumhurbaşkanlığı, Başbakanlık, parti başkanlığı) rolü nedir? Bu üçüncü yazıda, el yordamıyla ve su yüzüne çıkan ve benim gözüme çarpan olaylara bakarak, bu soruya yanıt arayacağız...

Cemaat, yazarları aracılığıyla, anlaşılıyor ki Başbakan Erdoğan’ın Ergenekon’u tavsattığı (sebep olmak, yavaşlatmak, gevşetmek) ve bugün gelinen noktada artık bir uzlaşma ile davaları sonuçlandırmak istediği düşüncesinde. Cemaat, polis ve yargıdaki örgütlenmesiyle, ‘aşağıdaki’ operasyonların sürdürülmesinde bir no’lu etken. Uyduruk belgeler düzenlenmesinden... Ordu, Odatv ve gazeteci tutuklamalarına kadar...
Cemaat görünüşte ortada yok, ama AKP diye bir parti var iktidarda ve Türkiye’yi yöneten! Fakat cemaat, siyaset belirleyen ve uygulayan bir güce ulaştı. Cemaatin bütün uygulamaları, AKP uygulamaları olarak algılanıyor.
Bir yere kadar tamam, ortaklık, karşılıklı siyasi çıkar ilişkileri ve kendi iktidarlarını inşa ettikleri sürece, sorunsuz sürüyor.
Ancak, cemaatin (yarı gizli-yarı açık örgütlenmesiyle ve politikalarıyla) kurmak istediği bir Türkiye modeli var... Ve bir parti örgütlenmesi olmadığı için, milletin karşısına çıkıp oy isteme zorunluluğu yok...
Öte yanda ise kitle partisi AKP var. AKP,Türkiye’de olan biten her şeyden sorumlu. Oyunu kurallarına göre oynamak zorunda. Sonuçta 4 yılda bir seçim yapılıyor ve halktan oy isteniyor.
Bu iki yapının arasında büyük bir çelişki olduğu açık. Yazgıları ayrı... Yani bir yerde yollarının ayrılması veya aralarında derin anlaşmazlıkların çıkması doğal.
Cemaatin sırtında yumurta küfesi yok...Yumurta küfesi AKP’nin ve Erdoğan’ın sırtında. Yumurtalar kırılırsa, suçlu ve gözden çıkarılacak olan Erdoğan’dır!
Başbakan, taşıdığı küfedeki yumurtaların kırılmaya başladığı düşüncesinde!
Cemaat ise kırılırsa kırılsın, küfeyi sonuna kadar taşıman gerek, küfeyi sırtından indirirsen, davadan saparsın, havasında!
Cemaat, Erdoğan’ı ve AKP’yi kullanarak, kendi siyasi ve toplumsal hedeflerine varmak istiyor. Yani Erdoğan ve AKP, cemaatin politika ve hedeflerini taşıyıcı ve ileriye götüren bir araba, en iyisi araç diyelim...
“Arabanın teklediği” anlarda, cemaatin yazarları kamçıları şaklatıyor! Hayda breeee!
Ortak çıkarlar gereği, amaca ulaşılmış, ordunun vesayeti kırılmış, ordu iktidarın politikaları doğrultusunda denetim altına alınmıştır. Erdoğan ve Davutoğlu, Suriye’ye gir emri verse, ordudan bir itiraz gelmez. Mesela...
Ama gelinen noktada, AKP, büyük bir baskı altındadır, hem dış hem iç... Burada durmak istiyor!
Subayları daha ne kadar, artık esarete dönen yargılamada içeride tutabilirsin?
Gazetecileri daha ne kadar, terör örgütü faaliyetleri şaklabanlığıyla, uydurmacasıyla içeride tutabilirsin? İçeriyi ve dışarıyı daha ne kadar aldatabilirsin veya oyalayabilirsin?
Dışarıya vaaayyy demokratik değilsin diye örneğin Suriye’nin üzerine yürü, ama içeride zulmün katmerlisini yap...
Seçilmiş milletvekillerini içeride tut...
Daha ne kadar??!!!

Bu noktada, Erdoğan ve parti ile cemaat çatışıyor...
Erdoğan sırtındaki küfede yumurtaları kırarken, güç ve itibar kaybederken; cemaatin, “Daha ne kadar” sorusuna yanıtı, sonuna kadar! Ellerinden gelse, hepsini asacaklar, ama ne yazık ki, idam kaldırıldı!!!
Cemaatin lideri ve yazarları, AKP - Erdoğan bir eksen kırılması yaşıyor, yazık olacak onlara, bir zamanlar bir Erdoğan vardı, diye yazıyor.
Anlıyoruz ki, siyasi davalar üzerinde süren cemaat vesayeti, hukuksuzluğu ve zorbalığı, AKP’yi bunalttı! AKP bu yükü atmak istiyor, cemaat karşı çıkıyor...
Öğrencilerin, sosyalist gençlerin aylarca içeride tutulması da küfede kırılan yumurtalardan bir kısmını ifade ediyor.
Şike olayı da cemaat ile Erdoğan arasındaki kırılmanın tam dışavurumu...
Cemaat her şeyi “organize ağır suç”a sokarak, sözde temizlik yaftası altında, aslında futbolda kendisine yer açmak istiyor. Futbol, kitleleri gütmek için iyi bir araç sanıldı..
Ama kazın ayağı farklı çıktı! Taraftarın büyük öfkesi sonucu, Erdoğan yelkenleri indirip cezaları daha normal sınırlara çekince, cemaatin öfkesiyle karşı karşıya kaldı.
Cemaat, Silivri davalarının da bu yolla sonlandırılacağını görüyor. O zaman en büyük “oyuncağını” yitirecek! Yapılan soytarılıklar ve tezgâhçıları açığa çıkacak...
Katmerli öfkesi bu yüzden!
Yok hayır, burada cemaat son derece totaliter ve diktatör, Erdoğan’ın demokrat olduğunu söylemiyorum, ama her ikisinin totaliterlikte gidebilecekleri mesafeler farklı...
Bu konuyu belki perşembe günü de sürdüreceğiz, bakalım hele.
Cemaat: Bedel Zamanı!
3 koltuk sorunu, gelecek 2.5 yılı belirleyeceği için, analizi sürdürüyoruz.
3 koltukta gerçekleşecek büyük değişikliklerin salvo ateşlerini seyretmeye başladık. Şimdilik kesine yakın bir nokta var: Başbakan Erdoğan Köşk’e çıkmak istiyor, bunun için Cumhurbaşkanlığı seçimine katılacak; seçilirse (bunu da tartışmalıyız, tüm muhalefet ortak aday çıkarırsa, eğlenceli bir seçim olabilir!) 5 yıl Cumhurbaşkanı olacak. Başbakan’ın, anayasayı da değiştirerek Başkanlık Sisteminin ilk adayı olarak seçilmek istediğini biliyoruz. Eğer bu konuda kesin kararlıysa, yeni anayasa uzlaşmalarında “müthiş açılımlar” görebiliriz: “Al sana anayasa maddesi, ver bana Başkanlık sistemi”. Bu yolun da imkansızlıklarla dolu olduğu biliniyor. Büyük bir olasılıkla Erdoğan,Gül’ün kullandığı yetkilerle yetinecek!
Son yazıda, Başbakan’ın Köşk’e çıkmasıyla “siyasete ara verecek” olmasını, “topal ördek” olarak nitelendirmiştik. Başbakan, “topal ördek” liği engellemek için, Gül’ü“ dışarıya” göndermek istiyor. (Erdoğan, topal ördekliğini, parti ve Başbakanlık’a getireceği “adamları” ile dengelemeye çalışacak) Bunun kamuoyunu yaratmak için, uşak-yalaka“ renkli kalemler”in devreye girdiğini de görüyoruz... Türkiye ne kadar itibarlıymış… büyükmüş… BM sekreterliği gerçekleşebilirmiş… bir dizi palavrayla Gül’ün eline “elma şekeri”verilmeye, parti liderliğine ve Başbakanlık’a yanaştırılmamaya çalışılıyor.
Öte yandan, sözde anketlerle, Başbakanlık’a ve parti liderliğine en çok kim isteniyor haberleri pompalanıyor... Başbakan’ın anket, plan ve programında karanfil var, papatya var ama “Gül” yok! Erken başlayan peşrev seyrediyoruz.

Gül, durumu değiştirebilir mi? Ancak Cemaat desteğiyle bunu deneyebilir! Şike Yasası’na veto, bu ittifakın provasıydı!
Cemaat’ın Erdoğan’a tavır alabilmesinin ve parti/iktidar içinde (ilk kez!!) başka ittifaklara girmeye cesaret edebilmesinin ardında, hem parti-iktidar-halk içindeki yuvalanmasının hacmi, hem de Erdoğan’ın partiyi ve başbakanlığı bırakarak “topal ördek”durumuna düşmesi var!
Yoksa Cemaat, her zaman (yükselen) bir iktidar kanadı altında kalmayı ana politika benimsemiş bir örgüttür (*). Erdoğan güç yitirmeseydi, Cemaat ona karşı çıkmaya cesaret edemeyecek ve verilenlerle yetinecekti!
Cemaat, üçüncü “eşit güç” olarak büyüdüğünü düşünmektedir! Dolayısıyla tepelerde 3 Koltuk için 3 Güç çarpışmaktadır!
Gül “iktidarı” altında, iktidar ortaklığı güçleneceği için Cemaat daha büyüyebilir. Üçlü güç denemesinde hepsinin zayıf yönü bulunuyor: Erdoğan’ın “topal ördek”liği; Cemaat’in siyasi bir korumacılığa – siyasi iktidarın kanatları altına muhtaçlığı ve Gül’ün Parti içinde zayıflığı…

Ama şunu vurgulamalıyız: Ne Gül için ne de Cemaat için iktidar sorunu kolay değildir. Dahası, Erdoğan’ın topal ördekliğine rağmen, bu ittifakın kazanma şansı daha zayıf gözükmektedir! Cemaat, Erdoğan’ın otoriter ve güçlü kişiliğini görmemektedir! Hastalık ve nekahat zamanı, Erdoğan’a ortalığı gözleme ve gelecek stratejisini gözden geçirme zamanı tanımıştır.
Erdoğan ile Cemaat arasında, eski ittifakın yürüyeceğini artık sanmıyorum.Camlar kırılmıştır. Cemaat, varlığını, Erdoğan’ın iktidar ve gücüyle eşitlediği zamandan beri, bu böyle!
Erdoğan, bunu “haklı” olarak, kabul etmez, edemez. Çünkü, iktidarı milletin elinden çekip alan odur...
Daha zaman var. 2013’te, Gül ile Erdoğan arasında “eşit koşullarla” bir görev değişikliği olmazsa, sert çatışmalar yaşanabilir. Tabii, Gül’ün partiye resmen üyeliği de gerekli, bu arada!
Erdoğan, işi kolaylaştırmak için Gül-Cemaat ittifakını engellemek isterse, Cemaat’e boyun eğmek durumuyla karşı karşıyadır: İsteklerini kabul edecek ve Cemaat’e devlette, hükümette ve toplumda daha geniş alanlar açacak!
Bu yol, Erdoğan için giderek Cemaat’in “siyasi kuklası” durumuna çıkar!
Erdoğan, böyle bir kuklalığı şüphesiz ki zul sayar!
Bazı yorumlara göre, Cemaat-AKP ittifakı bozulmaz. Tartıştığımız bu değil. Cemaat, kendisi için en uygun koşulları yaratmak için, liderlikte kimin olacağı konusuna ağırlık koyuyor. Cemaati AKP’ siz düşünmek neredeyse olanaksızdır. Ama tersi için aynı şeyi söylemek, çok da doğru değildir!
Ama bu “politika oyunu”nu kaybetmesi durumunda, bir de bedeli olacaktır! Cemaat, artık bir siyasi iktidar odağıdır! Bunun da bedelini er geç ödeyecektir!
(*) İsrail meselesinde Erdoğan’a karşı tavır alması, küresel olarak ABD’nin eteği altına sığınmasından ileri gelir... Cemaat’in bu politikasını gelecek sayıda irdeleyeceğim.
Gücün Altında Büyüme
Bugün Cemaatin “güce sığınma” politikasına değineceğim. Bu, F. Gülen’in temel siyasi-sosyal büyüme politikasıdır. 8 Haziran 2010 tarihli “Otoriteye Boyun Eğ” yazımda bunu yazmıştım. Boyun eğmeyi, içinde yaşadıkları ortamdaki en büyük otorite ile uyumla yaşamak olarak algılayın! Hoşgörü sloganlarının anlamı da budur: Rakipleri bertaraf etme politikası: Ben o kadar tehlikesizim ki!.. Barış içinde beraber yaşayalım.. Tabii, onların belirledikleri bir zamana kadar.
Cemaatin dünya karargâhı ABD’dir! En büyük uyumu da ABD ile gösterir! F. Gülen’in ABD aleyhine tek sözünü bulamazsınız! ABD ile uyumu, ABD ve dünyada rahat faaliyet gösterme ve büyüme olanakları sağlamıştır.
Bu işbirliği, Türkiye’deki operasyonları bile (orduya ve muhalefete karşı) birlikte yürütmeye varmıştır. ABD iyi bir operasyonel müttefik kazanmış, buna karşılık Cemaat büyüme olanağı!
Faaliyet gösterdikleri bütün ülkelerde siyasi otorite ile işbirliğine azami dikkat gösterir. (Bazen başaramaz ve sınır dışı edilirler.)
Türkiye’de her zaman iktidarlarla ve iktidara gelecek güçlerle işbirliği yaptılar.
12 Eylül Cuntası ile de! Bu amaçla Evren’i cennetlik bile yaptı F. Gülen! Amaç, kendilerine zarar gelmesin, hatta destekçi olarak görünsünler ve büyüyebilsinler. Özal’ı da desteklediler. Yükseldiğini gördükleri Ecevit’i de! Bütün destek çıktıkları iktidarlar, Cemaate hoşgörü ile baktı ve yol açtı! Baykal da! Bugünkü CHP’liler de, Cemaate “yan gözle” bakmazlar!
Bu açıdan Cemaat, “sürekli meyve toplayan” politikasıyla, gerçekten dünyada incelenmesi gereken bütün iktidarlarla beraber (Papa ile de!) bir siyasi müttefikler hareketi yarattı! Siyaset bilimi açısından, bu politika incelenmeye değerdir gerçekten de.

Geçen yılki yazımda, F. Gülen ve AKP arasında, Gazze’ye yardım gemisi ve İsrail’le patlayan çatışma üzerine F. Gülen’in sözlerine dikkat çekmiştim: “İsrail’le anlaşarak bu yardımı yapmaları gerekirdi... Otorite ile çatışmaları yanlıştı” ve şöyle yazmıştım:
“Otorite ile savaşmak yok!
ABD en büyük otoritedir! İsrail de bu bağlamda ABD’nin ikinci büyük otoritesidir!
Gazze’ye, İsrail’in karşı çıkmasına rağmen çıkarma yapmak, aptallık ve salaklıktır!
Ne yapacaksan, otoriteye boyun eğerek otorite ile işbirliği yaparak yapacaksın!
Cemaat, orduya boyun eğdirme operasyonlarını da, ülkemizdeki ve dışarıdaki en büyük iki otorite ile birlikte, işbirliği halinde yürütmektedir: ABD/CIA ve AKP!”
Cemaat, bir yılı aşkın zamandır AKP’ye sopa gösteriyor. Erdoğan ve bazı bakanlarına! Bakın, “hem Cemaate hem AKP’ye yakın”, Nihal Bengisu Karaca, 11 Aralık tarihli Habertürk köşesinde, bütün bu yazdıklarımızı nasıl doğruluyor:
“Büyük resimdeki en temel ayrışma nedeni, cemaatte AK Parti’nin uyguladığı dış politikanın Türkiye’yi dünya sisteminden (yani ABD’den-OB) koparacağı endişesinin var olması… Mavi Marmara’nın yola çıkması ve sonrasındaki gelişmeler, İsrail ile ilişkilerin bozulması ise cemaatin hükümetten.. ayrı düşmesine neden oldu. Cemaat için Türkiye’nin İsrail’i karşısına alması, Ortadoğu ülkesi olmayı tercih etmesi anlamına geliyor, hükümet içinse bu ‘bölge gücü’ olmanın anahtarı. Hakeza, İran için alınan riskler de cemaate fazla ve gereksiz görünüyor. Bu kesimde, hükümetin ‘bölge gücü’ olmak için attığı adımların, kurduğu ittifakların ve dahi kurmaktan kaçındığı ittifakların maceradan ibaret olduğu kanısı hâkim. İsrail’in eskisi kadar ‘dokunulmaz’ olmadığı fikrine katılmıyorlar.”
Yani Cemaat, tepeden tırnağa, ABD’nin Ortadoğu’daki politikalarının uygulayıcısı! (En büyük güce uyum.) Erdoğan BOP-MOP ama“ sıfır sorun”la bölgesel güç politikası denedi. Ama bugün tamamen ABD’nin ve Cemaat’in politikalarına geldi! Cemaat, iktidara İran’ı da hedef gösteriyor! ABD gibi!
Karaca, devam ediyor, özetle: Seçim öncesi Pennsylvania’da bir olay oldu. AK Parti’nin önde gelen simalarından biri, Hocaefendi’yi ziyarete gitti ve orada birtakım yakışıksız sözler zikretti… Türkiye’deki Cemaat mensuplarının Hocaefendi’ye şikâyet edilmesine, Cemaat mensuplarının bir türlü memnun edilemediğine kadar geldi… ilişkiler de yara aldı.
AKP, Cemaat’in siyasi bir erki kullanmadığı dolayısıyla “yıpranmadığı” halde ülke politikalarını domino etmesinden rahatsız. Bu konuda bir yazı daha gelecek.



Erdoğana Hançer?!
Dünkü yazımda, cemaat ve AKP’nin yakını Nihal B. Karaca’nın yazısından alıntı yapmıştım (11 Aralık Habertürk). Bir Bakan Pensilvanya’ya giderek F. Gülen’e, cemaatin devlet kadrolarına yerleşmek için doymak bilmez isteklerinden şikâyetçi olmuş, ver Allah verdikçe daha fazlasını istemelerinden rahatsızlıklarını dile getirmişti.
Buradan, devlet kadrolarının cemaat tarafından yağmalandığı dışında çıkartılacak önemli bilgi, cemaat ile AKP arasındaki“bölüşüm ilişkileri”nin, AKP’yi taciz noktasına ulaştığıdır.
Her zaman yazarım, cemaat ile AKP iki ayrı (siyasi) örgüttür. Tamamen farklı iki ayrı liderliği, amaç ve hedefleri vardır. Cemaat ile AKP tarihsel bir kesitte birbirleriyle örtüştü. Cemaat, AKP kabuğu altına girdi, oradan, partinin içini, üstünü, altını, Erdoğan’ı oyma faaliyetlerinde önemli bir mesafe aldı. AKP giysisi içinde herhalde bakanları da vardır, parti liderleri de.
Cemaat, örgütlü-yeminli bir güç, din tabanlı görünüşlü büyük bir toplumsal menfaat şebekesidir. Fatih Altaylı’nın F. Gülen’e yönelttiği “yani bir Mason örgütü gibi mi”sorusuna aldığı yanıt da “öyle de diyebilirsiniz..” olmuştu!
Ama aynı zamanda büyük bir siyasi örgüte dönüşmüştür cemaat. (Bknz. 12 Temmuz 2010 tarihli “Cemaat Apolitik mi?” yazım)“Mason teşkilatlanması” gibi her yere nüfuz ediyorlar. Ama onları katbekat aştılar. AKP içinde, toplumu dönüştürme projelerini gerçekleştiriyorlar. Bu arada tabii ki AKP’yi de..
AKP bir “kabuk”tur. Kabuk içinde bir istila hareketi vardır. İşaretler, adalet mekanizmasını önemli ölçüde cemaatin denetlediği, siyasi-operasyonel bütün işleri de (yargı, özel mahkemeler, polis) adamlarının yürüttüğü yönünde.

Erdoğan bunun ayırdında! Cemaat ile Erdoğan arasındaki gerilim, sandığımızdan çok fazla. Öyle ki bir bakan taaa Pensilvanya’ya gidiyor!
Bizim günlük siyaseti izleyen gazeteci yorumcularımız sanıyor ki, karşımızda bütünsel bir blok var! “Onlar en sonunda anlaşırlar ve bütünleşirler” demek bir siyasi yorum değildir. Aralarında anlaşma-uzlaşma olacaksa, bunun nasıl olacağı belirleyici olandır!
Erdoğan ile adamlarının (B. Arınç) şüphesiz ki en barizi olan gazeteci tutuklamalarındaki işgüzarlıklar, hukuksuzluklar ve bütün davaların uzayarak işkenceye dönüşmesi konusunda rahatsızlıkları ciddidir. “Gözaltılar bizim talimatımız değil, güvenlik, emniyet, savcılık yetkilerini kullandı, bu süreçlerin süratle neticelendirilmesi arzumuzdur”,Erdoğan’ın rahatsızlığının dışavurumuydu. Çünkü bunun bütün siyasi yükünü Başbakan taşıyor. İnşa ettiği “dünya politika kariyeri”nin bunları taşıyamayacağını görüyor!
Yargılama sürecini kontrol eden cemaatin ise böyle sorumluluğu yok. Hile hurda, sahtecilik, hukuksuzluk... Bunların hepsi birer araç onlar için! Toplumu istedikleri yönde dönüştürme-değiştirmenin araçları!

Cumhurbaşkanlığı, Başbakanlık ve parti liderliği koltuklarının 2014’te boşalması, cemaat ile Erdoğan arasındaki gerilimi tırmandırdı ve yeni saflaşmaları erken tetikledi.
Şike yasasını değiştirme sürecindeki yalpalanmalar, Erdoğan’ın çevresinin ne kadar kırılgan olduğunu ve çoğunun kendisini“satacağını” gösterdi! AKP büyük bir dalgalanma yaşadı! Hele Arınç! Özellikle Erdoğan’ın hastalığı döneminde sık pozisyon değiştirdi.
Erdoğan’a karşı, “Biz biat eden kimseler değiliz” bile dedi! Erdoğan kesin talimatını verince, özür diledi! Bu özürün de büyük bir haslet olarak değerlendirilmesi çok komikti doğrusu! Siyasi bir derin yalpalanma sonucu gelen özür, ancak “durumu ve pozisyonu kurtarmak” demektir!
Çünkü Erdoğan hâlâ güçlüdür ve önümüzdeki iki yıl bilinmezlikle doludur!
Bu derin yalpalanma acaba şunu da gösterdi mi: Cemaatin, Erdoğan’ın yakın çevresinden bir kısmını esir aldığını ve etkisini?
Erdoğan şunu gördü mü: Cumhurbaşkanlığı Köşkü’nün, günlük siyasette etkisinin kırıldığı bir “sürgün” yerine dönüştürülmek istendiğini?
Bu amaçla, Erdoğan ve çevresinden bir kesim, Gül’ün başbakanlığına oynayacaktır. Yeni saflaşmalar bu eksende olacak. Erdoğan’ın anayasal bakımdan güçlendirilmiş bir başkanlık rüyası, sadece bir rüya olarak gözüküyor bugün için..
Erdoğan ya teslim olacaktır, o zaman siyasi kariyerini de sonlandıracaktır ya da gücünü en azından koruyacaktır.
Bunu belirleyecek olan, boşalacak 3 koltuğun nasıl ve hangi ilişkiler ve uzlaşmalar çerçevesinde doldurulacağıdır..Cumhurbaşkanlığı koltuğu da siyaseten bir bilmecedir! AKP bu koltuğu kaybedebilir; ekonomik ve toplumsal gelişmeler bunu gösterecek. Tabii bir de muhalefetin gücü!
Acaba koşullar ne olursa olsun, Erdoğan, Cumhurbakanlığı’na aday olur mu?

Meydan Savaşı
“Erdoğan’la Gül arasında adeta meydan savaşı sürüyor.”
Bu ifade benim değil. İkisi arasındaki trafiği izleyebilecek durumda değilim. Ayrıca cemaat ve partiye yakın gazeteci takımı bile ne kadar izleyici olabilir ondan da şüpheliyim. Alıştığımız, ANAP- DYP, CHP gibi “klasik partiler” olsa neredeyse günbegün “canlı yayın” olarak izleyebiliriz gelişmeleri...
Ancak AKP öyle değil; kısmen dini kökeni de olan hiyerarşi var, son derece otoriter bir lider var; bu nedenle ağızlar sıkı mı sıkı; üç koltuğun paylaşımı, aleni güçler çatışmasına dönüşmeden önce, bugünkü iktidar gücü/pozisyonu çerçevesinde halledilmesi gerekir.
“Erdoğan’la Gül arasında adeta bir meydan savaşı sürüyor” diyen merkezde ve saygın bir politikacı. Şüphesiz, meydan savaşından kastı, görüşmelerin yoğunluğu. “İktidar”, “yetki” ve “mevki” bölüşümüne ilişkin konuların “en yakın dostlar”ın aracılığıyla görüşüldüğünü söylüyor.

Bu çevrelerin adamı Önder Aytaç, üç koltuk meselesini ilk kez açtığım TV8’deki programda, Erdoğan ve Gül arasındaki “iktidar paylaşımını” kastederek yaklaşık şöyle demişti: “Umarım Türkiye bir Fetret Devri’ne girmez, yoksa Türkiye bugüne kadarki kazanımlarından çok geri gider ve yazık olur.”Aytaç bu işleri bilir ve tehlikeye dikkat çekmişti!
Fetret Devri, Yıldırım Beyazıt’ın oğulları arasında başlayan yaklaşık 11 yıl süren taht kavgası döneminin adıdır. Osmanlı’nın birliği zar zor yeniden kurulmuştur. Aytaç, Fetret Devri benzetmesiyle, AKP’de Gül- Erdoğan iktidar mücadelesine gönderme yaptı.
Bu mücadelenin bugünkü dışavurumlarını, örneğin, “Gül Birleşmiş Milletler’e mükemmel genel sekreter olur” gibi kalem döktüren, renkli yalakaların yazılarında görürsünüz! Veya Erdoğan’ın 2023’e kadar Türkiye’nin başında olması gerektiğini, başkan seçilerek Türkiye’yi yönetmesinin şart olduğunu döktüren benzerlerinde okursunuz.
Tabii, Gül’e uygun öneriler de sökün ediyor:Erdoğan Cumhurbaşkanı, Arınç veya benzeri bir yıl Başbakan, sonra hooop Gül Başbakan...

İkisi arasındaki temel sorun, daha önce de belirttiğim gibi ortada iki tane “birinci sınıf”liderin belirmesidir. Gül, eskiden olduğu gibi“Erdoğan’ın Dışişleri Bakanı” değil. Erdoğan Cumhurbaşkanı olunca, Gül’ün başbakanlığını yönetemez. Sadece, bir “tecrübeli ağabey”olarak danışılacak insan olabilir. Köşk’ten hükümeti yönetmeye, zaten yasa/hukuk da uygun değil.
AKP içinde, Gül dahil hiçbir politikacı, Arınç bile, 4 yıl başbakanlık döneminde, Köşk’ten yönetilen adam (emanetçi) pozisyonunu kabul etmez.

Erdoğan, Cumhurbaşkanını halk seçsinkararını verirken kafasındaki “başkanlık modeli”nin yolunu kendisine açmıştı!
Cumhurbaşkanını halk (milli irade!!) seçerse, yetkilerinin daha fazla olması gerektiği de (hukuken) ileri sürülür! Doğrudur! Bu başkanlık/yarı başkanlık yönetim modellerinin yolunu açar! Erdoğan, cumhurbaşkanı seçiminde parlamentoyu devre dışı bırakarak ilk aşamayı geçti!
İkinci adımı da anayasayı parlamentoda değiştirerek atacak ve “başkanlık” işini bitirecekti! Son seçim stratejisini de parlamentoda 368 milletvekili çoğunluğuna sahip olmak üzerine kurmuştu!

Okurlarım anımsar, bu stratejiyi, seçimlerden önce ve sonraki değerlendirmelerimde burada sık sık yazdım: Bu çoğunluğa ancak tek bir koşulda, MHP’yi yüzde 10 barajının altına iterek ulaşabilirdi! Bu amaçla, peşi peşine MHP liderlik kadrosunun seks videoları piyasaya sürüldü! MHP’nin “Tek Millet, Tek Devlet, Tek Vatan” sloganını devraldı! Kürtlere sopa çıkarttı!
Sonuç, Erdoğan için büyük bir hayal kırıklığıydı. “Erdoğan’ın stratejisi çöktü, istediği çoğunluğu sağlayamadı, üstüne üstlük, daha az milletvekili çıkardı, bu sonuç Erdoğan için bir yenilgidir” yorumunu yaptığım için NTV’de seçim gecesi N.I. ateş püskürmüştü!
***
Diyeceksiniz ki eee şimdi ne olacak?
Şimdilik iki şey var: Erdoğan ya topal ördekliğini kabul edecek; Gül ve diğerlerine yolu açacak, Köşk’te uslu uslu oturacak...
Ya da başkanlığı zorlayacak! Meclis’te kurdurduğu anayasa değişikliği komisyonunun esas görevi budur.
Peki bu mümkün mü?
Tehlikeli soru budur! Erdoğan’ın “Başkanlık Sistemi” için ne gibi ittifaklara ve tavizlere gireceğine ilişkin bir yanıt aramayı zorunlu kılar.
Spekülasyona veya olasılıklara var mısınız?
***
Başa dönersek: Gül- Erdoğan çatışmasında başka “büyük ağabeylerin” tercihleri de vardır! Bunların başında da şüphesiz Washingtongeliyor!
Washington kimi tercih eder dersiniz?
Benim tahminim / değerlendirmem var...

Hiç yorum yok: