16 Ara 2011

Türkiye Talat Aydemir'ini Arıyor

Bir memleketin ordusu şerefini muhafaza edip ayakta durmadıkça o memlekette iç ve dış huzur olamaz.

Talat Aydemir
"Merak etmeyin Ordu var"
22 Şubat 1962 Direnişi ve 21 Mayıs 1963 İhtilal Girişimi'nin lideri, devrimci ve gerçek Atatürkçü subay, Talat Aydemir'i hasretle andığımız ve aradığımız bir dönemi yaşıyoruz.
Ne diyordu CHP Genel Başkan yardımcılarından Süheyl Batum?
Ordu kağıttan kaplanmış meğer!
CHP ile Ordu arasındaki bu "beklenti" ve "hüsran" dengesi, Türkiye'nin en temel sorunlarının belki de en başlarında gelir.
Türkiye'de 27 Mayıs'tan hemen sonra öylesine bir Atatürkçülük gelişmiş ve yerleşmiştir ki, sağcı güçler iktidara her geldiğinde Atatürkçü ve solcu halk yığınları arasında bir "sakin olun" çağrısı yayılmaya başlar.
Kulaktan kulağa "merak etmeyin Ordu var" sözleri yayılmaya başlar.
Ama bu sözlerin yayılmasına bile gerek yoktur, bu artık bir şartlı refleks olmuştur ve her seçim yenilgisinden sonra Atatürkçü kesimler koltuklarına bu şekilde rahatça oturur ve uykuya dalarlar.
Aslında burada beklenti, Ordu'nun müdahale ederek Türkiye'nin sorunlarına eğilmesi veya düzeltmesi değildir. O anlayıştakiler, Türkiye'nin sosyal gerçekleri ile meşgul olacak bir Ordu istemezler.
Beklenen tek şey, seçim sandığında bozulan dengenin düzeltilmesidir. Bu ise açıkça sağcı partilerin iktidardan indirilerek CHP'nin iktidar yapılmasıdır.
Maalesef bu tür beklentiler ve girişimler nedeniyle de Türkiye'de Ordu, partiler üstü, siyaset üstü bir koruyucu ve kollayıcı kuvvet olarak değil, CHP'nin imdadına yetişen ve onu koruyup kollayan bir kurum olarak algılanır.
Sonuç, hem CHP'nin hiçbir zaman kendi ayakları üzerinde durabilen devrimci bir partiye dönüşememesi, Ordu'nun ise "tarafsız ve bağımsız" bir devlet kurumu olarak görülmemesidir.
Türkiye'nin makus talihi ve Ordumuzun da talihsizliği, gerici partilerle arasına koyduğu mesafe değildir, bu zaten doğaldır ama Ordu CHP ile arasına mesafe koyamadığı için, muhalefet hep Ordu yardımına muhtaç bir "çocuk parti" görünümü kazanmıştır. Bunun Ordu'nun imajına verdiği zararlar ise cabası.
"Evet efendim"ci subaylar
Eğer ülkemizin sorunlarını masaya yatıracaksak, kimilerine son derece ürkütücü gelecek olsa da, yaşamını idam sehpasında sonlandıran ve 'darbeci Ordu' imajının de belki en saf örneği olarak görülen Albay Talat Aydemir'in fikirlerine eğilmek zorundayız.
Talat Aydemir, gerek Ordu'nun kendi iç yapısını, gerek sahte Atatürkçülüğü, gerek CHP'yi gerekse Amerikancı düzeni ve diğer partileri eşit mesafeden eleştirebilmiş ender aydınlarımızdandır.
Talat Aydemir, her şeyden önce Ordu'nun kendi iç yapısını ve yarattığı subay profilini cesaretle eleştirebilmiştir.
Katı Harp Akademileri sisteminin ortaya çıkarttığı subay tipini şu şekilde değerlendirir:
"O mektep öyle bir yerdir ki, inandığın fikirleri savunmana hiç imkan vermez. O baskı altında yetişen subaylar hayatta inisiyatiflerini kaybederler. Daima 'evet efendim'ci olurlar. Hakikatleri haykırmak istedikleri halde yapamazlar. Daima boyun eğerler."
Talat Aydemir'in bu satırları yazdığı sene 1954'tür.
Bu sözler son derece önemlidir. Askeri sistemin yarattığı "evet efendim"ci zihniyet, Türk Ordu tarihinde çok önemli iki büyük tarihsel süreçte başımıza bela olmuştur.
Birincisi Türk Ordusu'nun Osmanlı'nın son döneminde Alman Genelkurmayı'nın emrine verildiği dönemdir. Bu dönem, Türkiye'nin batışını getirmiştir.
Dönemin komutanları önce Alman Genelkurmayı'nın emriyle savaşa girmiş ve orada yenilmiştir.
Hemen ardındansa İngiliz işgal kuvvetlerine teslim olmuş ve silahını teslim etmiştir.
"Evet efendim"ci subayların karşısına çıkan tek örnek Mustafa Kemal'dir.
Önce Çanakkale'de Alman komutanını dinlememiş ve savaşı kazanmıştır. Asidir ama asi olmadan 'evet efendim'le Çanakkale destanını yaratamazdı.
İngiliz İşgali başladığında ise, silahları teslim etmeme çağrısı yapabilmiş tek subaydır.
Ama çok daha önemlisi, gücünü üniformasından ve apoletlerinden değil, halktan aldığının bilincindedir ve o nedenle askeriyeden istifa ederek sivil bir şekilde Kurtuluş Savaşı'nı başlatabilmiştir.


NATO Subayları


Kurtuluş Savaşı sonrasında ise NATO'ya ve Amerikan güdümüne sokulan Türk Ordusu yeniden eski düzene dönmüştür.
Bu defa "evet efendim"ler Amerika içindir.
27 Mayıs'ta bile genç ihtilalciler 'korkarak' hemen 'NATO ve CENTO'ya bağlıyız diyebilmişlerdir.
12 Mart ve 12 Eylül'de ise doğrudan Amerikan hiyerarşisine bağlı darbeler gerçekleştirilmiştir.
Amerikan bağımlılığı o kadar köklüdür ki, Türk Genel Kurmay Başkanları arasında ayrı bir yeri olacak olan Hilmi Özkök, açıkça Amerika ile karşı karşıya gelmenin Türk Ordusu için en kötü seçenek olduğunu açıklayabilmiştir. Bu, kendi ülkesini tehdit eden bir kuvvete karşı "evet efendim"in en bariz örneğiydi.
Nitekim hemen ardından Amerikan askerleri Kuzey Irak'ta Türk subaylarının başına çuval geçirdiklerinde de bu zat, susmanın dışında bir açıklama yapamadı.
Nerede Mustafa Kemal'in 'size ölmeyi emrediyorum' diyen sesi.
Nerede Hilmi Özkök'ün 'size teslim olmayı emrediyorum' diyen sesi...
Darbeci Türkeş, Demokrat Aydemir
İşte Talat Aydemir'in eleştirdiği subay tipi budur.
Bu egemen subay tipine karşı, 27 Mayıs İhtilali alt rütbedeki subaylar tarafından örgütlenmiştir.
27 Mayıs harekatı için harekete geçen ilk subaylardan birisi de Talat Aydemir'dir. İhtilal sırasında ise Kore'de bulunduğu için katılamamıştır.
Ancak buradan Talat Aydemir'in bir "darbe heveslisi maceracı" olduğu düşünülmemelidir. O hedefi gerçek demokrasi olan bir subaydı.
Ordu'daki ilk demokrasi istekleri daha tek parti döneminde doğmuştur. Talat Aydemir, çok partili rejime geçişi sevinçle karşılayan subaylardandır.
Demokrat Parti'nin açık diktatörlüğe yöneldiği 1957 yılına kadar da, bir askeri girişimde bulunmamıştır. Hatta Ordu içindeki diğer ihtilalci gruplarla bu nedenle tartışması vardır.
Şimdilerde MHP askere ve darbeye karşı konumlanmıştır ama bu partinin kurucusu ve önderi Alparslan Türkeş, 27 Mayıs İhtilali'nin en önemli isimlerindendir.
Üstelik Türkeş ve arkadaşları, 27 Mayıs'ın hazırlıklarına daha 1952 yılında yani Demokrat Parti hükümet olur olmaz başlamışlardır.
27 Mayıs'ın hemen ardından Türkeş'in yardımcısı Muzaffer Özdağ ile tartışmaya girişir Talat Aydemir. Türkeş grubu 27 Mayıs'ı kendilerinin yaptığını ve harekete ilk geçenin kendileri olduğunu iddia etmekte ve faaliyetlere 1952 yılında başladıklarını söylemektedir.
Aydemir onlara şu soruyu sorar:

"1952 yılı Türkiye'de demokrasinin altın devridir. O senelerde sizi ihtilale sürükleyen ne sebepler vardı?"

Darbeci İnönü
Gerçekten de Talat Aydemir gibi kimi subaylar demokrasi ve vatan için 27 Mayıs'a katılırken, kimileri iktidar için bu harekete katılmışlardır.
Talat Aydemir'in burada üzerinde durduğu ikinci önemli konu ise CHP'nin pozisyonudur.
CHP lideri İnönü, 1957 yılından itibaren Ordu'nun darbe yapması için toplantılara katılmıştır. Ordu'yu 27 Mayıs'a yönlendiren odur.
Ama Talat Aydemir gibi idealist subaylar politikanın dışındadır. Onlar, Ordu'nun CHP'nin yanında gözükmesinden son derece rahatsızdırlar, çünkü onlara göre Ordu tarafsız ve partiler üstü olmalıdır.
Bu fikirler dillendirilmeye başlandığı anda CHP ve İnönü grubu rahatsız olmaya başlar. Onlar Ordu'nun yardımı ile biran önce hükümet olmak taraftarıdırlar. 27 Mayıs'ın önde gelen kadrolarını da Meclis ve Senato koltukları ile ikna etmiştir.
Talat Aydemir'in 'darbeci' olarak adlandırılmasına neden olan dönem işte tam da burada başlar. Aydemir ve arkadaşları, CHP'nin payandası olacak bir Ordu olmak istemezler.
Bir grup subay arkadaşı ile 25 Ağustos 1961 günü toplanır ve silah üzerine yemin ederler:
"Türk milletinin bekası, 27 Mayıs inkılap ruhunun devamını, demokratik bir rejimin kurulmasını temin ile Milli Birlik Komitesi'nin müspet icraatını destekleyeceğime ve Türk Silahlı Kuvvetleri'nin siyasetten uzak kalmasının temini hususunda kendimi şimdiden Türk milletine feda edeceğime namusum ve şerefim üzerine and içerim."
Benim Damarlarımda CHP'lilik Kanı Dolaşmıyor, Vatanseverlik Kanı Dolaşıyor
Bu yemin üzerine İnönü harekete geçer. Artık İnönü'nün hedefi Talat Aydemir'dir.
Bundan sonra Ordu içinde oyun üzerine oyun oynanmaya başlanır. Hedef, Aydemir'i harekata zorlamak ve bu şekilde tasfiye etmektir. Aydemir planın farkındadır, Harp Okulu komutanı olarak öğrencileri olaylardan uzak tutar.
Ama hemen hemen her gün bir ihtilal fısıltısı yayılır ve Harp Okulu, yüksek rütbeli subaylar tarafından basılır. Her seferinde öğrenciler koğuşlarında uyurlar. Ortada bir ihtilal hazırlığı yoktur.
21 Şubat günü Cevdet Sunay Talat Aydemir'i makamına davet eder ve ona şunları söyler:
"Evladım, yavrum, Hava Kuvvetleri bana bir ültimatom verdi. Sezleri feda etmek zorundayım. Ancak hepiniz himayemdesiniz. Sizlerin yerini değiştiriyorum."
Aydemir cevap verir:
"Ben Allah'tan başka kimsenin himayesi altına girmem. Bu işte ben suçlu değilim. Suçlu olan Hava Kuvvetleri ve sizsiniz. Çünkü CHP'lilerin oyununa geldiniz."
Sonra tabancasını çıkarır ve masanın üstüne koyarak devam eder:
"Beni şimdi ya bununla temizlersiniz ya da Divan-ı Harbe verirsiniz. Eğer geceki harekete ben sebep olduysam, beni kurşuna dizdirirsiniz. Benim damarlarımda CHP kanı dolaşmıyor, vatanperverlik kanı dolaşıyor."

22 Şubat Direnişi
T.A Cezaevinde


İnönü Hava Kuvvetlerini yanına çekerek Aydemir'i yok etmek istemektedir. Ancak Aydemir oyuna gelmemektedir. 
Bunun üzerine İnönü'ye bağlı Hava Kuvvetleri harekete geçer. Harp Okulu sarılır ve Talat Aydemir'in tutuklanması emri verilir.

Sebep, sözde Aydemir'in darbeye başlamasıdır. Böyle bir durum yoktur ama artık bir çarpışma başlamıştır.
Bunun üzerine 22 Şubat gecesi Harp Okulu öğrencileri komutanlarını teslim etmemek üzere direnişe geçerler. Ortada bir darbe teşebbüsü değil, sadece ve sadece direniş vardır.
Bu sırada Aydemir'le birlikte asılacak olan devrimci subay Binbaşı Fethi Gürcan Cumhurbaşkanlığı köşkünü sarmış ve idareyi almıştır.
Fethi Gürcan, Talat Aydemir'i arar ve şöyle sorar:
"Albayım şimdi burada kuvvet kumandanları, İnönü dahil bütün kabine Köşk'te toplantı halindeler. Şimdi hepsini enterne edeyim mi? Hesaplarını göreyim mi?"
Talat Aydemir, 'hayır' der ve hepsi serbest bırakılır.
Daha sonra Talat Aydemir, bu davranışı nedeniyle eleştirilecektir. İnönü bile, "bizi asacak cesareti yoktu, bir ihtilalci asmayı göze almalıdır" diyordu.
Ancak ortada basit bir acıma ve vicdanlı olma durumu yoktur.
Hava ve Deniz Kuvvetleri'nin komutanları, Talat Aydemir'i açıkça NATO'ya sağınmakla tehdit etmiştir. Böylesi bir durumda Hava ve Deniz Kuvetleri NATO'ya sığınacaktır. Amerikalılar ise füze rampalarını korumak için Samsun-İskenderun hattına el koyacaktır.
Bu plana karşı Aydemir'in sadece Kara Kuvvetleri ile direnmesinin imkanı yoktur.
İkincisi ise harekata devam etmek demek bir dikta idaresi kurmak ve çok kan dökmek demektir. Oysa Aydemir'in niyeti dikta değil demokrasidir.
Sonuçta teslim olma kararı verir:
"Bizim başımız gitsin, yeter ki Türkiye kurtulsun."


İnönü'nün İsmi Zekasından Büyüktür
Aydemir ve arkadaşları emekliye sevk edilir ama Türkiye durulmaz.
Sadece Türkiye değil İnönü'nün Aydemir'e olan kini de bitmez.
22 Şubatçıları suçlayan bir konuşma yapar Meclis'te. Ona göre Talat Aydemir bir sergüzeştçidir ve ona inananlar yani Harp Okulu öğrencileri ise 'aldatılmış 'tır.
Bu açıklama üzerine Harp Okulu öğrencileri 'Harbiyeli Aldanmaz' yazılı bir çelengi Atatürk Anıtı'na koyar.
Aydemir'le İnönü arasındaki ikinci savaş artık başlamıştır.
8 Temmuz günü Aydemir bir basın toplantısı düzenler.
8 Temmuz Atatürk'ün askerlikten istifa ederek sivil mücadeleyi başlattığı tarihtir. Aydemir de artık sivildir.
Aydemir'in açıklamaları Türkiye tarihinin belki de en devrimci ve korkusuz açıklamasıdır:
"Bir hususu açıkça beyan etmek isteriz ki İnönü'nün ismi zekasından büyüktür. Bu zaviyeden tatkik edilince Atatürk'ün dehasının stratejik yaratıcılığından sonraki reformlardan mahrum statik devrenin asıl sebebi anlaşılacaktır. İnönü tükenmiştir. Reformlara en çok ihtiyacımız olduğu bu devrede bütün hayatı statükoyu muhafaza ile geçmiş İnönü'yü tekrar başında görmek bu milletin tahilsizliği olmuştur."
Hemen ertesi günü Talat Aydemir tutuklanacaktır.
Enteresan bir benzerliktir, bugün Tayyip Erdoğan'ların yaptığını o gün İnönü yapmakta ve Türk Ordusu'nun subaylarını hapse attırmaktadır.
Mahkeme safhası son derece ilginçtir, her yönüyle hukuksuzdur ve Aydemir şöyle söyler:
"Hakimlerimiz Türkiye devletinde memur gibi aldıkları emirlerle hareket ediyorlardı. Hakimler bu vaziyete düştükten sonra adaletten bahis edilemez.
"Türkiye'de adalet yalnız Milli Şef İnönü'nün elinde idi. Maalesef hakimler de koyun gibi ona itaat ediyorlardı."
Yine bugünlerde yaşanan komutan tutuklamalarına benzer bir sahne yaşanır ama bir farkla, o günün komutanı ve subayının tavrı farklıdır:
"Biraz sonra beş tane sivil polisin arasında koridora çıktım, onların elleri ile yapmış oldukları halkanın içinde gidiyordum. Fena halde sıkıştım bu arada polis koridorunu bir anda yardım, onların arasından fırladım. Bu sefer cahil polisin biri kaçıyor diye bağırmaz mı! İşte bundan sonra ne oldu ise oldu. Bu söz üzerine subaylar galeyana geldiler o bağıran polisi tekme ve yumruklarla dövmeye başladılar."
Hapishane kısmı da oldukça günümüze benzer. İnönü'nün Sağlık Bakanı Yuzuf Azizoğlu hapishaneye gelir gece.
Azizoğlu'nu şöyle tanıtır Aydemir:
"Yusuf Azizoğlu malum Türkiye'de en azından muhtariyet isteyip çalışan Kürtlerin lideri durumundadır. Bu gibi insanlar İsmet Paşa'nın kabinesinde yer almıştır"
Demek ki ne CHP ne de liderleri o gün bugün Kürtçülerle ittifaktan vazgeçmemiştir.
CHP Sahte Atatürkçü
Hapishaneden çıktıktan sonra gözler yine Talat Aydemir'in üzerindedir. Gazeteciler bundan sonraki amacını sorarlar o da bir değerlendirme yapar:
"Statükoculuk yerine hamlecilik ve devrimciliğin kabulü zaruridir. Türk halkının arzularının karşısında değil, bizzat halkın içinde olmak, halkla beraber çalışmak en lüzumlu unsurdur."
10 Kasım'da yaptığı açıklama ise yeni bir Samsun içindir:
"Atatürk sağ olsa idi, bugünkü memleket gerçekleri karşısında tekrar Samsun'a ayak basar ve mücadeleye yeni baştan girişirdi. Biz de kendimizi Atatürk'e af ettiremezdik"
Atatürk'le İnönü arasındaki, Atatürkçülükle İnönücülük arasındaki ideolojik mücadele, ilk defa bu kadar net açıklanmıştır.
Aydemir, Atatürk'ün Altı Ok'u ile sahte Atatürkçü CHP'nin Altı Oku'nu karşılaştırır, ki günümüzde bile CHP aynı CHP'dir:
"CHP, halen iktidar partisi, vasıfları
1- Şefinin huyunda yoğrulmuş Kinci
2- Mütegallibe kadrosu ile Benci
3- Umdelerini yerine getirmemekle İnkarcı
4- Türk toplumunu hor görmekle İstismarcı
5- Vaat ettiklerini yapmamakla Yalancı
6- Millet sevgisinden yoksun olduğu için Bölücü"
CHP'nin yeni Altı Oku'nu bu şekilde tarif ettikten sonra CHP ile ilgili değerlendirmelere devam eder:
"Hiçbir zaman milletin reyi ile iktidara gelemez. Halk ekseriyetinin sevgisini kazanmamış bir siyasi teşekküldür."
Türkiye'de 70 yıldır neden hep sağ iktidarlar kuruluyor diye soranlara işte devrimci cevap!
Aydemir ve Chavez
Talat Aydemir'in bu görüşleri, aslında yeni ve devrimci bir partinin kuruluşu için gerekçe olabilirdi ama o gün bu adım atılamadı.
Eğer o gün Aydemir bir parti kursa ve gerçek Atatürkçülüğü CHP'nin elinden alabilse idi, ülkemiz bugünkü durumuna gelmezdi.
Bu yönde bazı öneriler de olmuştu. Ancak Aydemir şöyle diyordu:
"1- Bizler Türkiye'de ihtilalci olarak tanınıyoruz. İhtilalcilerin siyasi hayatta hele bir parti içinde şansları yoktur.
2- Parti para ile kurulur, parti taraftar ister, CHP'den kimse bu yeni partiye iltifat etmez."
Görüldüğü gibi o günkü siyasi partiler düzeni Aydemir'i partili mücadeleden uzak tutmuştur.
Aslında teşhislerinde büyük ölçüde doğruydu ama doğrunun diğer tarafı bu partinin, yani gerçek Atatürkçü partinin kurulmasının zorunluluğuydu.
Eğer Aydemir bu adımı atabilse idi, o dönemin Chavez'i olabilirdi.
Bugün bizlerin Ulusal Parti'yi kurarak giriştiğimiz adım, Aydemir'in atma imkanı olmayan 50 yıl gecikmiş bir adımdır.
Kağıttan kule CHP
Günümüzde bile CHP, İnönü'nün o gün bıraktığı CHP'dir.
Bunların Ordu'dan beklentileri vardır ve beklentileri yıkıldığında da "kağıttan kaplanmış"demektedirler.
Ama asıl gerçek CHP'nin bir iskambilden kule olduğudur.
Şimdi yapılması gereken o kuleye üflemek ve yıkmaktır!
CHP ve CHP zihniyeti yerle bir edilmeden, Türkiye'yi kurtarmanın imkanı yoktur.
Kaldı ki CHP'yi yıkmak, Ordu'yu da kurtarmak olacaktır. Ordu o zaman gerçekten partiler üstü ve bağımsız bir güç olarak "müdahil" olabilecektir.
Eğer bugün Ordu bu kadar sessizse, bunun sebebi Ordu içindeki CHP beklentilerinin bitmemiş olmasıdır.
Ordu CHP'nin oy alacağını sanarak beklemekte, CHP ise Ordu'nun müdahale ederek kendisini iktidar yapacağını sanarak beklemektedir.
Gerek CHP gerekse Ordu içindeki yanlış Atatürkçülük yıkılmadan, Samsun'a çıkma iradesi gösterilmeden bu ülke düzelemeyecektir...
Talat Aydemir: Dava Uğrunda Çoluk Çocuk Düşünülmez

Talat Aydemir bu yolda yeni bir ihtilal girişiminde bulundu. Aslında bu onun istediği şey değildi.
O yeniden Harp Okulu'nun başına geçerek, partiler üstü, gerçek Atatürkçü, bağımsız ve özgür Türk subaylarını yetiştirmek istiyordu. Eğer bu subaylar yetişse idi Türk Ordusu, diri ve devrimci bir güç olarak yerini muhafaza edebilirdi.
İnönü ve CHP buna engel olmak için ellerinden geleni yaparak onu yeni bir ihtilal girişimine adeta zorladılar. Çünkü Aydemir'in kimsenin kanına girmeyecek kadar insanlıkla yoğrulmuş biri olduğunu biliyorlardı.
21 Mayıs ihtilal gecesi sabaha karşı tutuklandı.
Polis karakoluna götürüldüğünde sorguya alındı:
"-Albayım harekatın muvaffak olmadığını görünce kaçmayı ya da ecnebi bir sefarete sığınmayı düşünmediniz mi?
- Hayır. Bir lider hiçbir zaman kaçmaz, sefaretlere girmek de bana yakışmaz. Ben yaptığım işin ne olduğunu biliyorum. Milletime hesap vermeye hazırım.
- İntihar etmeyi düşünmediniz mi?
- İntihar irade zafiyetidir bana yakışmazdı.
- Siz idam edileceksiniz, çoluk çocuğunuza hele askeri okuldaki oğlunuza hiç acımadınız mı?
- Ben memleketin kurtuluşu için bir ideale inanarak hareket ettim. Bu uğurda çocuk çocuk düşünülmez, zaten onlar da benim yaradılışımdadırlar, hiç düşünmedim ve acımam da."

Nitekim Harp Okulu'ndaki oğlu, Aydemir hapiste iken tutuklanacak ve ünlü Ziverbey Köşkü'nün ilk misafiri olacak ve işkenceye alınacaktır.
Bunların hiçbiri Talat Aydemir'in maneviyatını yıkamayacaktır. Tek üzüntüsü, davaya ihanet eden arkadaşlarıdır.
Mahkemede 21 Mayıs İhtilali'ni İnönü'ye ihbar edenin Türkeş olduğu ortaya çıkar.
Pek çok arkadaşı da mahkemede davayı değil kendilerini kurtarmaya çalışırlar.
Ama komutan ve lider Talat Aydemir, idama huzurla yürür, yanında sadık arkadaşı Fethi Gürcan vardır:
"Bir fikre, bir ideale inanmıştım. Bunun sürükleyicisi idim. Bu uğurda, inandığım bir dava olduğu için 1956 yılında baş koymuştum, artık verme zamanı gelmiştir. Çünkü bir lider, kendisine inanıp arkasından ölüme gelenleri en iyi tatbiki misali, bir dava, bir ideal, bir fikir uğrunda icap ettiği zaman nasıl ölüneceğini göstermelidir ki geriden süren kökler bu fikrin, bu idealin sönmemesi için çalışmalarla gayelerine ulaşabilsinler. İşte bu vazife de bu anda bir lider olarak bana düşüyor."

Hiç yorum yok: