7 Şub 2012

BAŞBAKAN ERDOĞAN KARL MARKS'I OKUDU MU


Bir siyasetçi neden halkının dini ile ilgili olur ve neden aynı dinden olmasını arzular ki? Bu kritik sorunun yanıtını düşünerek, halkını “dindar”yapma çabası içindeki siyasilerin ne amaç güttüğünü, halklara“Allah rızası için”(!) din yolunu açmaya çalıştığını iddia eden gönüllü(!) gafillerin ise ne şekilde siyasetçinin amacına girdiğini rahatlıkla görürüz.
Dünya bir barut fıçısına dönme arifesinde iken Türkiye’nin laiklikten uzaklaştırılarak dinsel bir atmosfere çekilmesi, eğer egemen emperyalist güçlerin olağanüstü beceri ve başarısı değilse, iç siyasetin yönetsel basiretsizliğini perdeleme aracı olduğu kadar, iç ve dış siyaset açısından da gelecek dönemlere ait ciddi ve vahim öngörüsüzlüğüdür! Bir yandan geçmişte Ortaçağ karanlığının hafızalardan silinmemiş izleri duruyorken, diğer yandan da günümüzün dindar uygulamalarının taze görüntüleri yaşanıyorken, böylesi bir yola heveslenmek hem iç siyaset, hem de dış siyaset açısından fevkalade riskli bir açılım gibi görülmelidir.
Laiklik, her şeyden önce, bireyin dindarlık anlayışını kurcalamadığı ve herkesi inanç alanında serbest bıraktığı için, bu alanda toplumsal farklılaşma ve çatışmaları önlediğinden dolayı siyasilerin ilgi alanı odağında olması bir yana, toplumsal sükûn için siyasilerin özellikle koruması gereken bir kuraldır. Bunun tersi ise, bazı ülkelerde görüldüğü gibi, böyle bir serbestîye izin vermez, toplumsal farklılıkları baskılar ve anti-demokratik yönetim biçimini din adına meşrulaştırmaya çalışarak itaate hazır kitleler yaratır. Öylesine itaate hazır kitleler istenmektedir ki, liderin ya da imamın ağzından çıkacak her komutu hikmet olarak algılayarak, tereddütsüz ve sorgulamadan uyulması gereken kural olarak kabul etsin ve bu kuralla amel etsin! Böylesine diktatöryel ve faşizan düşünüş ve yaşam biçimine yöneliş, yönelirken olduğu kadar, sistemin oturtulduğu düşünülen aşamada da ciddi toplumsal çatışmalara gebedir. Fransa’da son yasayı Anayasa Konseyi'ne götürmeye hazırlanan parlamenterler arasında bizzat Sarkozy’nin partisi mensuplarının da bulunduğunu basından öğrenince şöyle bir düşündüm, bizde hangi parti grubunda başkanın bir önerisine herhangi bir parlamenter ya da parti mensubu karşı çıksın! Haddine mi! İleri demokrasi söylemini dilimize dolamanın nedeni böylece anlaşılıyor; bireyler yapamadıklarını, özellikle de yapmak istemediklerini dillerine düşürerek halkları kandırırlar! 
Türkiye’nin çevresinin ve ilişkisini giderek geliştirdiği Ortadoğu ülkelerinin önemli bir bölümü farklı çizgi ve mezheplerde olarak İslâm dünyası içindedir. Başka bir dizi bilimsel neden dışında, salt bu ülkelerin içinde ve kendi aralarındaki çatışmalarda tarafsız kalabilmek ve “sıfır sorunlu dış politika”(!) sürdürebilmek adına dahi Türkiye’de laiklik ilkesinin titizlikle korunması kaçınılmazdır.
Bu sorunu analiz edebilmek adına, başta ABD olmak üzere emperyalistlerin bir yandan radikal İslâm’a karşı derin korku yaşarken, diğer yandan da dünyada dinler arasında diyalog söylem ve projelerinin bir arada ele alınması bağlamında siyasilerin kulağına nasıl bir kar suyu kaçmış olduğunun çözümlenmesi ilginç olabilir.
Kapitalizm içine girdiği derin krizden çıkabilmek için teknolojik atılımını güçlendirirken de, sömürü ağını genişletip derinleştirerek yoksulluğu yaygınlaştırmaya çalışarak de ek yaşam süresini uzatırken, aynı zamanda da hasım kütlesini yaygınlaştırmaktadır. Bu durumun üzerine savaş vb gibi politik şiddetle gidilebileceği gibi, sorunun daha suhuletle çözümü kitleleri pasifsize etmekle de bir dereceye kadar sağlanabilir. 
Marks dini “afyon”olarak nitelerken, halkların kutsal duygularının uyuşturularak sömürüyü anlayamaz hale getirilmesini kastetmiştir. Böyle bir yorum ise din olgusuna değil, din ticaretini ve gericiliği odağa koyarak, halkların sömürülmesinin engellenmesine yöneliktir. Türkiye’de ekonomi istenen ve söylenen düzeyde seyretmediği gibi, ne işsizliğin, ne de enflasyonun önü alınabilmektedir. Bunun da ötesinde, her geçen yıl daha yüksek boyutlara ulaşan cari açığın finansmanı için dış dünyaya ciddi kaynak aktarılmaktadır. Bu durumda halkın dikkatlerinin bir tarafa kanalize edilmesi gerektiği gibi, halkın bilincinin de köreltilmesi hem iç siyaset hem de Türkiye üzerinde sömürü ağı kurmuş olan emperyalistler açısından kaçınılmazdır. Türkiye dış dünyaya kanarken, halkların dincilikle uyutulması yanında, “dindar nesil” tartışmaları ya da Atatürk diktatör mü değil mi veya Atatürk’ün gençliğe hitabesini kaldıralım mı kaldırmayalım mı gibi abes ve günümüzde hiçbir işe yaramayan, fakat kafa bulandırmakta ve dikkatlerimizi esir alarak enerjimizin heba edilmesinde fevkalade güçlü psikolojik patikalar halkların önüne koyulmaktadır. Belki de tüm bu psikolojik savaş, belirli merkezlerden verilen paket programların tedricen açılmasından başka bir şey değildir.
Siyasilerin dindar nesil yetiştirme söylemini, ekonomik hamlelerin başarısız kaldığının ve bu yoldaki aczin bir ifadesi olarak da okumak gerekir. Şöyle ki, eğer bugün fert başına gelirin birkaç onbin dolar düzeyine ulaşmış ileri toplumlarda dindar nesil yetiştirme endişesi, hatta düşüncesi yoksa, bu durum o toplumların dinsiz olduğu veya öyle olmak istediklerini değil, ama artık bu konunun bireysel bir mesele olduğu kemaline ermiş olduklarının göstergesidir. Bu toplumlarda siyasilerin işlevi toplumun yaşam düzeyini korumak, hatta yükseltmek olarak görülmektedir. Türkiye’yi “demokratikleştirmeye” soyunmuş bu emperyalistler ise kendi refahını bizim üzerimizden korumaya çalışırken bize dincilik paketleri sunmakta ve dinler arası diyalog projeleri geliştirmekteler! İleri toplumlar bizim gibi çevresel toplumlardan neler sağladıklarını çok iyi bildiklerinden, kutsal alanlarımız da dahil olarak tüm alanlarda bizleri tam da içlerine almadan, yanlarında ve gözetimlerinde tutmaya çalışmaktalar. G-7’ler topluluğunu, bizleri de yanlarına alarak, G–20 durumuna getirmelerini, her halde işbirliği ya da dayanışma olarak değil, psikolojik benimsetme ortamında yakın markaja almak olarak görmek daha isabetli olur. Aynı markajı kutsal alanda da uygulayıp dinler diyalogu ortamı yaratarak, acaba neden bizi bu kulvarda sürüklüyorlar ki!
Prof. Dr. İzzettin Önder

Hiç yorum yok: